uzun zaman oldu sözlüğe gelmeyeli bi bakayım dedim, kenardaki yazıları gönderdim, yenisini yazdım çok ciddi takıldım. yeter sıkıldım özüme dönmeliyim. evet sevişmek isteyen sözlük kızlarına selam ederim. oh ya kendime geldim.*hadi bakalım.
zira demek bir çünkü gibi tınlamasa da ve zira hep zira, keza da hep keza olsa da, bazı bazı zira'ların kaza namazı keza'larla da kılınabilir.
saçma da olsa en doğrusunu onlar yaptı. bir torbanın içine dolduralım dağarcığımızdaki tüm kelimeleri, sonrada elimize daldırıp içine bahtımıza ne çıkarsa o kelimelerle anlatalım derdimizi. derdimiz var di mi? yoksa da bir elzem başımızda ve de maksat sadece iş olsun babından bir mevzu ise yine de sorun değil. dert, ıstırap, neşe vesaire hepside birer macguffin esasında ve de asıl olan yazmanın kendisi değil mi? noktalama işaretlerini sevmiyorum. sanki bağlanacak olan bir şey var da bağlamaya. emin miyiz bir cümlenin tam da orda bittiğinden, her şeyin sona erdiğinden ya da öyle kalması gerektiğinde falan falan.
önce sırtını dik hale getirir ve bir müddet öylece bakarsın. sigarandan, avucunun içinde çevirdiğin çakmaktan, kahvenden aldığın yudumdan medet umarsın bir süre. istediğin ne bilmiyorsundur ama bildiğin gelmediğidir. bir başka sese ihtiyaç duyarsın. tv de dolanırsın, birkaç sayfa okursun, müziğin sesini acarsın; hala yoktur. o sesi duymak için bu sefer her şeyi kapatırsın, dünyaya dair en küçük bir kıpırtıyı bile duymak istemezsin ve kendini bulabildiğin en güzel sessizliğe bırakırsın... hala yoktur.
cumartesi imiş bugün: kahvenin tadının kötü olmasından uyanmalıydım. guy viyaklıyor. sol kolumda bir çizik var.
üç paket jelibon ve iki kinder yutarak intihar ettim gece. bilince ver pası. down under salim abi! sağdan gör, hafif ince. şansımı deneyeyim dedim. hayat çok masum, gece ise pek genç demeli. ne zaman teneffüs yapacağını nasıl anlıyorsun?
dünya okunduğu gibi mi yazılıyor?
bir mağaranın duvarlarına elimizi dayamış gidiyoruz. avuçlarımızda rutubetin serinliği ve gözlerimiz açık karanlıkta.
ilık kahve ile sigarada kalmıştık en son. siyah kül tablasına beyaz filtrelerden bir eski zaman mezarlığı inşasında tek tek dikerken türbeleri, nereden geldiği bilinmez bir esinti parmaklara bir üşüme verdi. nina simone açtım. feeling good çalmaya başladı. içine girdiğimiz sirkülasyondan çıkmak gerek ya da bir başkası bu salamura iklimine son vermek derdi tüm derdim.
dünyanın sonundaki fener'de will denton'un çaldığı aletin adı ne olabilir acaba gibi hesapta olmayan dertler de zihni kuşatabiliyor. birkaç tel ve dil darbelerinden ibaret idi sanırım tüm o boşluk kompozisyonu. kinderlerimi düzelttim, tozlarını aldım, küçük maymunlarımı sevdim, king konglarımla konuştum, birinin tepesine basıp kırmızı ışığı seyrettim ve bir yaşa gelince, ki kendim için mevzu bahis değil henüz bu, artık kendine değil ama başkalarına ölümsüzlük aramaya başladığını düşündüm insanın. oysa tam da yok oluşu kabullenmişken ve sözde tüm bu var oluşun anlamsızlığına varması gerekirken. belki de anlamla bir alakası yok, lakin tüm bu kıyısından köşesinden dokunulmuş yaşamlara bir acıma ve unutulacak olmalarını bilmenin öfkesi. bu da mı bir anlam yoksa?
bilemiyorum tabi, keza o bir yaşa gelince durumundan muafım henüz, ama arada bir elli yıl önce ölmüş birkaç kedi için hüzünlenmediğim de olmadı değil ve bu yüzden kimi kimi adressiz düştü dilime iki isim... gülfem ve zelişan.
sigara altlığını bitirdiğime göre ayılabilir ve güne başlayabilirim.
ötekileri düşünerek bir kurgu inşasında bulunurken, kendimin yine kendimin en büyük ötekisi olduğunu es geçiyor ve cehennem başkalarıdır yazgısından sıyrılmak isterken, kendimi ötekileştirip kendime cehennem kılıyorum. ama diğer yandan ötekisinin sonsuzluğunu tanımak ve ona bir bütün gibi davranmamak onla olan ilişkimde en dolayımsız ve mutlaklığa giden yol ise, kendimi kendime sonsuz bir çeşitlilik ve tutarsızlık içinde sunarak kendime bir insan olarak davranabileceğim en üst seviyede bırakıyorum: sonsuz, açık uçlu, bilinemez. tam da kendime mutlaklığı ve her türlü olabilirliği tanıyıp metafizik yoksunluğa maruz bıraktığım için de bu daimi ruh üşümesine arkadaşlık ediyorum. sanırım çıkarmam gereken sonuç şu ki: kendime yanlış davranırsam ve onu sınırlarsam daha mutlu bir yaşam süreceğim ama ona tam da olması gereken güzellikle yaklaşırsam da acı çekeceğimdir.
kendisine katlanabilmek adına oyunlar oynadığımız meret.
eşit kenar iç çekmelerle körüklenmekte boğaz. sesin efendisine olan mecburiyetiyle kâfi derecede gönül eğlendirmiş havuz başı perilerinden sonra birde siz mi peydahlandınız başıma? sormayın canım ciğerim. geçen gün geri geri yürürken ileri ileri yürüdüğüm yerden, siz düşüverdiniz aklıma. acaba napıyordur şimdi, diye düşündüm bir müddet. cevaplar kurgulardan ibaretse eğer düşünmeyi uzun tutmakta bir fayda yok elbet. her ne kadar bir yeis olmasa bile. antin kuntin uğraşlar işte benimkisi. kusuruma bakmayın rica ederim. kusur ne demek, efendim? asıl siz... parçalı bulutlu bir hava esmekte bu nesirde, deseydim eğer mübalağa mı etmiş olurum? tersine, pek yerinde bir tespit olurdu. gelecek zaman kipini geçmişle verenlere ne denli hayran olduğumu nasıl da bilirsiniz. kimi ağdalı bulutların gölgesinde zikrederken, arada bir de olsa zikri bırakıp fikre bir el atmayı düşünüyor el denen akıl ama olan biten ile aramızda kurduğumuz ilişki, özellikle olan biten insan öğesiyken, sakız misali uzamaya meyilli ve bir son nokta, cümle, ah işte burada soluklanabiliriz akla değil sanrıya açıkken, zikrin kendisi fikirden daha baskın gelmekte. bu sadece kişisel bir tercih olarak da vuku bulmuyor ve ortak aklın bire birlerin toplamıyla bir mevcudiyet kazandığı ortamlarda, bire birler zikir üstüne kuruyor kendi varlığını, fikre girdiğinde zikrin hafifliğinin bertaraf edilip ciddiyetin ve ben denenin altının çizileceğinden duyulan hisli bir endişeyle. kişi kendine olandır ve aura dediğimiz halin zuhur ettiği ekseni çeviren milin kendisi de bu oluşun cereyan ettiği anlarda saklı. bir mit sunumu olarak kişinin kendisine oluşunun bir karakterin oluşturuluşunda cazibeyi yaratmadaki temel öğe olarak sunumu da bundan. taklidi ile aslı arasındaki fark ise bir diğerinin çığırtkanlığında açığa çıkan müstehcenlikte vuku bulur. aklın yel değirmenlerine karşı demek ise kanıksanmış bir imgenin kullanımına sebep olmak olur ve kanıksanmış tüm imgelerin de ya içi boşalmıştır ya da artık tekrara gerek duymayacak denli bir sağduyu öğesi olarak yerleri sabitlenmiştir. kullanıma sürümü anca kullanıldığı yapıyı ve bağlamı ters çevirebildiğimizde bir mana ifade etmekte, aksi takdirde bir parodi ya da en yaygın haliyle bir güdüklükten ötesine yer bulamamakta. insanlar maske takıyor demek kanıksanmış bir imgenin kullanımıysa, insanlar maske takıyor diyenlerle kafayı bulmanın kendisi de bunun güncellenmiş güdüklüğü olarak sahne almakta. bir taşın üstüne bir taş daha koymak değil olay.
kendisine dair yazılmış tasarımları gerçekliği olarak alıp hayatını bunu gerçekleştirmek üzerine kuran erkek bilinci.
düşündüğüm yerde değilim. histerik sorularım son kertede aynı motifin çeşitlemeleri; neden ağzıma sıçtın? buradaki gizli özne belirli bir özne değil ama paranteze alınmış boş bir x tarafından simgelenebilecek gizli bir yaratıcıya duyulan tepkidir. bu benim diyebileceğim her sözcelenmiş içerik ben değildir. ben sadece geri kalan boşluğumdur. her içerik karsısındaki boş mesafeyimdir; düşünüyorum öyleyse varım değil ama düşündüğüm yerde değilim ve orda varım. öznenin tözel olmayan statüsü hemen yanı başımda, yüzüme çarpıp duran sokağın orada. gerçek bir insan öznesi haline ancak ne menem bir yaratık olduğumu kabul ettiğimde gelebilirim ve insan mıyım, değil miyim sorusuna verebileceğim nihai cevaba da anca bu noktada ulaşabilirim ama insan olduğuma dair bir ulaşımın kendisi sızının üzerine farkındasızlığın kadife örtüsünü sermez ve acı kaldığı yerden oymaya devam eder ruhun ak minesini. içinde olduğunu söylemek içindeliğin içinden kaçmanın tek yoludur ve kendime söylemem gereken bir cümle var, hala söyleyemediğim ki tüm kendime yönelttiğim aşağılamalar, mahvetmecilik oyunları aslında bir cümledir; açık seçik insan dilinde kuramadığım bir cümle. özne olarak ben ve sonuçta herkes esasında bir kayıp nesnesidir; nostaljiktir... bunun bir daha asla olmayacağını bildiğin halde insan olmaya duyduğun sonsuz melankoli.
tıkanmış bir fırsat eşitliğinin yansımasına yapışıp leylek yağmuruna yakalanmış akıllar istifra etmekteyken anlam denen hülasayı, sanmalı bir zannı ikram eden çeşnicibaşı misali anlamsız cümlelerle bir girişi yazıya kiriş yapma halinin sebebidir.
dündü diyip geçilemiyor; ceplerimizdeki bitmiş bir yazın kırıntıları her adımımızla beraber bir küçük sinek gibi ısırırken bacağımızı. yine uzanılmış kötücüllüğün yatağına, üstümüzde yorgan niyetine ince bir çarşaf her çarşaf gibi ve alaycılığımızın esrikliğine kapılmış zaman sonbahara talim etmekte. aklımızdaki güneye kaçış yoluysa kapalı epeydir; yollar yitirmişken yolluklarını gözümüzden.
bir yerde, bir anda o örtüşmeyi yakalayabileceğimi sandığım bir aymazlık hali
paragraf 1
sakinlik. gece. kahve. sigara. bekleme hali.
kendi sesine ses aldanmasına savrulmaktansa, olduğun yerde iki ileri bir geri gitmek ya da iki geri bir ileri... üç nokta. anlamı savsaklayalım. entera bas iki defa.
gelişme sekansı; iki nokta üst üste (entera bas tekrardan iki defa):
uzun uzadıya seyre dalmaktansa bir elmayı ortasından ikiye kesip yarımlardan birisini boş ele verme sporu bir milli lig şemsiyesinin altında örgütlenme şansına erişip geniş kalabalıkların ilgisine mazhar olmayı bir türlü başaramadı.
insanoğlunun zekâsına güvenimin devam etmesindedir öncesindeki cümleyi es geçmem... ve sonrasındakini.
paragraf 1 paragraf 1 olamamış ama ne önemi var.
bir karambolde sıkışıp kalmış ayakların hep beraber topa doğru sürüklenmesiyle beraber arkadan yürüyerek gelip topa dokunan cılız ayağın zamanlama rüyası adını vermek istiyorum bu eserime.
yani...
kahveyi tazelemeli, üstüne yeni bir sigara yakmalı.
bedenin ruha öykünmesiyle beraber kendisini ortalığa saldığı ama ruhun kendisinin bedenin hayal ettiğinin çok ötesinde bir hali olması yüzünden de arzulanan ile olan arasındaki ilişkinin hep bir parça kopukluk içerdiği durum.
yazmaya başlamadan evvel yeni bir kahve almak için mutfağa gitmiş suyun kaynamasını beklerken dışarı bakıyor ve ne yazacağımdan bihaber, ne yazabileceğimi düşünüyordum. kahveyi almış, diğer elimde boşaltmış olduğum kül tablası, bir pencere pervazında sırtı duvar cephesine dayalı bir adamın yükseklik korkusuyla karışmış endişesinde adımlarken odama da hala bihaberdim ne yazacağımdan. masanın başına geçip bir nefes çektiğim sigaramı kül tablasını teslim ederek parmaklarımı klavyeye yasladığımda da bihaberdim ama bu bihaberliğin hemen devamında, bir diş ağrısının sonsuza dek süreceğini sandığım o anın sonsuzluğunun hep bir an sonrasında kırılması gibi bu bihaberliğinde kırılacağını ve en azından bir zaman atlaması ile aslında hiç hayatta olmayanın hayata kavuşacağını bilmenin o esrik hazzı da yanı başımda durmaktaydı.
Bunlar da başlamış aynı muhabbete. 10 yıldır 90'lar muhabbetinden kusma noktasına geldi dik tam o bitiyordu şimdi yeniden efsane başka bir nesil daha geliyormus. Offfff offf
arkadaşlar bunlar güzel kampanyalar. olur da bir gün aklınıza gelirse memleketin diğer bölgelerindeki çocuklar için de böyle şeyler bekleriz. mesela iç anadolu'nun dağlık bölgelerinin fakir çocukları için.
Sözlükleri bu yüzden seviyorum. Yıllar evvel konuşulmuş konuları yeniden, hiç yazılmamış gibi açmaları gençlerin harika.
Yazın, tartışın da bilelim amk. Niye koşuyormuş.