twitter' a arada sırada bakan her aklıselim insanın fark etmemesinin mümkün olmadığı apaçilik, rezillik.
ben de taraftarım. hatta fanatik bir taraftar bile sayılabilirim. ama şu twitter apaçiliğini çözemedim gitti.
bir gün bakıyorum bir taraftar grubu diğerinin annesi ile ilgili hashtag yapıyor, birileri örgütlenip diğer taraftar grubunun transfer ettiği oyuncunun rezilliğini, ezikliğini, mallığını vs. bırakmıyor. zaten şike mevzusuna hiç girmiyorum. hashtag' lerin biri futbolda şike ile ilgili olmazsa dişimi kıracağım amk.
bugün mesela bakıyorum, şu anki istanbul trendleri;
#seninyerindeolsam #KonuSendenAcilinca #kendinikandirma
Namusun Nerede Fenerbahçe
Şikenin Babası Aziz Yıldırım
Asıl Hedef Avrupa Yürüyedur Galatasaray
Heybeliada
Tarih Savaşanları Yazar
We Are The Best Galatasaray
Syriza
belli ki bugün galatasaray' ın saldırı günü. şu trendlere bakar mısınız ahali? fenerbahçe' nin ne namusunu bırakmışlar ne şikesini. bu mu futbol sevgisi? bu mu taraftarlık?
he yanlış anlamayın fenerbahçe' de bundan farklı değil. her gün en az bir aziz başkan veya gs' ye laf hashtag' i trendlerde olmazsa bilin ki o gün kıyamet kopmuş.
normalde sikimde olmaz da bunlar beni de futboldan soğutuyor...
evden çıkmışsınız ve dershaneye gidiyorsunuz. korksanız da* yine mecbur olduğunuz o minibüslere binmek zorundasınız, kaçarınız yok.
takmışsınız kulağınıza kulaklığı müzik dinliyorsunuz. sonra minibüs duruyor ve bir adam biniyor. önünüzden geçip yanınıza, cam kenarına oturuyor.
ilk bakışta "lan ben bu adamı tanıyorum??" diyorsunuz. sonra kafanızdaki ampul yanıyor ve şu an yanınızda bir sözlük celebrity' si oturduğunu anlıyorsunuz.
tabii hemen bir heyecan sarıyor bedeninizi. konuşmaya çekindiğinizden dolayı telefondan sözlüğü açıyor ve onun görebileceği bir açıyla entry' lere bakıyorsunuz. ama o sizin telefonunuza bakmıyor ve müsait bir yerde inebilir miyim?
evet, yamulmuyorsam bugün bir sözlük celebrity' si ile minibüste yan yana oturdum. eve döndüğümde mutluluktan ağlıyordum ama kimse neden ağladığımı anlamadı. ama bilmiyorlardı ki ben bugün celebrity olmuştum!
toplumun en küçük birimi olan ailenin bir arada kalması, uzun yıllar dağılmaması için en önemli olan şeyin para, mal, mülk yani maddi değerler olmasıdır.
şimdi anlatacaklarım tamamen gerçek ve yaşanmış hikayelerdir. sonuna kadar okuyup okumamak size kalmış, sadece biraz içimi dökmek istedim.
neyse efendim, hikayemize başlayalım. olayların başlangıcı bundan 6-7 sene öncesine dayanıyor. o yıllarda küçük dayım** bankadan kredi çekiyor*. daha sonra,
* kredi borcu ödenemiyor.
* 10'larca kredi kartı borcu ödenemiyor.
* akrabalardan borç alınıyor, ödenemiyor.
bu borçların ödenmesi için 2009 yılında dayım 90 bin tl civarındaki bir paraya evini satıyor. ama tahmin edersiniz ki bu para borçların karşılanması için yeterli olmuyor. burada bir parantez açmam gerekiyor sanırsam. öncelikle dayım ciddi bir altılı ganyan fanatiğidir ve ailem içerisindeki genel görüş dayımını altılı ganyanın batırdığıdır. neyse burada dikkat ilginç olan nokta, dayımın evini sattığı yıl içerisinde altılı ganyandan toplamda 100 bin tl. lik bir para kazanmış olması...
bununla birlikte annem, teyzem ve anneannem, dayımın ev satıldığı zaman paranın yarısını karısının hesabına aktardığını ve bu parayla ev aldığını iddia ediyorlar. şaşırmaya başladıysanız hatırlayayım, paranın dağıttığı bir aileye şahit oluyorsunuz...
neyse devam edelim. küçük dayımın bu zor durumda olmasından dolayı o yıllarda özel bir galeride müdür, şu anda ise çanta üretimi yapan büyük dayım, küçük dayıma yardım ediyor. fakat o da nafile. bu yardımdan sonra küçük dayım ile büyük dayım sayısız kere kavga ediyor, bu kavgalara anneannemi, dedemi ve bilumum tüm aile üyelerini bu kavgaya dahil ediyor ve bu meseleler hala günlerce hatta aylarca sürüyor.
--spoiler--
belki önemli değil ama küçük dayımın borç meselesi yüzünden onlarca kez anneannemi ağlarken, dedemi küfür ederken, anneannem-teyzem-annem üçlemesini telefonla konuşurken, 3-5 kere annemi babama, dayıma para vermesi için rica ederken, 2 kere babamla büyük dayımı bu konuyu tartışırken gördüm.
--spoiler--
şu an dayımın borç durumu aynı. fakat bugün ailecek konuştuğumuz konu dayım değil. bu sefer teyzem.
teyzem, 19'unda evlenmiş dünya görüşünün çok farklı olduğu biriyle evlenmiş ve şu an 2 çocuk sahibi bir kadın. eniştem ise daha geçen haftaya kadar istanbul' un merkez semtlerinden birinde bir süpermarket büyüklüğünde bakkalı, yeni deyimiyle marketi olan bir adamdı. marketin bulunduğu mahalledeki herkes eniştemin marketinden alışveriş yapardı, bu yüzden tam manasıyla bir market diyebiliriz. bununla birlikte markette iddaa ve şans oyunları da oynanabiliyordu ki bu da çok büyük bir gelir kaynağı sağlıyordu.
ama geçen hafta marketi devrettiler. bunun nedeni ise günde binlerce liralık ciro yapan marketin onlara yetmemesi ve şu an eniştemin 300 bin tl borcunun olması.
bu tüm aile için çok büyük bir sürpriz oldu. ailedeki büyük dayımdan sonra ekonomik olarak en iyi olarak gözüken teyzemler, büyük bir borç batağına sürüklenmişti. şu an teyzemler,( bir zamanlar can ciğer kuzu sarması olan, 1 ay içinde hem ev, hem araba, hem de yazlık alan teyzemler) avrupa yakası'ndan anadolu yakası'na, bizim evin 2 alt sokağına taşınıyorlar ve anneannem teyzeme anneannemden boşanmasını söylüyor. ama ortada kalacak 2 çocuğu düşünen var mı? yok!
neden?
çünkü eniştemin artık parası yok! para yoksa mutluluk yok! mutluluk yoksa aile yok!
neyse iyi açıklayabildim mi bilmiyorum ama bir ailenin para yüzünden paramparça olmasının hikayesi budur. bir tarafta dayılarım, bir tarafta teyzem, bir tarafta anneannem ve dedem, bir tarafta biz... hepimiz bundan 10 yıl öncesine kadar birbirimize sıkı sıkıya bağlıyken şimdi tabiri caizse para denen o iğrenç şey yüzünden siki yutmuş durumdayız.
siz siz olun, para yüzünden ailenizi, arkadaşlarınızı, sevdiklerinizi üzmeyin, kırmayın. sonra çok üzülürsünüz. tıpkı ileride bizim ailemizde olacağı gibi... tabii onları bunu farkettiklerinde çok geç olacak.
oh be anlattım, rahatladım.
ha bir de unutmadan;
düzeltme: kesinlikle ben tüm suçu paraya yüklemiyorum. sadece dikkat çekmek istediğim mesele, paranın her problemin üzerini örtmesi ve para bitince bütün bu sorunları gün yüzüne çıkartan insanların (ki bu insanlar ailemde bulunuyor) yaptığı yanlış. neyse efendim iyi geceler.
ben hayatımda oynanan oyunu bu kadar katletmeye çalışan takım görmedim. neredeyse her başlayan atağı çok tehlikeli fauller ile durdular ve hakem buna göz yumdu. maçı bittikten sonra hiçbir barcelonalı oyuncunun sakatlanmamasına çok şaşırdım doğrusu!
gazetelerin kullandığı dilin veya diğer bir türüyle üsluplarının çok ağır olmasıdır.
arkadaşlar, hepinizin bildiği gibi bilgi çağında yaşıyoruz. artık bir bilgiye ulaşmak, su içmekten daha kolay hale geldi diyebiliriz. bunun hep iyi hem kötü yanları var ama ben burada biraz kötü yanlarını ele alacağım. umarım yazıyı sonuna kadar dikkatli okursunuz.
bizim evde bir alışkanlıktır, her gün posta gazetesi alınır ve eve alınan gazeteyi okumak 11 yaşındaki kardeşimden tutun, babama kadar ailecek sevdiğimiz bir iştir. fakat sadece posta için değil, her gazetede sürekli gözüme çarpan bir şey vardı; dili o kadar açık ki! düşünün 11 yaşındaki bir çocuk o gazeteyi eline aldığında ona bir cinayeti bütün çıplaklığıyla anlatan haberler var.
yanlış anlamayın, ben sansüre kesinlikle karşıyım. ama bu kadar açık bir dil kullanılması beni rahatsız ediyor.
diyeceksiniz ki "sanane". sanane değil işte. benim 11 yaşındaki kardeşim bana gelip "abi gazetede bir şey okudum. adam karısını ve çocuklarını öldürmüş." veya "gazetede gördüm de penis ne demek?" diye soruyorsa bence bir problem var.
hadi benim kardeşim geldi bana sordu. ya gidip saatlerini geçirdiği internette bunları arasa? düşünün sonra psikolojik olarak yaşayacağı problemleri...
bugün klasik gezmelerimizden birini yapıyorduk. bir şeyler yiyecek, baba oğul sohbet edip, dertleşecektik. yemek yiyeceğimiz mekana giderken yol üzerindeki(ismine bakmadığım) bir caminin yanından geçiyorduk ki içerinden gelen seslerden cenaze namazı kılınacağını duyduk.
sonra biraz düşündük ve pek din ile alakası olmayan baba oğul olarak camiye girip hiç tanımadığımız birinin cenaze namazını, hiç tanımadığımız 20 kadar kişi ile kıldık.
kaç yaşındaydı, nerede oturuyordu, kimdi? bilmiyorum. ama hakkımı helal ettim. çok garip bir duyguydu sözlük. ölüm aklımın ucundan bile geçmiyorken kendimi cenaze namazının ortasında buldum.
bu yaşadığım olaydan sonra gidip sevdiklerimin hepsine onları çok sevdiğimi söylemeyi düşündüm. çünkü hayat kısa ve ölüm sizi hiç beklemediğiniz bir anda yakalayabilir. ben yüz yüze iken onlara onları sevdiğimi söyleyemeyecek kadar utangacım ama bunu okuyan ve beni hiç tanımayan "seni", çok seviyorum.
ben yapamadım ama siz hemen gidin ve sevdiklerinize sıkıca sarılın!
hiçbir şekilde kimseyle polemiğe girmeyeceğim. ama şahsen orada ölen insanlara çok üzüldüm ama aynı şey mesela izmir' de olsa şennur hanım bu kadar olay çıkartır mıydı, onu merak ediyorum.
ayrıca ben isterdim ki bu olayı bir görüş, parti vs. propagandası ile değil de sadece insan haklarına aykırı bir şeyler olduğu için bu kadar gündeme getirseydi. sırf yaşananlardan dolayı artık bir ülkenin vatandaşı, bir ırkın mensubu olmaktan bıktım. sadece insan olduğumuz için birbirimize değer versek, birbirimizi sevsek, saysak halbuki dünya ne kadar güzel bir yer olacak...
not: dediğim gibi, amacım kimseyle polemik yaratmak vs. değil. sadece siz de izleyin, görüşlerinizi yazın diye paylaşıyorum.
çok ilginç bir eylem. öyle ilginç ki hastasındır ama elin kaleme gittiği an döktürmeye başlarsın. bütün anılarınız kafanda toplanır ve kafiyeler olarak kağıda geçer. fakat acaba kız beğenir mi diye düşünürsün, düşündükçe yazdığın şiiri çok saçma bulursun ve şiiri asla o kıza göstermezsin.
arkanıza yaslanın, size bugün bir korku filmi izleteceğim. duvar sıvaları yer yer dökülmüş bir oda, sinek lekeleriyle dolu pis bir ampul odayı anca aydınlatıyor, odanın tam ortasında yerde bir yer minderi, çarşafları buruşuk, lekeli ve kürek kemikleri sayılan, zayıf, kara kuru bir kız çocuğu yer minderinde adeta secde etmiş, dua ediyor.
çırılçıplak.
kız dua ediyor: tanrım, ne olur bitsin, artık bitsin
çarşafları lekeli minderin bulunduğu odanın kapısı önünde bir erkek kalabalığı bekliyor. her meslekten, her yaştan, az önce hepsi başı bağlı, şişman bir kadına bir miktar para ödediler ve kadın onlara tembih etti:
kız 13 yaşında, bekâretini henüz kaybetmedi, kaybetmesi bizim başımızı belaya sokar, ona göre muamele edin.
her meslekten, her yaştan erkek kalabalığı bu sözler üstüne başını sallıyor.
onlar ne yapacaklarını bilirler. onlar erkek!
ve teker teker, birbirlerinin sırasını gözeterek, çarşafları lekeli minderin bulunduğu odaya giriyorlar.
kız çocuğu orada, adeta secdeye durmuş gibi.
ve odaya giren erkekler tekek teker küçük kız çocuğuna, bekâreti zarar görmesin diye
bu korku filminin, çok gerçek erkek elemanları kimlerdir, ne iş yaparlar, kızın hikâyesini çok sonraları öğrenen bir yazar, merak ediyor: i̇şte yazarın elindeki liste: recep sakız (kızıltepe kaymakamlık yazıişleri müdürü), ersun erdemir (ordudan ihraç edilen yüzbaşı), selman aydın (devlet memuru), enver adanç (zabıta memuru), şeyhdavut dora (zabıta memuru), şeyhdavut oruç (belediye memuru), cuma uras (mardin vakıflar şube müdürü), mahmut temelli (ziraat odası başkanı), azat aydın (astsubay), ümit ergin (ilköğretim okulu müdür yardımcısı), mehmet seyitoğlu (veznedar), teyyar salman (orman i̇şletme müdürlüğü şefi), hamit aydın (veznedar), hamit abdulsametoğlu (işyeri sahibi), ali aksoy (serbest meslek), ahmet günay (tedaş işçisi), osman çakır (üniversite öğrencisi), harun uras (muhtar), selahattin kuray (serbest meslek) ve meslek belirtmeyen şemsettin aslan, burhan ertaş, şeyhmus cansin, şeydavut anuk, nizam denli, sabri ajak, rıdvan bayraktar, rıdvan abdulsemetoğlu, süleyman gök
küçük kız titriyor, artık dayanma gücü kalmadı
doktorlar daha sonraları küçük kız oturabilsin diye tam dört ameliyat yapmak zorunda kalıyorlar. küçük kızın küçücük bedeni, ağır hasarlı, küçük kızın küçücük yüreği insanlardan korkuyor ve şaşkın bakıyor, dünya bu kadar kötü bir yer mi?
mardinli küçük kızın hikâyesini daha sonraları öğrenen yazar, en çok bir ifadede donup kalıyor: yukarıdaki adları ve meslekleri belli erkeklerden biri, bir işyeri sahibi, işini bitirdikten sonra kıza şöyle sesleniyor: kızım, kusura bakma şeytana uydum; benim de senin kadar bir kızım var. ramazanda bana gel de karnını doyurayım.
bu çok erkek beyefendiler, işin kolayını da bulmuşlar, işte asıl korku filmi burada başlıyor: ramazanda bir kap yemek, cuma namazında bir rekat namaz ve işi şeytana havale ederek, pür-pak evlerine, işyerlerine ve kahvelerine dönecekler!
öyle ki memurların haklarında işlem yapılmayacak, şube müdürleri, oda başkanları, zabıta memurları bu satırların yazarının en sevdiği kadim uygarlık kenti mardinin sokaklarında başları dik dolaşacaklar!
çünkü bu ülke fazlasıyla erkek. mardin 1. ağır ceza mahkemesinin, 13 yaşında 26 erkeğe satılan küçük kızın, bu kişilerle kendi rızasıyla birlikte olduğu yorumu, anlı şanlı yargıtayın 14. ceza mahkemesinde onay gördü.
ey ağır ceza mahkemesi hâkimleri, yargıtay üyeleri, bu verdiğiniz kararla siz de bu korku filminin ana kahramanlarının yanında yer aldınız. kanunlar böyle diye kestirip atmayın, küçücük bir kız çocuğunu savunamayan hukuk ve sizlerin bunun arkasına sığınmanız, bu korku filminin en utanç verici bölümü.
hukuk, yazılı kanunların, insan haklarına uygun uygulanmasından başka nedir ki? hukuk fakültelerinin birinci dersinde bu öğretilir.
sizin kızınız yok mu?
not: benim bayramlarda şeker niyetine şen şakrak hikâyeler yazmayı sevdiğimi bilen okurlarım, bu kez öyle olmadı, çünkü canım yanıyor ve çaresizlik beni ağlatıyor, bayramınız kutlu olsun.
umarım bunlar doğru değildir. şayet doğruysa* allah' ınızdan bulun...
yaparken çok utandığım eylem. bende mi problem var bilmiyorum ama tanımadığım birine twit atarken utanıyorum, içim sıkılıyor. twit' imi beğenmezse rezil olacağımı, onu rahatsız ettiğimi düşünüyorum. aynı şeyi birini facebook' tan arkadaş olarak eklerken veya sözlükten mesaj atarken de yaşıyorum. halbuki hiç utangaç değilimdir. acaba empatiyi fazla mı abartıyorum...
garanti bankası' na bir havale için gittiğimde karşılaştığım şok gerçek.
şöyle oldu: 18 tl havale yapmam gerekiyordu. arkadaşım ile numara alıp oturduk. sıramız gelince havale yapmak istediğimizi vs. söyledik. ben de bekliyorum ki 2 3 lira havale ücreti tutacak. bana 25 lira demesin mi?! az kalsın küfür ediyordum, arkadaşım engelledi. böyle bir şey olabilir mi yahu? bu resmen hırsızlık.
edit: çok ciddi bir mesele bu. yasalara uydurulmuş bir hırsızlık. modern tefeci derlerdi bankaya, artık inanmaya başladım! ayrıca bu parayı ödemedim ve parayı atm ile 5 lira havale ücreti vererek gönderdim.
evet, bildiğiniz gibi ülkemizde son yıllarda internet kullanımı konusunda ciddi bir artış var. hele ki bazı aileler doğmamış çocuklarına, hayvanlarına facebook hesabı açıyor(allah' ım sen sabır ver). neyse efendim bizim konumuz bu değil. yine bildiğiniz gibi bir ton interaktif sözlük sitesi var ve bu siteler türkiye' nin en çok girilen sitelerinden. sıralamaya bakarsak;
26. ekşi sözlük.
81. uludağ sözlük.
105. itü sözlük.
839. kötü sözlük.
2037. ihale sözlük.
türkiye' de binlerce(belki de milyonlarca) internet sitesi olduğunu var sayarsak, bu siteler belli bir sayının üzerine ziyaretçi çekiyorlar. çünkü bizim ülkemizin her insanı bir ahmet çakar, bir erman toroğlu.* şaka bir yana biz kendi fikirlerimizi söylemeyi, anlatmayı çok seven bir ülkeyiz. bu yüzden insanlar düşüncelerini ve duygularını anlatabilecekleri ve klavye arkasında olmanın verdiği rahatlığıyla belki de çoğu yazardan daha iyi yazılar yazdılar ve yazıyorlar.
yazarlar demişken, gazetelerde her gün onlarca köşe yazarı bir takım şeyler yazıyor. fakat insanlar o köşe yazarını okumuyorlar! neden mi?
çünkü o köşe yazarı argo kullanamaz, samimi bir dili yoktur. i̇nsanların artık duymaktan bıktıkları futbol, siyaset vb. konular üzerinde konuşurlar. amma ve lakin, bizim sözlük yazarımız dediğim gibi istediği konu hakkında(belli kurallar çerçevesinde) yorum yapma hakkına sahiptir ve her gün milyonlarca kez ziyaret edilen sitelerde bunların yayınlanıyor oluşu onların okunurluğunu arttırır.
not: i̇nci sözlük bu konuya katılmamıştır, nedenlerine gelirsek; inci sözlük, sözlükspot tabanlı bir sitedir. bu yüzden sıralamada inci sözlük yerine sözlükspot görülmektedir. 2. neden ise inci sözlük' ün sözlükten çok forum oluşundandır.
son dakika 2 saatte tükenen biletlerin boşa alındığını söyleyen federasyondan sonra haklı şovdur. bu kadar resmen türk futboluna bir darbedir ve bu darbeye en iyi şekilde cevap verilmeye çalışılmıştır. her şeyi üzerine alınmamak lazım...
uzun zamandır tuz kullanmayan insanın önüne iyice tuzlanmış, bir yemek koyma ve onu yemesi için zorlama sonucunda yemeği yiyen kişinin tuz komasına girmesi. ölüyorum galiba...
çok önemli bir sınavdasındır, günlerdir hem fiziksel hem de ruhsal olarak bu sınavı başarıyla geçebilmek için çalışmışsın ve artık hazırsındır.
kağıtlar önüne gelir ilk sorudan başlarsın ve yaparsın. 2. soruyu gördüğünde bakarsın ki hep zorlandığın konudandır.
çözersin, çözersin, çözersin... artık sorunun sonuna gelmişsindir. son bir işlem yaparsın ve sonucu bulursun: kocaman bir sıfır!!!
işte bu sıfırın bana verdiği acıyla boş otobüste ayakta gittim arkadaşlar... o kadar canım yandı ki günlerce bunun siniriyle bağırmadığım çağırmadığım kimse kalmadı. bunun sebebi o matematik öğretmeni ise bizi o kadar uğraştırdıktan sonra sıfırı bulduğumuz andaki yüz ifademize bakıp bizi aşağılayarak güldü.
demek ki neymiş, test sınavındaki seçeneklerinde sıfır bulunan soruların yüzde doksanının cevabı sıfırmış ve t1p7 bunu farketmenin verdiği sevinçle kötü hatıralarını unutmuş...
ağlaması beni rimel sayesinde 2 katı etkileyen kadın. neden bilmiyorum ama ağlarken rimeli akan kadınlara karşı çok savunmasız oluyorum, böyle ağlamasın diye yapmadığım şey kalmıyor.