körfez savaşı sendromu, sivil halkın da içinde bulunduğu 1991 basra körfezi savaşının muharip gazileri tarafından bildirilen , çok semptomlu kronik bir hastalıktır.
yorgunluk, kas ağrısı, bilişsel sorunlar ve kızarıklıklar da dahil olmak üzere çok çeşitli akut ve kronik belirtilerle ilişkilendirilmiştir.
savaşta görev yapan 700.000 gazinin yaklaşık 250.000'i zor şartlarla müteessir olmuştur.
ancak bu semptomların savaşta yer alınmasına ilişkin olduğu ya da hastalıkların savaş gazilerinde diğer gruplara nazaran daha fazla görülüp görülmediği hiçbir zaman açıklığa kavuşmamıştır.
sendromun nedeni bilinmezken;
askerlere verilen aşılar, silahlar için uranyum kullanımı veya bombalı saldırılarda tahrip olan kimyasal silahlara maruz kalma gibi bazı teoriler öne sürülmüştür .
hatta buna bilinmeyen bir bakterinin neden olabileceği yönünde spekülasyonlar da bulunmaktadır.
bugün de bize yararlı bilgiler ile katkıda bulunan yds publishinge saygılarla...
sözlükteki tüm muhterem yazarlarımıza huzurlu bir akşam dilerim...
Tetris etkisi, Tetris video oyunundan sonra adlandırılmış bir sendromdur.
Birisi zamanının haddinden fazlasını, düşünce ve düşlerinde dahi yer almaya başlayan bir aktivite ya da oyuna ayırdığında ortaya çıkar.
1984'te piyasaya sürüldüğünde, Tetris oyunu dünyada büyük bir fırtına yarattı ve insanlar zamanının hatrı sayılır bir bölümünü ona adamaya başladılar. Oyuncular , oyunun soyut şekillerini günlük hayatlarında görmeye ve mobilya vb. diğer tüm objelerin parçalarını birlikte mükemmel satır formuna uydurduklarını tasavvur etmeye başladılar. Düşen blokları rüyalarında bile görüyorlardı...
Tetris'in altın günleri uzun sürse de geride kaldı ancak Tetris etkisi hala günümüzde devam etmektedir. Sıradan hobilerin, görevlerin veya diğer oyunların bir sonucu olarak ortaya çıkabilir. Bilgisayar programcılarında ve sıkça karmaşık denklemler gören matematikçilerde yaygın olarak görülmektedir.
Bu güzel ve bilgilendirici yazı için teşekkür ederim YDS publishing ...
Ben de geceyi bu bilgileri sizinle paylaşarak tamamlamak istedim...
Bugünden bu kadarlık...
iyi geceler, esenlikler dilerim değerli yazarlar...
insanların ikinci dalga kahvecisi oluşundan daha çok önemsediği;
ücretsiz wifi -her gün yüzlercesini paylaştıkları fotoğraflara , sırf starbucks'ta bulunurken kahve içtiği birkaç yüz tane daha fotoğraf eklemek için-
ve priz -dibinde saatlerce oturulmasına rağmen gerçek dünyaları haline gelmiş bu sosyal yaşam destek medyalarından olası batarya düşüklüğü sebebiyle uzak düşmemeleri için-
bulunmasından mütevellit
zamanlarının büyük bir bölümünü çöpe attığı; üstüne üstlük,
kavrulma tarihinin üzerinden en az 1500 gün geçen kalitesiz kahvelere paralarının da hatrı sayılır kısmını ziyan ettikleri mekan...
her şeye tamamız ama benim midem ve aklım burada sinyal vermek için devreye giriyor... pek tabii haklı olarak...
Pink Floyd'dan wish you were here dinlemeyi öylesine isterdim aslında...Lakin o da 5.21 saniye olduğundan...
The Beatles Yesterday'den dem vuracağım, son ama yeterince huzurlu 2 dakika olurdu benim için muhtemelen...
Hayatlarına anlam katabilecek, iz bırakabilecek bir film izlemek,
gürül gürül akan şelale misali sürüklenecekleri ufuklarını açacak birkaç kitap okumak,
çoğu zaman içlerini kıpır kıpır edecek bir şarkı keşfetmek,
bazen ışıl ışıl parlayan güneşin tenlerine yanık buseler kondurmasına müteşekkir olmak
ve bazen de mis gibi bir demet sümbül koklamak isterler...
Ancak kesinlikle bir ruhsuz olmayı istemezler...
Kalp kırıklıklarının battığı vicdanları ile baş başa kalmayı da hiç istemezler...
Şiddetin hiçbir türlüsünü hak etmezler...
Düşünce şiddeti olan önyargıları da hiç hak etmezler...
insanların yapmacık ilişkilerini, instagrama bir gösteriş fotoğrafı daha atabilmek için pahalı -sözde- hediyeler ile taçlandırdıkları ve bu saçmalığa sevgililer günü dedikleri, ikinci ayın on dördüncü günüdür...
Ne yazık ki bu yıl kutlamaya zorunlu bırakıldım... Hiç tasvip etmiyorum.
Çoğunlukla her yıl yapmaya çalıştığım gibi yine güzel sözler yazdığım küçük notlar hazırladım... Denk gelen herkesin eline , cebine sıkıştıracağım.
Yani benim için bugün insanları sevme günü... Tıpkı her gün olduğu gibi...
Herkesin birbirini kucak dolusu ve önyargısız sevebileceği nice günler dilerim... Esenlikler.
Çocukluğumdan beri hayalini kurduğum Londra'da dil üzerine önemli çalışmalara imza atmış bir profesör filolog olarak yaşamak...
Tabi bir de ufak kafem olsun isterim... içinde kitaplar, daktilolar ve bir pikabın üzerinde durmadan dönen "Wish You were here" vb. Plaklar... Huzur bulmak isteyenlerin içeriye girdiğinde kendini "life in peace" dönemlerinde hissedeceği naif bir kafe işte...
Hayatla tüm hesaplarımı kapattıktan sonra bir karavan alırım ve kedimle birer gezgin oluruz... Mutluluğumuzu fotoğraflarız... Ya da fotoğraflamayız her şeyi , tüm güzel anları sadece hafızama kaydederim. Orada bir makinede olduğundan daha değerli olurlar belki...
Ben kedime kitaplar okurum ve o da mırnavlar durur...
Aslında bakılırsa herkesin yapmak istediği sayamayacağı kadar çok şey var... Bu hayallerin ve hedeflerin hepsini yine kendimizi mutlu edebilmek ve yaşlandığımızda geçirdiğimiz hayatı güzel hatırlayabilmek uğruna yapıyoruz, yapmaya çalışıyoruz...
Umarım hiçbirimiz istediğimiz hayatı doyasıya yaşamadan "o güzel atlarımıza binip" terk etmeyiz bu dünyayı...
dan brown - dijital kale , da vinci'nin şifresi , cehennem ...
şimdilik bu kadar aklıma gelenler, ileriki günlerde editleyebilmem dileğimle... iyi okumalar...
son olarak tavsiyem her gördüğünüzü okumanız değil, size bir şeyler katabileceğini düşündüğünüz ve okurken sürüklendiğinizi hissettiğiniz kitapları okumanız...
Entryleri okuyorum da yok "vurdurur" yok "cehnnemde yanar" yok "travma geçirmiş" ...
Entrylerinizde ne bir bilgi var ne de doğru düzgün düşünceler , önyargıdan başka...
Keşke biraz daha mantık çerçevesinde ve saygılı konuşsanız.
Henüz dövme sahibi değilim, hayatıma anlam katacaksa neden olmasın?
insanların hayatta değerli bulduğu şeyleri vücudunun bir köşesine kazıması bana pek de ürkütücü , iğrenç gelmiyor.
Yabancı dile alaka gösteriyorsan eğer; şimdi internetin başına oturuyorsun. En ucuzundan -mümkünse YDS yayınlarından- bir Grammar bir Reading bir Skılls bir de Vocabulary kitabı alıyorsun. 3 ay boyunca bunları yala yut. Son 2 ay kala matematik-türkçe üzerine düş. 25 Haziran'da yabancı dil sınavında görüşmek üzere dostum...
Çok şükür bugün bir rakip daha edindim kendime .
Kal sağlıcakla
"Bir gün belki hayattan
Geçmişteki günlerden
Bir teselli ararsın
Bak o zaman resmime
...
Ve işte arta kalan
Bir avuç anı şimdi
Koyup da bir başıma
Bırakıp gittin beni"
Gördükçe ve okudukça elimi ayağımı sinirden zangır zangır titreten laflardır. insanın sinir katsayısını tavan yaptırıp, sözlük hesabını bile sildirir derece...
Mike Leigh imzalı 1993 yapımı ''naked'' filminde gibi hissediyorum. Düşünmekten ve yenilikten bunalmış, sıkılmış başrol Johnny gibi... hiçbir şeyi olmayan. yani tam anlamıyla ''çıplak''.
edit : hayatım da tıpkı bu film gibi.... ''sadece izleyenler'' anlayamıyor, o filmi ''sahiden yaşayanlar'' anlayabiliyor.
şimdi bu listeyi kız/erkek gözetmeksizin oluşturuyorum. iyi okuyun...
*sigara/alkol gibi zararlı maddelere alışmaya çalışmak.
*yiyecek/içecek ve giyimde marka takıntısı olmak.
*küçük dağları ben yarattım egosuyla yürümek.
*kendisinde olmayan özellikler, huylar, fikirler yaratmak.
*ağzı yayarak ve tdk'yı katlederek konuşmak.
*cak cak sakız çiğneyip, patlatmak.
*yakışır veya yakışmaz diye düşünmeden moda olan her şeyi üzerine giymek/yap(tır)mak.
namusu, ahlakı hatta inancı bile içki içme kriterine göre belirleyen biri için daha fazlasıyla yaşanacak olan zorluktur.
yazıktır. şanssızlık değil sadece aptallık ve geri kafalılıktır.