somut
2070 (filozof)
beşinci nesil yazar 13 takipçi 115.51 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    mutapa krallığı

    1.
  1. 1430 ile 1760 yılları arasında bugünkü zimbabve topraklarında var olmuş bir devlet. zimbabve krallığı'ndan nyatsimba mutota isimli bir savaşçı prens tarafından kurulmuş olduğu söylenir. zamanla büyüyüp gelişmiştir. bir ara portekizlilerle inişli çıkışlı bir ilişkileri olmuş. mutapa krallığı 1760 yılında iç savaşlar sebebiyle yıkılmış, yerini başka krallıklara bırakmıştır. nihayetinde altın bakımından zengin olan bu topraklar avrupalılar tarafından güzelce sömürülmüş, avrupalılar el birliğiyle şu an dünyanın en sefalet içindeki ülkelerinden biri olan zimbabve'yi yeni nesillere miras bırakmıştır.
    0 ...
  2. asesinato en el comite central

    1.
  3. bir manuel vazquez montalban romanı.

    okuduğum en keyifli polisiye romanlardan, hatta polisiyesini de at direk en keyifli romanlardan biri. kitap türkçe'ye afa yayınları tarafından merkez komitesinde cinayet adıyla 1992 yılında çevrilmiş. çevirisi biraz tutuk gibi. yer yer anlaması zor. okumayı güçleştiriyor, biraz keyfini kaçırıyor. ama ona rağmen zevkle okudum kitabı. bu da yazarın başarısı olsa gerek. okurken keşke ispanyolca bilseydim diye mırıldandım birkaç kez. kitap basit bir polisiye, basit bir dedektiflik hikayesi olmaktan çok öteye geçiyor. karakterlerin ağzından siyaset üzerine, edebiyat üzerine, yemek üzerine kısa kısa denemeler yazmış sanki montalban heyecanlı cinayet soruşturmasının arasında. ispanya iç savaşına ve sonraki dönemlerde devam eden siyasi olaylara değindiği kısımlarda gözümde hem ispanya hem de bizim memleket canlandı. bir ideal için, başka türlü bir yaşam için harcanan hayatlar, hayaller...

    dedektif pepe carvalho sıradışı bir adam. akdenizli evet, gurmelikle harmanladığı boğazına düşkünlüğüyle bunu belli ediyor. ama tavırları da "cool hollywood amerikanı"na kaçmıyor değil bazen. güzel bir karışım olduğunu kabul etmek gerek. ilgi çekici biri carvalho.

    böyle bir yazarın türkçe'ye başka kitabının çevrilmemesi de en kısasından, ayıp. halbuki kitabı okurken bir yandan da carvalho'nun başka maceralarını okumanın, montalban'ın üslubunun-belki daha iyi bir çeviriyle- tadına varmanın hayallerini kuruyordum. sonra küçük bir araştırmadan sonra yazarın başka bir eserinin çevrilmediğini öğrenince yıkıldım. tekrar keşke ispanyolca bilseydim diye mırıldandım.

    sahaflarda ve internetteki sahaf sitelerinde bulabileceğiniz bir kitap. tavsiyem, bulursanız kaçırmayın. hatta üşenmezseniz iki tıkla sahaf sitelerinden sipariş edin. fiyatı ortalama 5-6 lira falan. 270 sayfalık dolu dolu bir kitap için hiçbir şey değil.
    1 ...
  4. kargath bladefist

    1.
  5. warcraft dünyasında eski horde'un efsanevi karakterlerinden biri. kendisi shattered hand klanının lideridir.

    ogre ırkına esir düşmüş, özgürlük vaadiyle arenalarda kendi ırkına karşı savaştırılmıştır. 100 orcu tek başına yendiği bir günün ertesinde serbest bırakılmayı beklerken tekrar zincire vurulmuş ve kandırıldığını anlamıştır. bunun üzerine yakınlarındaki sivri bir taşla zincire vurulmuş olan elini koparır ve serbest kalır. etrafındaki diğer orclardan da aynı şeyi yapmasını ister. hepsi aynını yapar ve kopmuş ellerinin yerine kılıç takarlar. ogreları katleder ve özgürlüklerine kavuşurlar. işte shattered hand klanının ve liderleri kargath bladefist'in hikayesi budur.

    world of warcraft'ın yeni ek pakedi warlords of draenor'da iron horde için mücadele verecektir.
    0 ...
  6. when will there be good news

    1.
  7. bir kate atkinson romanı.

    atkinson'ın detektif jackson brodie'li kitaplarından birisi. kaçmalı kovalamacalı, polisiye havasında bir kitap gibi görünmesine rağmen farklı alt metinlere sahiptir. en belirgini de feminizmdir. hatta o kadar belirgindir ki alt metin demek saçma bile olabilir. çoğu zaman bir roman mı yoksa bir feminist deneme mi okuduğunuzu karıştırabilirsiniz. zayıf, kötü ruhlu, çıkarcı, allah'ın belası erkek karakterler ve acılarla yoğrulmuş ama kahraman, güçlü kadın karakterlerle dolu bir romandır. yazar "kadın", "kadına şiddet" konularını ele aldığı için kullandığı bazı yöntemleri(erkekleri komple itin götüne sokup çıkarmak gibi) yadırgamadım aslında ama bazen atkinson'ın anlatmak istedikleri ve bunu anlatırken bastıramadığı heyecanı kitabın kurgusunun önüne geçmiş gibi hissettim okurken. ele aldığı konuya saygı duymakla beraber romanın kontrolünü de daha fazla elinde tutabilseymiş keşke diye hayıflandım. zira ele aldığı konu dışında kitabın çok parlak bir eser olduğunu düşünmüyorum. zayıf "twist" girişimleri, zorlama rastlantılar ve bazen biraz fazla heyecana kapılan bir anlatım... belki ben kitaba çok şey bekleyerek başlamıştım(ödüllü bir yazar atkinson), bilmiyorum ama beklediğimi tamamen aldığımı söyleyemem. yine de bir şeyler anlatmaya çalışan ve akıcı bir şekilde okunabilen "hoş" bir roman.

    kitap türkçeye yky tarafından "güzel haber ne zaman gelir?" adıyla çevrilmiş. çeviren de dilek şendil.
    0 ...
  8. a ciascuno il suo

    1.
  9. bir leonardo sciascia romanı.

    yazarın da önsözünde belirttiği gibi dikkat çekmek, daha fazla okuyucuya ulaşmak için polisiye tarzında yazdığı bir romandır. ancak anlatmak istediği başka şeyler vardır aslında.

    --spoiler--
    romanın öyle bir sonu var ki insan gülse mi üzülse mi bilemiyor.
    --spoiler--

    türkçe'ye "her koyun kendi bacağından" ve "oyunun kuralı" isimleriyle çevrilmiş.
    0 ...
  10. il giorno della civetta

    1.
  11. bir leonardo sciascia romanı.

    sciascia'nın yine polisiye tekniğiyle yazıp aslında sicilya'nın mafya yapısının kaynağını, adadaki aile kültürünün sebep ve sonuçlarını incelediği bir roman. akdenizli özelliklerinin ön plana çıktığı güneyin aksine daha avrupalı olan kuzeyde yetişmiş bir jandarma yüzbaşısının sicilya'da bir cinayet soruşturmasının peşine düşüp bir mafya ailesini çökertmeye çalışması anlatılıyor kitapta.

    --spoiler--
    elbette aydın bir kişilik kendi kuralları ve kanunları olan, yabancılardan(özellikle okumuş olanlarından) hoşlanmayan, içine kapanık durumda bir toplumun arasında eriyip tükenecektir.
    --spoiler--

    roman türkçe'ye baykuş(babil yayınları) ve baykuşun günü(belge yayınları, can yayınları) adlarıyla üç kez çevrilmiş.
    0 ...
  12. familiarity is the kingdom of the lost

    1.
  13. bir dugmore boetie romanı.

    son zamanlarda okuduğum en etkileyici kitaplardan birisi. müthiş bir kara komedi. boetie ironileriyle, zekice laf oyunlarıyla ülkesinin durumunu eğlenceli ama aynı zamanda çarpıcı bir şekilde çok güzel anlatmış. romanın içindeki bazı olayların gerçekten yaşanmış olması ihtimali de bir hayli can sıkıcı tabi.

    güney afrika cumhuriyeti hakkında biraz bilgim vardı kitabı okumadan önce. ama içeriden bir bakış olmadan insanın bildikleri epey eksik kalıyor bunu bir kez daha anladım. dugmore boetie de o içeriden bakış oldu benim için. suç oranı en yüksek ülkelerden birisi olan güney afrika cumhuriyeti'nin bu payeyi nasıl kazandığı kafamda iyice netleşti. boetie 1920-1930'lu yıllardan itibaren yaşadıklarını, bildiklerini, duyduklarını otobiyografik tarzda anlatarak romanlaştırmış.(gerçi kitaba tam olarak otobiyagrafi ya da otobiyografik roman da diyemeyiz ki bu ilginç bir nokta olduğu için tekrar değineceğim.) adaletsizliğin ve eşitsizliğin had safhada yaşandığı o ülkede yazar sokağın içinden hikayelerle güney afrikalı bir siyahinin kendi yurdunda nasıl insandan bile sayılmayacak kadar aşağı görüldüğünü kendine has mizahıyla harmanlayarak anlatmış ve ülkenin son yıllardaki durumuna o günlerden bir ışık tutmuş. öyle bir cehennem tablosu çiziyor ki yazar, o cehennemde güney afrikalı bir siyah için suç işlemenin neredeyse hayatta kalmak için tek şart olduğunu kabul etme noktasına geliyorsunuz.

    dediğim gibi kitap otobiyografik bir nitelik taşıyor. yazar aynı zamanda anlatıcı ve protagonist. yani olayların kendi başından geçtiğini düşünerek okuyorsunuz romanı. ama roman bittiğinde kitabın editörü barney simon'ın yazdığı bir sonsözle ve bu sonsözün içinde de bir sürprizle karşılaşıyorsunuz. yani en azından benim için sürpriz oldu diyelim. meğerse bizim dugmore gerçekten de az fırıldak değilmiş. kitapta anlattığı hikayelerin birçoğu aslında kendi uydurduğu, başından hiç geçmemiş hikayelermiş. editörüne otobiyografik bir eser vereceğine dair sözü olmasına rağmen kendine başka bir hayat yaratıp onu anlatmış boetie. simon'ın sonsözünde anlattıklarına göre bir dolandırıcıymış kendisi. bu yüzden otobiyografi olması gereken kitap bir roman oluvermiş. ancak yine de dugmore boetie gibi yaman bir dolandırıcının kitapta anlattıklarının ne kadar doğru ne kadar yanlış olduğunu çözmeye çalışmak bile başka bir hoş uğraş oluyor kitabı okuduktan sonra. ayrıca ne kadar yalanla harmanlanmış olsa da romanın ülkenin gerçeklerini anlatmada tamamen başarısızlığa düştüğünü de düşünmüyorum. inanıyorum ki kitaptakilerin çoğu dugmore'un başından geçmediyse bile birçok güney afrikalı siyahinin başından geçmiştir. zira murat belge'nin önsözünden de anlaşılabileceği gibi ırkçılığın akıl almaz bir hal aldığı bir yer güney afrika cumhuriyeti.

    murat belge demişken oradan devam edelim. kitap murat belge çevirisiyle iletişim yayınları'ndan yurtsuzların ülkesi adıyla çıkmış(1990'da). daha önce de aynı çeviriyle cem yayınevi'nden çıkmış sanırım. benim elimdeki iletişim yayınevi'nden. kapak tasarımının berbat olduğunu belirtmem gerek. kitabın içeriğiyle hiç alakası olmayan tuhaf bir kapak. ancak kapak dışında türkçe basımlarında bir sorun olduğunu düşünmüyorum, çeviriden memnun kaldım.

    değinmek istediğim son bir şey daha var ki o da yine kitabın yazarı dugmore boetie ile ilgili. yanlış anlamadıysam bu adamın doğru düzgün bir eğitimi yok. doğru düzgün bir eğitimden kastım üniversite eğitimi falan da değil. o dönemlerde yaşamış bir siyahi için imkansız zaten öyle bir şey. sanırım lise düzeyinde bir eğitimi dahi yok yazarın. ancak dili o kadar yalın ve sadece derdini anlatma amacında ki "işte bu" dedim okurken. bu basit üslubu, samimiyeti ne kadar sevdiğimi ve özlediğimi fark ettim. neden en sevdiğim şairin orhan veli olduğunu, neden halk ozanlarının şiirlerine düşkün olduğumu tekrar hatırladım. bazen sanat yapma kaygısıyla o kadar yorucu oluyor ki yazarlar, insan arada bir böyle nefes almak istiyor.

    kitabı okumadığınız halde yazdıklarımı buraya kadar okuduysanız eğer, manyak mısınız lan? gidin alın okuyun buna vakit ayırana kadar. okuduktan sonra tekrar burada görüşelim.

    bir tek entry'nin sonuna bakanlar için not: kitap bu. yurtsuzların ülkesi diye çevirmişler. okuyun. güzel.
    1 ...
  14. sarper aksoy

    1.
  15. leyla the band'in klarnetçisidir kendisi. iyi çalar.

    ismek fındıkzade şubesinde klarnet eğitmenidir aynı zamanda.
    10 ...
  16. vol jin

    1.
  17. world of warcraft'ta darkspear kabilesi trolllerinin lideridir.

    --spoiler--
    siege of orgrimmar'ın sonunda horde'un yeni warchief'i olmuştur kendisi.

    sylvanas'ın kıskançlıktan kudurduğu da gözlerden kaçmamıştır.
    --spoiler--
    0 ...
  18. en çok okul çıkışlarında sevdim

    1.
  19. En çok okul çıkışlarında sevdim ben seni. Hani pek uğramazdık zaten okula da... Gün olurdu, giderdim Shakespeare senin için iki satır karalasın diye. Ya da kalın romanlarda izini bulmak için. Bazen göz kırpardın iki satırın arasından, bazen sayfalarca yok olurdun. Tek bir kelime daha görmek için sana dair, gün olur ben okula giderdim.

    Ama en çok okul çıkışlarında sevdim ben seni. Edebiyat'ın kapısından geçerdik bazen usul usul, bazen kahkahalarla. Güvenlikler bakardı bize, sivil polisler de belki. Ya kalbimi ararlarsa diye ürkerdim ben hep gönüllerimiz bir olmadan önce. Ya ararlarsa da seni bulurlarsa orada... Nasıl açıklardım derdimi sana? ya kolluk güçlerine?

    Tramvaylar uzanır kapının önünde bilirsin, bizim okul çıkışlarında. Tıklım tıklım tramvaylar... Seninle "Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
    Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun."
    Seni en çok sevmek yürürlüğe giriyor bütün kara parçalarında. Afrika dahil. Cemal Abi duyuyor kalbimin gümbürtüsünü. Sen duymuyorsun. Yanıbaşımdasın.

    Okul çıkışlarında öyle severdim ki ben seni... Vezneciler'den çıkardık bazen, hatırlarsın. Atikali'ye kadar yürüdüğümüz olurdu. Kim bilir, belki Sait Faik geçmiştir yanımızdan cebinde Hidayet'le bir gün, ben seni çok sevmekle meşgulken. Vezneciler'den Edirnekapı'ya kadar severdim seni, senin haberin olmazdı. Fatih Camii'nde durup şadırvanda suratıma su bile çarpmazdım düşün, belki gözlerimden şeklin silinir diye.

    Okul çıkışlarında öyle sevmişim ki seni, Eski istanbul yepyeni olurdu gözümde. Sular çağlardı boş su kemerinde adını bağırarak. Yıkık dökük evler en janti ceketlerini iliklerdi. O zaman Cemal Abi bir dize daha yazardı senin için. Shakespeare bile soneler fısıldardı belki taa Londra'dan.

    En güzel zamanlarımızdı seninle okul çıkışları. Ben yola bakardım yüzüne bakamayıp. Gölgeni izlerdim asfaltlarda, bazen de duvarlarda. Dokunmak ister dokunamazdım, sen de bilmezdin hiç benim duvarlara sarılmalarımı. Halbuki bütün Beyazıt bilirdi benim meydanın taşları arasında seni aradığımı.

    Sahaflarda eski kitap koklardık okul çıkışlarında. Bir seni koklardım gizlice, bir kitapları. Kitaplar çakardı da durumu, sen anlamazdın. Cemal Abi gülerdi bıyık altından karşı rafta. Orhan Veli'nin zaten gözü kapalı, yanıbaşındaki Kapalı Çarşı'yı dinliyor. An gelmiş, Attila ilhan uyuyakalmış akşam üstü serinliğinde.

    Okul çıkışlarında divane gibi severdim ben seni. Sultanahmet'te bir turist olup umarsızca fotoğraflarını çekesim gelirdi. Gülhane'de sana gölge olan bir ağaç olmak isterdim, tercihen ceviz. Sirkeci'de seni selamlayan bir tren, Eminönü'nde başının üstünde dönen martı... Kıskanırdım sonra hepsini. Çok severdim çünkü ben seni. En çok okul çıkışlarında severdim.
    2 ...
  20. şenay kara

    1.
  21. enteresan biridir kendileri. her daim gülümsemesiyle meşhurdur. gülümsemediği tek bir an yoktur. ders anlatırken gülümser, yolda yürürken gülümser, yemek yerken gülümser... derslerini oldukça monoton ve sıfır tonlama değişikliğiyle anlatır. dolayısıyla en fazla yirmi dakikada dersten koparsınız. sıkıcıdır yani. ama hakkını vermek lazım ki sınavları okurken aşırı eli sıkı değildir. hatta ne istediğini çözmeniz durumunda(ki çok zor değildir çözmek) çok yüksek notlar da alabilirsiniz.

    sözün özü, her ne kadar hemen hemen bütün derslerini kırsam da severim kendisini. diğer nemrutların yanında gülen yüzü yeter.
    1 ...
  22. gitmedenalsam com

    1.
  23. evinden çıkmadan alışveriş yapmak isteyenler için bir internet sitesi. bilgisayar, bilgisayar parçaları, aksesuar, oyun konsolu arayanların bakmasında fayda var.

    şan-puan sistemi diye bir sistemleri var ve alışveriş yapınca hediye çeki kazanma fırsatınız oluyor. "köpürtüyoruz" sloganıyla da kampanyalarını süslemişler.
    1 ...
  24. o homem duplicado

    1.
  25. bir jose saramago romanı.

    bilinmeyen adanın öyküsü'nü saymazsak(ki saymamak daha doğru olur) yazarın okuduğum ilk romanı ve zannediyorum ki beni diğer eserlerini de okumaya yöneltecek olan romanı oluyor bu roman. yazar enteresan bir kurgu, ince bir mizah anlayışı ve daha önce benzerine rastlamadığım bir edebi tarzla "ben herkese benzemem" diye bağırıyor. ironiye bakın ki kitap da birbirine çok benzeyen iki adamla ilgili. aslında benzemekten de ziyade sesleri dahi birbirinin aynısı olan iki adamın hayatlarının bir kısmını okuyoruz kitapta. eh, hayatlarının hangi kısmını olduğunu tahmin etmek zor değil. tarih öğretmeni tertuliano maximo afonso bir gün bir film izler ve filmde kendisinin adeta kopyası olan adamı görür. ve olaylar gelişir...

    türkçe'ye kopyalanmış adam olarak çevrilmiştir.
    0 ...
  26. uric the oddball

    1.
  27. harry potter dünyasında yaşamış eski bir büyücü. gelmiş geçmiş en tuhaf büyücülerden biri olduğu kesindir. kendisi elliye yakın kahşinin* arasında uyuyan bir kişidir bir kere. hatta çok yağmurlu bir gün bütün bu kahşinler inleyip sızlandığı için ölüp hayalet olduğunu zanneden uric duvardan geçmeye çalışmış, haliyle de beyin sarsıntısı geçirmiştir.

    başka bir seferinde ise fuphupların* insanı delirten şarkısının aslında sağlığa yararlı olduğunu kanıtlamak için üç ay boyunca hiç durmadan bu şarkıyı dinlemiştir. ancak toplantılara sadece ölü bir porsuktan oluşan yarım bir perukla gelince büyücüler konseyi'ni ikna edememiştir.

    türkçeye uygunsuz uric diye çevrilmiştir.

    kaynak: fantastic beasts and where to find them
    2 ...
  28. fantastic beasts and where to find them

    1.
  29. newt scamander tarafından yazılmış bir kitap(aslen yazan rowling tabi). harry potter dünyası içinde yer alan canavarlarla ilgili bilgiler veren bu kitap özellikle serinin fanatiklerine oldukça eğlenceli gelecektir. kitap harry potter'ın kendi ders kitabı olarak tasarlanmış ve içinde üç kafadarın notları da yer alıyor.
    4 ...
  30. newt scamander

    1.
  31. harry potter dünyasında "fantastik canavarlar nelerdir nerede bulunurlar?"* kitabının yazarı. tam adı newton artemis fido scamander olan bu amcamız sihir bakanlığı'nda çalışırken elde ettiği birikimlerle bahsi geçen kitabı yazmış ve köşeyi dönmüştür(muhtemelen dönmüştür yani, hogwarts'ta okutuluyor). büyüzooloji alanındaki hizmetleri sebebiyle ikinci sınıf merlin nişanına sahiptir.
    1 ...
  32. bu sene iyi şike yaptı

    1.
  33. bir çok kulübün şike soruşturmasının içine dahil olması ve bir çok tutuklama yapılmasıyla akıllara gelen söz öbeği. falan filan işte... bu sıkıcı tanım olayını geçersek, hakkaten bu sene iyi şike yaptı be!
    4 ...
  34. hotel du lac

    1.
  35. anita brookner'ın bir romanı. roman "booker prize"a da layık görülmüştür. lakin bana sorulursa(ki soran olmuyor genelde) iç bunaltıcı, sonu zor gelen, başarısız bir kitaptan fazlası değildir.

    --spoiler--
    romanda hikayenin baş kahramanının, başka bir isim altında romantik kitaplar yazan ve fena da kazanmayan bir yazarın, edith hope'un, yaşadığı yasak ilişkisinin ortaya çıkmasıyla arkadaşları ve çevresi tarafından aklını başına toplaması için uzaklarda bir otele, hotel du lac'a bir nevi sürgüne gönderilmesi ve burada yaşadıkları anlatılıyor. otelde çeşit çeşit başka insanlarla tanışan ve bazı küçük maceralar yaşayan yazarımızın geri dönmek üzere memleketine telgraf çekmesiyle de romanımız bitiyor. aslında özet olarak bütün kitap boyunca, duygusal ve düşünsel olarak ergenliğini atlatamamış kart bir kadının buhranlarına tanıklık ediyoruz ve dolayısıyla içimiz sıkılıyor. daha doğrusu benim sıkıldı.
    --spoiler--

    her ne kadar ben hiç sevemesem de sonuçta kitap ödül neyin almış. okumak isteyenlerin hevesi kaçmasın, alsınlar okusunlar efendim.

    not: ödülü 1984'te almış bu arada.
    1 ...
  36. the helmet of horror

    1.
  37. victor pelevin tarafından yazılmış postmodern bir roman. roman alışılagelmiş yapı dışında, daha farklı bir biçimde yazılmıştır. zira roman chat yazışmalarından oluşmaktadır.

    roman bakmayı ve görmeyi, varlığı ve yokluğu, ve felsefe çevrelerinde yüzlerce yıldır tartışılan başka bazı konuları yer yer eğlenceli yer yer sıkıcı bir biçimde ele alıyor.

    --spoiler--
    bir grup insan uyandıklarında kendilerini ayrı ayrı odalarda kilitli bulurlar ve birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlayan tek şey önlerindeki bilgisayarlarıdır. böylece yazışmaya başlayan grup bir süre sonra postmodern bir theseus-minotor savaşının ortasında, labirentte olduklarını anlarlar. birbirinden çok farklı kişilerden oluşan bu grup zamanla ellerindeki parçaları biraraya getirip büyük resmi görmeye başlarlar. ama yine de ne olup bittiğiyle ilgili pek bir fikirleri yoktur.
    --spoiler--

    ekstra bir not olarak; istanbul üniversitesi ingiliz dili ve edebiyatı bölümünde ilk sene, bahar döneminde "metin inceleme" dersinde okutulma ihtimali vardır. hayır, hoca her sene farklı kitap seçiyor da o yüzden ihtimali vardır dedim. yoksa bu sene çatır çatır okuttu, biz de finalde çatır çatır- neyse...
    1 ...
  38. hayatı bir apaçi vurdumduymazlığında yaşamak

    1.
  39. ilginç kıyafet kombinasyonlarıyla, enteresan dans figürleriyle çığır açarak bütün dişiler seninmişçesine yaşayıp kimsenin ne düşündüğünü umursamamaktır.

    elbet bahis konusu apaçiler kızılderili kabilesi olanlar değil. daha bizden, daha içimizden olan apaçilerden bahsediyorum. hani şu kılık kıyafetine gülünen, danslarıyla kafa bulunan, insanlığa yaklaşımlarıyla eleştirilen apaçiler... işte onlar. uzun zamandır hep aklımdaydılar. düşünüyordum ne hoş değil midir şu hayatı bir apaçi vurdumduymazlığında yaşamak diye. eşe dosta da açtım fikirlerimi. bu beyefendi tavırlar, bu nezaket gösterileri, bu sofistike takılmacalar, kültür kumkumalıkları... hep yalan dolan değil mi ki bunlar? bir aşamadan sonra herkes evde don atletle gezip göbeğini kaşımıyor mu? bunu geçtim, ben de yer yer bıyık altından güldüğüm o apaçilerin çoğu gibi sap değil miyim? ne farkı var ki onların benden? ya da benim onlardan? onlar gibi giyinip saçımı onlar gibi yapmamak mı tek farkım? belki de apaçilik onların isyanıydı. bilebilir miyiz bunu? ne kadar tanıyoruz o adamları?

    bu fikirlerimi ortaya saçtığımda hor gördü beni eş dost. "olur mu öyle şey!" diye celallendiler. ama haklılığımda ısrarlıydım. tamam ben "janti" giyinen, "cool" takılan bir adam değilim. tipim de müsait değil. ama yine de ortalama insan standartlarına yakın sayılırım. lakin bu apaçi diye hor görülen adamların bile(az da olsa) bir kısmının taş gibi, kaya gibi, nasıl anlatayım böyle işte dağ gibi, tepe gibi sevgilileri varken ben kendimi bildim bileli sapım. buna rağmen "aman düşük bel giymeyeyim de kıçımı, çatalımı görmesinler", "aman danslı ortamlarda cıvık hareketler yapmayayım da ortamın mal adamı haline gelmeyeyim", "aman efendim gözüme hakim olayım da millet onları kesiyorum sanmasın" diye kasmam nedendir. koyversem ya apaçiler gibi. fütursuzca baksırımı göstererek dans edip kuytularda kız kezsem ya. yalnız kurt tavırlarımı bir kenara bırakıp sürümle hareket etsem, dosta güven düşmana korku salsam...

    beynimin içinde yankılanıp duran bu fikriyatım gün geçtikçe büyüdü. günün birinde bir arkadaşla damlı girilemeyen birahanelerden birinde otururken de nah bu kadar oldu. arkadaş benden farklı bir arkadaş. ben bir tane bulamazken o tamahkarlığından iki üç tane götüreyim derken hepsini kaybetmiş. birahane köşelerinde de efkar dağıtmaya çalışıyor. ben de her daim efkarlı bu bünyeyi az soğusun diye arpa suyuyla suluyorum onun yanında. ilişkilerden bahsediyor bana. ilişkilerinden bahsediyor. "geç buldum mecnun misali, erken kaybettim" diyor. "yüz buldum çocuk misali, gurur kaybettim" diyor. "çok buldum arap misali, kıçıma başıma bulaştırdım" diyor. içtikçe iğrençleşiyor mütemadiyen. beşinci biradan sonra iyice filozof tavırları takınmaya başladı. ses tonu değişti. hareketleri ağırlaştı. döndü bana doğru. "çok kadın hiç kadındır oğlum. yalnızlıktır sonun" dedi. düşündüm. "yoo dostum yoo" dedim. "diğer taraftan bakarsan da hiç kadın çok kadındır. bütün kadınlara aynı gözle bakabilecekken niye yapmayayım ki? bütün bu gerçek aşkı arama masallarını boş verip apaçi olacağım" dedim. işte böyle adım attım hayatı bir apaçi vurdumduymazlığında yaşama macerama. kelle olmuş arkadaşa tuvalete gidiyorum dedim. hesabı ona yıkıp dışarı çıktım. ve artık farklı bir insan olmuştum.

    o günden sonra bir apaçiden hiçbir farkım yoktu. onlarla takılmaya başladım. onlar yoksa da tek başıma üstgeçitleri tutup tek başıma dans ediyordum. gelen giden kızlara bıyık buruyor, öpücük atıyordum. gerçi bıyık apaçi kültüründe pek yokmuş. ama bende vardı. garipsemediler yine de sağ olsunlar.

    ilk zamanlar zordu. eleştiren bakışlara alışmak vakit aldı. ama alıştıktan sonra tüy gibi hafif hissetmeye başlamıştım kendimi. değişimi hissediyordum. eski benliğim geride kalıyordu...

    sonra bir gün esra yanaştı yanıma. siz tanımıyorsunuz tabi esra'yı. bir arkadaş. maalesef arkadaş yani. gönül ister başka şey olsun da... neyse, çekinerek şey dedi bana:

    -ya, somut. sen niye böyle oldun? niye o yeni arkadaşlarınla takılıyorsun? önceden aklı başında, düzgün bir çocuktun.
    +kızım, her şey onunla bitmiyormuş işte. efendiydik de bi kere şu çocukla çıkalım dediniz mi? yook! nerde! hadi siz çıkmıyorsunuz, bi kere de "yazık şu çocuğa birini ayarlasak ya" dediniz mi? ben de böyleyim artık işte. apaçilik benim isyanım kızım!
    -somut, apaçilikle falan olmaz o işler. bence sen önce o göbeğini erit sonra konuş. taam mı?
    +göbek mi? ne göbeği be? göbek değil o. hem sen önce kendi basenlerine bak! ne öyle vıcık vıcık. ıyyy!
    -iğrençsin.
    +sensin iğrenç. dur, gitme. pışşşt! dinlesene kızım. bi kere bira göbeği bu tamam mı? birayı kessem göbek falan kalmaz. şşşşt! duydun mu?

    muhtemelen duymamıştı. uzaklaşıp gözden kayboldu. aklım bu diyalogda kalmışken yanıma bu sefer tanımadığım biri yaklaştı.

    -şşşt, bilader! utanmıyor musun sen sağda solda, üstgeçitte benim sevgilime bıyık burmaya! hem de tüy kadar bıyıklarınla!
    +benim bıyıklar böyle çıkıyor lan! genetik napalım... hem ben kimseye bıyık burmadım. burmam. buranı da sevmem.
    -lan sana mı inancam, sevgilime mi?
    +ııı, bana inansan. olmaz mı?
    ***çotank***

    sonrasını hatırlamıyorum. ya da hatırlamak istemiyorum. emin değilim. ama bu olaydan sonra apaçilik kariyerimi bitirdim. gidip esra'dan özür diledim. ilgilenmedi.

    anladım ki olay hayatı ne apaçi vurdumduymazlığında, ne emo hassaslığında ne de tiki tektipliliğinde yaşamakta. hiçbir şey bize bağlı değil. biz birçok şeye bağlıyız. çok uzun lafın kısası... hayat çetin, hayat adaletsiz. hayat burnuna inen bir kafa darbesi kadar sert, o kafanın senin burnuna çarpma süresi kadar kısa. ağlama, değmez hayat bu gözyaşlarına. neyse, ben az daha buz koyayım gözüme.
    8 ...
  40. prinç

    1.
  41. lost bilgisayarı'nın mimarı evliya çelebi'nin yakında başlayacak yeni projesi. isminden de anlaşılabileceği gibi başta fringe olmak üzere benzer konulu dizi ve filmlerin klişelerine gönderme yapıp, onları tiye alacak bir mini komedi serisi olacak.

    şöyle de bir ilk sahne ve jeneriğe sahip:

    http://vimeo.com/12709270

    başarılar diliyoruz. bekliyoruz.
    4 ...
  42. beni çok üzen biri

    1.
  43. şikayet cümlelerinin öznesi, edilen küfürlerin nesnesidir.

    hava kararma evresini de geçmiş bildiğin kapkaranlık olmuştu. sokak tenhaydı. ve o konuşmayı sürdürüyordu.

    -işte aslında beni çok seviyordu. çok değer veriyordu bana ama... sonra değişti.
    +olur öyle.
    -yani benim ilişkilerim hep uzun süreli olmuştur. bu da öyleydi. ama bir yerden sonra bitirmem gerektiğini anladım.
    +haklısın tabi.
    -ben de onu çok seviyordum da askere gidip geldikten sonra değişti her şey. kadir bi tuhaflaştı.
    +kadir... tabi doğrudur. askere gidip geldikten sonra dedin. kaç yaş büyük senden?
    -beş.
    +hey maşallah! e, nesil farkı varmış sizin aranızda!

    hafifçe gülümsedi. ben başka tarafa baktım suratım asık halde. hayır, aslında yaş mevzusuna takık bir insan değilimdir de insan hoşlandığı kızdan eski aşk maceralarını dinleyince her şeye, herkese karşı nefret duymaya başlıyor. gözünde büyüyor her şey. o beş yaş bana otuz beş yaş gibi gelmişti.

    -yolu yarıladık. bak, yurda kadar gelmek zorunda değilsin. ben yürürüm kalan yolu.
    +olmaz. bu saatte, burada nereye yürüyorsun? devam hadi.
    -peki.

    serde erkeklik var diye artistlik yaptık kıza da, ama bir yandan da "dönüşte kıçı nasıl kurtarırım"ın hesabını yapıyorum o sırada. saat geç sayılabilecek bir saat, semt tekin değil, sokakta tuhaf tipler dışında kimse yok. insan çekiniyor haliyle.

    +ee, sen bugün kafede fal baktırıyordun. ne çıktı bari?
    -hep aynı şeyler işte. ha bir de iki tane harf gördü. u'yla m. isminde bunlar olan birisinin bana karşı hissettiği bir şeyler varmış.
    +hmm... u'yla m. var mı öyle birisi tanıdığın?
    -var. mutlu.

    mutlu? somut olmasın o. mutlu ne kızım? mutlu ne? mutlu diye isim mi olur lan! somut'tur o somut. mutlu ismini fal bile öngöremez. o falcının da allah belasını zaten... niye doğru düzgün bakmıyorsun kardeşim! niye adam gibi tam ismi söylemiyorsun! çarkıfelek mi bu, harf harf söylüyorsun? bu kız zaten batıl inançlı. şimdi o mutlu mudur nedir, o herif kızın hiç aklında yoksa bile kız kafaya takacak elin adamını. niye eşeğin aklına karpuz kabuğu sokuyorsun?

    +hmm... başka birisi olmasın?
    -yok. başka birisi yok ki o harflerle.

    ha biz eşek başıyız! yalnız kıza da kendime de eşek dedim kaşla göz arasında. sakin.

    +mutlu kim?

    bir süre cevap vermedi. sonra usulca "mutlu..." dedi. "mutlu beni çok üzen biri." akabinde kadir efendi'den sonra bir de mutlu efendi'yle ilgili anılarını anlattı. ben de "olur öyle, haklısın, iyi yapmışsın, yok artık" nidalarıyla dinledim kendisini. içimden kadir'e de sövüyordum, mutlu'ya da.

    -geldiiik. çok teşekkür ederim. buraya kadar yürüdün. nasıl döneceksin şimdi? istersen bi taksiye bin şurdan?

    tabi. taksiye bineyim. inerken böbrek, dalak ne varsa da bırakayım ücret olarak.

    +yok. aynı yoldan yürüyerek geri döner metrobüse binerim. sağ ol.

    vedalaştık. kadir ve mutlu'ya kah sesli kah sessiz saydırarak yürüdüm. arada yolu şaşırıp yanlış sokaklara girmişim. kısa çaplı bir kaybolma seansından sonra doğru yolu buldum tekrar. tinercinin biriyle burun buruna geldik. iyi günündeydi herhalde. bir nefes çekip yoldan çekildi. zor da olsa metrobüs durağını buldum. buldum, buldum da bulmakla bitmiyor ki! yanlış taraftan binmişim. avcılar'a gideceğime zincirlikuyu'ya gitmişim. en önde oturunca metrobüsün boşaldığını da görememişim tabi. e, karanlıkta gözler de seçmiyor. bir baktım metrobüs bomboş. kafamı uzatıp şoföre baktım. beni görünce şaşırdı adam.

    +inmedin mi sen usta?
    -avcılar'a gitmiyor mu abi?
    +sen çok yanlış gelmişsin usta. ama dur. ben seni yarı yolda bırakmam. ben buradan avcılar'a geri dönecem şimdi. sen git şurdan bize iki çay al. sıra gelene kadar içeriz.

    adam para versin diye bekledim bir süre ama hiç öyle bir şeye yeltenmeyince vaziyeti anladım. çaylar benden olacaktı. "vay çakal herif" dedim içimden lakin akbil basmaktansa çay almak daha cazip geldi. çayları aldıktan sonra çay eşliğinde adamın "metrobüs şoförü olmak ve zorlukları" adlı konferansını dinledim. ardından metrobüs yolcu almaya başlayınca, neyse ki, sustu ve yolumuza devam ettik.

    eve gittiğimde yine bilgisayar başına geçtim her zamanki gibi. googlefight'ta önce somut'la kadir'i sonra da somut'la mutlu'yu kapıştırdım. ikisi de çok pis dövdü beni. en son ikisine de saydırmaya devam ettiğimi hatırlıyorum. sonra içim geçmiş bir ara. kardeşim uyandırdı.

    -abiii! abiii!
    +hıaa!
    -abi, kalk sayıklıyorsun. kadir, mutlu falan diyorsun. onlar kim?
    +kim kim? eaa, şey diyormuşumdur ben. kadir gecesi mutlu olsun diyormuşumdur. rüya işte...
    -yeme beni abi. küfür ediyordun. kadir kim? mutlu kim?

    bir süre cevap vermedim. sonra usulca "mutlu..." dedim. "mutlu beni çok üzen biri."
    3 ...
  44. vapurdan martılara göz atmak

    ?.
  45. huzuru deniz ve martılarda arayan insan kişisinin vapurdan martıları seyretmesi durumudur.
    0 ...
  46. hep sardunya kokardı

    1.
  47. ben bu yazıyı "o"na yazdım. o... çünkü ikinci tekil şahsım olamayacak kadar tekillikten, herhangi bir çoğul şahsım olamayacak kadar da sıradanlıktan uzaktı o. sadece "o" diyebilirim o'na. o tanrısal makama yakıştırabilirim. canımı acıtsa da...

    her şeyden önce çok güzeldi o. çok güzel gözleri vardı. rengini hatırlamıyorum. cesaret edip hiç bakamadım gözlerinin içine. sadece çok güzel olduğunu biliyorum. dünyanın en güzel kadınıydı hatta. aynı zamanda da en çirkin kadınıydı. çünkü görebildiğim tek kadındı o.

    ama uzaktı bana. çok uzaktı. zaten hayallerime bile sığdıramıyorken o'nu, yanımda olabileceğini düşünmek saçmaydı. saçmadan da öte komikti. komik? ben hiç gülmüyordum.

    ayrı dünyaların insanları değildik o ve ben. çünkü benim ait olduğum herhangi bir dünya bile yokken tüm dünyalar o'nundu. benim dünyam o'ydu belki de. fakat o'nun etrafında hep başka aylar dönüyordu.

    kendi gözyaşlarımda boğulabilirdim. ağlayabilseydim eğer.
    kendi ellerimle boğabilirdim ağlatanı. yanı başımda ağlasaydı eğer.

    o ağladığında başını dayasın diye onlarca omuz hazırda bekliyordu. benimkiler yoktu onlar arasında. onlarca kol o'nu sarmak için hazırdı. benimkiler yine yoktu. başını dayamayacağı omuz, vücudunu saramayacak kollar neden vardı ki peki?

    gözümü her kapadığımda karanlık yerine onun suratı beliriyor karşımda. bana gülümserkenki bakışı... pot kırıp rezil olduğum günkü o bakışı. herkesle beraber o da gülmüştü bana. sırf bu yüzden en hatırlamak istemeyeceğim gün en çok hatırlamak istediğim gün olmuştu. yine gülse bana. ben yine saçmalasam, o gülse. ben saçmalasam, o gülse. o gülse...

    o'nun gülmediği her gün güneş batmadan önce de karanlıktı bana. yaz ortasında da soğuk. başkasına güldüğünde daha da soğuk.

    dengi değildim ben o'nun. aslında kimse dengi değildi. ama kimse de benim kadar değerli görmüyordu o'nu. utanmadan, sıkılmadan beline sarılabiliyorlardı. ben bakmaya bile kıyamazken.

    her tavrında bir prenses asaleti vardı. ben o kadar kaba saba kalırdım ki yanında.
    hep sardunya kokardı o. bense tütün...
    benim dudaklarımda hep sigara filtresi vardı.
    onunkilerde başka erkeklerin dudakları.

    dedim ya, dengim değildi o benim.
    hep sardunya kokardı.
    2 ...
  48. öldün duydun mu

    1.
  49. bir altıdan sonra tiyatro oyunu. yiğit sertdemir'in yazdığı ve yönettiği oyun intihar eden bir adamın gözünü başka bir yerde açıp ona öldüğünü ve hayatının yeniden inceleneceğini söyleyen birini, masalcı'yı, görmesiyle başlıyor. ardından olaya tanrı da giriyor ve adamın geçmişinin önemli kısımları incelenmeye, bize de bir masal şeklinde anlatılmaya başlanıyor. finalinde de bir sürpriz var.

    oyunculardan önce oyunun yazarına değinecek olursak, yiğit sertdemir'in oyun oynamayı seven birisi olduğu belli. oyunun içine finalle ilgili ipuçları serpiştirmiş ve bize tahmin edebilme imkanı tanımış. eğer dikkatli bir izleyiciyseniz finali tahmin edebilirsiniz. ama bence hiç kasmayın, kendinizi oyunun akışına bırakın. çok güzel akıp gidiyor zaten. finalde de şaşırın biraz canım. ne gerek var hafiyeliğe?

    espriler, şakalar gayet hoş. tanrı'yla ilgili binlerce espri de yapılabilir gerçi. olsun, yine de hoştu.

    oyunculara gelince; oyunda erkan kortan, aslı can kortan ve gülhan kadim yer almakta. gülhan kadim diğer oyuncuların içinde biraz daha parlasa da erkan kortan ve aslı can kortan da çok başarılı. özellikle erkan kortan oyun boyu sadece bir iki kelime konuşmasına rağmen belki de en büyük rolü üstlenmiş. mimikleri, bakışlarıyla sürekli oynuyor. ben uyuyakalırdım mesela o rolde oynasam.

    sözün özü, çok başarılı bir oyun. izleyin derim.
    4 ...
  50. çirkin insan yavrusu

    1.
  51. bir oyun deposu oyunu. yelda baskın, gülce uğurlu ve elif ürse'nin oyuncu olarak yer aldığı oyun üç kadının(biri türbanlı, biri kürt, biri lezbiyen) toplum içinde nasıl ötekileştirildiğini, kimliklerini oluştururken hangi zorluklarla karşılaştıklarını anlatıyor. senaryo ve oyunculuklar başarılı. özellikle elif ürse enerjisi ve oyunculuğunu birleştirerek izleyiciyi oyunun içine çekmeyi başarıyor. en azından ben hayranı oldum.

    oyunun dokundurmaları, hatta dokundurma da değil bazen dürtüyor resmen, yerinde. oyunun tiye aldığı insan tiplerinden iseniz size hitap eden bir oyun değil ama onun dışında seyircileri tatmin edecek bir oyun olduğunu düşünmekteyim. gayet başarılı.
    1 ...
  52. iki kısa bir uzun

    1.
  53. müfit özdeş'in son tiryaki isimli öykü kitabından bir bilimkurgu hikayesi. hatta bana göre kitaptaki en iyi öykü. konusu, uslubu... özellikle ana karakterde kendi geleceğimi gördüm. standartların üstünde bir yerli bilimkurgu öyküsü.
    3 ...
  54. anam anam fbi geldi

    1.
  55. michelle ryan

    1.
  56. 1984'te doğmuş ingiliz oyuncu. merlin dizisindeki nimueh karakteriyle birkaç bölüm gözükmüştür. iyi ki de gözükmüştür. severek izliyoruz.
    2 ...
  57. yerliyurtsuz

    1.
  58. altıncı nesil çaylak. tez zamanda yazar olmasını diler, hoş gelişler ola deriz.
    0 ...
  59. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük