Reddit'te bir comment thread'de paylaşılmış ilginç bir hikaye. Çevirmeye üşendim ingilizcesi olan olmayana anlatsın.
"Nothing tops the Jolly Rancher story.
Steve and his girlfriend Samantha went off to college in August. She went to Florida State, he went to Penn. So, she decides to fly to PA to visit him. He was really happy to see her so he decided to give her some oral action.
He had done this numerous times before and he always enjoyed doing it...but for some reason, this time, she smelled really horrible, and she tasted even worse. He didn't want to offend her though because he hadn't seen her in months...so he put a Jolly Rancher in his mouth to cover it up, even though it didn't do much to help.
In the course of eating her out, he accidentally pushed the candy inside of her... and stuck a finger in to grab it out. He took it out, and put it back into his mouth and bit it. Only...it wasn't the Jolly Rancher.
It was a nodule of gonorrhea.
As in, the blister-like structure that gonorrhea makes filled with diseased pus was the size of a fucking Jolly Rancher and the poor guy BIT it. I guess it was really dark in the room. He freaked out and started vomiting all over the place when it exploded in his mouth...
He demanded to know what was going on, turns out she had cheated on him at a club like, the first week of college, and fucked some random guy and the stupid bitch had no clue what was wrong with her. She noticed a strange smell though.
So now, Steve is freaking out that he now has gonorrhea of the mouth and God knows what else."
bu akşam tsi 23:00'te oynanacak maç, ntv'den naklen yayınlanacaktır. kötü giden atletico madrid ve son zamanlarda tökezleyen real madrid'in bir hayli heyecanlı geçmesi beklenen mücadelesi. şahsen bir atletico taraftarı olarak atletico'nun da real'e bir çelme takmasını beklemekteyim.
Can Dündar'ın 27.07.1995'de yazdığı muhteşem bir yazı. tam metni :
Geçen hafta Kenan Paşa, bir sahil eğlencesi sırasında anlatılan bir Laz fıkrasına pek gülmüş. Fıkrayı çoğunuz duymuşsunuzdur: Temel'le Dursun ingiltere'ye gitmişler. Acıkınca bir hamburgerciye dalıp, menüye gözatmışlar. Sosisli sandviç anlamına gelen "Hot Dog" yazısını görünce "Bu da ne ola ki" diye sözlüklerine davranmışlar. Temel, "Hot dog, 'Kızgın köpek' demekmiş. Yiyelim bakalım. Tatmış oluruz" demiş. Az sonra ikisinin de sosisli sandviçleri gelmiş. Temel önüne konan parçaya bir gözattıktan sonra Dursun'un kulağına eğilip sormuş;
"- Ula Dursun sana neresi geldiği köpeğin..?"
* * *
Bu türden bir nahoş hadise için ingiltere'lere gitmeye gerek kalmadığını ben geçen hafta Türkiye'de yaşadığım ilginç bir macerada anladım. Belki inanmayacaksınız ama anlatacaklarımın tümü bir gün içinde başıma geldi.
Kısa bir tatile niyetlenip, Antalya'ya bilet aldım ve havaalanına gittim.
Havaalanında Türk Hava Yolları, son birkaç aydır artık mutad hale getirdiği üzre rötar yaptı. Ve cümbür cemaat beklemeye koyulduk.
Havaalanının "cafe"sinde beklerken, yan masada yetişkin bir adam, yurtdışında eğitim gördüğünü tahmin ettiğim gençten bir kızla dertleşiyordu. Rötardan yakındıklarını duyunca kulak misafiri oldum. Adam "THY son dönemde o kadar çok rötar yapıyor ki, adına Tehirli Hava Yolları demek daha doğru" dedi.
Yanındaki kız boş gözlerle bakıp, "tehir ne demek" diye sordu.
Şaşırdı adam... Sonra kendince en kestirme yolu seçip, aynen şöyle dedi:
"Tehir işte canım... yani delay.. delay..."
"Haaa" diye güldü kız, "tehir"in ingilizce karşılığını duyunca...
Çok da değil, bir kuşak önce babasının konuştuğu dille iletişim kurabilmek için taa Atlas Okyanusu'nu dolaşıp gelmesi gerekmişti. Ama bu durumu hiç yadırgamadılar.
Ben, sinir oldum.
"Delay... delay..." diye söylenerek "cafe"ye doğru yürüdüm ve servis yapan karayağız delikanlıya "Bir sütlü kakao lütfen" dedim.
Aynı boş bakış ve o feci soru:
"Hot-chocolate mı?"
Nutkum tutuldu. Yutkunup, "evet" diyebildim. Adam "hot-chocolate"ımı verdi. Ayaküstü bir Atlas Okyanusu turu da ben yapmış oldum.
Sessizce gidip, masama oturdum.
* * *
Bitmedi. Antalya'ya gidince arkadaşlarla sahilde bir "restaurant'a oturup, öğle yemeği için beklemeye koyulduk. Pos bıyıklı bir garson az sonra tepemizde belirdi. Ben siparişleri verdim. Sonunda da "iki tane de patates kızartması" dedim. Gelen soruyu artık herhalde tahmin ediyorsunuz:
"- Pommefrite... yani... diy mi?"
Bu kez bütün bunların bir kamera şakası olduğuna kesinkes hükmettim ve arkadaşlara hangi kameraya gülümsemem gerektiğini sordum.
inatla reddettiler. Galiba hepsi gerçekti.
Kaldığımız otelin resepsiyonunda isviçreli bir genç kız görevliydi. Pek şeker görünümlüydü, ama küçük bir kusuru vardı: Türkçe bilmiyordu. Biz üç dilde "patates kızartması" demeyi öğrendiğimiz halde küçük hanım, çalıştığı ülkenin dilinde bir "Merhaba" demeyi öğrenmeye bile üşenmişti. Kendi memleketimizde bir odaya yerleşebilmek için ingilizce meram anlatmak zorunda kaldık. Otelin havuzunda gün boyu katlanmak zorunda kaldığımız Almanca "animasyonlar" da günün mana ve ehemmiyetine uygun düştü.
Bir sömürge toprağında tatil yaptığımı hissettim bir an...
Kapıyı bacayı kitleyip, odama çekildim ve kitap okumaya koyuldum. Ece Ayhan'ın "Yort Savul"u vardı yanımda... ilk çevirdiğim sayfada aynen şöyle diyordu:
"Açıl Doğu açıl! Doğu açılsın, Doğu açılacak elbette. Ama yeni bir Akdenizli der ki, hem yeni ayana, hem yeni divanilere; Doğu'ya doğru fazla giden, coğrafya yüzünden, Batı'ya düşer. Tersi de geçerlidir bunun..."
Yani...?
Fazla Batı'ya gidersen, geri Doğu'ya düşersin...
"Doğululuk", Batı'nın dilini kendi dilin sanmaktır. Ağzını açıp, Batı'ya hayran hayran bakarken, dilini yutarsın... Ya da alemin dili seni yutar...
Çünkü oralarda sana '"köpeğin hep aynı yeri gelir..."
Yerken dilini ısırır, dilsiz kalırsın...
24 haziran 1989 doğumlu ispanyol kaleci. real valladolid'de oynamaktadır. 2006'daki U-17 şampiyonasında kilit bir rol oynarak ispanyo ile birlikte bronz madalyayı kazanmıştır. 2007'deki U-19 şampiyonasında yedek kaleci olarak başlamış, yarı finalde fransa karşısında ilk onbirde başlamış normal süresi 0-0 biten maçta üstün performans ortaya koyarak 2 tane penaltı kurtarmış. aynı şampiyonada finalde yunanistan karşısında takımının 1-0'lık galibiyetinde önemli rol oynarak kupayı kaldırmıştır.
londra'nın merkezinde islington high street ve highbury fields arasını kapsayan mahalle. arsenal'in eski stadı highbury ve şimdiki stadı emirates, islington'ın sınırları içindedir.
the features grubunun 2006'da çıkardığı Contrast EP albümünde yer alan şarkı. sözleri şöyledir:
Send in the angels, send in the team
There's a fire on the mountain, fire in my jeans
It's the right time for leaving, right time to leave
Gonna write youa a letter that is unfit to read
I will wander, I will wander
I will wander, I will wander
Call on the agents, call on
Put your gods in position
I know what you're thinking
When you stare at the ceiling, deciding who to choose
I will wander, I will wander
I will wander, I will wander
Ooh, ooh, ooh, ooh, ooh, ooh
Send in the angels, send in the team
I will wander, I will wander
There's a fire on the mountain, fire in my jeans
I will wander, I will wander
It's the right time for leaving, right time to leave
I will wander, I will wander
Gonna write youa a letter that is unfit to read
I will wander, I will wander
ea sports'un pc'de çıkarmayacağını duyurduğu, çıkış tarihini kuzey amerika için 7 ekim, avrupa için 3 ekim, avustralya için 9 ekim olarak belirlediği nba live serisinin en yeni oyunu.
manucho olarak bilinen angola asıllı,1983 doğumlu santrafor. petro atletico'dan manchester united'a ocak ayında transfer olmasına rağmen çalışma izni sorunu yüzünden yunanistanın panathinaikos takımına kiralanmış, sezon başı çalışmaları için katıldığı manchester united kampında çalışma izni çıkarılarak tam anlamıyla bir manchester united oyuncusu olmuştur. 26 numaralı formayı giymektedir.
orijinal ismi "Frontière(s)" olan Xavier Gens'in yazıp yönettiği bir korku filmi. ingilizcesi frontier(s), türkçesi sınır(da) olarak çevrilmiş filmdir. ülkemizde 13 haziranda gösterime girmiştir. imbd puanı 6,2'dir.