norveçli yönetmen ,yazar, yapımcı . 2005 yılında senaryolaştırıp çektiği bir charles bukowski romanı olan "factotum" la uluslararası boyutta tanınmıştır . diğer filmleri;
eggs, 1995
water easy reach, 1998
kitchen stories , 2003
factotum, 2005
o' horten, 2008
eğlenceli,samimi ve gerçekçi insan öyküleriyle bezeli filmleri bulunan hammer ,norveç sinemasının son dönemdeki en önemli yönetmenlerinden biridir. ayrıca oslodaki bulbul film birliğinin de kurucusudur.
mutfak hikayeleri adıyla türkçeye çevrilen film 2003 norveç-isveç yapımıdır. filmin yönetmenlik koltuğunda ise bent hammer bulunmaktadır. film bekar erkeklerin mutfak hareketlerini araştıran bir şirket için çalışan folke nin gittiği evde gözleyeceği insan olan isac la yaşadığı ;düşmalıktan arkadaşlığa , dostluğa uzanan hikayelerini anlatıyor. filmin hikayesini anlatmaktan ziyade izlenmesini gerektiğini söylemek daha mantıklı geliyor bana . eğer insana ,yalnızlığa ve dostluğa dair sıcak ve doğal bir hikaye arıyorsanız "kitchen stories " bu hikayelerden biri kesinlikle.
Milliyetçiliğin çeşitli yazar, filozof ve düşünürler tarafından anlamlandırılmış halleridir . 1-2 örnek vermek gerekirse :
"Milliyetçi, kendi tarafınca girişilen katliama karşı çıkmamakla kalmaz, ayrıca bunları hiç duymamak gibi müthiş bir yeteneğe de sahiptir." G. Orwell
"En değersiz gurur, milli gururdur. Bu, onunla gurur duyandaki bireysel özelliklerin yoksunluğunu ele verir. Çünkü insan neden milyonlarca insanlarla paylaştığı bir özelliğe tutunma gereği duyarbilirki başka türlü? Dikkate değer kişisel niteliklere sahip olan, sürekli göz önünde bulundurduğu ülkesinin hatalarını açıkça görebilecektir. Ama dünyada gurur duyabilecek hiçbir şeyi olmayan her zavallı aptal gurur duyabilmek için son çare olarak ait olduğu ülkesi ile gurur duyar." A. Schopenhauer
mezopotamya sinema kollektifi bünyesinde ve kazım öz yönetmenliğinde çekilen 2010 yapımı belgesel filmdir. filme fransız arte televizyonu ve Jan Vrijman Fonu da destek sağlamıştır. filmde hayvancılıkla geçimini sağlayan şavaklıların bahar yağmurlarıyla beraber dersim köylerinden dağlarına doğru olan yolculuğu anlatılıyor. sürülerle haftalarca süren bu yolculuk yüzyılı aşkın bir süredir devam eden bir döngü ve yaşayan tek göçebe kürt topluluğu olan şavakların bu yaşam biçimi sona erme tehlikesiyle karşı karşıya, filmde tam bu noktadan kapitalizmin ve modernizmin bu topluluğu günden güne bitirdiğine dikkat çekiyor. bir masalla başlayıp yine masalla sona eren film sizi dersim köylerinden başlayıp platolarına dek uzanan şiirsel bir yolculuğa davet ediyor. yılın izlenmesi gereken filmlerinden biri.
orjinal adı De Helaasheid Der Dingen olan 2009 belçika hollanda ortak yapımı filmdir. yönetmenlik koltuğunda oturan Felix Van Groeningen aynı zamanda senaristidir filmin . film bu gün itibariyle (17.04.2010) istanbul film festivalinde altın lale en iyi film ödülünü de almış bulunmaktadır. film Küçük bir kasabada fakir ve cahil babası ile üç amcasıyla yaşayan on üç yaşındaki guntherin ıstıraplı ergenliğe geçiş hikâyesini anlatmaktadır.
Ferhat Kentel in 17 Nisan 2010 tarihli köşe yazısıdır.
Kürtlere neden vurular?
Samsundaki o adam Ahmet Türke neden vurdu? Yaptığı veya yapabileceği resmî açıklamada dile getirdiği, getirebileceği sebepleri sormuyorum. Bu sebepler Hürriyet, Sözcü gibi gazetelerin manşetlerinde; Özkök, Özdilgillerin köşe yazılarında zaten hazırda var: Herhalde Ogün Samast ve benzerlerinin yaptığı açıklamalardan da çok farklı değildir. Bölücülere sinirlenmiştir ,kanına dokunmuştur ya da bu tür duygulanmaların türevi olan benzer saiklarla hareket etmiştir...
Daha başka bir şey soruyorum. Şu geçtiğimiz birkaç gün içinde cereyan etmiş olayları ekleyerek bir daha sorayım: Mesela Hakkâride on dört yaşındaki bir çocuğu polis yerlerde sürüklenen annesinden koparmaya çalışırken, neden yüzünü gözünü kanlar içinde bırakacak, elmacık kemiğini kıracak kadar döver? Neden BDPli Sırrı Sakıkın eşinin mezarının Ankara Gölbaşında defnedilmiş olması karşısında birtakım adamlar Teröristlerin eşini buraya defnettiniz diye sinirlenirler? Ya da biraz daha eskilere giderek bir daha sorayım: Mevsimlik Kürt işçileri neden birtakım şehirlere sokulmaz? Neden birtakım kasabalarda adlî olaylar hızla Kürtlere dönük linç eylemine dönüşür? Neden internete salınan birtakım yazılarda Kürtlerin çok hızlı çoğaldığından, onlarla evlenilmemesi, Kürt yemekleri yenilmemesi gerektiğinden bahsedilir?
Neden her fırsatta Kürtlere vurulur? Sebep PKK mı?
Peki, ne isterler Türkiyenin en duyarlı, en sağduyulu ve insan siyasetçilerden biri olan, burnu kırıldıktan sonra bile sağduyu çağrısı yapabilen, Ramazan ayında Rabbim yeter ki barışı sağlasın. isterse ikinci gün de canımı alsın diyen bilge bir insandan? Ne isterler evlerinden kilometrelerce uzaklarda ekmek parası kazanmaktan başka bir derdi olmayan insanlardan? Kafalarını, kollarını kırdıkları küçücük çocuklardan ne isterler? Ölmüş bir kadının mezarıyla nasıl bir dertleri olabilir?
Kuşkusuz, Türkiyenin sosyo-ekonomik sorunları, vahşi piyasa, hızlı dönüşüm gibi yapısal analizlerle ya da darbelerin yarattığı travmalar, öğrenilmiş ulusal kimliğin yarattığı ev duygusunun PKK ve şehitler ikilemi vebölünme korkusu karşısında yaşadığı kriz gibi uzun ve ayrıntılı sosyo-psikolojik sebeplerle neden vurduklarına dair tonlarca varsayım ve açıklama yapılabilir.
Vuruyorlar; kuşkusuz, yıllarca zehirlendikleri komplo teorileriyle, kolayca vurulabilir düşmanların varlığına inanmak istiyorlar... Banu Avarın mizahi asparagas olduğu her halinden belli olan habere (Türkiyenin Sierra Leonedeki elçisinin Ermeni soykırımını onaylatmak için kulis yaptığına (!) dair haber) inanmak isteyip, üzerine atlamasında olduğu gibi... Banu Avarı inançlarının bir havarisi olarak gördüklerinde; bir seferlik şaşırmış kadın.. nolmuş yani! pişkinliğine vurduklarında olduğu gibi... Çukurcada yedi askerin ölümüne neden olan mayını PKKnın döşediğine inandırıldıktan sonra, TSKnın koyduğunun anlaşılması üzerine, yani inançlarını sarsacak bilgiler geldikten sonra bile, hiçbir şey olmamış gibi havalara bakıp ıslık çalmaya devam etmelerinde olduğu gibi... Üretilmiş olan, öğrenmiş oldukları düşmanlık kategorilerine inanmaktan başka bir çareleri olmadığı için vuruyorlar.
Ama çok daha somut, sıradan insanın vurma esnasındaki davranışında, mesela, herhangi bir konuda eylem yaparken polisler tarafından yakalanmış olan; ve hazır hedef halindeki birtakım solcu gençlere, polisleri aşarak vurmanın kolaylığı gibi bir şey olmasın sebep? Bu kolaylık ve güven içinde, yiğitlik, kahramanlık görüntüleri altında, etrafta alkışlayacak birilerinin olmasının verdiği güven olmasın? içlerindeki öfkeyi, günah keçisi olarak ilan edilen insanlara yöneltirken, vurmanın meşru olduğu ve vurulduğu takdirde de başına bir şey gelmeyeceğinden emin olma durumu mesela?
Yani aslında tarifsiz bir korku ve bu korkuyu aşmak için başvurulan ucuz ve kolay kahramanlıkların yanı sıra, belki de en önemlisi, çok büyük acılar yaşamış bu toprakların bütün insanları arasında ayakta kalmayı becerebilmiş olan Kürtlerin, bu memleketteki yalan dolanı belki de en fazla ve en radikal biçimde yüzümüze vuranlar oldukları için, ucuz kahramanlar da yumruklarını vuruyorlar...
devlet hakkını arayan memuruna jop ve biber gazı ikram eder, ama cinayet işleyen bir caniyede sorgu odasında çay kahve ve sigara ikram eder. katil kim sizce ? . ogün samast mı yoksa ona ikramda kusur etmeyen devlet mi?
insan özelliğini sadece görünüm olarak taşıyan ve de kendini dünyayla ilgili gören, insanların ölümüne kadeh kaldırabilecek kadar geniş ve iğrenç olan insanların yapmış olduğu hareket tarzıdır.işin sakat tarafı bu yaşanmış bir olaydır . ankarada ağustos 2008 de bir barda yan masada oturan sözüm ona üniversiteli adamların abahzya-gürcistan-rusya savaşını konuşurken "hadi savaşa içelim " diyerek yapmış oldukları hareketdir. yazık ama cok yazıklar olsun demekten başka bişey demek istemiyorum .
bir tarkan filminde geçen olaydır .saçmalığın sınırları zorlanmışdır. milliyetçiliğin hayvanlar arasındaki gelişimine verilebilecek tek örnektir dünayada. olay şu şekilde gelişmiştir ; tarkan kurt ve kurtun yavrusu akşam yemek için bir hana giderler. masaya otururlar 3 kişidirler. diyalog aşağıdaki gibidir : t:tarkan , h:hancı
t-hancıı yemek ver bize.
h-kurtlarda mı senle yiyecek ?
t-evet onlara da servis aç .( bu ara yemekler gelir ,yemek ise kemikli kuzu etinden ibarettir. tarkan yemeye başlar ama kurtun yavrusu ve kurt yemiyorlardır ve hancı gelir)
h-neden yavru kurt yemiyor ?
t-kurt oğlunu "türk" adetlerine göre yetiştirdi,anası yemeye başlamdan yemez.
h-?????????
XX. yüzyılın en önemli kuramlarından biri Jean Baudrilların Simülasyonkuramıdır. Simülakrlar ve Simülasyon kitabında iletişim, sinema, medya, reklam, bilimkurgu alanlarında gerçek ve hakikat düzeneklerinin birbirleriyle nasıl yer değiştirdiği çarpıcı bir dille anlatılmaktadır. Baudrillard, radikal ve ayrıksı düşünceleriyle Batı toplumunun bugünkü düşünsel krizini derinlemesine çözümlemektedir. Bunu yaparken postmodern bir söyleme başvurmamaktadır. Adanırın tanımlamasıyla söylersek Baudrillard postmodern bir düşünür değildir! Çünkü bu kitaptaki düşünceler belirli bir sistem etrafında yürümekte, simülasyon evrenin dünya görüşünü dile getirmektedir.
Soru: Ne pahasına olursa olsun Batının moralini bozmayı sürdürecek misiniz?
Baudrillard: Batı tarihinin temel yapı taşı moral bozukluğudur. Bunu ben uydurmadım. Yeni duygusal düzen yani kurbanlardan oluşan duyarsızlık, pişmanlık üzerine oturmuş olan toplum, sanayi devrimi ve kolonizasyon gibi sonuçlara yol açmış XIX. yüzyıla ait anlam bunalımının bir uzantısıdır ve bizim uzun XIX. yüzyılımız boyunca da sürüp gitmiştir.
Soru: Batıyı terk mi edelim?
Baudrillard: Batı dünyasının dışında kalan dünyalara da bakmak zorundasınız...
Yazar: Jean Baudrillard
kesinlikle din savaşlarıdır. bütün dinler de ve dinler arası yaşanmış savaşlardır . çok daha ayrıntılı anlatılabilir ancak hassasiyetler nedeniyle araştırılması okuyucuya bırakılmıştır.
''iki gün önce, şiddeti tartıştığımız gün, anlatmakta kelimelerin kifayetsiz kaldığı Condoleezza Rice, bir ABD yetkilisi, Gazzede olup bitenlerin vahşi doğalarından ötürü Filistinlilerin hatası olduğunu beyan etti.
Dünyayı çapraz kesen yeraltı nehirleri kendi coğrafyalarını değiştirebilir ancak aynı şarkıyı söylerler.
Ve şuan bizim duyduğumuz, savaşın ve acının şarkısı.
Buradan çok uzakta değil, Gazze adında bir yerde, Ortadoğuda, tam burada bizim yanı başımızda, israil hükümetinin ağır eğitimli ve silahlı ordusu ölüm ve yıkım yürüyüşüne devam ediyor.
Attığı adımlar klasik bir askeri işgal savaşının adımları: Öncelikle ;stratejik askeri noktaları (askeri kılavuzların söylediği şekliyle) yok etmek amaçlı yoğun bir toplu bombalama ve direniş güçlerini zayıflatmak sonra istihbarat üzerinde sıkı bir kontrol: Dış dünyada operasyon alanının dışı, görülen ve duyulan her şey askeri kriterlerle seçilmelidir; şimdi de taburların yeni mevzilere ilerlemesi için düşman askerlerinin üzerine yoğun top atışı; sonra da düşmanın garnizonunu zayıflatmak için bir kuşatma olacak; sonrasında da mevzi işgal eden ve düşmanı yok eden saldırı, ve muhtemel direniş yuvalarının temizlenmesi.
Modern savaşın askeri kitapçığı, birkaç varyasyon ve eklemeyle adım adım istilacı askeri güçler tarafından takip ediliyor.
Bunun hakkında çok şey bilmiyoruz ve Ortadoğuda çatışma diye adlandırılan konu hakkında şüphe yok ki uzmanlar var, ancak dünyanın bu köşesinden bizim de söyleyeceğimiz bir şey var:
Haberlerdeki fotoğraflara göre israil hükümetinin hava güçlerince imha edilen stratejik noktalar; evler, kulübeler, sivil binalardır. Yıkıntıların ortasında tek bir sığınak, kışla, askeri havaalanı ya da bombardıman silahı görmüyoruz. Yani -ve lütfen cahilliğimizi bağışlayın- bize göre ya uçakların silahlarının kötü amaçları var ya da Gazzede öyle stratejik noktalar yok.
Hiçbir zaman Filistini ziyaret etme onuruna sahip olmadık ancak insanların, erkeklerin, kadınların, çocukların ve yaşlıların -askerlerin değil- evlerde, kulübelerde ve binalarda yaşadıklarını varsayıyoruz.
Henüz direnişin takviye kuvvetlerini de görmedik, sadece yıkıntılar.
Ancak istihbarat kuşatmasının nafile çabalarını gördük ve işgali görmezden gelmekle alkışlamak arasında karar vermeye çalışan dünya hükümetlerini ve epey zamandır bir işe yaramayan, dışarıya ılımlı basın açıklamaları gönderen Birleşmiş Milletleri.
Ancak bekleyin. Birden aklımıza geldi belki de israil hükümetine göre bu erkekler, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar düşman askerleri; ve böylece ikamet ettikleri kulübeler, evler ve binalar da yok edilmesi gereken kışlalardır.
Yani şüphe yok ki bu sabah Gazzeye yağan kurşun yağmuru, israil birliklerinin ilerleyişini bu erkekler, kadınlar, çocuklar ve yaşlılardan korumak içindi.
Ve bütün Gazzeye yayılan kuşatma ile zayıflatmak istedikleri düşman garnizonu orada yaşayan Filistin nüfusunun ta kendisi. Saldırıları bu nüfusu imha etmeye çalışacak. Ve bu kanlı geçeceği kolaylıkla tahmin edilebilir saldırıdan kaçmayı ya da saklanmayı başaran herhangi bir erkek, kadın, çocuk ya da yaşlı daha sonra avlanacak, böylece temizlik tamamlanacak ve operasyonları yöneten komutanlar da kendi efendilerine rapor verebilecekler: Görevi tamamladık.
Cahilliğimizi tekrar bağışlayın, belki de söylediğimiz asıl mevzunun dışındadır. Ve devam eden suçu mahkum etmek yerine, biz yerliler ve savaşçılar olarak, olup bitenin siyonizm mi antisemitizm mi olduğunu, ya da bunu başlatanın Hamasın bombaları olup olmadığını tartışıyor olmamız ve bu tartışmaların içinde bir konum almamız gerekiyor.
Belki bizim düşüncemiz çok basit ve analizler için çok gerekli olan nüansları ve dipnotları kaçırıyoruz, ancak Zapatistalar için bu durum profesyonel bir ordunun savunmasız bir nüfusu katletmesi gibi görünüyor.
Ezilenlerden ve soldan kim buna sessiz kalabilir?
Bir şeyler söylemek işe yarar mı? Bizim ağlayışlarımız bir bombayı dahi durdurur mu? Bizim sözümüz bir tek Filistinlinin dahi yaşamını kurtarır mı?
Evet, bize göre bu işe yarar. Belki bir bombayı durduramayız ve sözümüz böylelikle fişeğinin üzerine IMI ya da Israeli Military Industry (israil Askeri Endüstrisi) harfleri kazınmış 5.56 mm ya da 9 mm kalibrelik mermilerin bir kız ya da oğlan çocuğunun göğsüne saplanmasını engelleyen bir zırhlı kalkana dönüşmeyecek. Ancak belki de sözümüz Meksikadaki ve dünyadaki öteki sözlerle güç birliği yapmayı başarır ve belki de ilk etapta bir mırıltı olarak duyulur, giderek gürleşir ve sonra Gazzede duyulabilecek bir çığlık, feryat olur.
Biz sizin hakkınızda bir şey bilmiyoruz, ancak biz EZLN217 den Zapatistalar, biz, yıkımın ve ölümün ortasında birkaç cesaret sözü duymanın ne kadar önemli olduğunu biliyoruz.
Bunu nasıl açıklamam gerektiğini bilmiyorum ama olan şu ki, evet çok uzaktan sözler bir bombayı durduramaz ancak adeta ölümün kara odasında bir delik açılmış ve ufak bir ışık parıltısı içeriye düşermiş gibi olur.
Diğer her şey için olduğu gibi, ne olacaksa olacaktır. israil hükümeti terörizme ağır bir darbe indirdiğini açıklayacak, katliamın büyüklüğünü kendi halkından saklayacak, büyük silah üreticileri krizi göğüslemek için ekonomik destek sağlayacaklar ve küresel kamuoyu, her zaman moda olan kolayca biçimlendirilebilir varlık, başka tarafa yönelecek.
Ancak hepsi bu değil. Filistin halkı da direnecek ve yaşayacak ve mücadele etmeye devam edecek ve amaçları için ezilenlerden sempati görmeye devam edecek.
Ve belki Gazzeden bir kız ya da erkek çocuğu da yaşayacak. Belki büyüyecekler, onlarla beraber kuvvetleri, kızgınlıkları ve öfkeleri de büyüyecek. Belki Filistinde mücadele eden gruplardan biri için asker ya da milis olacaklar. Belki kendilerini israille savaş halinde bulacaklar. Belki bunu bir silahı ateşleyerek yapacaklar. Belki kendilerini bellerine sarılı bir kuşak dinamitle feda edecekler.
Ve sonra tepede, yukarıdan birileri Filistinlilerin vahşi doğaları hakkında yazacak ve bu şiddeti kınayan açıklamalar yapacak ve bunun siyonizm mi anti-semitizm mi olduğunu tartışmaya geri dönecekler.
Ve hiç kimse şu anda hasat edileni kimin ektiğini sormayacak.
Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu erkekleri, kadınları, çocukları ve yaşlıları adına, Komutan Yardımcısı isyancı Marcos...''
***
Not: Bu yazı Zapataların komutan Yardımcısı Marcosun 4 Ocakta Dünya Onurlu Öfke Festivalinde Gazze üzerine yaptığı konuşmanın tam metnidir. Yazıyı Daplatform.com dan Onur Günay çevirdi.
türkiyede ve muğlada görülmüştür. anlamsızlığın anlamsızlığıdır bence . seviyorsan ne işin var almanyada. hadi onu geçtim ,insan hiç mi utanmaz o arabayla dolaşmaya. utanmazlar çünkü onlar vatansever falan değil sadece parasever insan bozuntularıdır..
ALEXANDR SOKUROV 'UN DÜNYA SiNEMA TARiHiNDE BENCE iLK 5 GiRECEK KADAR OLAGANÜSTÜ VE ÇARPICI FiLMi . Duygu cok az filmde bu kadar sade ve bu kadar yoğun verilebilir.
Zingaro Atlı Tiyatrosunun kurucusu . yönetmen aktör ve senarist . 5 mayıs 2006 da istanbulda da sahne aldı tiyatrosu . filmleri:Chamane (1996) ,Chimère (1996) ,Mazeppa (1993). Chamane filmi mükemmel üstü bir film olan dahiyene bir yönetmendir aynı zamanda . fransızdır .