suyun atesi
0 (düz adam)
dokuzuncu nesil silik 1 takipçi 0.30 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    ateş ile suyun hikayesi bölüm 5 ölüm

    1.
  1. iki zıttın yokoluşlarını anlatan yazının son basamağıdır.

    kadın süpriziyle geldi buluşacakları otele. heyecanı gözlerinden okunabiliyordu.daha önce yapmadığı bir şeyler deneyecekti. bir cana kıyacaktı belki ya da dünyayı değiştirecek bir buluşa imza atacaktı. adına rezervasyon yapılan odaya geçmedi. artık kavuşma saatini beklemeye başlamıştı yanında taşıdığı canla beraber, sahilde, sular diz kapaklarına değerken.

    adam otele heyecanla giriş yaptı. evvelinde olmadığı kadar acele ediyordu, ölüme gider gibi. odasına girdiğinde beklediği manzara yoktu karşısında. kesin yeşilliklerde bekliyordu onu. kadın severdi yeşili. adam çıktı ve koşar adım otelin arkasında kalan küçük ormanlığa attı kendini. ıssız ağaçların arasında sırtından terler boşanana kadar koştu ancak bulamadı kimseyi. süprizi onu sahilde bekliyordu. bundan habersizce artık gideceği tek yer olan sahile indi. kabaca etrafa baktı. aradığı kriterlere uygun bir kadın yoktu tek başına. gözlerini kıstı, daha dikkatli süzdü insanları. oradaydı kadın. daha doğrusu oradaydılar. yanında sadece adını duyduğu bir vücutla beraber. şaka olmalıydı her şey. ya da basit bir rüya. kızgın kumları hissedebiliyorsa rüya olamazdı. henüz aptalca kahkahalar atan kimse de ortaya çıkmadığı için şaka hiç olamazdı. istemsizce birkaç adımla yaklaştı bu iki insana. kadın ve bir adam. bazen uzun uzadıya anlatmaya gerek yoktur olayları. sadece anlaşılması gerekir. elindeki kara kalem balyası ve sarı kağıtları usulca bıraktı yanına. üzerindeki tişörtünü sıyırdı yukarı. özensizce bırakmak zorunda kaldı. çünkü omuzlar artık taşımak istemiyordu adamı. bacakları tutmamak için direniyordu sanki. kırmadı bünyesini. kabul etti. o gördüğü insanlardan uzakta yürüdü denize doğru. önce sıcak deniz suyu yazlık ayakkabısının taba rengini koyulaştırdı ve parmaklarına ulaştı. pantolonundaki ıslaklık yerçekiminin zıttına yukarı doğru ilerliyordu. bir zamanlar en büyük hazların merkezi olan kasıkları ısındı yavaş yavaş bu tuzlu sıvıyla. daha sonra da çıplak göğsü suyu tanıdı. dudakları suyun içine daldığında soluk alamamaya başlarken kafasını güneşin doğduğu yere çevirdi. onu gördü. ve güneşini batırıyordu şimdi. ya da birisi doğarken birisi çoktan batmıştı suyun dibine.saçları suyun altında sağa sola hafifçe sallanırken gözlerini yumdu ve zeminden havalanan ayaklarının bir daha yere konmaması için temennide bulundu. ve kabul edildi belki de.

    yüzme bilmeden ummanda kaybolmak en güzel sondu, filmlerdeki gibi.
    0 ...
  2. ateş ile suyun hikayesi bölüm 4 mountain

    1.
  3. üçüncü adımı atlanan yokoluş.

    *

    Akşamın yavaş yavaş bu ücra ve terk edilmiş dağlara yaklaşması tabiatın durdurmak istedikleri ritüellerinden birisiydi. Salonda yanyana değil içiçe oturmuş,
    her saniyeyi sanki birer gün gibi yaşamak için gayret göstermeleri takdire şayandı. Zaman durmalıydı. Bulutlar asılı kalmaıydı semada, esmemeliydi rüzgar, ademler
    nefeslerini tutmalıydı. çünkü onlar üşüyebilirdi.

    *

    Yemek yedikten sonra dakikalarca o küçük,özensiz mutfağın basık duvarları arasında kalmayı istemek dışarıdan bir gözle bakınca aptalca, onlara göre zekiceydi. Beraberdiler,
    birbirlerinin parmaklarını dudaklarının dingin zeminlerinde yüzdürebiliyorlardı. Beraber kalktılar masadan. Kadın üzerine yüklenen sıfattan ötürü elini boş tabaklara,
    ekmek kırıntılarına götürürken erkek "Dur" dedi. Çok konuşmazdı. Net olmayı, içinde akıp giden her şeyi gözleriyle ifade etmeye çalışırdı kimse anlayamasa da. Ama bir kişi
    hariç. Kadın adamın boynuna bir yaşam ateşi daha bırakarak ürkek adımlarla salona geçti. Bulaşık denen illetin ne kadar müspet duygular yaratabileceğini düşünmemişti
    adam. Düşünemezdi. Bu, mutfak tezgahına biriken görüntüde, kirli her parçada sevgisinin emarelerini hissedebiliyordu. Daha fazla ayrı kalamadı elleri. Adam kendini
    bıraktı ve adımları onu içeriye, olmak istediği yere götürdü. Sırtını dikleştiren kadın başını yavaşça geri uzatırken erkek çocuksu bir edayla önce sırtını döndü
    kadına, başını göğüslerinin üzerine bıraktı. Asla sonuna kadar izlemeye sabır gösteremediği konforlu yatak reklamlarında bahsedilen şeydi bu. Gözlerini açmak
    istemiyor zamanın akışına sebep olacağını düşünerek ürperiyordu.Kadın elini adamın kalbine koyduğunda ömründe duyduğu en güzel ritimle karşılaştı: aşkın ritmiyle.
    Sadece bakarak anlaşmak. Bunu dünya üzerinde başarabilen kaç insan var? Kaç insan kendinden bile sakladığı gerçekleri bir insanın önüne serer? kaç insan
    duygularının peşinden cesurca, yüzüne vuran rüzgara aldırış etmeden gidebilirdi?

    *

    Adam : Seninle geçireceğimiz en güzel gün olmalı bu. Takvimlere meydan okuyacak kadar.
    Kadın: Seninle geçen her saniye zihnimin en temiz anılarıdır. Kirlenmez, unutulmaz...
    Adam : Dudaklarını ver. Yaşamaya ihtiyacım var.
    Kadın: Dudaklarımı al. Yaşamana ihtiyacım var.

    *

    içeri ellerinde iki kadeh şarapla teşrif eden erkek kadının gözlerini üzerinden ayırmamasından hoşnuttu. Aynı şekilde cevap vererek odanın ortasına geldi. Orta asyanın dondurucu
    soğuklarında pişmiş çamurdan bir heykel gibi bekledi bir an, eş ruhu yerinden kalkıp da dibinde var olasıya kadar. Artık iki heykel vardı karşılıklı, benzer değil
    aynı olan. Sol elindeki kadehi uzattı kadına ve hemen yanındaki bilgisayarın faresini bir iki kez oynattıktan sonra, şampanya rengi duvarlarında kara birer çiçek
    bozuğu bulunan odanın içine müziğin dolmasını beklediler. "ohh my love, my darling" diyerek giriş yapan Righteous Brothers iki heykel arasındaki mesafeyi yok etti
    yıllar öncesinden gelerek. Birer yudum alındı kadehlerden ve pervasızca odanın düşünülmeyen bir yerine savrulmalarında bir beis görülmedi. Kırılmalıydılar. Kadın
    ellerini adamın boynuna doladığında her şeyin bittiği noktadaydılar. Kadının saçlarını düzeltti erkek, sağ avucunu kadının sol yanağına koyarak. Baş parmağıyla
    dudağının en tatlı kısmıyla yanağı arasında gidip gelirken konuştular, uzun uzun, doymamacasına. Önce erkek başladı dudaklarını kıpırdatmaya ve "Bizi seviyorum"
    diyebildi. kadın gözkapaklarını değdirdi birbirine, alnını adamın çenesinin altına dayayarak cevabını verdi. işte tarihin en uzun konuşması.
    Şarkı sonlandığında mutluluktan ziyade bir şey kalmamıştı. olmaması gerektiği kadar iyi giden bir geceydi. Adam balkon kapısına doğru yürüdü ensesinde bir nefes
    taşıyarak. Kapıyı araladı, izlemeye başladılar. Kadın yabancı gördüğü bu coğrafyada, yıldızları yeniden keşfediyordu. Daha parlak , daha neşe dolu yıldızlar bu şaşalı
    geceye şahit olmak için tıka basa doldurmuştular karanlığı. "Doğa" dedi adam, "Doğada var olmalıyız." Ne zaman birisinin aklına bir fikir düşse diğeri sadece
    ona uyardı, soru sormadan, izahat beklemeden. Yine öyle oldu. Adam yan odaya gitti ve kadının kollarını saracak kadar uzun bir hırka getirdi, büyük düğmeli. Kendisi
    çıplak omuzlarından aşağı basit bir mavi tişört geçirdi sadece. Dış kapıya çoktan varılmıştı. Gidilecek yeni bir yer, görülecek yeni bir manzara vardı.

    *

    toprak der ki:
    "güneşin öc alır gibi kavurduğu, soğuğun yaşam belirtilerini durdurmak ister gibi davrandığı bu hırçın bölgede yandım, üşüdüm milyonlarca yıldır. bu ayakların
    üzerimde bıraktığı tatlı serinliği hissediyorum.keşke her çukuruma bassalar da aşkla düzelsem. onlar benim üzerimdeyken kayıp gitmek geldi içimden. yorulmasınlar
    istedim. kapıdan çıkışlarını görmeniz lazımdı. binlerce kişilik salonda, oyunun en önemli anında sahneye çıkan oyuncular kadar asil ve yürekten geliyorlardı. önce
    adam çıktı , arkasına döndü biraz ve kadına elini uzatarak basamağı çıkmasını sağladı. önünde eğilip sayfalar dolusu hikaye anlatacak bir görüntüsü vardı. kasırgalarla
    mücadele eden denizcilerin hikayesi mesela, ummanın orta noktasında. her şeye eşit uzaklıktayken. kadın buralara ait değildi. etrafına öğrenmek için bakıyor gibiydi.
    belki "tekrar gelinceye dek unutmamalıyım" diyordu içinden.

    *

    Yolun etrafına düzensizce yapılmaya çalışılan evlerin arasından geçtiler. Gördüklerinin hiçbirisinde bu hikayeyi bilecek kadar şanslı kimse olmaması üzerine konuştular.
    Kadın anlattı , çünkü temiz havayı seviyordu. Doğaya taparcasına aşıktı. "Tabiattan uzak kaldığımız için insanlığımızı kaybettik" derdi hep. Topraktan geldiğine
    inanmasa da birgün içine karışacağı bu kahverengi toz yığını, onu kendinden alabilme yetisine sahipti. Kimsenin hoşlanamayacağı bu kuru ve tozlu şehir sadece
    iptidai olduğu için onun gözünde değerliydi. Bir de sevdiği erkeği barındırdığı için. ilçenin çıkışına doğru yürüyorlardı. Erkek bu çağlar öncesine ait ama nedense
    bir mahalleden farksız bırakılan yerleşim alanıyla ilgili bildiği basit şeyleri mırıldanarak aktarıyordu kadına.

    *

    bulut der ki:
    "bu akşam serinliğinde beni farketmediler. onları takip ediyorum sınırıma dahil olduklarından beri. arzın gördüğü ender fetih anlarındaki kumandanlar kadar kudretli
    gidiyorlar. yerden santimlerce kalkan ayaklarını nasıl bir yumuşaklıkla geri indiriyorlarsa ben göklerde titriyorum. özeniyorum. bu uçsuz bucaksız boşlukta geçirdiğim
    yüzyıllarıma lanet ediyorum. önlerinde yaşayabilecekleri sadece birkaç on yıl varken, ölümü yakıştıramıyorum onlara, kendi ömrümden pay vermek istiyorum. fiziğin ve
    doğanın tüm yasalarına karşı gelerek üzerlerine bırakacağım damlaları düşünüyorum.vazgeçiyorum. üşümesinler istiyorum. evet, ıslatmayacağım onları. güneşten bir huzme kapıp saklasaydım
    derinliklerime ve şimdi onlara ışık olsaydım. adamın gözündeki nuru farketmek için kör olmak bile yetersiz kalır. adam kadını sağ tarafına almış. sanırım güvende
    olmasını istiyor. elini de beline dolamış, hiç ayrılmamasını ister gibi.kadın ise omuzlarına çektiği hırkayı kokluyor, etrafı izliyor. bir nefes daha çekiyor, adamı
    izliyor. her nereye gideceklerse yolları hiç bitmesin. ayan beyan dursunlar, insanlığın gözünün içine içine ."

    *

    Adam karanlık yollara girerken elini kadının narin belinden bir yılanın kıvraklığıyla çekti ve parmaklarını birbirine kenetlediler. Korku yoktu gözlerinde. Terörün kol
    gezdiği bu çorak arazide yürürlerken kendilerinden çok emindiler. Güçlü ordular, donanmalar gelse de burçlarına bayrak dikemezdi onların. Erişilemeyecek kadar yüksek,
    yıkılamayacak kadar büyük ve sağlamdılar beraberken. Yol onlara bir kavis çizdikten sonra taşlarla bezenmiş, insan ve canlı izi bulunmayan bir dağ yoluna girdiler.
    Deride kalan güneş yanıklarına benziyordu buralarda yeşillik görmek. insan boyuna erişmeyen bodur ağaççıklar, çalı ve çırpılar tek oksijen kaynağıydı. Geceye kavuşmaya
    az kalmıştı saatin. Kadın serinleyen havada etrafa savrulan kıvırcık saçlarını düzeltmeye hiç yeltenmedi. Doğal olmalıydı. Susuz kalmış bir dağın teni, ne kadar kuru
    olmalıysa o derece sert ve çatlaktı toprak. Tırmanıyorlardı. Gök yüzüne doğru. Evler küçülmeye, dağlar ayaklarının altında kalmaya başlamıştı. Yorucu değildi. Aksine
    keyifliydi her ikisi de. Romanlarda anlatılan bir patika değildi burası, etraflarında ağaçtan yapılmış şirin kulübeler yoktu. Burası gerçek dünyaydı. Yanyana oturdular
    tepeye çıktıklarında. Karanlıkta başka seçilen tek yaşam belirtisi; adı bilinmeyen bir dağın başında yanıp sönen alıcı ışığıydı. Gözlerini daha fazla açtı kadın.
    Eliyle yıldızları gösterdi. Sırtüstü uzandı toprağa. Ellerini başının altına koyan adamın sol yanıydı artık, gördklerini anlatmaya başladı: "Denizin dalgalarını
    görüyor musun? Birazdan kıyıdaki şu taşları kaldıracak yerinden. Özellikle şu kırmızı çizgili olan taş. Bir genç çift bulacak onu başka bir kıyıda, isimlerini
    kazıyacaklar üzerine. Evlerinin bir köşesinde unutmaya terkedecekler. Bak, ne güzel bir kitap, görüyor musun? Les 120 journees de sodome. Okuyamadın sen bunu. Ben sana
    anlatırım. Şelalenin çıkardığı sesleri duyuyor musun? Sanki üzerimize dökülecek gökyüzünden. Boğulmayız. Ben de yüzme bilmiyorum ama olsun. Suyun üzerine bırakalım
    kendimizi, kaderimizi o çizsin ne dersin? Tamam. Hey, parmağımı takip et ve kulaklarını aç. Duyuyor musun melodiyi? chris Rea - You're my love. Şu gitar ne kadar da güzel
    asılmış yıldızlar arasında. Kimse kaldırmamalı onu." Yavaşça soluğu kesildi kadının. Nefes almaya ihtiyacı vardı. Sağına döndü ve anlattıklarını dinleyen adamın
    dudaklarına bıraktı kendini. Islanmaya başladı tüm vücudu tepeden tırnağa. Sahip olduğu tüm ağırlığı adama verdi. Kalçalarını saran dar pantolonu üzerinden bedenini
    avuçlayan ellere dokundu. kabarık saçlarını adamın yüzünde gezdirdi, küçük çenesini ısırdı. Düşmek için can atan hırkayı fırlattı kenardaki taşın üzerine. Belinden
    yukarı doğru sıyırdığı siyah ince tişörtü de onun yanına. Omuzlarından her iki yana doğru sütyenin askılarını çekmek de adamın vazifesiydi. Yerine getirdi. Bir nefes
    alacak kadar kısa zamanda ayağa kalktı kadın ve pantolonunu çıkardı adamla aynı anda. Yeniden eğildi ve sırtını toprağa verdi. Adam iki bacak arasından kadına bakarken
    kadının soğuktan ürperen teni gözeneklerini belli ediyordu. Adam kadının sol bacağını omzuna kadar kaldırdı. Yumuşak etlerini koca ısırıklarla acıttı. Külodunun bacak
    arasına gelen kısmını tuttu. Yer altından maden çıkaran işçilerin hırsıyle çekti ve iki parça olmuş bu çamaşır artık kullanılamazdı. Doğal olmalıydı her şey.
    Kadın adamın üzerindekileri yırtarcasına söktü. "Gel" diyebildi sadece. Ensesinden tuttuğu suratı öperken, içindeki yangınları söndürmeye çalışan bir uzuv vardı adamdan.
    Sadece dudaklarını aralık bırakabildi. şimdiye kadar uzaklaştırılmış, yok sayılmış tüm çığlıkların dışarı çıkması için. Göğe doğru çıkan bu sesler hiç inmemek üzere yol
    alıyordu yukarı doğru. Ahlar birbirini takip ederken kadın ayaklarını adamın belinde birleştirdi ve uzaktan ona baktı. Omuzlarına, başını koymak için can attığı
    göğsüne, kasıklarına, ellerine. Bu güzergahtaki tüm mola yerleri onundu. Parmak uçlarıyla gezdi üzerlerinde , damı kışkırtmaya devam ederken. Bir birleşme daha. Bir tekleşme
    daha istedi. Tırnaklarını geçirdiği buğday sırt yanarken, dudaklarıyla sarhoş ettiği vücuda hayran kaldı. Adamın tek eli sol göğsüne indi kadının, dişleri ise sağ
    göğsüne. Titreyen her milim doku aşkla yandı, eridi. ve adam ateşin üzerine en tatlı suyu bırakmıştı. ikisi beraber sönmeye başladılar.

    *

    Vedaları beceremeyen bir insan olarak adamın üzüntüsü boğazına peşi sıra dizilmiş yumruklardan belli oluyordu. Ağlaması için insanların dokunmaları fazla bile
    gelecekti. Teknolojiyi geliştiren her bir bilim adamına lanetler okudu, şimdi bir parçası uçağın camından kendini izlerken. Wright kardeşler keşke tek yönlü uçak
    yapabilseydi. Gelen ama gidemeyen. Adam sadece bakabildi. Bıraksalar tek hamlede bu eski model uçağı paramparça edebilir ve kendine ait olanı alarak oradan
    uzaklaşırdı. Ardına bile bakmadan. Göğe bıraktıkları haykırışlarla tapusunu aldılar dağların. Dağlar onlarındı.
    3 ...
  4. ateş ile suyun hikayesi bölüm 2 purple

    1.
  5. iki zıttın birbiri ile bir olma, birbirinde yok olma hikayesinin ikinci bölümüdür.

    Sabahın, gecenin, çalışmanın, insanların mutsuzluk verdiği günlerden sadece bir tanesiydi. sonu gelmez monotonluk ve üzerden atılamayan dibe vurmuşluk sıradan bir insanın
    yaşamını ne kadar berbat edebilirse işte o kadar dipteydi adam. Masasının üzerinde duran bardağa bakarken aylar öncesini düşündü. Tebessüm etti farkında olmadan
    hatıralarını gözünün önüne getirdiğinde. Bir kadeh kıvrımında rakseden parmaklarını, sıcaktan yok olan vücudunu anımsadı. Hep böyle yapardı mutlu olabilmek için.

    *

    Telefon titreşimiyle irkildi. Durdu ve bekledi. Sadece bir mesajdı. Zamanların en güzelinde telefonu her eline aldığında okumak için heyecanlandığı,kimi zaman bir
    iltifat kimi zaman bir itiraf ya da sadece birkaç nokta barındıran, şimdilerde ise önemsiz şehrin önemsiz mağazalarından gelen mesajlardan birisiydi. Tuş kilidini açtı,
    zihnine pıranga vuran o telefon numarasını ekranda görünce beton kesti kolları. "Bu akşam 8'de, bu evdesin..." Beklediği kavuşma anına bu kadar yakındı demek. Bu bir oyun
    olamazdı. Hayatına da böyle aniden girmiş ve çıkışı kaybeden yolcular gibi ondan mahsur kalmıştı. Mahsur bırakmıştı. Hemen saatine baktı. Önünde bitmek bilmeyecek,
    her kilometresinde bin bir fikre dalacağı yollar ve dört koca atmış dakika vardı. Apar topar attı kendini dışarı. Bol dikimli kahverengi hırkasını ve göz kalemini
    alabildi yanına. Bir de varlığını unuttuğu en sıcak duygularını. Gideceği yeri biliyordu. Şehirdeki o küçük kitapçıya girdi, bir balya teksir kağıdı ve kırmızı bir kalemle
    ayrıldı dükkandan. Yazılması gereken çok şey kalmıştı geride, yazması gereken. Sadece mesafeler vardı aralarında, o da bitmeye mecburdu.

    *

    Ezberden okuduğu bir şiir gidebilmişti evinin aşağısındaki rampaya kadar. Apartmanı görünce tanımıştı evi. Daha önce bir yabancı gibi kadın onu buradan geçirmiş ve
    evi göstermişti olur da bir gün gelebilrsin diye sonuna ekleyerek. Gün gelmişti artık. Dakikti her ikisi de. Saatin 8 olmasına daha yıllar vardı,yollar bittikten sonra.
    Neyi beklediğini bilmeden erkek, evrenin en olması gereken yerine metreler uzakta bir arabanın direksiyonunda yalnızlığıyla cebelleşiyor, çift iken tek olabilmenin
    ihtimaliyle kaynayan kanını yatıştırmaya çalışıyordu. Neyi bekliyordu? ilahi bir haberi mi, freni boşalan bir kamyonun altında kalmayı mı? Çalan telefon gerekli sorulara
    en uygun yanıttı. "Üçüncü kat, 14 numara." Sesi dalgalar kadar yumuşaktı yine. içinde barındırdığı emir tonuyla. Hükmetmek istediği bir dünyaya çağırıyordu adamı.
    Beraber hüküm sürecekleri kocaman, yalın bir dünyaya. Adam kendinden isteneni yapmak için indi arabadan. Ömründe ilk defa bir yokuş onu bu kadar yormuştu. Artık
    adımlarını daha emin atıyor, gözünün ucuyla da apartmana bakarak tahmini hesaplara dalıyordu. çıkabileceği merdiven sayısına kadar. 14 numara sağda mıydı yoksa solda mı?
    Şu an ne haldeydi? Kahve kokusuyla evi bezemiş miydi? Dış kapıyı yavaşça açtı, içeri girdikten sonra aldığı nefesi bırakırken aydınlanan ışık ona yolu gösteriyor,
    bereketli coğrafyaları keşfetmesi için onu teşvik ediyordu. Bu taştan yapı her ne kadar eski ve bakımsız olsa da mercanlarla dolu berrak bir deniz gibi görünüyordu adama.
    Sağ ayağını kaldırıp yavaşça merdivenin ilk basamağına koydu. Minik taşların rastgele şerpiştirildiği bu özensiz merdiven basamakları kendi hayatından çıkmış birer
    parçaydı. Birbirine çok yakın ama asla dipdibe olamayan rengarenk taşlar gibi insanlar arasında ama tek başına kalmıştı her zaman. Dumur olma durumuyla durdu. Kendine
    sordu. Doğru muydu? Cevabi da buldu: Eğer söndüremiyorsan içindeki koru. Tek eliyle güç aldığı merdiven demirleri sanki ölümden korumak istiyormuş gibi bir hal alırken
    diğer elinde taşıdığı kırmızı kalem ve kağıtlar son derece basit şeyler söyluyordu: çabuk yukarı çık ve ona kavuş. Beynine doğru yükselen sıcaklıkla adımlarını
    hızlandırdı. Elleri titremeye başladı, dizlerinin bağı çözülecek gibi oldu. 3. kat 14 numara. Kapının dibindeydi. Artık sadece çelik bir yapı kalmıştı aralarında,
    varlığını bu koca kapının içinden geçerek hissedebiliyordu. işaret parmağını katladı, çok sessiz bir tık çıkardı siyah, parlak kapının yüzeyinden. Saliseler içinde
    kapı açıldı. Vücudunu kapının ardına saklayarak buyur etti onu kadın. Hiç kıpırdamadan içeri girmişti, sessiz adam. Kapı kilidinin yerine oturmasıyla her şey hazırdı.
    Yalnızca birbirlerine baktılar. Gözlerinin içinden bütün bir varlık alemini görebiliyorlardı, geçmişlerini görebiliyorlardı. Kadın adamın elini sımsıkı sardı, her bir
    parmağına tek tek dokunarak. Çok uysalca içeri doğru meyletti kadın. Adam sanki bir akıntıya kapılmış dal parçası gibi sürükleniyordu. Çekim yasasına inanmıştı. Bizzat
    yaşayarak. Salona geçtiler. Hep burayı düşlemişti erkek. Evde ilk dikkat çeken şey kahve kokusuydu. Sonrasında ise gayet yalın mobilyalarla düzenlenmiş olması.
    Kalabalığı sevmiyordu kadın, sırtını kanepe dayayıp oturmak en büyük hazlardan birisiydi onun için. Perdelerin hiç çekilmemiş olması bir başkaldırıydı çevreye,
    zorunluluklara. Oturdular. Kanepeye değil, hemen önündeki kilimin üzerine. Kadın her daim olduğu gibi bakımlıydı. Saçları uzamıştı. Kıvır kıvır, parlak bir tutam cennet gibi
    ben buradayım diyordu.Gözlerinden hiç eksik etmediği siyah makyajı daha da belirgindi. Dudağına ruj sürmemişti. Çünkü birazdan belki de yaşamın en güzel renklerinden
    birisiyle donatacaktı onları. Panik yoktu gözlerinde. Yaşayacağı mutluluğu bilerek ertelemenin verdiği tarifi imkansız zevk yüzünden okunabiliyordu. Kendini tutmasa
    kahkahalar atabilirdi. Üzerine yakası geniş koyu kırmızı dar bir badi giymişti. Pürüssüz teninin en etkileyici kıvrımlarını sergilemek istiyordu erkeğe. Omzundan içine
    giydiği sütyenin askısı isyan ediyor, parçalanmayı bekleyen zincirler gibi sesini duyurmaya çalışıyordu. Mordu. Altında gri renkte, yanları beyaz uzun şeritli rahat bir
    eşofman vardı. Evdeki tüm sıcaklık ve samimiyeti kıyafetlerine yansıtmak istemişti. Bu haliyle tam bir ateş olup suları yok etmek ister durumdaydı. Başarmıştı.
    Erkek şuurunu kaybetmişti. Hipnoz kadar etkiliydi kadın. Dakikalarca birbirlerine dokundular. Hissettiler. Adam aralarında olmayan mesafeyi ufak bir kımıldamayla
    ortadan kaldırmıştı. yüzyıllar öncesinden adı konulan büyünün son iki parçası gibi birbirlerine hasretle sarılan bir çift dudak vardı önce. Med cezirler yarattılar.
    "Dudağın yanakla birleştiği kısım, göğüslerin arası ve üst bacağın iç kısmındaki yumuşak kısım" demişti erkek gülerek en sevdiği yerleri anlatırken. şimdilik bir tanesiyle hasret
    gideriyordu. Saçlarından kadını tuttu ve geri doğru başını çekti. Dudaklarına hiç olmadığı kadar istekle uzattı dudaklarını. Dişlerinin arasından akıp gitmesine yavaşça
    izin verdi. Derinden bir "ahh" duydu adam. Kulaklarının varlığına ilk kez bu kadar sevindi. Yavaşça çenesine indi kadının. Islak uzun öpücüklerle boynundaki ıtırı çekti
    ciğerlerinin yaşamından habersiz hücrelerine. Sarhoşluğu öğreniyordu adam. "Gel benimle" dedi kadın adamın başını göğüs arasından çekip kendi dudaklarına yeniden devet
    ederken. Bu sözü duyduğu son günü hatırladı otel odasında. Terlediler. Önce adam ayağa kalktı, kadının elinden tutarak kalkmasına yardım etti. Adamın elini tuttu kadın
    aralarında bir beden mesafesiyle yürürken. Uzun koridor boyunca adamın söyleyebildiği tek cümle şuydu: "seni yürürken arkandan izlemek bir zevk." Açık duran kapının
    önünde kadın kendini adama teslim etti.Vücudunu arkasındaki adama bırakıp gitmek ister gibiydi. Ardında bekleyen adamı tutup çekti kendine. Adam ellerini sardı önce
    kadının vücuduna. Kadının kalçasındaki sertlik en vahşi dürtülerin can bulmasının kanıtıydı. Kadın kalçasını sertliğe bıraktı. Yapbozun parçaları birbirini hemen
    tanımıştı. Adam sol elini kadının göğüslerine doğru çıkarırken sağ eliyse karnından bacak aralarına doğru bir tatlı meyilde akıyordu. Kadının kulak memesini
    dudaklarının arasına aldı adam. ve sıcak nefesini bıraktı boynundan aşağı doğru. Kadın adamın boynuna sardığı elini geri çekti ve gözlerinde parlayan ışıkla adama döndü.
    Geriye doğru birkaç küçük adımla yatağın kenarına getirdi adamı ve bir hamlede üzerindeki beyaz bol sweeti çıkardı. Görmeyeli kilo almıştı adam, kadının istediği gibi.
    Ayıramadığı dudaklarını çekmek zorunda kaldı pantolonunu çıkarırken. Kemerini çıkarıp odanın bir ucuna fırlattı, pantolonu indirdi yer yüzünün derinliklerine. Boxer
    engellerden en kolay olanıydı. Layıkını buldu o da kemerin yanına doğru fırlatılırken. Erkeğin sertliği kadının ıslak dudaklarıyla buluştuğunda artık bu dünyada değillerdi.
    tıpkı önlerindeki birkaç dakika boyunca olacağı gibi. Göz bebekleri yok olacak kadar haz içine düşen adam başını aşağıda gördüğü muazzam esere çevirdi. Bir tutam cennet tam kasıklarının
    önünde can veriyordu bedenine. Kadını yavaşça tuttu adam "Ayağa kalk canım" dedi. Kadın komutlarını vermesine birkaç hamle kala adamın isteklerini geri çevirmemekte kararlıydı.
    Adam kırmızı badiyi yavaşça sıyırdı, akabinde mor sütyenin kopçası ellerindeydi. Çıkarıp sadece bıraktı. Ayaklarının dibine düşmesini izlediler. Adamın dudakları oval
    santimetreler üzerinde gezinirken kadının göğüs uçları yer çekimine paralel bir diklik içinde üzerindeki misafire kendini sunuyordu. Kadın uzun bacak boyunun üzerinde kıyafet
    olmadan çok güzeldi. Şimdi olduğu gibi. Önce avuçları gezdi buralarda, parmak uçları. Kadın uzandı yatağa altındaki mor külotuyla. Adamda mıknatısın zıt kutbu olarak
    üzerine çıktı. Boynundan kasıklarına kadar öpücüklerle donattığı bu nazenin bedene hiçbir kıyafet yakışmıyordu. iki işaret ve orta parmaklarıyla çekti ayaklarından
    dışarı kadar mor, son parçayı. Kokusunu aldığı her zerresi yaşamına süre kazandıran bu can, kıymetlerin içinde tepede yer alıyordu. Ellerini geçirirken kadının ellerine
    kasıklarının birleşmesi için pek birşey yapmasına gerek kalmıyordu ki kadın " dur" dedi adama. Bu sefer rollari değiştiler ve adam sırt üstü uzandı yatağa. Kadın
    komodinin üst çekmecesinden iki uzun, parlak bez çıkardı. Adamın bileklerini sırayla kavradı ve attığı düğümlerle onu sadece yatağa değil, hayata da bağlıyordu.
    Kadın ayağını adamın diğer yanına attı, kalçasını hep hayalinde yaptığı gibi sertçe başka bir sertliğin üzerine getirdi. Kendini elleri bağlı adamın üzerine doğru
    bırakırken yavaşça ileri geri hareket ediyordu, göğüsleri adamın dudaklarında varlık mücadelesi verirken. bu yaşanabilecek zevklerin en güzeli ve zoruydu erkek için.
    Dokunmadan durmak. Dudaklar birbirini kenetlemişken verilen en ilkel tepkiler birbirlerinin vücutlarında yankı buluyor, nefeslerini tüm boşlukları doldurmak istercesine
    içlerine çekiyorlardı. Yanıyordu ateş, yok oluyordu su. Durmadan dakikaların peşi sıra yok oldular. Kadın ellerini açarak adamın göğsüne bastırdı, başını arkaya savurdu
    dipleri ıslanan saçları yüzünde muhtelif yerlere yapışırken. Durdu kadın ve soluklandı. Adamın ellerini çözdü, kucağında otururken ellerini arkasında birleştirdi.
    küçük bir mola almalıydılar. Soluklandılar birbirlerinin dudaklarından. Kadın demin adamın ellerini bağladığı yatağın başına kendi parmaklarını geçirdi, arkasını
    adama döndü. Araladığı bacaklarının arasında varlığını bilmek istediği tek şey içindeydi. Dokundu adam kadının kalçalarına, bel çukuruna. Tanriya şükretti yarattıkları
    için. Kıvırcık saçlarına parmaklarını dolayarak kendine çekti kadınını. Diğer eliyle boynundan göğsüne kadar gidebilmiş ve orada hüküm sürmeye karar vermişti.
    Avuçlarındaydı. içindeydi. Yaşayan hiçbir canlıdan çekinmeyerek dışa vurdukları seslerle üstüste yatağa serildiler. Kadın üzerinde ve içindeki bu sıcaklıkla yumdu gözlerini.
    Adam yanına kıvrıldı kadının. Sırtını kendi göğsüne dayadı, kalp atışlarının normale inmesini bekliyordu her ikisi de. Saçlarıyla oynadı kadının. içine çekti her tanesini.
    Zaman bitmişti, mekan kaybolmuştu, varlık tükenmişti. Sadece odayı kaplayan ısıdan haberdardılar. Ve uyudular. Ölürcesine.

    *

    Hiçbir soru sormadı adam kadına, kadın da açıklama yapmadı her zaman olduğu gibi. "Keşke sabaha çalan gece karanlığında uyandırmak zorunda olmasaydım seni" dedi kadın
    göz pınarlarında akmakla durmak arasında mücadele eden damlacıklarla. Ağlamak yoktu. Adam gitmesi gerektiğini biliyordu. Gitti de. Sadece görünmeyen ancak kadının
    hissedebildiği ayak izleri, kaybolmayan kokusu, duvarlara yansıyan gölgesi, kadının bedeninde bıraktığı izler kaldı geriye. Bir de portmantoda bıraktığı kalem
    ve kağıt elbet. Daha yazılası çok hikaye vardı.
    4 ...
  6. atesin suyu

    1.
  7. damlalar dolusu alev toplarının bedene kavuşmuş hali. ferahlamak için hücrelere dokundurulmalı,dokunduğu her zerreyi yok etmelidir.
    ateşin diğer yarısı. hayattan sonraki ölüm, ölümden sonraki diriliş.
    1 ...
  8. mor

    116.
  9. takıntıdır.

    gaylik, lezbiyenlik, pesimistlik gibi çok farklı kavramlarla bağdaşlaştırılan bu mükemmel rengin hipnoz etkisi vardır. alıştırır kendine seni. sonra gittiğin her yerde bunu ararsın. kıyafet almak için mor, halı için mor, hayal için mor, yel için mor, sevgi için mor. dudakları dayayıp emilesi özellik aşılar her neyin üzerindeyse.
    1 ...
  10. yıldız

    44.
  11. insan varlığının ve en güzel aşkların şahididir. her gönülde bulunan bir köşegendir ayrıca. parlak, ışıl ışıl, yol gösterici.
    1 ...
  12. kanepe

    9.
  13. önüne serilecek halı, kilim türü yer malzemeleriyle eksikliği giderilebilecek eşya. ayakları uzatıp da sırt dayamak için dahi bir evde bulunmalıdır.
    1 ...
  14. üç nokta

    85.
  15. geçmişin, şimdinin ve geleceğin sembolü. binlerce kelimeye bedeldir yerinde kullanıldığında. en güzel iltifatlardan, en güzel cümlelerden yeğ tutulmalıdır.
    1 ...
  16. eskişehir

    967.
  17. dünyadan göçmezden evel görülmesi gereken şehirlerin başı. buluşmaların, yok oluşların, mutlulukların yaşandığı / yaşanacağı kent.
    3 ...
  18. kırmızı kalem

    9.
  19. hem ilkokul sıralarında kalp yaptıracak kadar saf , hem de bedeni kızıla boyatacak kadar vahşi yazım aleti.
    2 ...
  20. uçak

    61.
  21. dünyaları birbirine bağlayan mükemmel icat. iniş yaptıktan sonra siyah pistten adım atışlarını izleyeceğiniz bir can varsa hiç inmeyecek kadar gökte kalmaya niyetlenen araçtır.
    1 ...
  22. su

    317.
  23. hayatın can damarı olan, baktığında sana seni gösteren sen.
    1 ...
  24. ateş

    84.
  25. suyu yok etmesiyle var olan, sevgisiyle yok olan nazenin.
    1 ...
  26. yalnızlık

    3131.
  27. insanlardan uzakta bir başına değil bir insandan uzakta olmaktır. madden durum böyleyken manevi olarak yalın olunmaz. bedende taşınan her hücrenin anlamı varsa eğer, hayaller kuruluyorsa yalnız değil, çoğul olunur.
    2 ...
  28. © 2025 uludağ sözlük