Kafamı birçok zaman meşgul eden, devamı gelmeyen cümle. Tahayyül edin ki zaman, bir noktasından itibaren geriye doğru gitseydi ama ileri doğru gittiğinden ne hızlı ne de yavaş. Bununla birlikte her şeyin bir geriye gidiş sürecinde olduğunu düşünün. Bu şekilde bir zaman akışında seçimler, düşünceler, hareketler nasıl bir form kazanırdı? Salisesine kadar bilinçli bir şekilde yaşadığımızı düşünün... Hayır, ne cümle devam ediyor ne de sorular cevap buluyor. Fiil kiplerinin hali... "eylem" nedir...
Terim zaten -çok kısıtlı bir alanda olsa da- kullanımda. Lakin terim bazı hristiyan düşünürlerin, heidegger'in düşüncesinden faydalanması üzerine kullanılmış. Heidegger'in "dasein"ını; birçok düşüncenin, inanışın "aa bizim şeyden bahsediyor" diye sahiplenmesi, kullanması gibi ama daha ciddi olarak dasein'a düşünce, sistem içerisinde temel bir yer vermeye dayanır. Bana göre kullanım alanı bu kadar küçük olmamalı ve ayrıca yukarıda bahsi geçen kullanımın tutarlılığı tartışılır. Zira heidegger, buna çok önceden karşı çıkmıştır.
Ayberk isimli insanlara, "durum nasıl" diye sorduklarında verilecek cevaptır. Bu şakaya kızıp çantasından ay başları için sakladığı apranax fort'u çıkarıp atar.
Evlenmeyi yüzlerce kez gözden geçirmeye sebep olan durum. Klasik müzik eşliğinde Viski, şarap içerek geçirilmiş yılların ardından düğünde oyun havasının çalması...
Yalnızlığın heidegger tarafından yapılmış harikulade tanımıdır. Yalnızlık, birlikte-olmaklığın eksik biçimidir. Ve katiyen kalıcı değildir. Zira yalnızlık tek başına bir hal değildir, "eksik bir birlikte-olmaklık" olduğundan tamamlanmayı bekler. Heidegger'i sırayla öpelim.
En çok arzuladığım trajikomik bir ölme şekli. Bıçak dayanmışken boğaza veya ip hazırken tavanda asılmak için ya da silah kafadayken; başka, intihardan bağımsız, ihtiyari olmayan bir şeyden ötürü ölmek.
54 dizeden oluşan, Türkçe açıklaması da bulunan eski yunanca şiirin okunduğu/gönderildiği sevgilinin "hmm iimiş" demesidir. O kadar beğenmiş olacak ki söyleyecek söz bulamamıştır.
ilişkide istikrarı ve görev dağılımını seven kızdır. isteği geri çevrilmemelidir. Zira "ay her şeyi o ödüyor, şimdi ben ödersem morali bozulabilir" diye düşünmüştür, düşünceli kızdır.
Koltukta oturan sevgilinin yanına sokulup ona "hadi beni sev" denilmesinin ardından sevgilinin "eldiven getir" demesidir.
işte sevgisinin ve düşünceli oluşunun en açık kanıtıdır:
Büyük ihtimalle "eldiven getirsin de elimdeki mikroplar bulaşmasın severken" diye düşünmüştür.
Akşam eve girmek üzere kapıyı çalmanızın ardından, evin içinden babanın "şş sessiz olun, çalar çalar gider" demesidir. Muhtemelen evde huzursuz bir hava vardır ve o da içinden "canım oğlum gelip bu havayı solumasın" diye düşünmüştür, düşünceli babişkom benim.
Akşam yemeği için neler yaptığı sorulan annenin "bugün yemeği evde yemesen de başka yerde yesen olmaz mı?" Demesidir. Canım annem, demek ki sevdiğim yemeği yapmamış da akşam yaptıklarını yiyemeyeceğimi düşünerek başka yerde karnımı doyurmamı istemiş.
Ortada dönen "darbe" isimli olaya takılmaktan vazgeçilmesi ve daha mühim olan episteme gnosis farkını konuşmaya yönelik çağrı ve davettir.
Episteme de gnosis de eski yunanca olup felsefi birer terimdir. Kimse kavramı açıklarken karıştırmaz lakin bir şeyin episteme mi gnosis mi olduğuna gelince karıştırmalar başlar.
Episteme de gnosis de bilgi demektir. Episteme bilinçle ilişkisiyle gnosisten, gnosis de tinsel bilgi oluşuyla epistemeden ayrılır.
Episteme olarak bilgi bilinçten bağımsız değildir ve bilişsel bir süreci ifade eder. Gnosiste ise bu süreç yoktur, burada bilgi dolayımsız olarak doğrudan aniden kavrama olaraktır (sezgi gibi)
Eve gelen misafirin anneniz ve kardeşleriniz ile merhabalaştıktan sonra oturma odasına geçtiğinde sizi görünce "vah vah geçmiş olsun" demesidir ve 2 kez karşılaştığımdır. Annem ise "Allah'ın takdiri. Evlat işte, ne yapacaksın" demişti.
ilkinde Alnımdaki sivilce patlamıştı, misafirler onun için geçmiş olsun dediler sanırım. ikincisinde ise dişimi çektirmiştim. Çok düşünceliler.
Ailemin yanında kaldığım sürece yemek masasında hep karşılaştığım, insanın yüzünü düşüren, kalbini kırandır. Yine de susar devam ederim yemeğe. içten içe "fark edilmek ne kadar zor" derim ama susarım. Susarım. Ta ki o güne kadar.
insanlar gözünde kullanılanilir olmak, talep etmek yerine kabul etmek zorunda kalmak, anne ve babadan dahi zeka geriliği varmış gibi farklı muamele görmek, küçüklüğünden beri arkadaş ortamı ve çevresinde hep dalga geçilen, hem maddi hem manevi tüketilen, aralarına karışmak için hep fedakar olmak zorunda olan, diğerlerinin yanında iken bile yalnız olan, herkesin alaycı gözlerle baktığı bir insan olmaktır.
Ve maalesef hala peşimi bırakmadı. Gözlerinde görüyorum insanların benimle alay ettiğini.
Fenomenoloji geleneğinden (öyle sayıyorlar) gelen Emmanuel levinas'ın ölüm ve zaman Adlı eserinde, hem heidegger'e eleştiri olarak hem de ölüme ilişkin tartışmada düşüncesini ifade etmek için kurduğu cümle.
Ona göre ölüm ne bir deney öncesi bilgi ne De bir sezgidir. Ölüm, insanın kendisinden bildiği bir şey değildir. Pekala bilindiği üzere de ölüm bilgisine deneyimleyerek sahip olunamaz, ölmüş olunur zaten.
işte burada levinas, ölümün "öteki"nin ölümü olduğunda bilinir olduğunu söylüyor. Lakin buradaki bilme, ölümün gerçekleşecek olmasıdır. Ölümün ne, nasıl olduğun ve sonrasına ilişkin bir şey söylenemez diyen levinas, -bana göre de en yetkin tanımlardan birisi- "ölüm yanıt yokluğudur" demiştir.
Ekzistans kavramını dasein'a ters olduğu için mevcut olma olarak değil de varoluş olarak kullanan ve dasein'ın hermeneutiğini yaparken bugün varoluşçu dediğimiz filozofların incelediği ve kaleme aldığı konulara değinen bu yüzden varoluşçu sanılan ama aslında sadece varoluşçuluğu hem temelden hem de muhteva yönünden etkileyen -ancak yine de varoluşçu olmayan- heidegger'e varoluşçu demektir ve heidegger hakkında konuşan akademisyenlerin çoğunun bile yaptığı şeydir.
Bu yanlıştır. Bu kadar net söylüyorum, çünkü heidegger'de varoluş, dasein'ı nesnelerden (onun için araçlardan) ayırmak ve nesnelerde olan (metafiziğin kabul ettiği kategoriler) kategorilerin dasein'da olmadığını dasein'ın kategorileri değil, eksistensiyalleri olduduğunu belirtmek, göstermek için kullanılmıştır. Bu varoluş, birçok yönden elbette varoluşçu felsefenin görüşlerini teşkil eder ama heidegger varoluş felsefesi yapmaz, varoluş felsefi onun tüm görüşlerinin bir kısmından şekillenebilir. bunu heidegger de belirtiyor. Varlık ve zaman'da "... Demek ki burada varoluş felsefesi yapmıyoruz" der ve başka bir yerde "fransızlar beni yanlış anladı" demiştir.
Lütfen dikkat edelim.
Heidegger bunu okuyorsan öptüm. Mezarını ziyarete geleceğim yakında.
Pek tabii olarak var olan birçok farktan en temelidir. Ben bunu öğrendiğim ilk zamanlardan beri genç hegelcilerin nasıl "hegelci" olarak nitelendirildiklerini bir türlü anlayabilmiş değilim. Evet, elbette genç hegelcilerin çoğu fikri, hegel'i kaynak olarak alan veya ondan etkilenerek ortaya çıkmıştır ve biliyorum yöntem yönünden de böyle adlandırılmıştır ama burada belirteceğimiz fark öyle bir fark ki temelden bir farklılık arz ediyor.
Bu fark ise şudur:
Hegel: nesnel idealist.
Genç hegelciler: öznel idealist.
Lise kitaplarından felsefe okuyup ya da felsefe bölümünde okuyup kendisine söylenen eksik ya da yanlış şeyleri, doğruluğunu tartışmadan kabul eden veya kulakları ile öğrenenlerin "doğru sanan" diye niteleyecekleri ama aslında marx'ın materyalist olup olmadığının çok tartışmalı ve belirsiz olduğunu bilmeden "ya abi diyalektik materyalizm diyor, materyalist felsefe diyor" diye belirterek karl beyin materyalist olduğunu sanan veya bunu bir aksiyom gibi hiç düşünmeden geçen marksisttir.
Dikkat etmek gerek: marx öyledir ya da değildir demiyorum. Zira bu oldukça belirsizdir. Bu belirsizlik ise marx'ın bir çelişkisidir. Bu noktada ona materyalist demek oldukça büyük bir belirsizliği atlamaktır. Bunu yalnızca ben söylemiyorum elbette, marx'ın kendisinden hemen sonraları bile tartışılmış bir konudur ki henüz açıklığa kavuşturulamamıştır. Açıklığa kavuşturulamamasının sebebi onu anlamayan felsefeciler değil, marx'ın kendisinden bu hususta çıkarılan ve çıkarılacakların muallel oluşudur.
Postyapısalcılığın çokluk düşüncesinden etkilenerek ortaya çıkan bir akıma, onun etkilendiği görüşü anlamanın yanından geçmeden dahil olmaktır.
Bu tanımla türkiye ve dünyanın feministlerinin çoğunluğuna ilişkin bir şey söylemiş olduk. Elbette içlerinde bu hususlarda yetkin olup görüşlerini temellendiren kimseler de var ve zaten onlara yönelik bir eleştiri değil bu.
Bir de aynı postyapısalcılıktan anlamadan pro-feminist olanlar var ki onların durumları daha vahim.
Felsefi olarak temellendirilmeyen akım, görüş, ekol yoktur -felsefi bir temel almadığını söyleyen görüşler için bile bu böyledir- ama ne hikmetse taklit ettiği görüşü (bu şekilde ancak taklittir) yalnız eylem yönünden taklit edip düşünce yönünden ele almayan çoktur.
varlık ın yanlış gösterimi olarak varlığın meskuniyeti.
Yunan felsefesinde varlık'a ilişkin sorgulamalarda tartışmalar genelde görünen ve asıl gerçek üzerinden ilerler. Heidegger genel manada HERAKLEiTOS için bu konuya ilişkin yapsa da bana kalırsa Platon da bu eleştirinin hedefi olmalıdır. Herakleitos'un kökensel verilere daha fazla yaslandığı hâlde varlığın yanlış gösterimine sebep olsa da platon ise başka bir yönden varlık'ı ikiye ayırarak varlık'ın yanlış gösterilmesi eleştirisinin hedeflerinden olmalı.
Öncelikle Yunan felsefesinde sükun, meskun, meskûniyet kavramları önemli yer tutar. Zira varlık'ın açığa çıkması (fainesthai bakımından) sükundan sıyrılma, içinde sükuna tâbi olma vb. şekillerle olmuştur.
Metafiziğe giriş'te heidegger, yunan felsefesindeki bu unutulmuşluk, yanlış gösterilme için meskuniyet eleştirisi yapmıştır.
Başlığa ilişkin kısa bilgiden sonra yunan felsefesinde varlık'ın iki şekilde (ikili anlamda) meskuniyet gösterdiğini belirtir heidegger.
Şöyle ki;
1. "Sükun dan sıyrılarak çıkan" şey olarak "kendi içinde sükun etme," (heidegger tabiri ile)
Bu φύσις (fizik) kavramından başka bir şey olamaz. Zira hareketsizlikten (kaba tabirle sükun) açığa çıkma fizik'tir. Antik yunancada φύ-σις'teki φύ-φα/fu-fa ışığa getirme, açığa çıkarma gibi anlamlara gelir. Dolayısıyla sükundan çıkan hareketli olur, sıyrılarak çıkan fiziki görünür.
2. Bir de değişmez olan, yani "sükunla daimi", kalıyor olarak duraksama (heidegger tabiriyle)
Bu ise açık bir biçimde varlık'ın değişmezliğine ve varolanın değişmez şeyine yani ούσια/ousia'dan başka bir şey değildir. Sükunla daimi olmak, yani kalmak olarak varlık'ın duraksaması ούσια, yani "töz"üne işaret eder.
Burada başka bir söylemek gerek: "içe aşkın dışa açık varoluş(mak)" bu hiç-olma kavramıyla ilişkilidir. Bunun açıklanması ile birlikte varlık'ın unutulmuşluğuna bir başka örnek ve derinlerde bir sebep göstermiş oluruz.
Başta kaldırımın ortasında sohbet ederek tüm geçiş yollarını tıkayan nezaketten ve akıldan yoksun canlılar olmak üzere, 3-4 kişi olup yan yana dizilerek yavaş yavaş yürüyenler, hızını bir anda kesip çayır köpekleri gibi irkilerek birisine selam verenler ve karşıdan gelirken tüm duyularıyla kendisini telefona verip diğerlerine çarpan sembol olarak beyin taşıyanlardır.
Sırf bu iq eşittir rakım olan canlılarla karşılaşmamak için evden dışarı adım atmıyordum, nereden de çıktım...
Off iq kaybediyorum.