kışın aşırı evhamlı annesi tarafından dışarı çıkartılırken evde ne varsa üstüne geçirilen,bunun sonucunda yusyuvarlak,top gibi olan,kolları kapanmayan böyle havada kalan ve paytak paytak yürüyen çocuklardır...
ben de bu çocuklardandım bir zamanlar...annem sayesinde...öyle ağrı'da ankara'da falan da değildik...izmirdeydik,kışın çok da sert geçmediği bir yerde...
ama gel de bunu anlat anneme.önce bir külotlu çorap giyerdim.hem de siyah değil,kıpkırmızı bir çorap...bazen de pijama...onları iki tane üstüste giydiğim kalın çorabın içine soktuktan sonra içeme bir atlet,onun üstüne bir tişört ve sonra da bir kazak...altıma kalın kadife bir pantalon.bacaklar kapkalın olur tabi...montumu da giyerim sonra.kafama bir bere,ellere eldiven...ağız burun ve yüzün geri kalan kısmı da değil soğuk geçirmek,nefes bile aldırmayan bir atkıyla sarıldıktan sonra hazırdım artık...dışarda kar olsa ve yuvarlansam koca bir çığ oluştururdum...
işin ilginç yanı çok hasta olurdum ben...annem de 'bak oğlum hasta oluyorsun işte' diyerek daha kalın giydiriyordu beni...bir inatlaşma başlamıştı.anlamıyordum da nasıl hasta oluyorum diye.değil vücuduma mikrop girmesi,10 santim yarı çaplık bir küreyi bile geçemiyorlardı bana gelmek için...ama nasıl oluyorsa,oluyordu ve ben her seferinde üşütürdüm...
sadece üşütme de değil.aklınıza gelebilecek her hastalığı geçirdim ben.kızamık,suçiçeği,tifo,sarılık vesaire vesaire...hatta menenjit bile...annem bu halimi hep menenjite bağlar ve 'sen menenjit geçirdikten sonra böyle olduk,çocukken çok akıllıydın' der.
ama birgün ben de büyüdüm,anneme karşı gelme yaşım geldi.ve dışarı istediğimi giyerek çıkmaya başladım.işte o zamandan beri nadiren hasta olurum ben...nedenini bilmem ama bütün kışı bir bilemedin iki hafta burnum akarak geçer ve o kadar...
ilginç değil mi???menenjit geçirdikten sonra böyle oldum ben...
başlamadan önce not:bu başlık dolmusta ayakta beklerken yeni gelip oturan kadina sinir olmak şeklinde açılmak istenmiş ama karekter sınırına takılmıştır...
şimdi başlayabilirim...
her ne kadar ana avrat düz gitmek istesem de, gerek terbiyeli bir insan oluşumdan,gerekse sözlük formatında geçen ilk entry tanım olmalı kuralından dolayı sakin bir giriş yapacağım.ama tabi nasıl bitireceğimi bilemem...
neyse tanıma geçelim...uzun süre ayakta gitmenin ve dolmuşun sürekli sallanmasından dolayı kafayı tavana vura vura oluşan baş ağrısının verdiği etkiden kaynaklanan,birinin 'müsait bir yerde inicek var' dediğinde oluşan umudu, hemen binerek ve boş yeri adeta çocukluğumuzun doğum günlerinin aktivitesi sandelye kapmacadaki çevikliğimize taş çıkaracak şekilde kaparak yok eden teyzeye hafiften kıl kapma,kafa kol dalmak olmasa da inerken şöyle bir çelme takma isteği doğuracak şiddette bir sinirle sarsılma olayıdır.
öncelikle şunu söyliyim cümle uzun oldu kesin bir anlatım hatası yaptı bu ibne,şimdi düştün elime diye sevinmeyin.cümleyi 5 kere okudum...hiçbir anlatım hatası yok.öss'de çıksa anlatım hatası bulamam şerefsizim...
artık tanımı da yaptığımıza göre,kişisel ve forumsal bir tarza dönebiliriz...
bugün başıma gelmiş bir olaydır bu.bütün gün gezip tozduktan sonra* ayaklarımın tabanları ağrırkene dolmuşa bindim efendim.dolmuşta yer vardı aslında ama,arkamdan binen nur yüzlü,tonton nineye yer vererek ondan sağol evladım,bana torunumu hatırlattın dedikten hemen sonra içinde kurabiye falan olduğunu tahmin ettiğim poşetinden bana bir şey vermesini bekledim.ama o göz temasından kaçınarak oturunca hayallerim yıkılmadı değil.ama olsun ben ona yerimi helal ediyorum yine de...
neyse ben ayakta kalınca klasik oyunumu oynamaya başladım.nereye kadar ayakta kalıcam ve kimde az sonra inecek tipi var...ilk düşüncem şu önde oturan amca birazdan iner diyeydi.çünkü götünün yarısı dışardaydı ama o da şöförle muhabbeti kurunca anladım ki son durağa doğru iner...işte bp görünmüştü uzakta.ilk umudum...ama orda da kimse inmeyince bir daha ki oturma olasılığımın olduğu yerin migros olduğunu düşündüm.en arkada oturan ve telefonda 5 dakkaya geliyorum annecim diyen kızda orda inmeyince ayakta beklemeye devam ettim.lan kız 5 dakka dedi,ben inince hala dolmuştaydı...
uzattığımın farkındayım,ama okucan nasılsa,o yüzden hiç artistlik yapma...sonra o an geldi işte...cam kenarında hem de en sevdiğim yerde oturan amca müsait bir yerde dedi...hayallerim gerçek oluyodu.gözümde canlandı bir an.sonuna kadar açık bir cam,ve rüzgarda saçları uçuşan ben...çok mutluydum.ama işte orda o hain kadın çıktı ortaya.göz göze geldik.yerimi istiyordu...amcanın yanında oturan yerimi verdiğim teyzenin geç çekilmesinden faydalanıp dolmuş durur durmaz,bindi ve amca daha yerinden çıkmadan,o yeri kendine ayırttı hain kadın...
o an dünya başımdan yıkılmıştı.bu boyattığı kızıl saçı ve asık suratıyla hayatta yer verilmicek en fazla 35 yaşında olan koca topuklu ve dizinin altında olan eteğiyle oraya oturdu.içimden küfürler ede ede bir baktım ineceğim yere geldim.yol ağzında diye bağırırken sesimdeki titreme hayalkırıklığımı çok net ele veriyordu...dolmuş şöförü tam istediğim noktada durarak beni teselli ediyordu adeta.5 dakka sonra inicem diyen kız kusura bakma diyordu gözleriyle bana.20 milyonunun üstünü,hiç düşürmeden çok klas verdiğim eleman başka sefere dostum dercesine baktı.ama ben başım dik indim dolmuştan...dolmuş gaza basıp önümden geçerken anladım ki kimsenin sikinde değildim ve bunların hepsini kafamda yaratmıştım...
annemin oğlum eve gelirken fırından ekmek al dileğini gerçekleştirirken fırıncıya bütün duygularımı açmayı o kadar çok isterdim ki.50 kuruş aldığım o nasırlı elleriyle bana sarılmasını üzülme evladım,bir gün seninde araban olur kurtulursun bu dolmuş ızdırabından demesini hayal ettim...
bir baktım eve gelmişim.kapıyı çaldım ve içeri girdim...
lan yeter sıkıldım.bundan sonrasını anlatmıyorum...bu demek oluyor ki bu sevgili günlük tarzı entry burda bitiyor...
sözlükte oldukça meşhur ve eli oy butonundan ayrılmayan seri eksi oy veren ibnenin vatandaşlık görevini yerine getirerek seçimde de oy vermesidir.
kendisinin hangi partiye oy vereceği kesin değildir ama bu ülke için eksi oy anlamına gelen ve ülkeyi geri götüren bir partiye* oy vereceğini tahmin ediyorum...
her insanın çocukluk döneminde öğretmenine, komşunun çocuğuna ya da ne biliyim bir arkadaşına platonik bir aşk yaşamıştır.mutlaka bir imkansız aşkı olmuştur.
tabi ki her genelleme gibi bu da yanlıştır...herkesin platonik aşkı yoktur.misal ben.ben kimseyi platonik olarak sevmedim küçükken...
daha doğrusu sevmeme izin vermedim efendim ben.çünkü çok açık sözlüydüm,bir de sanırım çok iyimserdim...
hikayem ben 6 yaşındayken başlıyor.anaokuluna başlamıştım.bir de öğretmenim vardı.güzel de biriydi.bütün gün beraber olduğum bu kadına çoğu çocuk gibi ben de aşık olduğumu sandım.herkes gibi başını okşayınca mutlu olmak,öpünce havalara uçmak, uzaktan sevmek,,evlendiğini hayal etmek varken,ben gittim duygularımı açık açık söyledim öküz gibi.bir de kendimden çok eminim.direk evlenme teklif ettim.önce bak sen şu ufaklığa dercesine güldü.gülmesine ara verdiğinde başımı okşayıp ama ben evliyim dedi.ben de boşanırsın dedim...doğal olarak reddedildim.geriye kalp kırığı kalmıştı.ama öküzlük bendeydi,sen platonik aşkın güzelliğini yaşamaktansa kendinden 20 küsür yaş büyük birine evlenme teklif edersen olacağı budur.kendisi aynı zamanda bizim komşumuz olduğu için bu olay aileme de intikal etti ve iyi bir alay konusu oldum.
neyse ben bu aşk acısını unuttum.ama değişmedim.ertesi sene ilkokula başladım.ilk gün gözüme biz kız kestirdim ve hemen aşık oldum.ilk tenefüste yanına gittim.herkes gibi o da ağlayarak annesini istiyordu.koşarak dışarda bekleyen annesinin yanına gitti.ben de peşinden...koştum,yetiştim,tuttum kolundan 'seni seviyorum, benle gelceksin' dedim.kız daha yüksek sesle ağlamaya başladı.annesi geldi,elimden aldı kızını, bana fırça attı ve uzaklaştı.ikinci aşk hikayem de mutsuz ve acıklı bir sonla bitmişti.yine yapayalnızdım...
yıllar geçti,ben hiç değişmedim.sürekli reddedildim ama ben hiç pes etmedim.benden 5 yaş büyük komşumuzun kızına aşkımı ilan ettiğimde benle dalga geçti ama ben değişmedim.okulun en güzel kızı beni reddettiğinde ben değişmedim.ikinci en güzel kızı reddettiğinde de değişmedim...
sonuçta reddedilmelerle dolu bir çocukluk yaşadım ama hiç platonik bir aşkım olmadı...fırsat vermedim ki olsun...
türkiye'de hala geçerliliğini koruyan ilkel bir yöntem olan seçimden sonra parmağa sürülen boya bari bir işe yarasın da karizma yapalım diye düşünen kişinin yapacağı aktivitedir.
-evet şimdi boyanızı sürelim.
+şimdi ben şöyle bir model istiyorum.çizdim getirdim evde...
-bu ne lan??
+bu yılan...bir de koluma ejdarha dövmesi yaptırmak istiyorum.onun için bir oy daha atıyım mı?
-???
+acıycak mı??ben çok korkarım da böyle şeylerden...
öncelikle bu başlık mahallede top koşturalan çocuğun yıllar sonra insanın football manager de karşısına çıkması şeklinde açılmak istenmişti ama malum karakter sınırı...neyse tanıma geçelim...
yıllarca sokak aralarında beraber taşlarla kurulmuş kalelerde beraber maç yaptığınız, beraber aylık, gol atan kaleye oynadığınız kişinin football manager isimli oyunda karşınıza çıkması durumudur.
bu olay benim başıma geldi.anlatıyım efendim...
yine kendimi kaptırmışım fm oynuyorum.içerden annemin sesi...'oğlum kalk şu bilgisayarın başından artık'...yine dinlemiyorum tabi.ben üçgenimi kurmuşum...fm, winamp ve cips...
scoutlarımı türkiye'ye genç oyuncu aramaya gönderdim.eeee avrupa'nın en iyi teknik direktörü olabilirim ama para beni bozmadı.ülkeme birşeyler vermek istiyorum...neyse bu scoutlar bana gösterdiği bu futbolcular arasında genç bir orta saha oyuncusu gözüme batıyor.ismi de bir yerden tanıdık geliyor...şimdi ben bu oyuncunun ismini burda vermiyim,reklam olmasın ama sonradan 'ulan bizim x lan bu' diyorum...sonra yok lan isim benzerliğidir diye olayı geçiştiriyorum.
sonra o günlerden hala görüştüğüm birine bu olayı anlattığımda 'evet lan orda oynuyo o' diyor.gülüyorum ilk başta...
daha sonra içime oturuyor acısı.ulan diyorum, ben bu çocuğun eline verirdim eskiden diyorum.çalım manyağı yapardım,o günler gözümün önüne geliyor...arabanın altına kaçan toplar,araba geçince duran oyun,herkes eski yerine dönsün,sen bir adım gerideydin...yok direk üstü,kaleci nasıl zıplasın lan oraya...
o flashback sonrası gerçek vuruyor yüzüme...o futbolcu olup kurtarmıştı kendini.ben ise boş gezen bir adam...diyorum ulan ben de bırakmasam futbolu,olurdum lan o zaman futbolcu...şimdi lincoln transferi yerine belki de galatasaray'a benim transferim konuşuluyordu.belki de kayserispor beni bırakmıyordu üç büyüklere...
ama keşkelerle olmuyor bu hayat...neyse ben açıyım da biraz daha fm oynıyayım.o şerefsiz de kabul etmedi zaten teklifimi.bir kuruş üstünü vermem.yeni bir genç yıldız bulmalıyım...
büyük adam olur, çok da terbiyeli,dahi valla, cumhurbaşkanı olur büyüyünce bu çocuk denilen kişinin, yıllar sonra bir baltaya sap olamayan serseri birine dönüşüp bütün umutları boş çıkarmasıdır.
tanımı yaptıktan sonra kişiselliğin gözünü çıkarabilirim diye düşünüyorum...
efendim bu başlıkta sözü geçen insan evladı benim. hikayem ben iki yaşındayken başlıyor.
yüzüne bakıldığında ebleh lan bu çocuk denilebilecek bir çocuktum ben o zaman. her iki yaşındaki çocuk gibi etrafta koşuşturup, yere düşen, sonra ağlaması numarası yapıp, kimsenin ilgilenmediğini görünce ayağa kalkıp tekrar koşuşturup, yine yere düşen, yani oldukça monoton bir hayatım vardı.
ne olduysa ondan sonra oldu. hayatıma bir renk gelsin diye izlediğim susam sokağından 10'a kadar saymasını öğrendim. ne ki lan diyebilirsiniz, bence de abartılcak birşey değil. ama ne zaman ki kırmızı başlıklı kız hikayesinde kurdun karnından çıkarılaran ninenin yaşayamayacağını söylediğim zaman şüphe çekmeye başladım.
daha sonra üst komşumuzun veledi okulda ingilizce 10'a kadar saymayı öğreniyordu. bu tepemde sürekli 'van tu tri for' diye gezince bende de kulak aşinalığı oldu ve evde one tu tri for fayf diye gezmeye başladım. artık aile fertlerinin iyice dikkatini çekmeye başlamıştım. ulan hadi van tu tri for'u anladık da fayf'ı nerden öğrendi lan bu velet diyorlardı.
bardağı taşıran son damla ise bir test oldu. bir test sonucu benim ileri zekalı olduğum anlaşıldı.
işte o gün hayatım değişti. artık boş boş oyuncakları duvara vuramıyordum. ya da öyle televizyona öküz öküz bakamıyordum. çünkü bütün aile beni izliyor ve yeni birşeyler yapmamı bekliyordu. her hareketimden saçma yorumlar çıkarıyorlardı. eskiden duvara resim çizince azar işittirken, artık sanatçı ruhu gelişiyor diyerek serbest bırakılıyordum ve hatta başım okşanıyordu... bu da doğal olarak olayın tüm zevkini kaçırıyordu.
sonuç olarak önce her dahi çocuğun yapmak zorunda olduğu piyano dersleri almaya başladım. ama içinde zerre mozart olmayan ben, piyanonun üzerine çıkıp zıplıyordum. ailem demek ki görsel zekası daha kuvvetli diyerek pes etmedi benim piyano başarısızlığından sonra.
özel kreşlere gittim, özel okullara gittim dahiyim diye... ama dahilikle delilik arasındaki ince çizgiden sanırım yavaş yavaş deliliğe doğru kayıyordum ve bunu sadece ben farkediyordum. zekamı yaramazlığa, şeytanlığa ve street fighter'ı iki jetonla bitirmeye yoruyordum.
neyse uzatmıyayım. artık o çocukluk günlerim çok uzakta kaldı. ve ilerde büyük adam olur, bilim adamı olur denilen ben, bütün gün televizyonun karşısında karnımı kaşıyorum... doğal olarak bu dahilik değil aptallık ibaresi olarak görülüyor.
burdan ailemden onların umutlarını boşa çıkardığım için özür dilemek istiyorum.
yani sonuç olarak ilerde büyük adam olur denilen ben, anca bir sözlük sitesinde hayatını başkalarına anlatacak kadar adam oldum...
neyse babam bana demişti zaten 'ben sana adam olamazsın demedim büyük adam olamazsın demiştim' diye...
özellikle tecrübeli yazarların bir türlü yazar olamayan çaylakların* duygularıyla oynamak, ırzına geçmek amacıyla 'yazar yapıcam seni diyerek' onları kandırmasıdır.
-pardon sanırım çaylaksınız.
+evet öyleyim,ama bir türlü yazar olamadım.o kadar da entry girdim.
-hımm size yardımcı olabilirim sanırım.
+gerçekten mi?
-evet yönetimle bağlantılarım var..
+ayyy beni çok bahtiyar edersiniz.
-isterseniz ayrıntıları içkilerimizi yudumlarken konuşalım.
+peki.
-lütfen bakınıza tıklayınız. (bkz: ilaçlıgazoz)
+tıkladım...
-nihahaahahaaha
+efendim?
-yok bir şey...
da vinci'nin şifresini unutmamak amacıyla kolay bir şifre seçmek istemesinin sonucudur...o kadar film,kitapta bulunmaya çalışan bu şifre için boşa çaba harcandığının kanıtıdır...
belki doğru olmayabilir ama bence denemeye değer..*
yukarıdaki cümle oldukça mantıksız ve anlaşılmaz görülebilir ama şunu anlatmak istiyor:bir kokoreç ne kadar pis şartlarda hazırlanıyorsa, aynı derecede lezzetli olur. el değmeden,süper temiz şartlarda hazırlanan kokoreç ise sıradan bir ekmek arası olmaktan ileri gidemez...
yani şunu iddia ediyorum.kokorece lezzet katan o pis ortamdır,yani pisliktir!!!
hani derler yaa 'ayyy şu iğrenç yere bak,ne kadar pis,burda hazırlanan şey yenir mi'...öyle yerler var ya...eğer orda hazırlanan şey kokoreç ise,hiç düşünmeyin yiyin.hayatınızda yiyeceğiniz en güzel kokoreç o kokoreçtir.
midemi falan bozarım diye düşünmeyin.ben kokoreç yedikten sonra,midemi tek bir kez bozdum.o da çok lüks bir fastfood zincirinde...şimdi ben burda adını verip kötülemiyim onları* ama üstünüze afiyet bayağı kötü olmuştum.haa tabi kokoreçten sonra bir iki kere acılı ve bol kokulu tuvelete çıkarsınız ama o ayrı...
yani demem o ki kokoreç güzeldir yiyin efendim,afiyet olsun...
not:'aayyyğğğ kokoreç iğğğreaaançç bişiiy,hayatta yemeeemmm' diyenler bu yazıyı okumanız tavsiye edilmez...hadi okudunuz diyelim 'aayyyğğğ kokoreç iğğğreaaançç bişiiy,hayatta yemeeemmm' diyip sinirimi bozmayın.ben sizin sushinize birşey diyor muyum?
-uçurulan yazarlar cennete mi gidiyor?
+*evet yavrum.evet bir tanem...
-peki babam da mı cennete gitti?
+yok o cehenneme gitti.moderatöre küfür etmiş pezevenk...