sevişmek, ruhun sözcükleri ise yüreğinde duyumsadığını bedeninle anlatmaya çalışmak ise bunu ne öldürebilir?
sıradanlaşmalar, özensizlik, daha zaman var ilgilenirimler, her zaman orada olacağını elde ettiğini ve bunun sonuna dek olacağını sanmalar vs vs vs
yazık ki bunların çoğu sevişmeni toplumun onaylaması ile başlar. evlilik kavramı, içerisinde o kadar çok kalıpla gelir ki bize, kendini en akıllı sananlar dahi bunun karşısında duramaz.
karşı durmak mümkündür ama güzel olan her şeye ulaşmak gibi bu da zordur ve zamanın sınırsızlığı bunu daha da zorlaştırır.
kişiliğinin gereğini yapandır. bir yavşaktan başka tavır beklemezsin ki, adı üstünde yavşayacak.
samimiyet kurması şart değil, amaçlanan samimi gibi görünebilmek. bir an politikacılar geldi aklıma. ( hem de büyükçe bir kısmı)
bir anlık olay değildir. sinsice yavaş yavaş gelişir.
yaşla, yılla ilgili değildir. ne masum erişkinler, ne masumiyetten uzaklaşmış genç inasanlar gördükten sonra bunun yılla yaşla ilgisi olmadığı sonucuna vardım.
gördüğün, yaşadığın hiç bir şey seni şaşırtmıyorsa, masumiyetini kaybedilmişsindir.
oysa şaşırmak heyecanlanmanın da gerekliliğidir, şaşırmak sorgulamanın gerekirse değiştirmeye çalışmanın da ilk adımıdır. ruhumuzun masumiyetini koruyabildiğimiz ölçüde içimizdeki çocuğu da barındırabiliriz.
kadın oldukları.
kadından önce insan olduklarını düşünmelerine bi müsade edilse, herşey daha iyi olacak.
anlamak için o derinin içinde yaşamak lazım, toplumun beklentilerine dayatmışlıklarına, içinin reddedişine rağmen karşı durabilmeyi, cesaret eder karşı durursan önüne çıkacak bir sürü kalıptan birine sokulduğunu, sana insandan çok kadın diye bakıldığını ve buna uygun kalıplar olduğunu uymazsan tü kaka olduğunu özetle çok şey beklendiğini bilmek için o deriye girmek lazım.
tabi bunlar iyi hali, bide e de den halleri var, güneydoğuda kadın olmak, tarlada çiftte çubukta kadın olmak.
bu denli antipatik bulduğuma göre başarılı olduğunu düşündüğüm reklam.
yukarıdaki tüm yorumlara baktığımda, bende en az üç beş kez ne kadar çirkin bir reklam diye konuştuğuma göre amacına ulaşmış, kendinden bahsettirdiği aşikar olan yapmacık, seviyesiz, zorlama bulduğum reklam.
acaba ne kadar para verseler bu reklamda oynamayı düşünür insan, kendime bu soruyu soruyorum şimdi.
bazen soğuk bir günde yüzünüzde hissettiğiniz güneş, bazen öylesine uzandığınız yerde içiniz geçerken üzerinize örtülen battaniye, bazen sıcaktan bunaldığınız anda bir yerlerden geliveren esinti bazen içiniz yanarken yudumladığınız bir bardak soğuk su. ihtiyaçlara, kişilere, zamana göre değişiklik gösteren istekler bütünü.
ancak tüm insanlar yeme içme barınma vs gibi en temel ihtiyaçlardan bir diğrei olan sevgi de ortak paydalardan birisidir. ona her zaman herkesin ihtiyacı vardır.
duyguların yoğun yaşandığı anlarda bunu paylaşacak birisi aklınıza gelmiyorsa, yalnızsınız.
çok neşeli, çok üzüntülü ya da çok olan herhangi bir duygu, içinize sığmaz gibi olan gürül gürül akmak istediğiniz anlarda bırakın yanınızda olanı, telefonla dahi ulaşacağınız birisi yoksa yalnızsınız.
en kötüsü, yanınızda size çok yakın olduğu sanılan birisi var ve içinizden ağzınızı açmak gelmiyorsa, yalnızlık ne kelime, sevgisizliğe esir olmuşça yalnızsınız.
hayat seçimlerle ilerleyen bir süreçse, her an ve daima tercihlerimizle farklılık kazanıyorsa ve seçmekten korkarak yaşıyorsak ve artık bu korku hayatın ta kendisi oluyorsa..
çayı kaç şekerle içeceğinden o gün ne giyeceğin, çalan telefonu açıp açmayacağından başlayan minik binlerce seçim değil mi hayat?
hani okul, hangi insan, hangi iş gibi çok daha önemli sonuçları olacak başka büyük tercihler de hayat değil mi?
ya seçim yapmak zorundayken sonuçlarından korkup devinimsiz kalıyorsan, sadece korkun yüzünden 'miş' gibi yapmayı seçmiş olmuyor musun?
hani hayat, hani hayatını senin yönlendirdiğin gerçeği, hani mutluluk?
hayatın denetimi elinden çıkar diye korkuyorsan korkma, korku senin yarattığın bir duygu, bunu gör. sen istersen korkarsın, izin verirsen.
uçaktan korkan bir sürü insan var sen korkmuyorsun, oysa uçağı sen idare etmiyorsun.havada olduğunu, birşey olursa kurtuluşunun olmadığını ve o aracı başkasının yönettiğini biliyorsun. hem de hiç tanımadığın birisi, kendini ona teslim edebiliyorsun da beynine, yüreğine, doğrularına mı biırakamıyorsun.
korkma, tercihini ve gereğini yap, tercih etmekle yaşamayı seçeceğini unutma. *
sevme yeteneğince seninleyim demiştin!
kalamadın.
belki kalmak istemedin
belki kalmaya gücün yetmedi.
sevme yeteneği güçlü bir kadınım
çok sevebilirim, bir sürü şeyi sevebilirim.
yüreğim çok büyük, çok cömert.
insanlar güzeli sever
ya da güzel gördükleri için sever.
ben seni olduğun gibi gördüm,
değişmeni istemedim öyle sevdim.
saçındaki kepeği sevdim,
burnunun eğriliğini sevdim,
yanağındaki çizgiyi boydan boya sevdim,
hoşnutsuz yüz ifadeni bile sevdim.
söylediğinden vazgeçerken ki bocalamayı gördüm yine sevdim,
dişlerinin parlayışını sevdim,
ellerini sevdim, bileğindeki kemik çıkıntısını sevdim,
kolyenin tenine değişini sevdim,
saçının buklesini sevdim,
sesinin tonunu sevdim, konuşmanı sevdim,
kötü yanlarını gördüm yine sevdim,
iyi yanlarını defalarca sevdim.
ben senin herşeyini sevdim.
ben seni hesapsızca dolu dolu bana yakışırca sevdim.
ben seni belki hiç kimsenin sevemediği sevemeyeceği kadar çok sevdim.
ne kadar farkettin, ne kadar hakettin ayrı,
ben tüm bu sevgi içinde gereğini yaptım,
vaad ettiğim sözünü ettiğim herşeyi yaptım
dolu dolu yaşadım elden geldiğince yaşattım hissettirdim.
yüreğimle sevdim,
beynimle, dilimle, elimle bu sevgiyi ilettim.
ben bana ve bu sevgiye yakışanı yaptım.
gelmesini bildim, gitmesini de bilirim.
içimde yarım kalanlara rağmen, tutulmayan sözlere rağmen,
hak ettiğim saygıyı görmeyişime rağmen
gitmesini de bilirim.
geldiğim gibi başım dik giderim.
elimde değil yüreğimde sevginle giderim,
acı ceksem de gülümsemeyi unutmadan,
kimseyi suçlamadan
dersimi alarak ve tebessümle giderim.
ne sevdiğim kadar sevilmediğime yanarım
ne verdiğim kadar alamadığıma
zaten hesapta yapmadım
ne severken gitmek zorunda olduğuma..
ama engelleyemem yanarım,
özen demiştim ya,
işte o özeni göstermeyişine yanarım.
bilirim göstermediğin saygı, haketmediğim değil
senin sahip olmadığındır.
işte buna rağmen yanarım,
bu saygıya sahip olmayışına yanarım.
ben giderkende severim,
ve bu yüzden elde değil acır içim..
dünyanın tüm mantıklı sözleri, cümleleri toplanıp gelse, artık olmadığın halde beni senden vazgeçiremez.
ne sevgimi alabilirler, ne acıma çare olabilirler.
ne de kısacık nefeslenme anları için sığındığım minicik anların sonrasındaki tarifsiz özleme cevap olabilirler.
ruhun istediğine beynin gücü yetmez, ancak ruhun katılmadığı hiç bir şeyin de tadı olmaz.
ancak mecburiyetlerin içinde en can yakıcılardan birisidir.
kolunu kesmek gibidir yüreğini sökmek,
çok acıtır.
öyle ki, acından gözlerin kanar.
öyle kanar ki, kimse yüzündeki kanı görmez,
aslında kalbinin artık atmadığını kimse bilmez.
ama kahretsin ki,
hala kalbin atıyormuş gibi sabah yine uyanırsın.
ve bu sana: eğer giderken anılarımızı bıraksaydın, beynime sığınırdım. ama sevgini bırakıp anıları götürdün. kötüsün çok kötü, yine de herşeye rağmen seni..
sağlık sektörünün büyük bir bölümü.
Ancak zayıflama, güzellik ve gençlik konuşunda çalışma yapan yerler ile psikiyatri branşı da son yıllarda artan bir ivme göstermiştir.
Bir Avrupa kentinin banliyösündeki bir otelde, Uluslararası Din
Adamları toplantısı yapılmakta imiş.
Bu toplantıda bir Katolik papaz, bir Müslüman imam ve bir Yahudi haham
dost olmuşlar.
Öğle yemeği molasında sandviçlerini alıp, otelin yakınındaki bir
parkta bulunan göle giderek buldukları bir kayıkla gölde dolaşmaya ve
sandviçlerini yemeye başlamışlar.
Gölün ortalarında bir yerde haham özür dileyerek; 'Çok affedersiniz,
Tel Aviv'e acele bir telefon etmem gerek, hemen dönerim' demiş.
Eteklerini toplamış ve gölün üzerinde zıplaya zıplaya yürüyerek kıyıya
çıkıp otele gitmiş. Gerçekten de kısa bir süre sonra dönmüş, gölün
üstünde zıplaya zıplaya yürüyerek kayığa binmiş ve göl turlarına devam
etmişler.
Bizim imam bu ise çok şaşırmış. Allah Allah, adamdaki iman gücüne bak
yahu diye derin derin düşünmüş.
Bir süre sonra papaz izin istemiş; 'Çok affedersiniz, ilacımı almam
gerek, hemen dönerim.' demiş, eteklerini toplamış ve gölün üzerinde
zıplaya zıplaya yürüyerek kıyıya çıkıp otele gitmiş. Olan bitene bizim
imam çok duygulanmış.
Mutlaka benim de yapmam gerek, yoksa Müslümanlığa gölge düşürürüm diye
papazın dönüşünü beklemiş.
Papaz kısa bir süre sonra dönmüş, yine gölün üstünde zıplaya zıplaya
yürüyerek kayığa binmiş ve göl turlarına devam etmişler.
Gölün ortasına gelince bizim imam aşırı heyecanla hazırladığı bahaneyi
unutup 'çok affedersiniz, gidip tespihimin imamesini yağlamam gerek'
deyip uzun bir besmele çekmiş, atmış kendini göle. Tabii doğru suyun
dibine gitmiş.
imam bu ise çok şaşırmış. Yüce Allahım, bu kefereleri suyun üstünde
yürüttün, beni dibe batırdın, olmaz böyle şey. Yüzümü ak çıkar
yarabbim, diyerek uzuuun bir besmele çekmiş ve tekrar atmış kendini
göle. Ve yine gluk gluk deyip dibi boylamış.
Papazla haham bunu tekrar gölden çıkarırken haham, papaza demiş ki:
'Peder Bey, lütfen imam efendiye taşların yerini gösterin, yoksa
adamcağız kendini helak edecek'.
Çin'de bir adam, her gün boynuna dayadığı kalın sopanın iki ucuna astığı
testilerle dereden su taşırmış evine.
Bu testilerden birinin yan kısmında çatlak varmış. Diğeri ise hiç kusursuz ve çatlaksızmış; ve her seferinde bu kusursuz testi adamın doldurduğu suyun tümünü taşır, ulaştırırmış eve.
ama her zaman boynunda taşıdığı testilerden çatlak olanı eve yarım; diğeri dolu olarak varırmış iki sene her gün bu şekilde geçmiş. Adam her iki testiyi suyla doldururmuş ama evine vardığında sadece 1,5 testi su kalırmış.
Tabi ki kusursuz, çatlaksız testi vazifesini mükemmel yaptığı için çok gururlanıyormuş . Fakat zavallı çatlak olan kusurlu testi, çok utanıyormuş. Doldurulan suyun sadece yarısını eve ulaştırabildiği için de çok üzülüyormuş. iki yılın sonunda bir gün,
görevini yapamadığını düşünen çatlak testi,ırmak kenarında adama şöyle
demiş: 'Kendimden utanıyorum. Şu yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene
kadar akıp gidiyor.' Adam gülümseyerek dönmüş testiye; 'Göremedin mi? Yolun
senin tarafında olan kısmı çiçeklerle dolu.
Fakat kusursuz testinin tarafında hiç yok.Çünkü ben başından beri senin
kusurunu, çatlaklığını biliyordum.. Senin tarafına çiçek tohumları ektim..
Ve hergün o yolda ben su taşırken,sen onları suladın. 2 senedir o güzel
çiçekleri toplayıp,masamı süslüyorum. Sen kusursuz olsaydın, o çatlağın
olmasaydı evime böyle güzellik ve zarafet veremeyecektim' diye cevap
vermiş.
Aslında hepimiz birer çatlak testiyiz Her birimizin kendine has kusurları
vardır. Fakat sahip olduğumuz bu kusurlar ve çatlaklardır hayatlarımızı
ilginç yapan,mükafatlandı ran, renklendiren. .
Etrafımızdaki her kişiyi,oldukları gibi kabullenin.. Onlardadaki
kusurları değil, içlerindeki güzellikleri görün
sabah uyandığında ilk nefesinle birlikte artık onsuz olduğun gerçeğiyle başetmek zorunda kalıyorsan, baktığın her yerde duyduğun her müzikte onu hatırlıyorsan, hayatı bir bedende iki kişi gibi yaşıyorsan hala bu sadece çalışmak olur, unutmaya çalışmak beyhude bir çalışmadır.
o yürek hala içimde,
ve yaşadıklarıyla daha güçlü,
şimdi taşınma zamanı, acılarımı toplayıp paketlerim.
daha büyük bir coşkuyla
dolu dolu ve cömertçe
yoluma devam ederim.
ben düşmem,
sendelerim tökezlerim ama toparlanır yürürüm.
hatta bir süre sonra koşarım da,
bir gün koşarken,
yüreği beni kadar güçlü biriyle karşılaşırım
elele durup dinlenirim,
inanırım, hayal ederim ve varederim.