zamanın birinde alemin en kudretli aslanını bir kafese koymuşlar. hayvancık insanlar eğlensin diye çabalarken bir anda kendini delirirken bulmuş. hem eskisi kadar mutlu değilmiş, hem de çevresindeki sahte gülüşlü insan kalabalığı canını sıkıyormuş. aslanın bu halini gören insanlar "aslan çok sıkıcı' diye söylenmişler.
toplu taşıma araçlarında birbirleriyle konuşan insanları dinlemekten acayip zevk alıyorum. hatta öyle ki bazen telefonumun ses kaydını açıp sesleri kaydedip canım sıkıldıkça dinliyorum. önemli yerlerin altını çizmiyorum ama. telefonumun kayıtlar kısmında bir sürü gereksiz kayıt bulabilirsiniz yani. bazen yetişmem gereken acil bir yer yoksa tramvayla son durağa kadar gidip, son durakta inip, geri dönen tramvaya binip gelmiş olduğum yere geri döndüğüm de olmuyor değil. zaten turnikelerden çıkmadığınız sürece hiçbir ücret ödemiyorsunuz. o yüzden sınırsız toplu taşınabilirsiniz. (toplu taşınmak?) aslında bunun merakla ya da başka herhangi bir şeyle alakası yok. yani var ama büyük ölçüde meraktan kaynaklanan bir hobi değil bu. merak daha çok yanında oturan ve durmadan mesaj yazan insanın telefonuna göz ucuyla bakmak gibi durumlarda varlığını belli ediyor. bu öyle bir şey değil ama.bu daha çok insanları anlamaya çalışmakla ilgili sanırım.
somut bir örnekle açıklamak gerekirse, geçen gün tramvaya bindim; 3-4 adet (adet?) 18 - 19 yaşlarında genç kendi aralarında bir konuyu tartışıyorlardı. ister istemez değil isteyerek dinledim. kulak misafiri falan olmadım yani baya bildiğin "kulak verdim" bunları dinliyorum. biri diyor ki, beşiktaş alt yapıdan bir arkadaşı varmış bir kız mevzusu yüzünden bıçaklamışlar bunu, ölmüş çocuk. cenazesi varmış oraya gidecekmiş. diğerleri şaşırdı tabi, niye falan diyorlar yani anlam veremediler bir kız yüzünden çocuğun ölmesine. ben de bir yandan üzüldüm bir yandan da olayın aslını tüm ayrıntılarıyla öğrenmek amacıyla dikkat seviyemi bir tık artırarak dinlemeye devam ettim. gençlerden biri "ben hayatımda hiç, bi erkek için kavga eden kız görmedim yauu hep erkeklerin başına geliyor böyle şeyler. ya dayak yiyoruz ya da böyle ölüyoruz. ölmüş gitmiş işte yazık boşuna." falan diyince diğeri "sen olsan napardın?"a bağladı direkt. hararetli bir şekilde kendi kız arkadaşları üzerinden konuyu tartışıyorlar ama öyle bağırarak ya da yüksek sesle değil. hatta kısık sesle desem daha doğru olacak. duymakta güçlük çekiyorum yani, konuşmanın bazı kısımlarını kaçırmış bile olabilirim, orada ona bi' sinirim bozuldu zaten ama konumuz o değil. neyse bu arada gençlerden 3.sü de olaya müdahil oldu ve "sanki kızla evlenecekti (bu kısımda şahsa hak vermedim dersem yalan olur, günümüz gençlerinin büyük bir kısmı öylesine birbirleriyle zaman geçirip buna "çıkmak" diyorlar. hakkaten, sanki evleneceksiniz pehehe. çok aşıksınız aynen hıı çok inandık biz de ) --sırf gurur olsun diye boş yere kafa tutmuş canından olmuş allah rahmet eylesin." gibisinden cümleler kurunca hemen arka tarafta ayakta duran orta yaşlı,kel ve göbekli abimiz lafa karıştı. "senin kız arkadaşın yok mu bak kendin de düşün bu durumda ne yapardın herhalde savunacaksın" falan diyor. diğeri "ölecek kadar bıçaklanmam herhalde. bacağımdan falan bıçaklanırım" diye mizah yapıyor. bak bak, kavgada adama "hacım ordan bıçaklarsan ölürüm şöyle sağ boşluğuma doğru şaaparsan, hah tam oraya." mı diyeceksin. hayret bir şey. bu arada ben hâlâ dinliyorum tabi ki, asla bıkmadım. bunlar biraz daha tartıştılar ama bu kısımda volumu o kadar düşürdüler ki, bardak falan kullansam yine duyamam o kadar diyeyim. konuşma devam ederken inmem gereken durağa geldiğimi fark edip -ne yazık ki- indim. daha sonra ne oldu bilemiyorum muhtemelen müşterek bir fikirde buluşamadılar. ama o abimiz yine de konuya dahil olmuş oldu, aksi halde gece uyuyamaz çünkü dert olur, günah. zaten bu abilerden her toplu taşıma aracında en az 1 tane bulunur ve gerektiği zaman konuşmaları bölüp müdahale ederler. başıma geldiğinden diyorum. hem de bir kere de değil. dur hatta anlatayım, ayrıntı vermezse ölecek hastalığım var çünkü benim. ne diyordum?
geçen sene falan bi arkadaşımla tramvaydayız. nasıl oldu hatırlamıyorum ama konu bi şekilde evlenmekten açıldı. iki kişiyiz dip dibeyiz ayaktayız ve sessiz bir şekilde konuşuyoruz. buna rağmen arkadaki orta yaşlı amca kutsal görevini yerine getirmek amacıyla dönüp; "erken evlenmeyin çocuklar sakın sakın erken evlenmeyin hata edersiniz.bakın ben sizden en az 20 yaş büyüğüm bu sözümü unutmayın" dedi. bir an kaldım, bi adama bakıyorum bi arkadaşıma bakıyorum. o da gülmemek için üstün bir çaba sarf ederek bana bakıyor. ne diyeyim bilemedim. "yakınlarda düğün yok abi keyfini bozma" dedim. güldü bu. yanında da arkadaşı olduğunu düşündüğüm başka bir adam var, tuttu bunu çevirdi, arkaya doğru götürdü. artık nasıl bıkmışsa; giderken bize mahçup bir tavırla "kusura bakmayın ne yapayım bu da böyle işte..." bakışı attı.
daha sonra birkaç kere bu olayın muhabbetini yaptık aramızda. 1 hafta sonra falan başka bi arkadaşımla otobüsteyiz. en arka üçlüye oturduk. yanımıza da aynı kategoride bir amca oturdu. neyse, yine konuşuyoruz. aklıma geldi, bu olayı anlattım işte tramvayda adam bize böyle dedi falan. "insanlar alakaları olmayan konularda dahi kendilerini yorum yapmak zorunda hissediyor bu da bizim milletin özelliği herhalde" dedim. "yani orda durdu bizi dinledi sonra da erken evlenmeyin diye öğüt verdi" dememle yanımızda oturan muhterem amcanın bana dönüp "hakkaten niye öyle bir şey yaptı acaba, tanıdık mıydı ki :Ddddd" demesi bir oldu. ilk önce dalga geçiyor sandım ama daha sonrasında dinlemediğim başka şeyler de anlatmaya başlayınca olayın trajikomikliğiyle yüzleştim. adamın yüzüne yüzüne gülmemek için can çekişerek indim sonra. bu da böyle bir anekdot idi.
eee? buradan nasıl bir çıkarımda bulunmamız gerekiyor derseniz; valla şu an ben de anlayamadım ama herhalde toplu taşıma araçlarında insanları dinlemek her ne kadar zevkli olsa da dinlediğimizi alenen ortaya koyan muazzam yorumlarımızı kendimize saklarsak daha iyi olacak gibi.
yeni expansion packi olan * "get to work"ü tanıtılan oyun. yeni ek paket the sims 2 open for business ve the sims 3 ambitions ın sims 4 versiyonu olmuş bana kalırsa. yani bildiğimiz iş hayatı. nisanda çıkması bekleniyor ama şu anda ön siparişle origin * üzerinden de satın alabiliyoruz.
outdoor retreatden sonra iyi geldi, ben beğendim. fiyatının 80- 90 tl civarı olması bekleniyor. bana kalırsa eklenti paketi için çok. hatta sims 3 ün eklenti paketlerinin yanında maliyeti çok çok fazla. yine de düşünülebilir.
--spoiler--
" birlikte gittiğimiz bir misafirlikte, ağır havası sigara dumanlarıyla mavileşmiş bir odada, senden üç adım ötede oturan bir anlatıcının hikayesini dinlerken, geceyarısı o 'ben burada değilim' ifadesi ağır ağır yüzünde belirdiğinde severdim seni; tembellikle geçen bir haftadan sonra, gömleklerinin, yeşil kazaklarının ve bir türlü atmaya kıyamadığın eski geceliklerinin arasında bir kemeri istemeye istemeye ararken, açık kapısından içerisi gözüken dolaptaki inanılmaz karışıklığı farkettiğinde yüzünde beliren yılgınlık ifadesini severdim; bir heves ressam olmaya karar verdiğin çocukluk günlerinde, dedeyle birlikte masaya oturup ağaç çizmeyi öğrenmeye koyulduğunda, dedenin konu dışına çıkan takılmalarına öfkelenmeden güldüğünde seni severdim; dolmuşun kapısını ucu dışarıda kalan mor paltonun üzerine kapandığında ve şimdi elinde tuttuğun 5 liranın, şimdi yere düşüp kaldırım kenarındaki ızgaraya doğru kusursuz bir yay çizerek ne güzel yuvarlandığını gördüğünde yüzünde beliren oyuncu şaşkınlığı severdim; severdm seni, pırıl pırıl bir nisan günü küçük balkonumuza çıkıp sabah astığın mendilin hala kurumadığını, demek ki güneşin seni aldattığını anladığında ve hemen sonra, arka arsadan gelen çocuk cıvıltılarına hüzünle kulak kabarttığında seni severdim; birlikte gittiğimiz bir filmi bir üçüncü kişiye hikaye ederken belleğinin ve hatırladıklarının benimkinden ne kadar farklı olduğunu korkuyla anladığımda seni severdim; severdim seni; aile içi izdivaçlar ve akrabalar arası evlilikler üzerine bol resimli bir gazetede makale döktüren profesörün incilerini bir köşeye çekilip bana sezdirmeden okuduğunu gördüğümde ve ne okuduğunu değil, ama okurken yalnızca üst dudağının tolstoy kahramanları gibi hafifçe öne çıktığını gördüğümde seni severdim; asansör aynasında kendine bir başkasına bakar gibi bakışını ve nedense bu bakıştan sonra hatırladığın şeyi telaşla çantanın içinde arayışının severdim; biri yan yatmış ince bir yelkenli, kambur durmuş bir kedi gibi yanyana durarak saatlerce seni bekleyen topuklu ayakkabılarının içine aceleyle girişini ve saatler sonra, eve döndüğünde ayakkabıları gene aynı çamurlu ve asimetrik yalnızlığa terketmeden önce kalçalarının, bacaklarının ve ayaklarının kendi kendilerine yaptıkları hünerli hareketleri seyretmeyi severdim; sigara küllüğünü tepeleme dolduran izmaritlere ve kara başlarını umutsuzca bükmüş yanık kibritlere bakarken kederli düşüncelerin kimbilir nereye gittiğinde seni severdim; severdim seni her zaman yürüdüğümüz sokaklarda, bir an sanki o sabah güneş batıdan doğmuş gibi yepyeni bir ışık ve yepyeni bir köşeyle karşılaştığımızda, sokakları değil, seni severdim; birden çıkan lodosla karların eridiği ve istanbul'un üzerindeki kir bulutlarının temizlendiği kış gününde, antenlerin, minarelerin ve adaların arkasından bana gösterdiğin uludağ'ı değil, başını omuzlarının içine çekerek ürperen seni severdim; çinko tenekelerle yüklü ağır arabayı çeken sucunun yorgun ve yaşlı atına kederle baktığında severdim seni; dilencilere para vermeyin, onlar aslında çok zengin diyenlerle alay ettiğinde ve herkes labirentimsi merdivenlerden kıvrılarak sinemadan yeryüzüne ağır ağır çıkarken, bir kestirme bulup bizi herkesten önce kaldırıma çıkardığın zamanki mutlu gülüşünü gördüğümde seni severdim; saatli maarif takviminden bizi birlikte ölüme yaklaştıran yaprağı koparttıktan sonra, en altta günün yemeği olarak önerilen etli nohut, pşlav, turşu ve karışık kompostoyu, yaklaştığımız ölümün bir işaretini okur gibi ağırbaşlı ve hüzünlü bir sesle okumanı ve kartal marka ançuvez tüpünün önce rondelayı çıkartıp, sonra kapağı sonuna kadar çevrilip açılacağını bana sabırla öğrettikten sonra, üretici mösyö trellidis'in saygılarıyla, demeni severdim; kış sabahları yüzünün renginin şehrin üzerindeki soluk beyaz göğün renginde olduğunu gördüğümde, çocukluğumuzda, caddenin ırmağından akan arabalar arasından, bir kaldırımdan öteki kaldırıma bir koşu çılgın ve neşeli geçişini seyrettiğim zamanki gibi, seni endişeyle severdim; severdim seni, cami avlusunda, musalla taşında yatan tabuta konan kargaya dikkatle ve gülümseyerek baktığında, radyo tiyatrosu taklidi sesinle annenle babanın kavgalarını oynadığında seni severdim; ellerimin arasına dikkatle başını alıp gözlerinde hayatımızın gittiği yeri korkuyla gördüğümde seni severdim; vazonun yanında, neden orada bıraktığını anlayamadığım yüzüğünü günler sonra gene orada gördüğümde seni severdim; dikine değil yanlamasına kesitiğin elmanın içindeki kusursuz yıldızı bana gösterdiğinde seni severdim; öğle vakti, yazı masamın üzerinde oraya kadar nasıl geldiğini anlayamadığım bir tel saçını gördüğümde ve birlikte çıktığımız bir yolculukta, tıkış tıkış belediye otobüsünün tutunma demirlerine sarılan öbür eller arasından yan yana duran ellerimizin birbirine ne kadar az benzediğini kederle gördüğümde, seni kendi gövdemi tanır gibi, beni terk eden ruhumu arar gibi, bir başka kişi olduğumu acı ve sevinçle anlar gibi severdim, severdim seni; nereye gittiğini bilmediğimiz bir trene bakarken yüzünde beliren esrarlı ifadeyi ve bu kederli bakışının tıpatıp aynısını, bir akşamüstü sürülerle kargaların çığlıklar atarak çılgın gibi uçtuğu bir saatte, elektrikler birden kesildiğinde evimizin karanlığı ve dışarısının aydınlığı yavaş yavaş yer değiştirirken gene esrarlı ve hüzünlü yüzünde ben gördüğümde kapıldığım o çaresizlik acı ve kıskançlıkla severdim seni. "
--spoiler--
4,6 gb oluşuyla beni benden alan güncelleme. iphone 4 ve 4s hatta belki de 5i bile piyasadan toplatması muhtemel. Apple ın zaten klasikleşen politikası bu. Güncelleme yayınlanır, modeli geçen telefon güncellemeyi ya kaldırmaz ya da kasar. Daha sonra bir üst modele geçmek zorunda kalırsınız. Aksi halde adamlar bu kadar satış yapamaz zaten. Yani 4 4s -hatta 5- kullanıcıları bu güncellemeyi boşuna bekledi. Gidin 6 alın ya da ios 7 den devam edin.
Edit: iphone 4'de ios7 bile kasıyorken 8i kaldırmasını beklemek ayrı bir mantıksızlık tabi.
Cola turka
Bereket döner
Niğde gazoz
Ramiz köfte
Simit sarayı
Saffet abdullah güllaçları
Bim market
Saray muhallebicisi
Hacıoğlu
Şampiyon kokoreç
Kurukahveci mehmet efendi
Kale kapı kilitleri
Altın yıldız iç çamaşırları
Kristal kola
Sana yağı
Beypazarı maden suyu
ipek şampuanı
Polaris
Gezer terlikleri
Lc waikiki
Ve tabii ki meybuz.
sohbet, bir gezinti- her neyse az bulmaktadır. Şair, gün boyu bunlarla yaşamaktadır. Oysa daha sık birlikte olabilirler. Böyle daha güzel olur.
Karanfil aşk olmalıdır. Sevgiliyle rakı içerken sarhoşluk damarlardan hücrelere doğru yayılırken, bir ağaç gözümüzün önünde ama biz hiç fark etmeden nasıl büyür, her bahar çiçek açarsa içimizde, irademiz dışında damarlarımıza yayılan aşktır. Aşkın eline düşünce şairde ne geçim derdi mide, ne dünyaya ilişkin düşünceler her şey küçülüyor. Aşk kafaya girince akıl seyahate çıkar derler. Şair kilometreyi sıfırlıyor.
Sen karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Sevgili, karanfili seviyor. Şair de karanfili sevgiliye veriyor. Sevgili de bir başkasına Burada karanfilin aşkı değil, sevgiyi-dostluğu; dostluk ve yoldaşlıktan doğan coşkuyu simgelediğini söyleyebiliriz. Çünkü aşk, paylaşılmaz... Sevgiler dostluklardır paylaşılan. O zaman şiir yeni bir anlam kazanıyor: Şair aşkı çiçeklerden gülle özdeşleştiriyor; sevgiyi, dostluğu ise karanfille Şair, ilanı aşk ediyor ama o güzeller güzeli dost kalalım diyor. Oysa güzel olmak vardı senle, bir aşkı paylaşmak vardı. Fakat o güzelle dostluğu paylaşmak da güzeldir, hem bu sayede onun dostlarıyla, çevresiyle de elden ele geçen karanfiller paylaşacaktır. Az şey mi?
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.
Aslında bu da bir sevdadır birlikte büyütülen. Ama şair yine de bununla yetinemez,bu o değildir çünkü. O, başka bir sevdayı yaşamakta, başka bir aşktan bahsetmektedir. Bu sevda öylesine baş döndürücüdür ki sevgilinin renkleriyle şairin renkleri, zevkleri duygu-ları, değerleri bir araya gelince ışık tayfı gibi her yer beyaza kesmektedir. Hayat yine baş döndürücü, dertler yine sıfırlanmaktadır.
Aşk, insanı uçurur, ayağını yerden keser; oysa diğer sevgiler yerçekimlidir.
--spoiler--
yere düşürdüğünüz pazar çantası, daima içinde yumurta olan çantadır.
--spoiler--
Yanlıştır efenim.
Aslında hem doğru hem yanlıştır.
Şöyle ki,
Bunu okuyan kişi hayatında daha önce yumurta dolu bir pazar çantası/poşet/torba vs. Düşürmüşse, yumurtalar kırılmıştır ve bu kişi okuduğu an o olayı hatırlar.
Fakat gün içinde onlarca şey düşürürüz, hayatımız boyunca milyonlarca şey düşürmüşlüğümüz vardır. Fakat bunlardan pek azını anımsarız ya da hafızamızda olayı hatırlayacak kadar yer ayırırız.
Mesela çocukken annenizin vazosunu düşürüp kırmışsanız bu olayı hayatınızın sonuna dek unutmama ihtimaliniz var.
Ancak hiçkimse 627 gün önce yere düşürdüğü kumandayı hatırlamaz.
Neden?
Çünkü olağan. O allahın cezası kumanda Hergün düşüyordur zaten, düşmesin demiyorum; hobi olarak yine düşsün tabi, ama neyse dur buraya bağlamayacaktım yine karıştı.
Ne diyordum?
Ha,
Bunu okuyunca direkt ne diyorsun?
"Aaaa bak aynen valla doğru ben düşürmüştüm de tüm yumurtaları kırmıştım ihiihehehehe."
Yani iki poşetten içinde marul olanı (neden marul bilmiyorum) düşürdüğünüzde yerden alır devam edersiniz.
Ama yumurta olanı düşürdüğünüzde allah belanızı vermiştir.
Yani siz hayatınızda 1344581 kez marul poşeti düşürdüğünüzü unutup 1 kez yumurta olan poşeti düşürdüğünüzü hatırlıyorsunuz.
Yaa işte böyle.
Bunu da neden yazdım bilmiyorum ağır işsizim galiba.
Murphy kusura bakma dostum.
--çürütüldü--
Saygılar...
1- yüzünden yorgunluğu okunan bir adet siyah beyaz efektli yaşlı dede fotoğrafı.
2-bir adet sokak kedisi ya da köpeğinin fotoğrafı. ( bir kaptan su içmesi tercih edilir)
3-sonbaharda yaprakları hafif dökülmüş ağaç fotoğrafı. efekt olarak tabi ki sepya kullanılır.
4-sokakta oyun oynayan küçük sefil çocukların fotoğrafı. (arka plan bulanık çocuklar net)
5-birkaç manzara fotoğrafı
örnekleri artırabiliriz...
çok kolay olandır. yukarda saydıklarımdan herangi birinin fotoğrafını çektiyseniz tamamdır.
Az önce fark edilen mantık hatasıdır.
Öncelikle survivor hakkında bu kadar uzun bir entry yazacağım aklımın ucundan bile geçmemişti onu belirteyim.
Şimdi konuya giriyorum,
Olay tam olarak şöyle oldu;
Hayatım boyunca totalde 1 saat bile survivor izlemişliğim yoktur, az önce zap yaparken denk geldi baktım ünlüler gönüllüler ödül oyununda ünlüler 9-0 alıyor. Dedim yuh arkadaş 9-0 nedir, dur bakayım ne olacak.
Neyse adamlar 10-0 yaptı, karşı tarafta garip suratlı bir kız var sahra galiba ağlayınca kibariye nin annesine benziyor tövbeestağfirullah işte onları falan gösterdi, acun rekor fark falan dedi bunlara bir güzel evlatlık muamelesi yaptı, yolladı.
Ünlüler de yemek ödülü kazandılar, bunlara getirdiler 700 kilo et. Nusret mi nedir garip bir arkadaş geldi bunlara servis yapıyor. Yedikçe yediler tabi, doydukça keyiflendiler. Şu tolga karel herifi de kafayı buldu o sıra; "aa abii survivor dayız yeaa" falan diyor. Döndü diğerine "ahmet dursuuun futbolcu olaan, aa merve sen olimpiyatta koşuyordun dimeaa" derken en son sıra serenay denen insana gelince bu durdu "höömmm sevilay aktaş" diye uzay bir espri yaptı, kız da bozulmuş ayağına yatıyor sonra bu şaka şaka serenay aktaş hede hede dedi o kısmı geç.
Gelelim asıl olaya,
Şu serenay sarıkaya lı mavi reklamı nı hepiniz bilirsiniz. Bilmeyen vardır da bilirsiniz sayıyorum hani gavur oğlan bizim serenay a sevilay diyor. Espri şaka falan. Çok komik ya. Neyse.
Tolga karel burda o reklama gönderme yaptı aklınca.
Peki arkadaş; bu adada televizyon yok, bu adada internet yok. Bu adamlar bu reklamı nerden biliyor?
Diyorum ya totalde 1 saat izlememişimdir ama 15 dk'lık kısımdan böyle bir hata çıkardım. izlesem acun un yayın hayatını bitirebilirim demek ki.
fantastik edebiyat severlerin mutlaka okuması gereken helene wecker eseridir.
Suriye'nin çöllerinde yaşayan bir Cin ve Polonya'da kocasının/sahibinin talimatıyla yapılmış/yaratılmış bir golemin hikayesini konu alır.
640 sayfa olmasına ramen tek seferde okunabilitesi vardır. tavsiye edilir.
--spoiler--
Korkunç güçlere sahip bir büyücü tarafından, yalnızlık çeken bir adam için kilden yapılmış bir golem...
Ve bin yıllık esaretinden uyanan bir cin... Bu iki olağanüstü varlığın yolu 1899 yılında New York'ta kesişir. Farklı olmaktır onların kaderi... Hikâyeleri herkes gibidir aslında, kendini farklı ve yalnız hisseden her insan gibi...
Ve tehlike, onlar için sadece bir adım ötededir hep.
Golem ve Cin iki ayrı kültürün efsanelerinden besleniyor ve zengin anlatımı sayesinde okuru ilk sayfadan itibaren içine alıyor. 2013 yılının en iyi kitapları listelerini altüst eden bu roman Türkiye'de de çok sevilecek.
(Tanıtım Bülteninden)
--spoiler--
Çubuk, Ankara'nın en büyük ilçelerinden biridir. Ankara il merkezine 35 km uzaklıktadır. Osmanlı imparatorluğu'nda Fetret Devrini başlatan Ankara Savaşı Çubuk Ovası'nda gerçekleşmiştir. Türkiye'nin ikinci en büyük uluslararası havaalanı olan Esenboğa ilçe sınırları içerisinde yer alır.