bugün bitti herşey.
ama bu bitişin bende bıraktığı enkazı sen hiç bilmeyeceksin.
yarın yeni bir sabaha uyanacaksın
belki de dünden kalma sarhoşluğun hala devam edecek
lavaboya gideceksin yüzünü yıkamak için musluğu açacaksın,
usulca eğileceksin ellerine dolan suyu yüzüne vuracaksın
sonra doğrulup aynaya bakacaksın suretini göreceksin
belki de kendi kendine sitem edeceksin
ben ne yaptım neden yaptım diyeceksin
ama ben ne haldeyim neler yapıyorum bilmeyeceksin.
sen hiç bilmeyeceksin!
her gün aradığın telefonu artık arayamayacaksın
hep elin arama tuşuna gidecek yapamayacaksın
iş yerine gittiğinde çekmeceni açıp telefonu oraya koyacaksın
her saniye elin çekmeceye gidecek aradımı diye bakacaksın
ve her gün aynı hayal kırıklığını yaşayacaksın
numaramı sileceksin belki telefonundan
ama aklından da silebilecek misin?
ya ruhuna doldurduğun benden vazgeçebilecek misin?
bu soruların cevabını asla öğrenemeyeceğim biliyorum
ama şunu biliyorum;
ben ne haldeyim, ne hissediyorum, ne düşünüyorum.
sen hiç bilmeyeceksin!
gün gelecek televizyonu açacaksın
olur ya denk gelir hastalıkta sağlıkta der sanatçının biri;
ve devam eder;
yanabilir saltanatlar, olsun yeniden yaparız...
ve sen şunu diyeceksin;
olmaz yeniden yapamayız artık çok geç...
için yanacak belki de
ama ben hiç bilmeyeceğim!
bir gün evinde dolanırken bir şeyler arayacaksın
olur ya gözüne mavi boncukları olan yapraklı bir küpe takılır
film gibi değil mi?
sen yine ona bakarak iç geçireceksin
ondan bana kalan son şey diyeceksin
oysa gülerken ışıl ışıl parlayan o gözlere ne de çok yakışırdı bu küpeler
diyeceksin...
belki de atmak isteyeceksin onları ama yine kıyamayacaksın.
ama ben hiç bilmeyeceğim.
bir çift yürek;
birbiri için atarken iki yabancı oldu bir anda
ne acı değil mi be cergi
artık gözlerimin içinin güldüğü o anları sadece resimlerde anımsayacaksın
ne acı değil mi artık o gözler başkasına gülümseyecek
oysa istesen...
ya da boşver isteme kalmasın yüküm üzerinde
ağır geldi sana
belli ki hayat seni hiç zorlamamış
ben kimim ki!
şimdi git farzet hiç bir şey yaşanmadı
farzet ki bu gözler sana hiç bakmadı
yüreğim senin için atmadı
kısa bir filmdi geldi geçti
hakkın geçti helal et
benimki de helal olsun
her zaman sevgimle kal
hoşçakal cergim...
hoşçakal.
şekerbank'ın enfes reklamı.
içler acısı halimizi susarak bu kadar mı anlatabiliriz...
eskiden vasıflı elemanlar kendine sıyrılacak bir yer bulmazken şimdi fabrikasında ekmeği için çalışan işçiler 'yükselen ekonomik değerlere' rağmen işsiz kalıyor. sessiz kalıyor..
siz o sessizlik ne demektir biliyor musunuz?
biz işsizler olarak fazlaca farkındayız olanların ve artık bunun herkes tarafından anlaşılabilmesi için reklamlar dışında şeylerin olmasını diliyoruz. *
Dudağıma, çocuksu susuzluğumla asla doyamadığım öpücüklerinden birini kondurup gittin. "Ne olur öyle bakma bana" dedin en son...
Daha birkaç dakika önce gözlerimde varlığınla alevlenen yaşam sevincinin yerine, boyun eğmiş, donuk ve daha şimdiden hasretinle kavrulmuş bir karanlığı bırakıp gittin... Dolmuştu zamanın.
Yüreğimdeki kum saatini, o göz açıp kapayıncaya kadar geçen "sen"den, sanki asırlarca tükenmek bilmeyen "sensizliğe" tersyüz ederek gittin.
içimde, günlerdir yokluğunla zayıflamış, kalbi kupkuru kalmış aşk çocuğunu sevginle emzirme sarhoşluğuyla delirdiğim şu üç saatin içindeki yüzlerce "an"ı "anı"ya dönüştürerek...
Önce gözlerim öksüz kaldı yokluğunda. Sonra, nefesinin o buğulu sıcaklığından mahrum kalan evimin rutubet kokulu duvarları...
O ev...
O eski ev... Oturup, zamanın o yağmursuz, o parça parça yüzüne bakarak, güneşin bütün gün sadece yalayıp geçtiği loş pencerelerinde dalgınlığımızı biriktirdiğimiz o ev...
Şaşardık bazen. Ansızın, hesapsızca, belki de yorgun düşerek... Akıldışı bir hızla devinen imgelerin ortasında, bir çığ gibi ömrümüze yığılan anılardan birin seçip, dondurarak... Hayat, çok eskilerden gelen sonsuz bir ayinle ilgili gibi, bir gelenek gibi tekrar ederdi etrafımızda, umurumuzda olmadan...
Elin çaya uzanırdı.
Tenim dudaklarını özlerdi.
Bir sözüm şiirin olurdu. Demlenirdik.
Gömüldükçe düşlerin o büyülü uykusuna, aşkımın kalbimdeki ilahi melodisi çalınırdı kulaklarına birden. Nasıl da ürkerdin... Karanlıktan korkan bir çocuğun teselli isteği gibi bölerdi sesin suskunluğumuzu.
Ruhlarımızın bir yerlerde buluştuğuna, düşlerimizin bir yerde kesiştiğine inanmak istediğim bu hayattan çalıntı anları, beni bunun aksine inandırmaya çalışan bir sesle ve ilk önce hep sen bölerdin.
işte böyle anlarda yüzü daha da netleşirdi dünyaya gözlerinden bakan o yaralı çocuğunun... işte ben en çok seni içimden doğru sevdiğim böyle anları severdim.
Hayatın içinde seni barındırdığı her karesinde uzun uzun soluklar alarak, o günlük, o sıradan ayrıntılarını alabildiğince büyütüp, içinde kaybolarak severdim seni... Odanın içinde, varlığına yıllardır aşina olduğun bir eşya gibi sessizce kaybolarak, seni izlemek ve başının üzerinden sonsuzluğa akıp giden düş bulutlarında şekillenen her şeyi, şu yüreğimde senin için büyüttüğüm şiire mısra yapıp eklemekti seni sevmek.
Sevmek hayatına tanıklık etmekti benim için...
Sabahları evden çıkmadan önce, uykundaki o en masum halini öpücüklere boğarken "gitme" diye sayıklayan sesine kıyamayıp, patrona bin bir yalanlar uydurarak, işe gitmemekti seni sevmek...
Sana kahvaltı hazırlamaktı. Senle hazırladığım sofraya iştahla oturup "sen var ya, bir meleksin, neden seninle evlenmiyorum ki ben? Senden daha iyisini mi bulacağım"diyen muzip sözlerine sevinmek, belki de çocukça inanmaktı. ince ince kıyılmış, tabağa motif gibi işlenerek dizilmiş ve hep sevdiğin gibi üzerinde zeytinyağı ve limon gezdirilmiş domateslere, yaptığım mezelere duyduğun minnete şaşırmaktı. Hayatına eklemekten çılgınca zevk aldığım o şefkatli inceliklere duyduğun minnete şaşırmaktı seni sevmek...
Seni sevmek, bundan yıllar önce, seni bir idol gibi içimde büyütüp, hayranlığımın yavaş yavaş aşka dönüşünü ürkekçe gizleyerek kaleme aldığım mektuplarıma, aynı incelikle, aynı özlemle, aynı hayranlıkla verdiğin cevaplarına inanmaktı. Tüm ısrarlarına rağmen, bu eşsiz büyüyü bozmaktan çekinip, aylarca seni bir kez bile aramamaktı. Sonra ansızın yollara düşüp, çocukluğumda kalbimde filizlenen sevdası senin aşkınla yeşeren bu kentin sokaklarında izini sürmek, kendi sözlerinle "bu inceliğin ve bu derin anlayışın yüzünü", yani o merak ettiğin yüzümü, gözlerine taşımaktı. Buluştuğumuz cafe de, ayların günlerin telaşı ve suskunluğuyla anlattığın şeylerin hiçbirini algılamadan, sadece hayranlıkla seni, o hepimiz gidiliğini seyrederken, masanın altından bir türlü çıkartamadığın o telaşlı, o çocuk ellerinde kendini ele veren heyecanına inanmaktı...
Seni sevmek, o gece rakı içtiğimiz köhne meyhaneden çıkıp yürüdüğümüz sokaklarda, Nisan ayında bir mucize gibi gökyüzünde dans eden kar tanelerinin Tanrı'nın bu aşk için gönderdiği bir işaret olduğuna inanmaktı.
Seni sevmek kadınlığımı, bedenimi ve hazzı ilk defa seninle keşfetmekti. Onyedi yıldır sanki sadece senin için sakladığım bedenimi, en ufak bir tereddüt duymadan ve beklentisiz bir sarhoşlukla sana sunmaktı. Her dokunuşunda kutsal bir ayinin o sıcak ve tatlı şarabını yudum yudum içer gibi...
Seni sevmek, aşkın uğruna, ama senden izinsiz, başka bir kentteki hayatımı sıfırlayıp, yaşadığın kente, yaşadığın göğün altına, ıslandığın yağmurların altına gelip yerleşmekti. Senden başka, bu koca kentte bir başınalık ve kimsesizlikti seni sevmek... Sokaklarda tek bir tanıdık simaya rastlamamaya alışmaktı güçlükle... Hücrelerimle beraber çoğalan aşkını özgürce ve sınırsızca yaşamak için ailemin şefkatli ve anlayışlı kollarından sıyrılıp kanatlanmak, yıllanmış can dostların sevgisini çok uzaklarda bırakmaktı...
Seni sevmek, yalnızlığın soğuk kollarından biraz olsun sıyrılıp, nefes alabilmek için geceleri saatlerce tek başıma Beyoğlu'nun karanlık sokaklarında kalabalığın soluğuyla ısınmaya çalışmaktı. Hiç tanımadığım insanların yüzünde senin yüzünü aramak, onların kaybolmuş, umutsuz hayatlarında yaralı geçmişinin ve çocuksu düşlerinin izini sürmekti.
Seni sevmek, bu kentin tozlu, soluk ışıkları ruhumu ısırırken, aynı gecenin yıldızları altında seni deliler gibi özlemekti. O geceyi de kollarında geçirebilmeye seni ikna edebilmek için saatlerce sokaklarda dolaşıp, barlarda, kahvelerde oturup eve dönüşünü beklemekti. Bazen bu bekleyişlerin sonu, yorgun düşmüş bedenimi sürüklediğim evimde, o gece bir başka kadının yanında uyumana ağlamak olurdu sabaha kadar... Ertesi gün bir şizofren gibi, hiçbirşey olmamış gibi tekrar seni sevmeye koyulurdum. Şaşırırdım.
Çünkü, seni sevmek direnmekti sevgili... Güçsüz olanı acımasızca yok eden bu kentin hoyratlığına ve senin için artık inanmaktan çoktan vazgeçtiğin, yaşadığın hayal kırıklıklarıyla çok uzun zamandır kaybettiğin o aşk duygusunun gerçekliğinin canlı ispatı olmaya direnmekti. Kalbine inançla aşk tohumları ekmekti seni sevmek. Sevmek o yitirdiğin aşk şarkısı adına sana umut vermekti.
Seni sevmek, ait olduğun gökyüzünde seni özgür bırakmaktı. Koparmamaktı kanatlarını. Ruhunun ve kaleminin tek besin kaynağından, başka sevgilerin şiirine eklediği mısralardan kıskançlıkla seni mahrum etmeye yeltenmemekti.
Sevmek, ruhumun tek sahibi olan seni sahiplenmemeye kanaya kanaya razı olmaktı. Çocuksu bir saflıkla tek vazgeçemeyeceğinin ben olduğuma kendimi inandırarak, hayatına boyun eğmekti.
Seni sevmek, bir babayı, bir can yoldaşını hayatının sonuna kadar yanında olduğunu bildiğin güvenilir bir dostu, ilgiye ve şefkate doymayan çaresiz bir küçük çocuğu, ama en çok da tutkulu, kıskanç ve yüreği sonsuz maviliklere akan bir deli aşığı sevmek gibiydi.
Bir gün ansızın, telefonda duyduğun bir sese, ya da yeni tanıştığın bir kadına aşık olduğunu, sanki tepkimi ölçmek ya da seni nasıl kıskandığımı görmek isteyen abartılı bir heyecanla söylediğinde, telaşa kapılmamak, bunun gelip geçici bir duygu olduğuna ve asla benden vazgeçemeyeceğine inanmaktı... Yine de içimdeki o kaçınılmaz endişe ister istemez sarardı yüzümü... Sesim soluğum kesilirdi birden... işte öyle anlarda beni sımsıkı sarıp, tutkulu bir sevişmenin ilk öpücüklerini dudağıma kondururken "Sen küçücük bir kızsın, biliyor musun" diyen şefkatli sesini severdim en çok. Ve aslında ben dâhil, hiç kimseye âşık olamayacağını düşünür hüzünlenirdim.
Rüyalarımın gül kokusu.
Sonra bir gün aşka açıldı yüreğinin sürgüleri
Sonra bir gün şiirlerin başka bir aşkın kokusuna büründü.
Bu defa farklıydı, hissetmiştim. Yalnız bedenini değil, ruhunu da paylaşmaya başlamıştın bir başka kadınla.
Sonra sevmek yavaş yavaş kayışını izlemek oldu avuçlarımdan. Seni sevmek, sen sabaha karşı uyuduğumu sanarak yanımdan kalkıp bir başka yürekle telefonda özlem giderirken, içimde kopan fırtınaları susturmaya çalışmak oldu sessizce.
Habersizce kapını çaldığım o gün, kapında kalıp, içeri girememek oldu. O güne kadar hiç olmazsa bana karşı dürüst olmanla, yaşadıklarını benden gizlememenle, yalan söylememenle avunuyordum. Ama bir başkasını incitmemek, üzmemek için ondan gerçekleri gizlediğini, yalanlarla da olsa o nu koruduğunu fark edince bu avuntu da terk etti beni. Yalanlarını bile kıskanır oldum.
Neden dürüst olmak için beni seçmiştin sanki. Gerçeğin acımazız zindanlarında neden beni kilitli bırakmıştın.
Ne çok düşündüm bu soruların cevaplarını.
Ne çok sorguladım kendimi, nerde hata yaptığımı, neyi eksik bıraktığımı.
Kadınca oyunlardan haberim olmadı hiçbir zaman. Seçtiğin yaşam biçiminden koparmak, seni soluksuz bırakmak demekti benim için. Hatam seni bir mülk gibi sahiplenmemek miydi? Acaba istediğin bu muydu? Seni yanlış mı tanımıştım? Bana hep, ne kadar asil bir yüreğim olduğunu söyler dururdun. isyanım, kalbimin ezilmiş parçalarının üstünü örtüp, sessizce çekip kapını çıkmak olurdu en fazla.
Yalnız kalmak istediğini daha sen söylemeden yüzündeki bulutlardan hisseder, çekip giderdim. Özür diler gibi bir sesle, onun geleceğini söylediğinde, sessizce çıkıp giderdim. Karşında ben otururken, onunla saatlerce telefonda konuştuğunda çıkıp giderdim. Hep giderdim.
Bu onurlu tavrımdı belki de ezen yüreğini. Vazgeçemediğin tek yanım buydu belki.
Sonra, sevmek yaralı kadınlığımı başka yüreklerle avutma yanılgısına kapılmak oldu. Buna hakkım olduğunu söyleyip dursan da, biliyorum aslında içten içe hiç affetmedin beni. Sen çoktan parçalanmıştın zaten. Benim de yüreğimi böldüğümü düşünmek sana bile ağır geldi. Oysa ben, seni değil, kendimi cezalandırıyordum başka bedenlerle... Ruhumu kemiren bu deli aşkı cezalandırıyordum. Bunu anlamadın mı sevgili?
Sevmek seni değil çocukluğumu, düşlerimi, kendimi aldatmak olmuştu artık. Bana bağlanan masum aşkları seninle aldatmak olmuştu... Kimseye veremedim yüreğimi. Ne zaman baksalar içime, yüreğimin kırık aynasında kendilerinin değil senin yüzünün aksini gördüler hep... Sessizce çekip gittiler. Fark etmedim bile gittiklerini...
Gittin...
Seni sevmek, bensiz akıp giden hayatına bir yabancı gibi uzaktan bakmak oldu çoktandır... O çocuk ellerinin, bir başkasının saçlarında gezindiğini, aniden özlemle sarılıp bir başka yüzü öpücüklere boğduğunu, sabahları uykunda bir başka kadına "gitme" diye sayıkladığını düşünmek oldu, seni sevmek... Geceleri kokuna hasret yatağımda ter içinde uyanmak, kendimin bile affedemediği bir bencillikle, kalbindeki tek aşkın benimki olması için gözyaşları içinde Tanrı'ya yalvarmak oldu...
Seni yasak bir aşk gibi gözlerden uzakta, rutubetli duvarlar arasında yaşamak oldu, sevmek.Beni hayatından dışladığın için öfke nöbetlerine kapılıp, bana bile yabancı gelen, hiç tanımadığım bir sesle sana bağırmak, haykırmak, ağlamak, sonra pişmanlıkla affedip tutkuyla sana tekrar sarılmak oldu...
Yabani bir ot gibi ruhumu sarıp sarmalayan öfke ve kıskançlık duygularıyla benliğimden uzaklaşmayı kendime yakıştırmamak, kaldığım bu karanlık dehlizde, kendi kalbimde, yalnızlığımda, sensizliğimde, kendi aşkımla delirmek oldu seni sevmek.
Şimdi, bu acıya bir son vermesi, kendisini terketmesi, sonsuzluğa bırakıp gitmesi için birbirine yalvaran iki yüreğiz artık. "Ayazda iki yürek" gibiyiz.
Sen benim şizofren aşkımsın... Ben senin kanayan vicdanınım. Affet beni sevgili... Verdiğim sözleri tutamadım.
gaziantep'in en güzide insanı olan sevgili cergimin kurduğu marketler zinciri olan cergibozan marketler zincirinin hayata ayrıcalıklar katan kartıdır. rivayet edilir ki; her kim ölmeden önce o karttan edinirse cennette ona yer ayrılacaktır. neticede islamiyeti yaymaya gelmiş bir ailenin ferdi olan cergiciğimin bastığı topraklar bile mübarek olup alış veriş yaptığı yerden bir şeyler almak aynı zamanda farzdır...
'kalbimiz sokakta atıyor'
dünyanın en güzel insanlarını bir araya getiren, hayvanları tecrit amacıyla değil; tedavi ile hayata tutunduran yada özürlü hayvanlara yuva edindiren meleklerin olduğu bir kuruluştur.
Hepimiz sıcak evlerimizde oturmuş keyfimiz ne dilerse onu yapmakla meşguluz değil mi..
Bize ihtiyacı olanlar, onlara ihtiyacımız olduğunda gelir aklımıza genellikle.. ve sorumluluktan kaçarız hep..
Ama bu bizim çocuklarımızın, kardeşlerimizin ve bizlerin kaderi olmasın artık.
Nefes alan her canlının, enaz insanlar kadar yaşam hakkı olduğunu bilelim.
Biz engelli bir hayvana yada doğaya yarar sağlayamıyorsak, en azından tüm zamanını buna ayırmış yada tatil günlerinde gönüllü çalışan bu insanlara kulak verelim. Bu insanların hiçbirinin maddi bir çıkarı sözkonusu olmadığı gibi, hayatlarını bu işe adamışlar. Aralarında kendi arabasını ambulans yapmış, şehir şehir gezen melekler bile var.
Evdeki bayat ekmeğiniz bilir misiniz ki, bir sokak köpeği için kurtuluş.
Yapacağınız ufacık yardımlar bile, cinsel istismara uğramış, işkence görmüş, vurularak sokağa atılmış bir hayvan için mucize anlamına gelir. 20 tl'lik bağış karşılığında aşağıdaki linklerde belirtildiği gibi ajanda ve takvim verilmekte. (Ayrıca Türkiye'nin ilk hayvan ambulansı da alınmış oldu. ) Bunu da yapamadınız, bayat yiyeceklerinizi atmayın. Biriktirerek bir barınağa verebilirisiniz. Yada çöpün yanına dökmek iyi bir çözümdür, çünkü insanlar tarafından sevilmeye layık görülemeyen bu canlılar, geceleri en fazla çöpleri eşeleme hakkına sahiptirler.(tabi çöpçü onu da ellerinden almazsa) Fakat çöpçü içtiği sigarayı bile yola atarken, elindeki abur cuburun poşetini doğaya bırakırken; kendisi nasıl bir doğal tehdit olduğunun farkına varamaz, bu da ayrı bir ironi..
biz bu hayvanların mucizesi olabiliriz..
illa maddi yardımlarla değil..istismara maruz kalmış bir hayvanı, bir canlıyı barınak telefonlarını arayarak ihbar edin. ya da özürlü bir meleği evinize misafir etme huzuruna ulaşın.
Ben karşılıksız yardım etmem dersenizde sanatçıların dernek yararına düzenlediği konserlere bilet alarakta yardım edebilirsiniz.. Bu sizin elinizde..
Ama oturmayın..
Bu istismar karşısında sessiz kalmayın.
insanların doğa ve doğal yaşama yaptığı bu istismar, güngelecek insan hayatına da kastedecek. Biz, bize bu denli biliçsiz ve sevgisiz bir toplum armağan edildiği için; bu denli zor durumda hayvanlarla karşılaşıyoruz.
Ama geleceği değiştirebilirsek, hayvanlarla içiçe yaşabildiğimiz bir şehrimiz olur bizimde kimbilir....
*bağış yapmak için internet adresinden derneğe ulaşıp bilgi alabilir, sitede verilen banka hesabına para aktarımı yapabilirsiniz.
içinde kadınların mevzu bahsinin geçtiği başlıkları gördükçe olayın bokunun çıkarıldını gören yazarın bastığı yandım allah çığlığıdır...
yaban'dan kısa bir replik;
yeter ulen...
bırak abi ya sen hangi devirde yaşıyorsun ya da kendini ne sanıyorsun. kız sana aşık ölüyor bitiyor amanda aman seni her şekilde sevmeye hazır...
ağır abi modlarından çıkalım önce kendi açımızdan değilde karşımızdaki insanların açısından olaylara bakalım...
bu cümleler alır gider vs vs vs'lerden ibarettir.
peki bir erkek bu cümleyi kurmaya cesaret edebilirken karşısındaki kız onu kabul edecek kadar aptal mıdır? yada bu erkek kendini hala geri dönüşüm kutusundamı sanıyordur orası düşünülesi bir durum...
aslında hikayesi merak uyandırıcı olan her saniyesinde gerildiğiniz hatta ajda pekkan misali şekilden şekile girdiğiniz filmlerdir. sürükleyicidir başından kalkamazsınız ama bir an önce bitsin ki bu işkenceden kurtulalım dersiniz...
(bkz: Yüksek tansiyon)
Son yirmi yıl içerisinde teknolojinin baş döndürücü gelişmesi ile Dünya küçük bir köy halini almaya başladı. Son on yıl içinde ise teknoloji ve bilginin kontrolü, üretimin önüne geçti. Eskiden üretimi olan güçlü iken yeni dünyada bilgi daha değerli oldu.
Amerika'daki 11 Eylül saldırısı Dünya'ya yeni bir sayfa açtı. Uzun süre bu saldırıyı kim tezgahladı diye tartışıldı. Acaba Amerika kendi kendisini vurdu, yoksa gerçekten küreselleşmenin tokadını mı yemişti.
Aslında neden olduğu çok önemli değildi. Mühim olan sonuçlarıydı.
Doğan bebek, şeytanın doğuşundan farklı değildi; Derin Dünya.
Aslında bu saldırılar öncesi Derin Dünya'nın dokuz aylık dönemi bile olmuştu.. ilk kararlarını Avrupa üzerinde aldılar. Acemiliklerinden dolayı Yugoslavya'nın parçalanışı sırasında karar alamadılar. Bu sırada Boşnaklara yazık oldu. Karışıklıkların sonlarında kendi çıkarlarına karar almaları gerektiğini anlayıp Kosova'ya yerleşmek için plan ürettiler, uyguladılar ve başarılı oldular. Avrupa'nın burnuna askeri üstlerini yerleştirdiler.
Vs vs vs. lerle gelir gider ülkeler arasındaki bu komplo teorileri.
bir sevgi başlarken içinde inanılmaz bir heyecan oluşur mutlu olursun sadece ağzın gülmez gözlerinde gülümser hayata. birde sevgi bitiminde mutlu olur insan çünkü heyecan bitmiştir o birliktelik çin işkencesinden beterdir. neticede sevgi devam etseydi ayrılık olmazdı...
genç olsun, güzel olsun, hayatı dolu dolu yaşasın, dırdırcı olmasın, kafa ağrıtmasın, evlilik beklentisi olmasın beni kasmasın...
Hayat uzun nede olsa belki bulurlar.
En başta 3. Dünya Savaşı gibi görünüyor.
Zaten küresel ısınmada bu savaş yüzünden çıkıyor. Her millet daha iyisini yapmak için dünyayı kirletiyor. Sonuç ortada ülke ülkeye savaş açıyor ve masum insanlar her geçen gün ölüyor ölmeyende nükleer silahların etkisi altında hayatını eksik yaşıyor...
nizamiyeden içeri girdiği anda, isterse bir gün askerlik yapsın, her türk erkegini bünyesine alan sosyolojik gruptur.Askerlik anıları hiç bitmez bire bin katar anlatır bayanların en sevmediği erkek profilidir...
Bir erkek ben askerdeyken diye bir cümleye başladığı anca bayanın söyleyeceği ilk söz sen nizamiyene geri dön olur...
Zonguldak'ın Alaplı ilcesinde her yıl kurban bayramının 3. günü kızlar en güzel elbiselerini giyinip bir meydana akın ederlermiş...Genç delikanlılar ise bu meydanda kendilerine göre eş adaylarını seçerlermiş...Gelenek bozulmamış ve bu yılda kızlar bayramı kutlanmış;
(bkz: http://www.haberaktuel.co...-evlen-haberi-238616.html)
kimine göre deişkenlik gösteren bir sorudur...
Kimi bir yer tarif eder kimine görede sevgi ön plandadır...Bana göre dünyanın en güzel yeri sevdiklerimizin yanıdır...
Ama bu slayt izlenmeye değer; http://www.minivizyon.com/dunyanin-en-guzel-yerleri/