olayın reklamla alakası yok, ben bir zihniyeti vurgulamak istemiştim, zihniyet de buraya uymadı sanki, linki vermemin sebebi ise bakın ne kadar dolu bir arşivi var manasındadır.
tanımspor: internetten dizi izlemeyip arşiv yapmaya çalışmaktır, bir eylemdir.
allah'tan para vermedim bu kitaba. kütüphaneden aldım, çok da süper olmuş. özenti bir anlatımı var bana göre. 1994-1995 türkiye'sinde ikide bir ılık bir duş almalar,koşuya çıkmalar... çok canım sıkıldı bu kolpalıktan.
üniversite ilk sınıfta olmamdan mütevellid her akşam uygulamak zorunda kaldığım güzel felsefe. gerçi şimdi felsefe üzerinden ayar yerim gibime geliyor ama üşeniyrem değiştirmeye. güzel felsefe aslında. yapçak pek bir şey yok zira. genelde batak çakıyoruz. zaten genel bir batış halindeyiz hep birlik.
bir kemal sunal efsanesi olan 100 numaralı adam'da aeg ile dalga geçilmek için kullanılan isim. ayrıca reklam çekimi sırasında buzdolabının dağılması sahnesi de unutulmazdır.
şöyle bir şiiri de mevcuttur:
dostum var diye güvenme,
kara gün görmedikçe.
buzdolabım var deme,
bu aslanı seçmedikçe.
aklıma bi olay geldi. başlık bulamadım. o yüzden böyle ilginç gibi, ilgi çekecek gibi bi başlık açayım da zaman geçsin biraz diye düşündüm. bu olayın diğer tarafı da var tabi. zaten empati yapınca herkes haklı hayatta. ben bunu anladım. bi de bu kadar net ayrımlar bütün hayat boyunca oluyor mu bilmiyorum ama lisede ayrım bu kadar net. birazcık tipsizsen kızlar seni bir abi, bir kardeş olarak görürler. ben bunu da anladım. üniversiteyi bilemiyorum. ama kızlar teklif ediyo diyolar, "önemli olan özgüven abi" diyen var, "sempatik olucan aslında" diye düşündüm geçen gün (denedim olmadı), "abi paraya bakar kızlar" şeklinde bir görüş de var. ki en çok "hakkaten abi ya" diye onay gören teori son teori. en başarısız da teklif ile ilgili teori. hatta o daha tez. uygulayan yok, o bir ütopya galiba. ilerde bunları da yazarım belki. yaşarsam. neyse çok dağıldı konu. anlatcağım konuya geçmeden bi işaret koyuyim da ilgi çeksin entry.
--------------------------
sene 2005.
soner yalçın gibi başlamak da süpermiş bu arada. 2005 yılı ramazanı. okullar yeni başlamış haliyle. ve liseye geçen her ergen erkek gibi "lan bi sevgilim olsa negzel olur" diye düşünceler içindeyim. dünyaya gözlüklerimin arkasından baktığım için sınıftaki çoğu kız için henüz abi bile değilim, kimliğim belirsiz, haymatlosum sınıfta.
ama işte bir düşüncedir alıyor beni. "lan diyorum şu kız çok tatlı ya, böyle sevgilim olsa, mesajlaşsak, birlikte gezsek tozsak, sevse beni". böyle düşünceler içinde takılıyorum. ama bu düşünceler en azından o kız için "lan var ya bi sksem, 3 posta gitsem, onu yapsam, böyle yapsam" şeklindeki abazan ergen erkek düşüncesi değil. öyle de düşündüm çok ama onun için değil. sınıfta halimle hiç ilgisini çekemedim. ve sınıf iftarı yapılma kararı çıktığında "ahanda ilgi çekme anı" diye düşünüp sevinçten bayılmıştım.
bayılıp ayılırken ben iftar günü falan belirlendi. sınıfçanak iftara gitmek değişik bi ortama girmek demek. sınıftakinden farklı görünen aynı insanlarla aynı muhabbetleri yapmak. en azından sosyalleşmek.
ben tip bakımından fakir bir insan evladı olduğum için "kıyafetimle aklını alıyım lan bari" diye düşündüm. hani filmlerde hep olur ya buluşma öncesi erkek karakter müzik eşliğinde kıyafet dener saatlerce. arkada müzik çalsa aslında hayat süper olur diye düşünüyorum yıllardır. o an çalsaydı en azından. bi de filmlerde hep boy aynaları var. çok süper deniyolar gömlekleri falan. bizde boy aynası da yoktu ki hala yok. (hakkaten ya bizde niye sadece skimsonik tuvalet aynası var sadece?)
neyse ben skimsonik tuvalet aynasında sadece tişörütümün üst kısmını görerek kıyafet deniyorum. baktım kotumla uyumunu göremiyorum sandalyeye çıktım. öyle baktım. ve uzun ve müziksiz geçen anlardan sonra mavi kotumun üstüne mavi tişörtümü giydim. ve ailemin yıllarca kullandığı tek kokuyu sürdüm. bu arada bu olayı aklıma getiren o parfüm oldu. demin tuvalette gördüm kendisini. dibinde hala var. kullanırım ki ben bunu. flaşbek gibi oldu görünce.
neyse. ben kıyafetimle "samet mavilerin uyumunu kimse düşünemez, hele kokun, sana aşık oldum sanırsam, bu gece saat 3'te uyudun mu diye mesaj atıcam, zira biliyorum beni düşünmekten uyuyamıyosun" diyeceğini sanıyorum. çok yapınıyorum böyle. yemek yiyilecek mekanın önünde buluşucaz. oraya gittiğmde oradaydı.
geldiğimi gördü ahali. o da gördü. sadece bi kere baktı. bi daha dönüp bakmadı bile. ilk raundu kaybetmiştim. o an cengiz hafiften çalmaya başladı. yanına gittim sınıfın. selam verdim. bu arada tipsizsen selamı genel verirsin, tipliysen tek tek sarılıp öpersin. bu böyledir.
genel selamımı da sallamadı. çakal gibi sinsi gibi yanında konuşlandım. hala bakmıyordu. bi ara baktı, bireysel selam verdim, yapındım, üstüme dikkat çektim. 2-0 olmuştu. olmuyordu bi türlü.
sınıfın yakışıklı çocuğunu bekliyorduk. gecikmişti. yakışıklı derken en pis yakışıklıydı. duyarlı, iyi yakışıklı. yakışıklılar kötü olmalıydı. arkasından "yavşak göts" diye konuşmalıydık.
ama değildi işte, süper bi insandı. kızlar için beyaz atlı prensti.
bu arada o geç kalınca erkekler küfür etti yine ama kızlar hiç üzülmedi. sabırla bekledi. biz geç kalsak "nerde kaldı bu, biri arasın (ben aramam işim olmaz onla)" şeklindeki kız tepkisi ona hiç gelmedi. ayrıca biz geciksek daha da artar tepkiler, hatta beklenmeyebiliriz de. ama o geç kalınca "atıyla trafikte takılmıştır" düşüncesi hakimdi sanki.
derken geldi beyaz atlı. otobüsle gelmişti hayret. inanılmaz ama bütün kızlar oraya döndü. hemen kıyafet değerlendirmesine giriştiler. hatta yanında konuşlandığım kız arkadaşına "kırmızı hiç yakışmış mı şimdi?" dedi. kırmızı giymese vericek gibi bi hali vardı. 3-0 oldu. cengiz'in sesi daha net geliyordu şimdi. mavi kotum ve mavi tişörtümle yarattığım müthiş kombinasyon kötü kırmızı tercihi kadar ilgi çekmemişti.
yemek yedik, herkes ona baktı, ona güldü, biz de futbol muhabbeti yaptık, ne yapacağıdık?
3-0 o kadar da kötü sayılmazdı. daha çok fark yediğim de olmuştu. hatta 4 olsaydı annem arıyo ayağına ortamdan ayrılıp 3-0 hükmene bağlayacaktım. 3'te kaldı allah'tan. bu bir averaj mücadelesiydi.
eve geldim ve o tişörtümü bi daha hiç giymedim. kokuyu da sürmedim.
kenar mahalle ne ilginç yer be hacu? çok üzülüyorum kenar mahalleliğime. asosyalsem bundan, eziksem bundan. her şey bundan bro. hani modernsel mahallerlerde ve istanbul ve izmir'in her yerinde oturan insanlar anlamayabilir ama biz burda dışarı çıkınca gidecek bir yer bulamıyoruz. hani siz kafelere falan gidiyosunuz ya biz sokak başında oturuyoruz. canımız sıkılıyor laf atıyoruz. olmadı birbirimize dalıyoruz. zaman çok salak geçiyo böyle. yalnız herkes böyle değil lan. ben gibi insanlar da var bunu zorunluluktan yapan. lost izleyen, how ı met your mother videolarının altına " barney süper lan" yazan, sözlük mözlük takılan. böyleleri de var ama mecburen mecburen mecburiyetten geçen kıza mal varlığını sorguluyoruz. köşe başı maliyecisi gibiyiz hafız. her lost watcher gibi ben de her gece "ne işim olur lan osman'la, mahmut'la. ben charles bukowski'yi bilen adamım. uykusuz okuyorum lan ben ilk sayıdan beri, entelselim aliminyum" diyordum.
ama canım sıkıldığından "selamın aleyki" diye gidiyordum yine osman'ımın yanına. konuşuyorduk yine vadi'den, bursaspor'umdan, askerlikten (kimsenin okumakla işi olmadığı için askerlik muhabbeti 13 yaşında başlar) ve en önemlisi abilerimizin anlattığı bizim de rüyalarımızı süsleyen karı kız muhabbetinden. vazgeçemiyorduk bunlardan. benim yaş 13-14. kafada hiçbir şey oturmamış. ne aşk olmuş, ne kız bilirim, ne ilk aşk muhabbeti olmuş. normalsal mahallerde oturan insanların işi çözmeye başladığı yaşlarda biz malız. hala adım sayıyoruz takımları belirlerken. millet sevgililerini sayıyormuş. batı kenarında bursa'nın.
neyse efendim. ben liseye başladım. yatılıydı lise. 4 sene hayvan gibi yattım. hakkını verdim yatılı okulumun. insanlarla ilişkilerim normal değildi. içime sinmişti kenar mahalleliğim. kızlarla tanışmak zaten ütoyaydı. sevgililik falan hiç aklıma bile gelmemişti. ötesini bilmiyodum zaten. konuşmak bile hayaldi. yapacak bi şey yoktu. kurtaramıyordum mutasyona uğramıştı sanki genlerim. kalıtsal değişiklik olmuştu. her çirkinsel ergen erkek gibi okuldan bi kızla platonik ilişki başlattım. hayaller kurdum. hiç konuşmasak da kendi kendime ayrıldım, sonra geri döndüm. hiç alakası bile olmayan hareketlerini başka başka yordum. hem de hareketler bana bile değildi. şimdi düşünüyorum da gerçi her zaman düşünüyorum bunu ne zavallıymışım. ki hala zavallıyım. bu saatte uyumamak ve bunu yazmak bile gösterge bro.
yıllar geçti lisede. biraz sosyalsal oluyorum derken lise bitti. anadolu'nunen sosyal mekanı afyon'da bir okuyacam üniversiteyi bi de. bir kenal mahalleden bir kenar şehre gidiyorum. hayat böyle bir şey. bazen düşünüyorum benden daha kötü halde bir genç var mıdır diye. lan diyorum osman var. hala vadi izliyodur öküz diyorum. facebook'ta paso ismail yk falan paylaşıyo zaten. bi de dalga geçmek için de değil. gerçek hisleri bu malın. gerçi ben de malım o ayrı. onun hayatta kız arkadaşı olmaz oğlum diye avuttum kendimi hep. mal lan o dedim. başkasının kötü durumuna sevindim piç gibi.
4 sene geçti. ben geçen gün açıldım hele şükür. aceleciyimdir. "samet ne alaka" dedi, "la yörü git" demiş kadar oldu. "napalım" dedim. lise benim için boş bi lafmış. onun için de aşk.
o günden sonraki gün yürüyorum. osman'ımı gördüm heykel'de. yanında sevgilisi olduğu her halinden belli olan bi kız vardı. osman'ım her kenar mahalle çakma tikisi gibi saçlarını yapmış ve pazardan alınabilecek en tiki şeyleri üstüne giymişti. "nasıl olabilir lan" dedim böyle bi şey. gizli çakalmıymış bu dedim. gece çıktım. yine köşe başında kıza laf atıyolardı. 4 senede sadece fiziksel değişim yaşamışlardı. mallık sonsuza kadardı. bu arada böyle çok eziyomuşum ve genelleme yapıyomuşum
gibi oluyo ama alakası yok. osman gerçekte böyle bi insan. "nasıl kapızladın lan kızı" dedim. "o profösör, sen mi geldin" dedi. okuyana böyle denirdi genelde. ben okumuş adamdım ama ezilen bendim. nasıl iş anlamadım ama kızı böyle kaptığını anladım. girişkendi osman'ım. okulda görmüş, arkadaşlarıyla haber salmış, iş olmuş.
lan 4 senem ne pis geçmiş diye düşündüm. oysa ben pablo neruda'dan alıntılar yaptıydım adam arkadaşlarından alıntı yapmış. hayat acımasız diye düşündüm. "vadi de süperdi lan bu sene, öldü mü lan polat" diye konuaçtım. baya bi lafladık. evlere dağıldık.
başlık bulamadım. sonra evde çorap araken aklıma geldi. biz yıllar yılı doğum günlerimizde birbirimize çorap aldık. hatta bi kere aldık. yıllardır aynı çoraplar döngü yaptı. gazete kağıdına sardık getirdik. pasta yoktu. cips yedik. porno izledik. doğum günü partisi buydu bizim için. genel de babanın basmasıyla ve parti sahibi! çocuğu dövmesiyle parti biterdi. porno cdler hep kırılırdı. bulmak da zordu alimünyum. facebook'ta falan ya da resmini nerde görsem hep özenmiştim modernsel doğum gübü partilerine. kızların tek parça elbise giydiği makyajın dibine indiği hatta dans edilen o partilerle 9 abazan erkeğin 31 çektiği paritler arasında büyük farklar vardı. ama ikincisi daha iyiymiş yenianladım. özeniliyo falan ama dolu görünen boş insanlarla dolumuş börtdey partileri. en güzeli boş görünen boş insanlarmış. özenmeyin özeniyosunuz diyeceğim odur. bi bok olmuyo orlarda. burda zevk alıyosun sonuçta. ben çok özendim kişilik bunalımı yaşadım. okuyan olursa ben durumunda yaşamasın. en azından tarafınızı seçin. ben geriye dönsem osman olurdum ve şu an uyuyo olurdum. mutlu olurdum en azından.
will smith abimiz her filminde güne saatin çalmasıyla başlıyo. nasıl saat onlar ya. böyle büyük rakamlı, dijital, radyolu, üstüne bi ker basınca kapanan hollywood saati. aradım bulamadım. özendim sözlük ne yapayım? ben de normal radyo aldım. frekans göstermeyenlerden. güzel şarkı çıkınca kalıyorum frekansta. saat almata çıktım. radyo aldım bu arada. öyle marjinal bi insanım ki. telefonla uyanıyorum. paso ertele çakıyorum. oysa ben de isterdim artistik bi dokunuşla saati kapatayım. olmuyo işte türkiye burası.
neyse will abi kalktı. her gün kalkınca spor yapıyolar lan amerika'da. nasıl hayat lan bu. zaten kaslısın it. havan kime? bekir yarangüme. it ya. sinirim bozdu. barfiks çekiyo her sabah binlerce. lan merak etme tüm kızlar senin. bize bakmıyolar zaten. hala daha spor. binlerce lan barfiks bi de. ben 3'te kalıyorum lan göt. bi de evde barfikslik çubuk var. yuh diyorum. türkiye'de nasıl yaptırcan lan onu. usta küfür eder valla. hem bok gibi paran var.
sonra her sabah banyo ski var. küresel ısınıyo lan götçekvederson. hala daha su harca sen. her sabah. valla beyaz oldun lan yıkana yıkana. her sabah banyo yapılır mı oğlum? her allah'ın günü.
sonra bornozla kahvaltı var. gasteler sık yazılı, resimsiz amerikan gastesi. meyve suyu devasa bardaklarda. ben de öyle yaşamak istiyorum lan. zaten yarından itibaren çağırıyorum ustayı. hem günü gününe çalışıcam bundan sonra. hoca 2 tane 100 verse.
dünya'daki en karşılıksız aşkın acı çekmesi muhtemel tarafı. süper insan. gerçi dizi onun için mutlu bitmişti ama final hariç gerçek hayattan bir 7 numara insanı.
duyguları ifade edebilmek, istediğini anlatmak çok zor. sel felaketi bursa'yı teğet geçti. ama köyümüzü teğet geçmedi. bursa'ya 20 km uzaklıktaki köyümüz yağmur dolayısıyla karanlıklar içinde kalmıştı. iftar sırasında elektrik geldi ama gece yarısı yine gitti. zaten mutsuzken hiçbir şey düşünmek istemiyor insan. elektrik varken tv beni meşgul ediyordu. ama o da gidince düşüncelerle başbaşa kaldım. çok üzüldüm. kaçmalıydım düşüncelerden. yağmur çok hızlamıştı. bahçeye çıktım. köyümün yağmurlarında yıkanıyordum. çok üşüyünce içeri girdim. duygusal olmak çok zor. ağlamk çok itici duruyor bazen. insanın kendine saygısı azalıyor sanki. hele serde erkeklik olunca iş daha da zorlaşıyor. şu dünyada ne acılar var. kimse habersiz çoğundan. benim de acımdan ve dün gece bu saatlerde yağmurda ağlamış oluşumdan kimsenin haberi yoktu, olmuyacaktı. şimdi yazdım yine olmayabilir tabii.
neyse çok iğrenç bi şekilde durup dururken ağlıyordum yağmurda. o değil de ağlıyorum ifadesinin yazılması bile itici. çok negatif bi yönü var. samimiyetsiz geliyor "ağlıyordum" ifadesi. "neye üzülüyon lan yavşak insanlar ölüyor" diye bi düşünce oluşuyor ister istemez. üşüdüm içeri girdim. biraz radyo dinledim. elektirik geldi. sonra yine gitti. yine geldi. yalama oldu tüm eloktronik aletler. tv'yi açtım. breakin bad oynuyordu. ve ben dizinin ilk sezonunun 5.bölümüde walter vhite'ın kanser masraflarını karşılamak isteyen eski dostlarından birisinin karısının araması sırasında yaptığı mimiklere ağlıyordum. şimdi düşünüce "sekter git lan göt"lük bi durumu gibi. ama belki o sadece başaltıcıydı. tüm acılar birikmişti.
film izliyim dedim. anestezi'yi izledim. izlerken ayağımı uzattığım zigonlu sehpayı kırdım bu arada. annem hala bilmiyor. filmde çok ilginç geldi, film sürecinde ağlıyacak bi şey yoktu. ama ben ara ara ağladım. ağlamayı durdurmaya çalışmak çok pis bi şey. başaramıyorum hiçbir zaman.
derken sabah oldu. saat 6'da bindik arabaya bursa'ya doğru yola çıktık. arabanın arkasına oturdum. çünkü babanın umurunda olmaz ama anne ağlayan çocuğunu görünce işin peşini bırakmaz. sorgular, üzülür. bu yüzden anne dünyadaki en mükemmel varlıktır.
durduramıyordum ağlamamı. lensli olmak çok iyi bir durum ağlayanlar için. hemen gözüm sulandı yalanını salıyorsun soranların karşısına. dünya süper oluyor. ama ağlarken sümükleri durduramamak ve etrafta peçete olmaması çok pisleştirdi beni. çocukken yaptığımız gibi kapuşonlumun koluna sildim. annem durumu anladı galiba ki arkaya döndü. gözüm sulandı dedim. inanmadı ama inanmış gibi yaptı. ben de dilimi ısırarak biraz durdurdum ağlamamı. fiziksel acı tek çareymiş onu anladım.
heykel'de indim. kent meydanı'na gidecektim. arkadaşla buluşup bilet alıcaktım fener maçı için. saat 7'de sıraya girdik. 3 saat bekledik. sonunda amacımıza ulaştık. kültürpark'ta biraz turladık. playstation oynadık biraz. 30 saat olmuştu en son uyandığımdan beri. eve geldim. iftardan bir saat sonra uyandım. hayatım bok gibiydi.
oğlum ya da kızım, gelinim sen de anla, ne pis atasözü o da. kim ne yapçak karışıyo bazen. kafam karışır benim kız olsam anlayamam hiç bi boku. hayat garip aslında vapurlar falan...
o değil de bu entrye doğaçlama mizahla başladım. farkettin mi okur? et bence. aslında normal bir şeyi normal değilmiş gibi gösterdim. mantık aradım. şimdi konuyu çok pis bağlıyorum. konum şu: filmlerde mantık hatası arama çılgınlığı. aslında böyle bi başlık da açılabilirmiş. başka bahara artık. 14 bahar geçti diye şarkı vardı. bok gibiydi. konu dağıldı. sanki bilinçsiz dağıtmışım gibi yazdım. oysa ki direktoman ben dağıttım.
off gelemedim konuya. ben ne zaman bi film izlesem mal olduğum için tam anlamam. yoruma ihtiyaç duyarım. sözlük çakarım. ve mutlaka izlediğim filmde mantık hatası bulan biri olur. ben bulamadım o hatayı ona da yanarım, empati yapmayan ve rahat bi şekilde "olmamış, hep hatalı olmuş, mantık yok anacım" şeklinde yazan yazara da kızarım. mazeretim var lan, asabiyim ben.
hayatta ilk işim iş sahibi olmak olucak ilerisi için. ikinci işim bana özel. ama üçüncü işim bi film çekicem. 20 yıl falan sürücek çekimleri. oyuncular yaşlanıcak. bmylece dünya tarihinde ilk kez geleceklerini ve geçmişlerini sahiden aynı oyuncular oynucak. makyaj masraflarından yırtmış olacağım için bütün parayı filmde mantık hatası olmamasına için harcayacam. harcırah. of böle yapacamlı, edecemli yazınca çok sinirlerim bozuluyor. öbür türlüsü de uzun sürüyor. vallaha hayat zor. yalnız duygusal adama hayat daha zor bunu anladım. işte böyle hayallerim var. arasın dursun ondan sonra mantık hatası, bok bulursun. her sahneyi mantık proflarına gösterecem. bulamayacaksın. ha ha.
tanım: şu ana kadar çekilememiş olan film. ileride tarafımdan çekilecektir.
ben hiç görmedim silgisini kaybetmemiş insan. ve silgisini bitene kadar kullanan da görmedim. işbu başlığın oluşum sebebi olan insan var mıdır yok mudur, şehir efsnesi midir bilinmez ama varsa büyük bir insandır orası kesin. çok merak ediyorum bir silgi nasıl sonuna kadar kullanılır, nasıl biter, bitince nasıl bir boşluk oluşur sahibinde, nasıl doldurulur o koca boşluk? silgisini boynuna asan bile kaybediyordu bir şekilde, normal kalem kutusuz öğrenci ne yapsın, işin ilginç yanı silgiler kaybolunca başka bir boyuta geçiyorlardı, lan sınıf 20 metrekare bir yer, sen burada düştün yere, nereye gidebilirsin ki? ne kadar uzaklaşabilirsin? nasıl bir boyuta geçtin? beşinci boyut? işte bence silgisini hiç kaybetmeyen süpersonik öğrenci de o boyuta geçiyordur, ben göreceğimi sanmam ama gören duyan olursa bi özel mesaj çeksin ben hemen ulaşır, elini öperim o süpersoniğin.
enterasan bilgiler: yıllar yılı süpersonik kelimesinin alpay erdem buluşu olduğuna inandım, ama işin aslı öyle değilmiş, ya neymiş? şöyle ki efendum, grup vitamin dünya turu adlı eserlerinde bu kelimeyi kullanmışlar, sene 93 veya 94 yani alpay daha beşikteyken, saygılar,selamlar.
işte vitamin böyle bişey. her duruma her duyguya uygun şarkı yapmak hiç kolay olmasa gerek. işte bu da aşk acısına birebir. vitamin alın, acınız azalır. hep böyle oluyo ya. neyse. tanım yapayım. süpersonik bir vitamin şarkısı. tam adı da bu değil.
cem yılmaz'dan duydum galiba. çok kimselerin hayat felsefesi yalnız. ilk kısım lafta herkesin felsefesi. bi gün sınıftaki kızlardan biriyle msn'den konuşuyoruz. "biliyomusun her şey boş" dedi bu tespiti ilk kendi yapıyomuşçasına. ben de "o zaman eğlen coş" dedim. bu kızdı falan. trip attı. bi de şöyle bi şey var. mesela msn'de yüzler görünmüyo ya çok pis yiyebiliyosun insanları ya da çok pis yiyolar seni. sonra "şaka p" falan yazıyolar, ya da yazıyosun. sonra bu kız arkadaşım "çok mutlusun di mi sen şimdi, oysa duvarlar üstüme üstüme geliyo" falan gibi klişe ötesi şeyler yazdı. ben de "he güzelim, he balım" falan yazdım. hatta "bi ara ne olursa olsun yaşamaya mecbursun" dedim de "çok tatlısın" dedi. lan dedim şimdi bana yazıyo olmasın bu bana. sonra işte çaktırmadan arkadaş olduğumuzdan falan bahsettim. güme gitmek istemedim. bi de şimdi böyle yazdım ama bu kızın o an kesin dertleri vardı. ama klişeyle bunu anlatması çok komiğime gittiydi. neyse.
çok gamsız adamlar var lan dünya'da. hatta gamlı insanlar olmasa dünya çöker bence. işte bu arkadaşlarımız "her şey boş" cümlesini çok benimsediler. her yerde bunu diyolar. misal ben çok gamlı bi adamım. ama bana gamını açan bi insana ben de her şey boş derim.o bir gelenek. ve başka bir şey yok diyecek. ama böyle yaşamak çok zor vallahi. kafaya illa bi şey takarım. kafam hiç ferah ve rahat olmaz. boş olmaz. olanlar bence çok manyak insanlar. olmaz olsun öyle insanlar. benim derdimle dertlenen insan olacaksın ki ben de senin derdinle dertleniyim. ne lan bu her şey boş havaları. götçek herif. beline odunla vurasım var.
asıl dayaklık kitle ise ikinci bölümü felsefe edinen. eğlenip coşan. üç günlük dünya olduğunu iddia ettiği bu dünya'da hiçbir şeyi takmamasın yanında eğlenip coşan kitle. amacınız ne lan sizin? niye eğleniyoruz hep? bir sürü acı var lan dünya'da. yazık. acıyorum. ya da bana ne acımıyorum. biraz gamlı olun. ya da bana ne?
(bkz: evde tek başına kalmak/#5692584)'ın devamı olarak. bu arada linki kesin yanlış verdim ama yapçak bi şey yok. bi de bu yazı tarzı experimental isimli yüce şahsiyete ait ama özendim. bi kereliğine alıyorum. hem canım sıkıldı. aslında devamı da sayılır yani. zaman dilimi olarak devamı.
bursa'daki sıcak mı sıcak evimde uzun süre yalnız kalmıştım. "yetti lan bursa'daki yalnızlığım" deyip uludağ'ın yamaçlarında bulunan köyümüzde de bir süre yalnızlık çekmek istedim. tabi anam, babam ordaydı. bu fiziksel bir yalnızlık değildi. daha çok duygusal bir yalnızlıktı. uzun süredir içimde bulunduğum karşılıksız aşk durumu beni bunalımlı bir bünye haline getirmişti. ayrıca bursa oldukça sıcaktı. köy de bi o kadar serin. o akşam köye vardım. serin karşıladı yine beni. kısa kollu olduğumdan ve şortlu bir insan olduğumdan önce götüm sonra kıllarım dondu. temmuz'un bu sıcak gününde hırka giydim. ama pantolanlarımın hepsi yıkanmış olduğundan şortla takıldım.
köyün gidilebilecek tek mekanı olan köy meydanına bu halde gittim. her daim orda bulunan, vakti gelince sadece namaz için hemen yanı başlarındaki camiye namaz için gidip gelen hacı amcalar bu 10 üzerinden 2 alan iğrenç elbise seçimimi bakışlarıyla biraz yadırgadılar. dedemi aralarında gördüm. normalde selam verip yanlarında bir süre oturmam lazımdı ama çok canım sıkkındı. uzaktan dedeme el salladım. bu son derece avrupai selamı hacı olan dedem sallamadı haliyle. ama yanına gidesim hiç yoktu.
yanlarından ayrılıp 3 adet oturmalık yeri olan köyümüzün meda-ı iftiharı (böyle mi yazılıyo) parka doğru ilerlemeye başladım. telefonlar köyde genelde çekmezdi. ama parkta türksel 3 tık, vodafone 2 tık çekiyordu. avea her zamanki gibi hiç çekmiyordu. bir türkselli olarak park en ideal yerdi benim için. hem 2 gündür mesaj gelmemişti ondan. belki gelirdi. sıkılgan bir insan olduğum için ve köyde benim yaş grubumdan kimse olmadığı için parkta hemen sıkıldım. hem mesaj da gelmemişti. yarın mp3 playerım ile gelirim diye yaklaşık 1 km uzaklıktaki evime gitmek için yeniden geldiğim yolu çıktım. o arada akşam ezanı okunmuş olmalı ki kahvede ve önündeki hacıların yıllar önce kombine alıp kapattığı banklarda kimsecikler yoktu.
ben de bu boşluktan yararlanıp köyümüzün kahvesine girdim. soğuk plastik sandelyeler donan götümü daha da dondurdu. özellikle bacaklarımın soğuk yüzeye temas ettiği baldır kısmını bir süre sonra hissedemez oldum. kahvede her zamanki gibi olay ve türkiye gazeteleri vardı. olay'ın çekirge adındaki magazin ekinden biraz karı-kız baktım. orta sayfadaki bursa cemiyet hayatının düğünlerindeki fotoğraflara bakıp en güzel kızı seçtim. bu arada damat her zamanki gibi öküzdü. kız da makyaj şov yapmıştı. yine uyumsuz bir çiftti. en azından tip olarak o damat o kızı haketmiyordu. türkiye gastesi her zamanki gibi bomboştu. mizah sayfasını okudum. hiç gülmedim. zaten bu acıyla gülmek imkansızdı ama hakkaten hiç de komik değildi. olay gastesinden bursasporumla ilgili haberleri okudum. "zapatoşni tamam" diyordu. yan sayfada ise "yiğidolar kenetlendi" yazıyordu. 5 yiyeceğinden habersiz yiğidolar her zamanki gibi kenetlenmişti. o sırada benim de içimdeki yiğidolar kenetlendi. açılma kararı aldım. ne çıkardı ki. arkadaş olarak görülürdüm en fazla. kahvede telefon hiç çekmiyordu. dışarı çıkıp çeşitli yönlerde ilerledim. o arada telefonumu heyecandan yere düşürdüm. amı götü dağıldı. her parçası ayrı yere gitti. telefonu zor topladım. bu arada çeken bir yer bulmuştum. ama bir tık çekiyordu. çağrı atayım da önce telefonun başına gelsin dedim. attım ama gitmedi. kapsama alanı dışındaydım yine. vazgeçtim her şeyden o anda. ya da yine korktum.
hem hacı amcalar namazdan çıkmıştı. ben de eve gideyim dedim. son derece yorucu yokuşu çıktım. yine eşek gibi yoruldum. eve vardım. can sıkıntısının normaldaki bir numaralı aracı tv'yi açtım. ama çoğu kanal kapanmıştı. 1 aylığına hediye verdiği kanalları geri almıştı digitürk. yine klasik kanallara kalmıştım. derken elektrik gitti. bu çok sık olan bir şeydi. her şey üstüste geliyordu. allah'tan yarım saat sonra geldi. yiğidolar tam kenetlenememiş olacak ki 5 gol gördüler ağlarında. içimdeki yiğidolar da üzgündü baya. elektrik gelmese o gece geçmezdi. telefon ışığıyla okunan kitap da bir yere kadardı. saat 11'de conan obrayn'ı, 12'de cimi felın'ı izledim. saat 1'de chuck dizisinin tekrarı vardı. 2'de de simpsons vardı. hepsini ara sıra dalarak izledim. saat 3 olmuştu. itü makina'dan çaldığım deftere adını yazıp durdum. sonra annem görmesin diye hepsini karaladım.
uykum yoktu ama 3. kattaki odama çıktım. biraz eski penguenler'deki umut sarıkaya köşelerini okudum. mesaj hala yoktu. uykum geldi gibi oldu. zor da olsa uyudum. kalktığımda saat 2'ydi. çok büyük bir heyecanla telefona baktım. tam olarak ne beklediğimin farkında değildim. ama herhangi bir mesaj iyi olacaktı. haliyle yoktu. biraz tv ile zaman geçirdim. canım çok sıkkındı. sonra yine köy meydanına inmeye karar verdim. hem belki bir otostopla bursa'ya inerim diye kotumu da giydim. evin anahtarını unuttuğumu aşağı inince farkettim. yine aynı yolu döndüm. bu aşk acısı dalgınlığının sonucuydu. aşağı yine indim. köy meydanı her zamanki gibiydi. hacılar günün 15 saatini geçirmeye bayılıyolardı kahvenin önünde. yine ezan okundu. ben yine gastelere bakmak için kahveye girdim. karnım kazınmıştı. evden çıkarken annemin "bi şeyler yapayım da öyle git" teklifini sallamayan kafama küfür ettim. kazıkçı köy bakkalına girdim. param azdı. eski günleri yad etmek için gofret ve uludağ limonlu soda aldım. sodayı yine zor açtım ve biraz döktüm. yere dökülen şekerli yapışkan sıvı yüzünden aynı zamanda imamın oğlu olan bakkal güzel bir küfür etti. "ehe ehe" diye yavşakça güldüm. yüzüne baktım o gülmüyordu. çok gerilip gastelerimin başına döndüm. yine okudum şanlı bursasporum'un transfer haberlerini. köy yine boştu. yalnızlıkla mücadelemde yine mağluptum.
derken hiç de samimi olmadığım mücahit isimli arkadaşım geldi. selam verdi. bu arkadaş benim yaşında olmasına rağmen çok büyük acılar çekmiş bir halde dolaşan, saç sakal karışık yaşayan, her 5 metrede bir "fışşçk" diye acı çeken insan tükürüğü fışkırtan, günde 1 paket sigara içen ilginç bir tipti. ne zaman konuşsak çektiği acılardan, kazık yediği kızlardan, bir türlü bitiremediği liseden bahsedip dururdu. yine öle oluyordu. derken bakkala gidip çekirdek aldı. bu beraber yürümek için bir teklifti. "gel parka gidek" dedi. çekirdek almış bir insanı kıramazsınız. haliyle gidip oturduk. uzun süre sustuk banklarda. samimi olmayan iki insan gerilimini bozmak çok zordu. " ee işler nasıl" diyerek dünyanın en işe yaramaz sohbet başlangıcını yapmaya çalıştım. o her esanfın her zaman dediği şeyi dedi: "eski tadı yok." gerçi daha 18 yaşında bir insan olarak eski tatları ne kadar bilirdi bilmiyorum ama hep öyle derdi herkes. o da ilginç bir durum. sözleşmiş gibi herkes "eski tadı yok" diyo. e eskiden de böyle diyodunuz. nasıl olacak bu işler?
sonra bu sıkıcı sohbeti kapayıp yine sustuk. büyük bir salvo bekliyordum. kıpır kıpır olmuştu. ve beklenen soruyu sordu. " çıktığın var mı?". ama mimikleri ve duruşuyla sanki "siktiğin var mı?" diye sormuştu. böyle yapması beni biraz yaraladı. çıktığım yoktu. karşılıksız hislerimden başka bir şeyim de yoktu gerçi. her gamsız insan taklidi yapan erkek gibi "yok be oğlum" dedi. uğraşılmaz karıyla kızla tavrıydı bu. gören bu işlerin kaşarı olduğumu sanırdı. ama deildim. ondan uzun süre tavsiye dinledim. sonuç aynıydı: "siken sevilir, seven sikilir." canım sıkıldı. "hadi gidek" dedim. kabul etti. bursa hayallarim kırılmıştı. eve gittim yine.
yine aynı programları izledim.yine zor uyudum. yine geç kalktım. ve yine mesaj yoktu. bu üçüncü gündü mesajsız geçen. "naptın" diye mesaj attım. hasretimle gönlünün yandığını düşündüm. ama yanmamış. "iidir,sen" diye mesaj geldi. göz yaşlarına boğuldum.
spor gazetelerimizin sivasspor'un maçları öncesi genelde attığı yaratıcı başlık. dünyanın en süpersonik başlığı. ben spor gazetesi editörü olsam sivassporla ilgili her habere bu başlığı atarım. o derece farkılıyım, öyle marjinalim.
geçen gün arkadaşımla paylaştım bu mevzuyu. ezdi, kırık olan kalbimi daha da kırdı, dalga geçti, aşağıladı. aslında böyle yapmadı ama kısaca "abi onlar film" dedi. lan biliyoruz film olduğunu. hayatında bir gerçeklik içerdiğini. filmlerin bizi eğlendirmek, korkutmak, hüzünlendirmek gibi amaçlarla yapıldığını. yani bizim duygularımıza hitap ettiğini. film bitince hepimizin eve gittiğini... bu tip şeyleri biliyordum. benim dediğim tam filmlerde değil aslında bazı insanların yaşadığı ile bazı insanların yaşadığının farklı olması. lan tabi farklı olacak ama. bazıları filmler gibi yaşıyor. off. anlatamıyorum derdimi.
misal ben aşk acısı çeken bir erkeğim. böyle yazınca çok iğrenç oldu. bu duygularımla tabii ki de bazı film karakterlerini, bazı romanları, bazı dizileri kendimle özdeşleştiriyorum. acımı onlarla paylaşıyor gibiyim. ama hiçbiri tam benim gibi değil. ve çoğunun sonu mutlu bitiyor. işte belki de bizi bitiren bu. bu arada bütün yazı boyunca biz kullanıcam. bu durumda ben yazmak biraz kötü oluyor. biz sadece beni de kastedebilir. luzırlar üztüne de alınabilir. benim için problem yok.
misal her kız duştan yeni çıkmış kıvanç tatlıtuğ, her erkek adriana lima ister. işte bu konuda sıkıntı yok. hayvani insan doğası. her zaman en güzeli en olumluyu arzuluyo. bu çok normal. en güzeli isteyip kendine uygunuyla takılıyo insan. bu da iyi.
ama filmler ve hikayeler enterasan. bizi daha iyiye ulaşabilirmişiz gibi bir yanılgıya düşürüyor. bu arada derdimi hiç anlatamıyorum. çok düz bir abazan gibi yazıyorum. çok sinirlendim. hissettiklerimi anlatamıyorum baya.
misal en absürt örnek recep ivedik. o bile götürdü kızı ilk filmde. chuck. ki chuck dizisi "chuck aynı ben lan" deyu izlediğim süpersonik bir dizidir. o bile götürdü sarah bacımızı. işte filmler ve dizilerdeki bu şeyler gerçek hayatta böyle işlemiyor. misal biz mesaj attığımızda 1 saat sonra mesaj geliyor ve mesaj son derece trt 2 oluyor. mesela ben de çok dalgınım ben de şaşkınım ama bu özelliğimi kimse bilmiyor. bilse de bıyık altı gülüp benden hoşlanmıyor. kimse biz yanından geçerken kıpır kıpır olmuyo. tamam tip lazım ama. e tip de olmayınca. tipi falan geç tamam tipsizim o ayrı ama kimse iyi insanlar olduğumuzu takmıyor. valla okuyunca ben bile "sözlük bana karı bul lan allahsız" gibi yazıyorum ama hakkaten anlatamıyorum. öyle değil.
hikayeler filmler falan tersini söylese de biz arkadaş olarak görülüyoruz. sonra tuvalette ağlıyoruz. ya da filmlerde böyle sahneler olabilir. ama sonu mutlu. sadece karı kız mevzuu da değil. her bok da böyle.
aslında gamsızlık en iyisi de. bi gamsız olamadık amına koydumunun hayatında.
bi de biz mesaj attığımızda hiç anında cevap gelmiycek. kimse banyodan çıkmış halimizi merak etmiyecek. kimse bizi ve mükemmel gülüşümüzü düşünerek uyumuyacak. "hepimiz luzırız. oley. yaşasın luzırlık, dünyanın bütün luzırları birleşin, sarılalım sıkı sıkı" duygusuyla yazmadım bunları. ne için yazdığımı da tam şeyapamadım. ya da boş ver ya. hayat güzel.
çok pisleşti yalnız ev. o değil de 3 tane hamamböceği var tuvalette. ışığı açıyorum hemen korkup kaçışıyolar. haberleri yok ben onlardan daha çok korkuyorum. hatta ben geçen gün bi tanesini ayağımın altına sıkıştırmışım. aklıma geldikçe huylanıyorum. karıncalara berkekettir deyu ses etmedim ama bu gregor samsalar çok oldu artık.
bu arada hakkaten şu an çöp eve doğru ilerliyorum. sakalımda bayağı uzadı. modern dünyada robinson cruse gibi takılıyorum. misal şu saçmalığı yazdığım bilgisayarımın olduğu masada 2 adet boş frutti şişesi, bir adet boş cola şişesi, bir adet boş ayran şişesi, içi çekirdek çöpü dolu bir tabak, içi dün gece çekirdek dolu olmasına rağmen şu an boş olan bir tabak, eski penguen dergileri ve biryığın anlamsız nesne var. mal varlığı beyanı gibi oldu yalnız.
asıl konu şu. insan aşkı acısı çekerken ki benim tam aşk acısı sayılmaz. hissettiklerini zafer peker misali diyememek sayılır. işte bu durumlarda insan ya çok yiyor ya hiç yemiyor. ortası yok. ben 2 haftadır hiç yemiyordum. dün gece çok yemeye başladım. net 5 kilo almışımdır. yukarıda yazılı bulunan mal beyanımın hepsini dün gece tükettim. hatta bir ruffles de yedim ama onun boş paketi şu an kayıp. böcekler bunu da yapmış olamaz.
zormuş yemek yapmayı bilmeyen biri için yalnız yaşamak. 2 haftadır bir şey yemediğim için durum çok hoştu. oysa şimdi kah bir dürümcü, kah bir tostçu arıyorum. doymak bilmiyorum.
aşk acısı da zor bayağı. facebook'ta ikide bir sayfasına bakmak. sebepsiz ağlamak ve cengiz kurtoğlu dinleyip bu kez sebepli ağlamak. dışarı bile çıkamıyorum. çıksam bile cenabet olmadığım halde üzerimde cenabet elektriği ile dolaşıyorum. bir şey yapamadan eve dönüyorum.
bu arada ağlıyorum diyen çoğu insan yalan söylüyordur çünkü ağlayan insan bunu anlatmaz ama ben hakkat ağlıyorum. böyle deyince daha inandırıcı olmadı tabii ama olmuş gibi yapsın okuyan. inansın ya da inanmasın. benden ona ne ayrıca. herkesin bir derdi var içerisinde duruyo. ben de kmiliğim belli olmadığı için birine anlatırmış gibi yapıp sözlüğe anlatıyorum. işte sözlükle dertleşmek dedikleri bu.
ligler başlasa da sabahlara kadar salak futbol programları izlesek. hepsini izliycem. ne varsa kaçırmadan sonuna kadar takip edicem. yoksa bu olayları unutamam. futbol afyonuna teslim edicem kendimi.
asıl o da değil. her paragrafa böyle başladım ama benim de sinirim bozuldu. şunu ve diğerlerini niye yazdım bilmiyorum. ama aşk acısı. insan bir değişik oluyormuş. ben bir bursalı olarak unutayım diye istanbul'a gittim pazar günü. hemi de tercihler zamanı birkaç üniversite gezeyim dedim.
itü makina'ya falan gittim. çıktım binadan tam karşıda onun adının olduğu bir apartman gördüm. o gezi sırasında aklımdan çıkmış haliyle. adını görünce bütün melankoli başa sardı. zehir oldu istanbul.
istiklal'e çıkayım ne menem bi şeymiş öğreneyim dedim. çok inanılmaz bir durum ama ara sokaklardan birinde umut sarıkaya ile uğur gürsoy'u koparaken ve yürürken gördüm. hiç melankolik değillerdi. hele umut sarıkaya hiç mutsuz değildi. gerçi her dakka mutsuz olunmaz. yoksa yaşanmaz tabii ama ben her dakka mutszu olduğum için çok mutlu insanlar gözüme batıyor tabii. hele kendine has bir mutsuzluk tipi olan bir insanı mutlu görmek beni biraz hüzünlendirdi.
istanbul iyi olmuş görmeyeli. insnalr cıvıl cıvıl. binlerce insan. her yer insan. ama görcektiniz ya da görmeyecektiniz bilemem o kadarını. size kalmış. yollarda adeta bir melankolik, adeta bir acı çekmiş aşık, adeta bir yılmaz güney filmi karakteri, adeta bir zafer peker gibi dolaştım. istiklal'de kalabalık içinde yalnızlık durumunu çok net yaşadım.
valla işte böyle boktan bir durumdayım. yardımlarınızı bekliyorum. yakında kanal d haber'de görünebilirim. çöp ev haberlerini en çok o veriyor sanki.
edit: hep aynı şey oluyo. böyle bi başlık zaten var ve yalniz yazdığı için yeni bi başlıkaçmış gibi oldum. bunun yolunu bi ben mi bilmiyorum?
zorunlu tanım: evde yalnız kalma durumu, ergenken en çok istenen şey, hayal,ütopya.
hiçbir şeye gerek duymadan ağlamak. duygu patlamasının vücut tarafından dışa vurumu. hakkaten boktan bir şey. yaşayan anlar. gittim aynaya bu ağlayan halimi belleğime kaydediyim de bir daha bu manzara yaşanmasın diye. olmadı devam etti birkaç gece. soran olursa "her şeye ağlıyorum" diyecektim. soran olmadı. bir de normalde ağlamayacağın bir şeye de ağlıyorsun. ağladıkça kötü hissediyorsun. misal dün akşam e2'de the simpsons vardı gecenin kör bir vaktinde. bizim oğlan bart'ı hep döven ve sinir bozucu bir ha-ha efekti ile gülen nelson babasının gelmesi için gece normalde gülünecek bir şarkı söylüyordu. bu komik sahne bile üzücü geliyor. televizyona ya da nete bakmasan da zaman geçmiyor. bir de bir şey var ağladıkça açılınmıyor.
herkes de "ben kaçar" diyo ha. birkaç marjinal kaldı. film adı olarak iyi olurmuş birkaç marjinal. başınıza geldi mi bilmiyorum ama an oluyor biri muhabbetimizi bitirmemizi beklemeden çok önemli bir işi varmış gibi "ben kaçar" diyo. ve gidiyo bu normal insan. bizi sevmez, sıkıcı bulr. eyvallah. sorun yok. misal bu adam hakketen gitmez de çevrim dışı takılırsa bu adam münafık olmuş olur. gizli şerefsizdir, göt oğlanıdır. er ya da geç böyle yaptığı öğrenilir. bir daha konuşulmaz. ama benim adamım bambaşka. "ben kaçar" diyo ve kaçmıyo. bildiğin online. bi daha konuşamıyosun. sonra an geliyor konuşuyosun. egeli siklemezliğiyle cevap veriyo. bu adamlar bizi hiç sevmiyo. niye lan biz de süpersonik insanlarız. hep biz diye onuşuyorum. luzırların edebiyatı bu işte. kendine yandaş aramak. kendini acındırıp acındırp karı kız götürmek. tek isteğimiz bu. ersin karabulut serzenişini de yaptım.
o değil de ben bir şey demek istiyorum. tutan yok tabii ama dikkat çekiyim dedim söyleyeceklerime. misal bu başlığın altına yazan olursa " msn'i açık unutmuş insandır", "bilgisayarın başına kardeşi oturan insandır" falan yazacaklar, kardeşlerim, romalılar, ben de biliyorum onu. benim demeye çalıştığım bunu bilinçli olarak yapan insan değil zaten. msn'i açık unutan ama bizden kurtulmak için "ben kaçar" diyen insandır. evet biliyorum biz de sıkıcı olabiliriz, göt olabiliriz. biz bu arada ha hala biz. çünküm ben yazınca iğreti duruyo.
edit: sadece bize ben kaçar deyip online olan insan. falan.
böyle sperm sayımızı azaltan ve kıçımıza giyince şık olduğumuzu sandığımız kotlarımızla yürürkene telefonun titrediğini sanmak ve mesaj geldi deyu heyecanlanmak. sonra telefonu çıkarıp bir bok gelmediğini anlamak çok berbat bi durumdur. daha kötüsü de vardır ki turkcell'den hava durumu gelmesi. valla paranoyaklaşıyorum yollarda "ahanda mesaj" , "bu sefer kesin mesaj oğlum", "hepsi değil ama bu mesaj". bmyle takılıyorum yollarda. telefonu çıkardıktan sonra ne olur ne olmaz diye galeriye falan giriyorum. "insnalar ne der" düşüncesinin bir neferi olduğumdan böyle salak işlerle mmeşgulüm. oğlum bazen valla titriyo gibi. niye yahu?