sikindirik ceketimi karlar bombalarken, mesudiyeli mesut gibi felçli adile naşit'in sıcak ayaklarına yüz sürmek gibi bir şey sanırım.
çamlıca lisesi binasından olurken kafama çarpan hababam sınıfı sırası gibi demireden ağır öyle.
sirke mi, yoksa limon mu diye tartışırken ölmek,
ne bileyim, sikindirik bir salon-yeşilçam filminin iletkenliğinde,
öyle arabesk bir senaryoda göçüp gitmek sanırım.
ölenlere imrenmek sanırım en güzel hayal.
bu benim dünyaya ilk gelişim,
yıkarak saltanatını koca fatihin.
kundakla kefen arasında bir gün,
"istanbul, istanbul..." deyişim.
"merhaba kızkulesi", "merhaba eyüp sultan",
kanlıca, şehremini merhaba...
bir istanbul esiyor çocukluğumdan,
ekşi bozalı, arnavut kaldırımları lâpâ lâpâ.
yuşadan mı okunur o ezanlar, hırka-i şeriften mi?
komşularımız kaptanlar, malta taşlı ikindilerden kalan.
hâlâ o beyaz gergeflerde mi?
bir tarihi gömmüşler karacaahmetinde üsküdarın,
sanki çarşaflı kadınlar mercan terliklerinde unutulan.
duyûn-u umumiye emeklisi faytonlar,
hâlâ bir sonbahar acıbademde,
cuma selamlıklarından beri saraylılar.
merhaba beylerbeyi, merhaba sultanselim,
merhaba iki gözüm istanbulum, merhaba...
aşı boyası sokaklarında ne mevsimler eskimiş,
sakalsız saçlar kestirdiğim ince boncuklu berber dükkanları.
kapalıçarşı bakırcılar, lâcivert mayıslarda köprü altları,
ve boğaziçinde şirket-i hayriye duman duman..
nerdesin o istanbul, nerdesin...
hani çıkrık seslerinde mehtapları dinlediğim,
mediha teyzelerin leylâk bahçeleri,
büyükbabamın kuvay-ı milliye hikâyeleri.
hani tahta tekerlekli arabalarım.
hani bayram yerlerinde unutulan asude çocukluğum.
gene bir başka istanbuldu bir zamanlar kafesli ıtırlarıyla,
beyaz başörtülerin lâvanta çiçekli öğleden sonralarında ıslanan.
açılır kapanır iskemlelerinde uzun çarşının,
istanbulu taşırdı bakır siniler.
sultaniyegâhtan bir hıdrellez mesiresi,
sessiz sadâkat şarkıları söylerdi.
haliç vapurlarında söz kesilmiş tazeler.
hey yavrum hey...
burunbahçe dalyanında istanbulu çekerlerdi denizden,
islatmadan...
kaç bayram mendili geçmişti elimden çeyiz sandıklarının.
bütün uykularını koynuma alıp uyurdum istanbulun.
rüyalarımda hâlâ o günahlar uyanır,
hiç geçemediğim sokaklarında işlenen.
biliyor musun prenses,
benim çocukluğum kopillerin içinde geçti.
babam gibi hırsızlık yapıyordum.
yetimhaneden kaçtıktan sonra yani.
resmen çeteydik, reisimiz vardı, işe çıkardık.
bir gün reis'e "ben gelmeyeceğim" dedim.
serde serserilik asilik var ya...
böyle bitirimhane gibi bir yerdeyiz,
sobanın üzerinden çaydanlık var, su ısıtıyorlar...
"ben gelmeyeceğim" deyince reis,
çaydanlıktaki kaynar suyu üstüme boşalttı...
böyle bir yanma olamaz.
böyle bir acı olamaz !
ama,
inan bana,
o gün bile canım bu kadar acımamıştı.
biraz önce bu ülkenin en karanlık adamlarını gözümü kırpmadan öldürdüm.
halbuki o adamların benden tek istedikleri,
aşkı maşkı unutup işime bakmamdı.
önüme servet döktüler.
ama ben seni seçtim.
sen de bana yalan söyledin...
işte efendim din savunması olsun, ülke savunması olsun bunların hiçbirini yerde bırakmayan delikanlı yazarlar bütünüdür bunlar. düşün adam gece 4'te sözlükte ama her türlü kutsal sözlere hakim ama hiçbir sosyal adaletsizlik konusuna deyinmiyor. ne kadar yalan değil mi ?
bu çocuklarden nefret etmiyorum, haşa, ama bu kafa yapısı türkiye'yi nerelere götürüp koyar, bunu sorguluyoruz.
tanım üzerinden, "sorgulamayanların sorgulamadıklarını sorgulayanlar da biziz".
yakıştıramasam da seni ezilmiş tenime,
hala öpmende eziliyor göğüs kafesim.
en karanlık yolların yolcusu olsak bile,
sensin her şeyin odak noktası, ciğerim.
trabzon'da gösterdiğin o kozasından kaçan kelebeğin bile benden daha sağlam bir yüreği vardır kuşkusuz. beni bırakma yani.
uykuyu aramaktır. ya da vicdan azaplarından sıyrılmaya çalışmak, biraz da kötü anılara çalım atmaya çalışmaktır. yine de ne yana dönersen dön, gözkapaklarını istediğin kadar sık, yine o istemediğin manzaraya bakarsın.
sırtın, omuzların aşınır döne döne. yastığın ıslanmaya başlar terden, biraz da gözyaşından belki. mevlevilerin döne döne allah'ı bulması gibi ararsın uykuyu bu zamanlar.
ve döne döne, yana yana uyumak; sızmaktır ancak. o yüzden her sabah yorgun uyanır adamsa adam.
islami devrim muhafızları hava-uzay komutanı imiş kendisi.
türkiye'deki füze radalarından şikayetçiymiş ve vururmuş.
siz sikindirik ülkenizi adam edin önce, sonra onu bunu tehdit edin ya. amına koyayım 10 senedir iran nereyi vuracak mevzuları dönüyor. lan götünüz yerse herhangi bir ülkeyi vurun bir kere ya ?
yaklaşan kedi için eğilmeye başladığınız anda, kedinin hiç siklemeden başka bir yöne doğru gitmeye başlaması. akabinde takımla foto çektiren alt sıra futbolcusu gibi sıçar pozisyonda sokakta kalakalmak.
ali baba'nın kedileri, köpekleri ve bilimum hayvanlarıyla dolu çiftliğinden öte, bir felsefe, bir direniş vesikasıdır efendim.
öyle düz kedi köpek falan değil abicim, anlamlı bakan koyunlar mı istersin, sözlük tosunları mı, topal sinekler mi ?
ilerleyen yıllarda neo-liberal kertenkele, aşık orangutan, eşcinsel lepistes gibi yine bizleri nihat doğan felsefesiyle alnımızdan vuracak hayvanlara da gebe sanki bu akım.
teşekkürler nihat.
iyi ki varsın,
iyi ki bizimlesin.