Abdullah bin Hanzala hazretleri, Eshâb-i kirâmdan, şehâdeti ile meşhûrdur. Babası da, Eshâbdan olup, (Gasîl-ül-melâike) Meleklerin yıkadığı Sahâbî lakabıyla tanınmıştır. Annesi Cemile binti Abdullah;tır.
Babası Hanzala, Uhud vakası gecesi evlenmiş, ertesi gün Uhudda şehîd olmuştur. Hz. Abdullah, Peygamber efendimizin vefâtında yedi yaşında idi ve Peygamberimizi görüp, gönüllere şifâ olan sohbetine kavuşmuştur.
Rüyâda gördüm
Hz. Abdullah, 682 senesinde, Hara savaşında Zilhiccenin bitmesine üç gün kala, perşembe günü şehîd olmuştur.
Önce sekiz oğlunu, birer birer savaş meydanına çıkarıp, hepsi şehîd olduktan sonra, kılıcının kınını kırarak askerlerin içine dalmış, şehîd oluncaya kadar mücâdele etmiştir.
Abdullah bin Ebî Süfyân anlatır:
"Ben babamı şöyle derken işittim: Abdullah bin Hanzalayı şehîd edildikten sonra rüyâda çok güzel bir şekilde gördüm. Kendisine sordum:
- Ey Ebû Abdurrahmân, sen öldürülmedin mi?
- Evet, fakat öldürülünce, Rabbim beni Cennetine koydu. Ben burada serbestçe dolaşıyor ve Cennet nimetlerinden istifade ediyorum.
- Ya senin eshâbın, arkadaşların? Onlara ne oldu?
- Onlar benim sancağım etrafındadırlar. Ki, sen bunu görüyorsun.Aramızda olan bu konuşmalardan sonra, uykumdan uyandım. Gördüğüm rüyânın Hz. Abdullah bin Hanzala için hayırlı olduğunu anladım."
Süfyân bin Selimin rivâyetine göre, Iblis, Hz. Abdullah bin Hanzalaya göründü ve ona dedi ki:
- Dinle sana birşey öğreteyim.
Hz. Abdullah da cevap verdi:
- Senden birşey öğrenmeye ihtiyacım yoktur.
Baskasından birşey isteme!
Şeytan tekrar dedi ki:
- Dinle de, istersen alır, istemezsen almazsın.
Şeytan, sonra sözlerine şöyle devam etti:
- Ey Hanzalanın oğlu, Allahtan başkasından birşey isteme! Her istediğini Allahü teâlâdan iste! Kızdığında, nasıl bir hâl aldığına bir bak!
Sen kızdığın zaman, ben sana hakim olurum.
Abdullah bin Hanzala hazretleri, ziyâret için, arkadaşları ile beraber, Sad bin Ubâde hazretlerinin oğlunun evine gitmişti.
Namaz vakti gelince ev sahibine, imâm olmasını teklif ettiler. O da misâfirlerden birinin imâm olmasını istedi. Hz. Abdullah şöyle rivâyette bulundu:
- Resûlullah efendimiz, "Bir kimsenin kendi yatağında yatması, hayvanına binmesi ve evinde imâmlık etmesi evlâdır" buyurdu.
Havle binti Salebe radıyallahu anhâ dînî hayatını samimiyetle yaşayan, inancından asla tâviz vermeyen bir hanım sahâbî!.. Kocası ile arasında geçen zıhar konusunda şikâyetini Allah ve Resûlüne duyurabilen, duâsı kabul olunan mutlu bir hanım!.. iman mevzuunda gösterdiği hassasiyet ile tanınan dînî ölçülere göre yaşama gayreti içerisinde olan bir hanımefendi!.. Hakkında Allah Teâlânın Mücâdele Sûresinin ilk dört âyetini nâzil buyurduğu bir bahtiyar!..
O Medineli olup Hazrec kabîlesine mensuptur. Hicretten sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize beyat etti. Babası Salebe ibni Esremdir. Amcasının oğlu Evs ibni Sâmit el-Ensâri ile evlendi. Rebî adında bir çocukları oldu.
Evs ibni Sâmit (r.a) tanınmış sahâbî Ubâde ibni Sâmit (r.a)ın kardeşidir. Bedir ve Uhuddan başka birçok gazvede bulunmuştur.
Havle binti Salebe (r.anhâ) dînî konularda çok hassastı. inancını hayata geçirmek için çalışırdı. Yaşlılık yıllarında kocası ile arasında bir hâdîse geçmişti. Haklarında Allah ve Rasûlünün hüküm vermesini bekledi. Kimseye durumunu açmadı. Kocasına karşı tavır aldı. Şikâyetini ancak Allah ve Resûlüne bildirdi. Sıkıntısına çözümü ancak Allah ve Resûlünün bulmasını istedi. Sızlanışı, ısrarı onun îmânî hassasiyetine en güzel örnekti. Başından geçen olayı kendisi şöyle nakletmektedir:
Evs ibni Sâmit hayli yaşlanmıştı. Ne dediğini, ne yaptığını bilemez bir hale gelmişti. Birgün canı sıkkın bir vaziyette iken, öfke ile bana: Sen bana anamın sırtı gibi ol! dedi. Daha sonra evden çıkıp gitti.
Bir müddet sonra pişman olarak eve döndü. Beraber olmak istedi Ben: Hayır! Sen çok büyük lâf ettin. Sonu nereye varacak bilemiyorum.” dedim. Sonra Evse: Sen Rasûlullaha git ve yaptığın işten sor! dedim. O da: Ben bunu Rasûlullahtan sormaya utanırım. Git bunu Allah Rasûlüne sen danış dedi.
Bu ifadeler Araplar arasında boş olmayı gerektiren bir söz olarak kabul edilmekteydi. Cahiliye devrinin bu boşama şeklinin islâmda da geçerli olabileceği ihtimalini dikkate alan Havle binti Salebe (r.anhâ) haklarında Allah ve Resûlü bir hüküm verinceye kadar bir araya gelemiyeceklerini kocasına söyledi. Daha sonra Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin huzuruna gitti. Hâne-i saâdete vardı. Hz. Aişe annemizin evinde buldu. izin alarak huzura girdi ve olup biteni açık ifadelerle şöyle anlattı:
Yâ Rasûlallah! Bildiğiniz gibi kocam Evs çocuklarımın babası, amcamın oğlu. Aşırı yaşlılıktan dolayı biraz geçimsiz ve dengesiz bir halde çok ağır bir kelime konuştu. Sen bana anamın sırtı gibisin. dedi. Talaktan söz açmadı ama bu şekilde söyledi diye halini arzetti. Rasûlullah (s.a) Efendimizin yanından ayrılmadı. Devamlı duâ ve tazarrû halinde: Yâ Rabbi! Halimi sen biliyorsun. Bize bir kurtuluş yolu lutfeyle!.. diye sızlanmaya başladı.
Hz. Aişe (r.anhâ) annemiz Havle (r.anhâ)nın bu durumuna çok üzüldü. Onun acısını paylaşmak üzere birlikte gözyaşı döküp duâ ettiler. Hüzün her taraflarını kaplamış iken birden Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin halinin değiştiğine şâhit oldular. iki Cihan Güneşi Efendimizin yüzünde vahiy sırasında görülen alâmetler görülmeye başlandı. Hz. Aişe (r.anhâ) bu hâli görünce:
Ya Havle! Allah bilir ya, vahiy geliyor muhakkak. O da olsa olsa senin hakkında olabilir. diyerek teselli etmeye çalıştı. Havle (r.anhâ) duâya devam ediyor ve: Ya Allah hayırlı olanı lutfet. Zira ben, Peygamberinden ancak hayır istedim. diye gözyaşı akıtıyordu.
Bir müddet sonra iki Cihan Güneşi Efendimiz kendisine geldi. Vahiy hali geçmişti. Etrafına nur saçan tebessümleriyle gülümsemeye başladı ve: Ya Havle! Allah senin ve onun hakkında âyet indirdi buyurdu. Nâzil olan âyet-i kerîmeleri okudu. Kalblerdeki hüzün, sürûra dönüştü. Sıkıntılı, üzüntülü hava dağıldı. Neşeli, sevinçli sıcak bir ortam oluştu. inen âyetlerin meâli şöyle idi:
Kocası hakkında seninle tartışan ve Allaha şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, bilendir.
içinizden zıhar yapanların kadınları, onların anaları değildir. Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar çirkin bir laf ve yalan söylüyorlar. Kuşkusuz Allah, affedicidir, bağışlayıcıdır.
Kadınlardan zıhar ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır.
Buna imkan bulamayan kimse, hanımıyla temas etmeden önce ardarda iki ay oruç tutar. Bunada gücü yetmeyen altmış fakiri doyurur. Bu hafifletme, Allaha ve Resûlüne inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allahın hükümleridir. Kâfirler için acı bir azap vardır.
Allah;a ve Resûlüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Biz apaçık âyetler indirmişizdir. Kâfirler için küçük düşürücü bir azap vardır.
O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah onları bir bir saymıştır. Onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye şâhittir. (Mücâdele Sûresi: 1-6)
Allah Teâlâ nâzil buyurduğu bu âyet-i celîleler ile o eski geleneğin yanlış bir zandan ibaret olduğunu, böyle sözlerle kadının, kocasının anası olamayacağını bildirdi.
Ancak, böyle bir söz söyleyene de fakirlerin lehine olmak üzere bir ceza koydu. Konan cezaları üç gurup halinde duyurdu. Herkesin imkânı, gücü nisbetinde bu üç cezadan birini yerine getirmesini dînî bir vazîfe saydı. Günâha düşen kulun ancak bu şekilde affedileceğini açıkladı.
Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz ilâhî mesaj yüklü bu âyet-i kerîmeleri okuduktan sonra Havle (r.anhâ)ya hitaben:
Ona söyle de bir köle azâd etsin buyurdu. Havle:
Hangi köleyi Ya Rasûlallah! Allaha yemin ederim ki onun azâd edecek bir şeyi yok dedi. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz:
O zaman peşipeşine iki ay oruç tutsun; buyurdu. Havle:
Vallahi o çok yaşlıdır. Buna da gücü yetmez dedi. Efendimiz:
O halde altmış yoksulu doyursun. buyurdu. Havle:
;Ya Rasûlallah! Onda bu imkân da yok. dedi. Bunun üzerine Rahmet Peygamberi Efendimiz:
Biz sana bir ağacın verdiği kadar, bir sepet hurma vereceğiz.buyurdu. Havle binti Salebe de:
;Ben de o kadar hurma ilâve edeceğim ve dağıtacağım. dedi. Efendimiz Havlenin bu sözünden memnun oldu ve:
Git ona ver dağıtsın. Amca oğlunun, kocanın iyiliği için çalış. buyurdu.
Ne hassasiyet!.. Ne muhabbet!.. Ne îmânî aşk!.. Ne samîmî davranış!.. Ne güzel örnek!.. Allah ve Rasûlü katında değerini, kıymetini bilmek!.. Hayatı dînî ölçülere riâyet ederek devam ettirmek!.. Karı-koca arasında da olsa, harama düşmemek için gayret etmek!.. Muhabbet ve nezâket içerisinde hayat sürmek!.. Allahım bizlere de böyle nezâket ve incelik dolu hayat nasîb et!..
Havle binti Salebe (r.anhâ)ya bütün sahâbîler hürmet ederdi. Hakkında nâzil olan âyetler onun Allah katındaki değerini ilân etmişti. Bu sebeble ona karşı hizmet ve hürmette kusur etmezlerdi. Hz. Ömer (r.a)ın devrinde geçen şu hâdise bunun en açık örneği idi.
Hz. Ömer (r.a) halifeliği döneminde ashâb-ı kiramdan Abdülkays kabîlesinin reisi Cârûd ibni Mualla ile birlikte yolda giderken Havle binti Salebe (r.anhâ)ya rastladı. Artık o yaşlanmıştı. Ona selam verdi. Havle (r.anhâ) selâmı aldı ve Hz. Ömere şu nasîhatta bulundu:
Biz seni bir hayli zaman Ömercik diye bilirdik. Sonra büyüdün delikanlı Ömer oldun. Daha sonra da sana Müminlerin emiri Ömer dedik. Allahtan kork ve insanların işleriyle ilgilen. Zira Allahın azabından korkan kimseye uzaklar yakın olur. Ölümden korkan, fırsatı kaçırmaktan da korkar. dedi.
Bu sözlerden duygulanan Hz. Ömer (r.a)ın gözlerinden yaş akmağa başladı. Arkadaşı Cârûd bu duruma üzüldü. Nasıl olur da bir kadın halîfeye bu sözlerle hitab edebilirdi? Onun halifeyi üzmesine ve yolda bekletmesine gönlü râzı gelmedi. Koca halîfeye karşı böyle rahat hareket etmesine sabredemedi. Öfkeli bir şekilde tanımadığı hanıma Havle binti Salebe (r.anhâ)ya dönerek:
-Be kadın! Müminlerin Emîrini rahatsız ettin. Yolda beklettin. diye çıkıştı. Hz. Ömer (r.a) ise arkadaşına o hanımın nasîhatlarından memnun olduğunu bildirdi. Hatta onun konuşmasını istercesine:
Bırak onu, istediğini söylesin! Sen bu kadının kim olduğunu biliyor musun dedi. Cârûd da: Hayır, tanımıyorum. dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) arkadaşı Cârûda o hanımı şöyle tanıttı:
Bu, şikâyetini Allah Teâlâm nın arş-ı alâdan duyup değer verdiği Havledir. Vallahi beni geceye kadar burada tutmak istese, namazdan başka bir şey için kendisini bırakıp gitmezdim. Namazımı kılıp gelir yine onu dinlerdim dedi. Onun Allah katındaki değerini bu şekilde bildirdi. Kendisinin de Allah;a teslim olma konusundaki güzel hâlini, tevazûsunu bu sözleriyle göstermiş oldu. Allahın yedi kat göklerin ötesinden sesini duyduğu bu hanıma Ömerin daha fazla kulak vermesi gerektiğini belirtti.
Ne yüce îmânî hassasiyet bu!.. Ne kadirşinaslık bu!.. Ne güzel örnek kardeşlik bu!.. Mümin kardeşine ne değer veriş bu!..
Cenâb-ı Hak cümlemize Havle binti Salebe (r.anhâ) gibi imânî hassasiyete sâhib olabilmeyi, şikâyetimizi Allaha duyurabilmeyi ve şefaatine erebilmeyi nasîb eylesin. Amin.
Velîd bin Velîd, meshûr Hâlid bin Velîd'in kardesiydi. Bedir gazâsinda müsriklerin safinda harbe katildi. Müsrikler bu harpte yenilince, onu Abdullah bin Cahs esir aldi. Medîne-i Münevvereye getirdi.
Kardeslerinden henüz müsrik olan Hâlid bin Velîd ile Hisâm bin Velîd, onu esâretten kurtarmak üzere Medîne'ye geldiler. Abdullah bin Cahs kurtulus akçesi verilmedikçe birakmak istemedi. Kardeslerinden Hâlid râzi olduysa da, baba bir annesi ayri kardesi Hisâm kabûl etmedi.
Zirh karsiligi anlastilar
Resûlullah efendimiz babalarinin silâh ve techizatinin verilmesini teklif etti. Bunu kabûl ederek babalarinin yüz dinar kiymetindeki kilici, zirhi ve migferi karsiliginda anlastilar. Velîd'i esâretten kurtarip, Mekke'ye yola çiktilar.
Fakat Velîd, Mekke yolu üzerinde Medîne'ye dört mil mesafedeki Zü'l-Huleyfe'de onlardan ayrilip, Resûlullahin yanina geldi. Îmân edip, Eshâb-i kirâmdan oldu.
Müslüman olduktan bir müddet sonra Mekke'ye kardeslerinin yanina gelmisti. O zaman Hâlid bin Velîd sordu:
- Madem ki Müslüman olacaktin, kurtulus fidyesi ödemeden olsaydin ya. Babamizdan kalan hâtirayi elimizden çikardin. Niçin böyle yaptin?
Velîd de su cevabi verdi:
- Kureyslilerin, esârete dayanamadi da Muhammed'e tâbi oldu demelerinden korktum.
Kardesleri onu Mahzûmogullarindan ba'zi Müslümanlarla, Ayâs bin Ebî Rebîa ve Ebû Seleme bin Hisâm'in yanina hapsettiler. Îmân ettigi için senelerce hapis yatti. Islâmiyetin azili düsmanlarindan amcasi Hisâm ile müsrik akrabalarindan çok zulüm ve iskence gördü.
Resûlullah efendimiz müsriklerin zulmüne ugrayan Ayâs bin Ebî Rebîa ile Ebû Seleme bin Hisâm ve kendisi için söyle duâ ettiler:
- Ilâhî! Velîd bin Velîd'i, Seleme bin Hisâm'i, Ayâs bin Ebî Rebîa'yi ve küffâr elinde bunalip zayif ve âciz görülen diger mü'minleri kurtar.
Velîd Resûlullahin duâsi bereketiyle bir firsatini bulup, bagli bulundugu yerden kaçti. Medîne-i Münevvereye gelip, Resûlullah efendimiz ile bulustu. Resûlullah, Ayâs bin Ebî Rebîa ile Ebû Seleme bin Hisâm'in hâlini sorunca, onlarin birbirlerine ayaklari ile bagli, siddetli azap ve iskenceler altinda kivrandiklarini haber verdi.
Ben kurtaririm
Resûlullah efendimiz onlarin hâline çok üzülüp, kurtarilma çârelerini aradi. Kimin kurtarabilecegini sorunca, senelerce iskence altinda kalmasina ragmen, Velîd, büyük bir cesâret ve askla dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Onlari ben kurtarir, Size getiririm.
Tekrar Mekke'ye gelip, iskence gören Müslümanlarin yerini onlara yiyecek götüren bir kadini takip ederek ögrendi. Mazlûmlar, tavansiz bir binada hapisti.
Geceleyin, ölümü de göze alarak büyük bir cesâretle duvardan siyrilip, mazlûmlarin yanina vardi. Îmân etmekten gayri bir suçlari olmayan, müsriklerce bir tasa baglanip; Arabistan'in çöl havasindaki yakici sicakliginda her türlü zulme ugratilan mazlûmlari kurtarip, devesine bindirdi.
Medîne'ye aç, susuz, yalin ayak üç günde geldiler. Parmaklari taslarin tahribatindan parça parça olmustu. Velîd bin Velîd kan revân içinde Resûlullaha kavusmanin verdigi sevinç ve huzûrla bütün sikintilarini bir bir unutuverdi.
Velîd'in kardesi Hâlid bin Velîd, söyle anlatir:
"Allahü teâlâ, benim hayrimi diledigi zaman, kalbime Islâmiyet sevgisini düsürdü. Beni, hayir ve serri anlayacak hâle getirdi. Kendi kendime dedim ki:
- Ben, Muhammed'e karsi her savas yerinde bulundum. Bulundugum savas yerlerinden hiçbiri yoktur ki, dönerken, aykiri ve yanlis bir is üzerinde bulundugumu ve Muhammed'in, muhakkak galip gelecegini içimde sezmis olmayayim!
Allah tarafindan korunuyor
Resûlullah efendimiz, Hudeybiye'ye çikip geldigi zaman, ben de, müsrik süvarilerinin basinda yola çiktim. Usfan'da, Resûlullah efendimizle Eshâbina yaklasip gözüktüm. Resûlullah efendimiz, bizden emîn bir sûrette Eshâbina ögle namazini kildiriyordu. Üzerlerine, birden baskin yapmayi düsündükse de, gerçeklesmedi. Böyle olmasi da, hayirli oldu.
Resûlullah efendimiz, kalbimizden geçenleri sezmis olmali ki ikindi namazini, Eshâbina korku namazi olarak kildirdi. Bu, bana çok te'sîr etti. Kendi kendime, "Bu zât, herhalde, Allah tarafindan korunuyordur" dedim. Mekke'ye döndügümde çesitli düsünceler hâlinde bocalar bir vaziyette idim.
"Necâsî'ye mi gideyim? Halbuki, kendisi, Muhammed'e baglanmis bulunuyor! Eshâbi da, Onun yaninda emniyet ve selâmet içinde barinip duruyorlar. Yoksa, Herakliüs'ün yanina gideyim de dînimi birakip Hiristiyan mi olayim, ya da Yahûdîlige mi gireyim? Yahut, kendilerine tâbi olarak Acemlerle birlikte mi oturayim?" diye kendi kendime söylendim, düsündüm durdum.
Ertesi sene, Resûlullah efendimiz umre için Mekke'ye gelip girince, O'ndan gizlendim. Kendisinin Mekke'ye girisini görmedim.
Kardesim, Velîd bin Velîd de umre için gelip Mekke'ye girmisti. Beni, arayip bulamayinca, bana bir mektup yazmis ve mektubunda söyle demisti:
(Dogrusu, ben, senin Islâmiyetten böyle tedirgin olmak ve yüz çevirip gitmekteki görüsün kadar sasilacak bir görüs görmedim! Halbuki, egri yola gitmekten seni alikoyacak bir aklin da var! Aklini kullansan ya! Islâmiyet gibi bir dîni, kim bilmez ve tanimaz olabilir?!
Onun gibi bir adam
Resûlullah efendimiz, seni, bana sordu. "Hâlid, nerededir?" dedi. Ben de, "Allah, onu getirir" dedim. Resûlullah efendimiz bunun üzerine buyurdu ki:
- Onun gibi bir adam, Islâmiyeti bilmez ve tanimaz olabilir mi? Keski o, bütün savas ve çabalarini Müslümanlarin yaninda, müsriklere karsi gösterseydi, kendisi için, ne kadar hayirli olurdu! Biz, kendisini baskalarina tercih eder, üstün tutardik!
Ey kardesim! En elverisli, en yararli yerlerde kaçirmis bulundugun firsatlara acele yetis!)
Bana, kardesimin bu mektubu gelince, gitmek için, acele ettim. Islâmiyete olan istegim de artti. Resûlullah efendimizin söyledikleri ise, beni çok sevindirdi, ferahlatti."
Hâlid bin Velîd daha sonra Medîne'ye gelerek Müslüman oldu.
Ebû Katâde radiyallahu anh Fâris-i Resûlullah = Rasûlullahin süvârisi lakabiyla meshur bir yigit...Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem efendimizin Zû Kared gazvesinde özel iltifatina mazhar bir cengâver...
Ismi Haris, künyesi Ebû Katâdedir Hazrec kabilesinin Seleme koluna mensuptur. Babasi Rebi Ibni Beldehe, annesi Kebse binti Mazhardir. Ailesi, sahabî olan Sülafe binti Berrâdir. Bu zevcesinden Abdullah, Mabed, Abdurrahman ve Sâbit adinda dört oglu dünyaya geldi.
Ebû Katâde ikinci Akabe beyatinden sonra müslüman oldu. Bedirden sonraki bütün gazvelere katildi. Onun cesaret ve kahramanligi Zû Kared gazvesinde baskinci müsriklerin baskani Mesâde ile karsi karsiya geldiginde bâriz olarak görüldü. Bu karsilasmayi kendisi söyle anlatiyor:
Medinede bir at satin almistim.Mesade ati görmüstü de bana: Ey Ebû Katâde! Bu ati niçin aldin diye sormustu.Ben de Rasûlullah (s.a.)in yaninda bir cihad ati bulundurmayi istedim. demistim. Mesade:Sizi öldürmek, hiç de kolay olmayacak! diye karsilik verince: Bu at üzerinde seninle karsilasmayi Allahdan dilerim. diye cevap verdim. Zû Kared mevkiinde baskinci müsriklere saldirdigimiz zaman yüzüme bir ok isabet etti. Oku ve demiri yüzümden çekip çikardim tekrar saldiracagim zaman bana dogru bir atli geldi. Migferini kaldirip yüzünü açti ve Ey Ebû Katâde! Iste kavustuk dedi. Meger Mesadetül-Fezâri imis. Beni önemsemeyerek, çarpismak mi yoksa güresmek mi?Hangisini istersin diye sordu. Ben de:Bunu sana birakiyorum dedim. Öyle ise güres! dedi. Hemen atindan indi kilicini bir agaca asti. Ben de atimdan inip kilicimi baska bir agaca astim. Sonra karsilikli siçrastik. Allah Teâlâ kolaylik verdi de bir hamlede onu yere yikip gögsüne oturdum. O sira basima bir sey dokundu. Baktim ki Mesadenin agaca asili kilici. Hemen uzanip kilici aldim ve kinindan siyirdim. Seni sag birakmayiyacagim dedim. Mesade: Ey Ebû Katâde ne olur beni öldürme! Bizim küçükler kime kalacak? diye yalvarmaga basladi. Fakat canina kastedene acimak olmazdi. Dolayisiyla onu öldürdüm. Kaftanimi da çikarip üzerine örttüm. Atina bindim ilerlerken, Mesadenin kardesi oglunun üzerime geldigini gördüm. Onu da mizrakla sirtindan vurup yere yiktim.
Islâm süvarileri baskinci müsrikleri bozguna ugratip geri dönerken Sevgili Peygamberimiz de Zû Kared mevkiine gelmis ve oraya karargâh kurmustu. Iki Cihan Günesi efendimiz Ebû Katâdeyi görünce: Allahim onun saçina, derisine bereket ver. Onu zinde yasat! diye dua buyurdu. Ona: "Mesadeyi sen mi öldürdün?" diye sordu. O da: "Evet!" dedi Fahr-i Kâinat efendimiz:"Yüzüne ne oldu?" dedi. O da:Bir ok isabet etti Ya Rasûlallah! dedi. Sefkat pinari efendimiz: Yanima yaklas buyurdu ve Ebû Katadenin yarasi üzerine püskürdü. Hiç bir agrisi sizisi kalmadi. Ayrica Mesadenin atini ve kilicini ona verdi. Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz bir gün bir gece Zû Karedde kaldi. Sabaha çikincaBu gün süvarilerimizin hayirlisi Ebû Katade, yayalarimizin hayirlisi da Ebû Seleme oldu." buyurdu.
O, birçok seriyyelere istirak etti. Hicretin 8. senesinde bir kesif kuvvetinin basinda Hadre tarafina gönderildi. Burada Gatafan kabilesi oturuyordu. Ikide bir müslümanlarin arazisine saldirip yagma ederek rahatsiz ediyorlardi. Ebû Katade (r.a.) bu kabileyi muhasara etti. Onlari fenâ halde sikistirdi ve kaçirdi.Mallarini ganimet olarak aldi ve Medineye döndü. O, ayni senenin Ramazan ayinda Batni Eham, Zi Hasab, Zi Merve taraflarina da gönderildi. O havalideki eskiyayi temizleyerek huzur ve sükunû temin etti. Oradan da Mekke Fethine katildi. Daha sonra Huneyn Gazvesine istirak etti. Burada bir ara bas gösteren bozgun esnasinda çok büyük kahramanliklar gösterdi. Herkesin takdirini kazandi. Tebük seferinde ve Veda haccinda da bulundu.
Ebû Katade (r.a.) Rasûl-i Ekrem (s.a.)in sohbetlerinden aldigi feyz ile hayatini Allah yoluna adamisti. Ondan 170 kadar Hadis-i serif rivayet etmisti. Hadislerin nakil ve rivayeti konusunda çok titiz davranirdi. Bir gün oglu Mabed aralarinda Rasûlullah (s.a.) söyle buyurdu, böyle buyurdu diye konusurlarken, babasi bunlari duydu. Yanlarina gelerek; Siz ne konustugunuzu biliyor musunuz? Ben Rasûlullah (s.a.): Benim söylemedigimi bana atfedenler Cehennemde kendilerine yer hazirlasinlar. buyurdugunu isittim dedi.
O, Islâm kardesligini yasama konusunda da çok titizdi. Kardesligi bütün canliligiyla yasardi. O yüksek bir ahlâkî nezâkete sahipti. Kardeslerinin yoluna bütün malini sarfedebilirdi. Malinin kiymeti yoktu. Birgün bir cenaze getirildi. Rasûl-i Ekrem (s.a.) ölenin borcu olup olmadigini sordu. Iki dinar borcu oldugu söylenince karsiliginda bir sey birakip birakmadigini sordu. Birakmadigi bildirilince: O halde götürünüz namazini siz kiliniz buyurdu. Bunun üzerine Ebu Katâde (r.a.)derhal öne çikti ve: Ya Rasûlallah Onun borcunu ödemeyi ben üzerime aliyorum. dedi. Ancak bundan sonra Rasûl-i Ekrem (s.a.)efendimiz kalkip namazini kildirdi.
O, bir muharebede ashab-i kiram su tedariki ile mesgul iken, kendisi Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimizin yanindan hiç ayrilmadi. Efendimiz hayvanlarin üzerinde bir rahilenin içindeydi. Bir ara oturduklari yerde daldiklarindan vücutlari öne dogru biraz egilmisti. Ebu Katâde yanlarina giderek vücutlarini dogrulttu. Biraz sonra mübarek bedenleri tekrar egilmis ve düsecek bir vaziyet almislardi. Ebû Katâde tekrar kosarak Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimizi kaldirdi. Kimsiniz diye sordu. Ebû Katâdeyim dedim.Bunun üzerine: Yâ Ebâ Katâde! Sen Allahin Resûlünü muhafaza ile mesgul oldun. Allah Teâlâ da seni muhafaza eylesin. diye duâ buyurdu.
Ebû Katâde (r.a.)bu dualar hürmetine yetmis yaslarinda iken bile onbes yasinda imis gibi zinde ve diri idi. O dört halife devrini de yasadi. Hz. Ali (r.a.) zamaninda Nehrevan seferinde kumandanlik yapti. 674 m. senesinde Küfede vefat etti. Cenâb-i Hakdan sefaatlerini niyaz ederiz. Amin.
Ebu Abdullah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel b. eş-Şeybâni el-Mervezî, Hanbelî mezhebinin imamı, muhaddis, mutlak müctehid.
164/780 yılında Bağdat'ta doğan Ahmed'in babası Muhammed b. Hanbel otuz yaşında ölmüş, onu annesi Sâfiyye binti Meymune büyütmüştür. Kendisi Arap olup, Şeybân kabilesine mensuptur ve soyu, Nizar kabilesinde Hz. Peygamber (s.a.s.)'in soyu ile birleşmektedir. Ahmed'in dedesi Hanbel, Emeviler döneminde Serahs valiliği yapmıştır.
ilk eğitimini bir ilim ve kültür merkezi ve aynı zamanda Abbâsîlere başkent olan Bağdat'ta aldıktan sonra dini ilimlere yönelen Ahmed, islâm'ı bütün yönleriyle yaşamak istedi. Bu arzu onu Peygamber (s.a.s.)'in hadisleriyle uğraşmaya götürdü. Daha çocukken Kur'an-ı Kerîm'i ezberlemişti. Diğer dini ilimleri okuduktan; Arapça'yı ve dil bilgisini geliştirdikten sonra bütün mesaisini hadislere ayırmıştı. O, ayrıca Farsça da bilmekteydi. Hadis toplama, ezberleme ve yazma onda bir tutku haline gelince, Basra, Hicaz, Kûfe ve Yemen gibi ilim merkezlerine birçok seyahatler yaparak buralarda bulunan ulema ve muhaddislerle görüşmüş, râvileri bulmuş ve onlardan hadis almıştır. (ibnü'l Cevzî, Menakıbu'l imam Ahmed b. Hanbel, s. 183 vd.) Üçünde parasızlıktan ötürü yaya olmak üzere beş defa hacca gittiği, imam Şâfiî ile ilk defa Hicaz'da tanıştığı, yolculuklarında fakir olduğundan büyük sıkıntılarla karşılaştığı, Yemen'deki muhaddis Abdurrezzak b. Hemmam (ö. 211)'dan hadis almak için Yemen'e giderken yolda parası bitince hamallık yaptığı kaydedilmektedir. (ibn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, X, 329) Ravilerden hadislerle birlikte sahâbe ve tabiine dair ulaşan butun rivayetleri almıştır. Fıkhi bilgisini ve usûl-i fıkhı Ebu Yusuf* ve imam Şafii'*den aldığı derslerle kuvvetlendirmiş, toplayıp tedvin ettiği hadis ve sahâbe fetvalarını fıkhının dayanağı yapmıştır. Kırk yaşından sonra, topladığı beş bine yakın talebeye ders vermiştir.
Tarihte büyük müctehidlerin birçoğuna zulmedildiği görülmektedir. imam Ahmed de bu gruptandır. Abbasîler zamanında "Halku'l-Kur'an Kur'an mahluktur" ideolojisi yayılıp, halife Me'mun'un (813-833) bunu zorla ulemaya kabul ettirmek istemesi, hristiyan âlimi Yuhanna el-Dimaşkî'nin fitnesi ve Mutezile'nin ortalığı karıştırmasıyla başlayan zulüm, devlet desteği ve despotluğuyla ilim çevrelerine dayatılmak istenince ulemanın çoğu bu görüşü kabul ettiğini söylerken, (h. 218) Ahmed b. Hanbel, el-Kavârîrî, Muhammed b. Nuh, Sücâde gibi bir grup âlim "Kur'an mahluktur" görüşüne katılmadıklarından dolayı zincirlere vurularak hapse atılmışlar, işkence görmüşlerdir. Bu arada Kavârîrî ve Sücâde de resmi görüşü kabul ettiklerini söyleyerek serbest bırakılmışlardır. Halife Me'mun ortada kalan Hanbel ve Muhammed b. Nuh'la görüşmek istemiştir. Ancak, halife vefat edip, Muhammed b. Nuh da yolda ölünce Ahmed b. Hanbel Bağdat'ta tekrar hapsedilmiş, Mu'tasım (833-842) zamanında kadı ibn Ebu Duâd'ın teşvik ve etkisiyle işkence edilmiştir. Yirmi sekiz ay hapiste kalan Ahmed b. Hanbel, serbest bırakıldıktan sonra iktidara gelen el-Vâsık (ö. 232/847) devrinde de aynı muhalifliğini sürdürdüğünden gözetim altında tutulmuş, beş yıl hadis dersi verememiştir. Nihayet el-Mütevekkil (ö. 247/861) devrinde Me'mun'un "Kur'an mahluk değildir diyen kimse kalmasın" vasiyetine ve bu katı siyasete son verildikten sonra yeniden hadis çalışmalarına dönmüştür. Onun bu zorluklarla dolu günleri ondört yıl sürmüştür. Halife el-Mütevekkil'in gönlünü almak amacıyla hediye ve maaş vermek istemesini de reddetmiş, hatta halifenin yardımını kabul eden oğullarına kırılmış, kendisi hiçbir zaman kimseden bir karşılık almamıştır.
imam Ahmed b. Hanbel, 241/855 yılında Bağdat'ta vefat ettiğinde cenazesine on binlerce kişi katılmış, namazı Cuma günü kılınmıştır. Türbesi vıı. asırda Dicle nehrinin taşmasında sulara kapılıp kaybolmuştur.
imam Müslim, (Hicri 206-261) Tam adı El-imam el-Hâfız Huccetü'l-islam Müslim ibnü'l-Haccac el-Kuşeyri en-Nisaburi'dir. islam tarihinin en büyük muhaddislerinden biridir.
Sahih-i Buhari müellifi imam Buhari ile birlikte imameyn (iki imam) olarak anılırlar. Bu iki muhaddisin Sahih'lerini birlikte ifade etmek için de Sahihayn (iki Sahih) ismi kullanılır.
En çok bilinen eseri Sahih-i Müslim olarak tanınan hadis eseridir.
Hem hadis hem de fıkıh ilminde önemli yeri olan ve Müslümanlar arasında en çok yayılan dört fıkıh mezhebinden de birinin imamı olarak bilinen imam Malik'in tam adı Malik ibnu Enes ibni Malik ibni Ebi Amir el-Asbahi'dir. Künyesi Ebu Abdillah'tır. Medi-ne'de dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır. Ancak yaygın olan rivayete göre h. 93 (M. 711 - 712) yılında doğmuştur. Ailesi Yemen asıllıdır. Dedesi Malik ibnu Ebi A-mir'in Yemen valisinden zulüm görmesi sebebiyle Medine'ye hicret ettiği rivayet edilir. ibnu Hacer el-Askalani, el-isabe adlı eserinde dedesinin babası olan Ebu Amir'in sahabeden olduğunu dile getirir. Daha başka kaynaklarda da onun ashabdan olduğu ve Bedir savaşı hariç Resulullah (s.a.s.)'ın birçok ileri gelen sa-vaşına katıldığı bildirilmiştir. Malik ibnu Enes, çocukluk yaşlarında Kur'an-ı Kerim'i ezberleyerek hafız oldu. Kur'an-ı Kerim'i ez-berledikten sonra Resulullah (s.a.s.)'ın hadislerini ez-berlemeye ve bu alanda ilim tahsil etmeye başladı. ilmi tahsiline Medine'nin ileri gelen alimlerinden ders alarak başladı. Bunların başında da uzun süre kendi-sinden ders almış olduğu Abdurrahman ibnu Hurmuz gelmektedir. Onun yanı sıra Rabia ibnu Abdirrahman, ibnu Şihab ez-Zuhri, Ebu Zinad, Yahya ibnu Said el-Ensari başta olmak üzere yüz kadar ilim adamından ders almıştır.
Medine, Resulullah (s.a.s.)'ın islam devletini kur-duğu şehir olduğundan ve islam ahkamının uygulanı-şına beşiklik ettiğinden ilmi yönden de son derece zengin bir beldeydi. Bu yüzden Malik ibnu Enes de o-rada ilim tahsilinde kendilerinden istifade edebileceği birçok değerli ilim adamı bulabilmiştir. Dolayısıyla Medine dışına pek çıkmamış, ilim öğrenimini de öğ-retimini de orada sürdürmüştür. Hatta bazı rivayetler-de hacc haricinde Medine dışına çıkmadığı bildirilir.
Hadis Aldığı Kişiler
imam Malik ilim tahsilinde hadis öğrenimine bü-yük önem vermiştir. Bu amaçla birçok kişiden hadis dinlemiştir. Hadis dinlediği kişilerin başta gelenleri i-se şunlardır: Abdullah ibnu Ömer'in kölesi Nafi Mu-hammed ibnu'l-Munkedir, Ebu'z-Zubeyr, ibnu Şihab ez-Zuhri, Amir ibnu Abdillah, Abdullah ibnu Dinar. Bunlardan Nafi ibnu'l-Muktedir'den aynı zamanda Hz. Ömer (r.a.)'in ve Abdullah ibnu Ömer'in fetvala-rını öğrenmiştir.
Malik ibnu Enes, ilim hayatında Medine dışına pek çıkmadığından ve diğer bazı muhaddisler gibi i-lim seyahatlerinde bulunmadığından kendilerinden hadis aldığı kişiler genellikle Medineliydiler.
Kendilerinden hadis naklettiği kişilerin sika (gü-venilir), zühd ve takva sahibi olmalarına dikkat ettiği gibi aynı zamanda hadis ehlinden olmalarına da dik-kat ederdi. Bu konudaki hassasiyetini şu sözleriyle di-le getirmiştir: "(Mescidi Nebevi'nin sütunlarını gös-tererek) Şu sütunların dibinde, "Peygamber (s.a.s.) şöyle dedi" diyen yetmiş kişiye rastladım. Bunların hiçbirinden bir şey almadım. Bunlar belki beytulmal kendilerine emanet edilecek kadar güvenilir kişilerdi. Fakat onların hiçbiri buna (kendilerinden hadis alın-maya) ehil değillerdi."
ilimdeki Metodu ve Yeri
imam Malik, hocalarından ibnu Şihab ez-Zuhri ve Rabia ibnu Abdirrahman'a ders verip veremeyeceğini sormuş ve onların olumlu cevap vermelerinden sonra ders ve fetva vermeye başlamıştır. Onun bu hareketi bir tür icazet alma niteliği taşıyordu.
Malik ibnu Enes, bir hadis alimi olmasının yanı sıra aynı zamanda ünlü bir fıkıh alimi ve mezhep imamıy-dı. Kitap ve sünnetten hüküm çıkarmada ün kazanmış-tı. Bunun yanı sıra cerh ve ta'dil ilminde yani ravilerin rivayetlerinde ne derece güvenilir olduklarının belir-lenmesinde, kimlerin rivayetlerinin delil olup kimleri-ninkinin olamayacağının tespitinde de maharetli ve ge-niş bilgi sahibiydi. Hatta cerh ve tadil ilminin birçok kuralının onun tarafından konulduğu nakledilir.
ilmi çalışmalarını genellikle Medine'de yürüttü-ğünden imamu Dari'l-Hicre (Hicret Yurdunun imamı) diye anılır. Hadisleri ve sahabilerden nakledilen söz ve fiilleri (eserleri) tasnifatının yanı sıra fıkhi konu-larda fetva vermekle de meşgul oldu. Fetva verirken yavaş ve dikkatli hareket eder, mesele üzerinde etraf-lıca düşünürdü. Bazen soru soran kişiyi geri gönderir konu üzerinde araştırma yaparak bir neticeye vardık-tan sonra görüş bildirirdi. Resulullah (s.a.s.)'ın sünne-tinden sapacağı veya farazi meseleleri gündeme ge-tirmede bir aşırılığın kapısını açabileceği korkusuyla vukua gelmemiş farazi meseleler hakkında görüş bil-dirmekten kaçınırdı. Nitekim sonraki dönemlerde ilim adamları bazen farazi meselelerle ilgili görüşler beyan etmekten vukua gelmiş konularla ilgilenmeye vakit bulamayacak kadar bu konuda ileri gitmişlerdir.
Kendi Medine'den çıkmadıysa da hacc için Hi-caz'a giden ve bu vesileyle Medine'yi ziyaret eden pek çok ilim adamıyla görüşmüş, onlarla ilmi meselelerde sohbetler yapmıştır. Bu çerçevede imamı Azam Ebu Hanife'yle de görüşmeleri olmuştur. Onun dışında da çağının ileri gelen pek çok ilim adamıyla görüşme ve fikir alış verişinde bulunma fırsatı elde etmiştir.
Sünnete Bağlılığı ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'e Saygısı
imam Malik sünnete son derece bağlı biriydi. Hz. Peygamber (s.a.s.)'e de ileri derecede saygılıydı. Yaş-landığı zamanlarda bile Medine'de herhangi bir hay-vana binmez ve: "Allah'ın peygamberinin medfun ol-duğu bu şehirde ben hayvana binmem" derdi. Hadis rivayet edeceği zaman önce abdest alır, temiz ve yeni elbiseler giyer, güzel kokular sürünür sonra büyük bir saygı ve vakar içinde hadisi naklederdi.
Şemaili ve Kişiliği
imam Malik, heybetli biriydi. Takva ve vakarı bu heybetine manevi bir hava da katıyordu. Hafızası çok güçlüydü. Çoğu zaman dinlediklerini bir dinlemede ezberleyebiliyordu. Zühd ve takvasıyla ün kazanmış biriydi. ilmi öğrenme ve öğretme işinde herhangi bir maddi çıkar gözetmemiş sadece Allah'ın rızasını ara-mıştı. ilmin bir nur olduğunu ancak bu nurun sadece kalbini takva ve ihlasla doldurmuş kimselerin gönül-lerine yerleşebileceğini söylerdi. ihtilaflı mevzularda insanlarla tartışmaya girmekten kaçınır ve bu tür tar-tışmaların kin ve nefret sebebi olacağını söylerdi. O-nun döneminde yaşamış pek çok ilim adamı kendi-sinden övgüyle söz etmişlerdir.
Vefatı
imam Malik ibnu Enes, h. 179 (m. 795) yılında, 85 yaşındayken Medine'de vefat etti ve oraya defnedildi.
el-Muvatta
imam Malik'in el-Muvatta adlı hadis kitabı bu a-landa yazılmış temel kaynaklardan biri olduğu gibi aynı zamanda günümüze kadar gelen hadis kaynakları arasında ilk tedvin edileni niteliği taşımaktadır. On-dan önce tedvin edilen hadis eserleri de genellikle ha-dis sahifesi niteliği taşıyan küçük çaplı eserlerdi. el-Muvatta, Kutubi Tis'a (dokuz temel hadis kaynağı) a-rasında yer almaktadır. (Kutubi Tis'a, Kutubi Sitte'ye ek olarak, imam Ahmed'in Müsned'ini, Darimi'nin Sünen'ini ve imam Malik'in Muvatta'ını içerir.)
Daha önceki yazılarımızda hadis kitaplarının ted-vin şekillerine göre tasnif edildiğini söylemiştik. i-mam Malik'in Muvatta'ı konulara göre (ale'l-ebvab) tasnif edilmiş hadis kaynakları arasında yer almakta-dır. Ancak cami'ler grubuna girecek kadar kapsamlı değildir. Sünen'ler gibi sadece fıkhi konulara da mün-hasır kılınmamıştır.
Rivayete göre imam Malik önce on bin hadis ihti-va eden bir kitap oluşturdu. Ancak her yıl kitabını ye-niden gözden geçirerek bazı hadisleri çıkarıyordu. Sonuçta elimizdeki, 1720 hadis ihtiva eden eser kaldı. Kitapta Resulullah (s.a.s.)'dan nakledilen merfu ha-dislerin yanı sıra sahabe ve tabiinden nakledilen mursel, maktu ve mevkuf eserler de yer almaktadır. Muvatta şarihi Zürkani'nin tespitlerine göre bu eserde yer alan rivayetlerin 600'ü merfu, 222'si mursel, 613'ü mevkuf, 285'i maktu'dur. Ancak bunların 4'ü dışında hepsi muttasıldır. (Bu terimlerin açıklaması hakkında dergimizin 24. sayısının 39. sayfasına bakabilirsiniz.) i-mam Malik'in senedlerini tam olarak vermediği 61 riva-yetin 4'ü dışında kalanlarının senedlerini ibnu Abdilberr ortaya çıkarmıştır. ibnu Abdilberr, Muvatta'nın mursel ve munkatı hadislerinin muttasıl rivayetleriyle ilgili bir kitap da yazmıştır. Bu yüzden Muvatta, en sahih hadis kaynakları arasında zikredilmiştir.
Muvatta'nın en meşhur ravisi Yahya ibnu Yahya'-dır. Ancak onun dışında 15 kişi daha Muvatta'yı i-mam Malik'ten rivayet etmiştir. Bu yüzden Muvatta'-nın 16 ayrı rivayeti bulunmaktadır. Ancak bugün yay-gın olan nüsha Yahya ibnu Yahya'nın rivayet etmiş olduğu nüshadır.
Muvatta'ya birçok şerh yazılmıştır. Bunların ba-şında imam Zurkani'nin yazdığı şerh gelir. imam Su-yuti de, Tenviru'l-Hevalik adlı bir şerh yazmıştır. Ebu'l-Velid Süleyman ibnu Halef el-Baci de el-Mun-teka adıyla bir şerh yazmıştır.
O hayatının yarısını cephelerde silah başında geçirdi. O ailesinden sevdiklerinden ülkesinden lüks hayattan çok uzaklarda şehadeti aradı. Daha 15 yaşındayken zengin ve varlıklı olan ailesi onu okuması için ABD'ye yollamıştı. Onun gözü ise cihad daydı. Bir fırsatını bulup o zamanların en büyük cihadı olan Afgan cihadına katıldığında daha 17 yaşına yeni girmişti. Cephede büyümüştü Hattab. Savaşın sonuna kadar da ayrılmadı Afganistan'dan. Afgan cihadı bitince Tacikistan'a cihada gitmişti Hattab ve onun bir sonraki durağı da Çeçenya olmuştu.
- "Televizyon'da alnında La ilahe illallah yazan bantlar ve tekbir getiren çocukları görünce orada cihad olduğunu anlamıştım ve oraya gitmeye karar verdim" diyordu Hattab. 1995 yılında 8 Arap arkadaş ile birlikte Çeçenistan'a gidiyordu.Onun söylediği bir başka sey ise
- "Bizi cihada gitmekten alıkoyan şey ailelerimiz. Buraya gelen hiç kimse ailesinden izin alıp gelmiyor. Eğer ailemizi dinleyip geri dönseydik bu cihadı kim üstlenecekti. Bazen anneme telefon açarım hâla benim dönmem için adeta yalvarır fakat eğer biz annelerimizi ziyaret etmek için bile dönsek bu görevi kim devam ettirecek." diyordu Hattab.
Başka bir gün de
- "Allah bize kafirlere karşı onların silahlarıyla savaşmamızı emrediyor bugün kafirlerin en büyük silahı ise medya ve propaganda. Öyleyse biz de kendi medyamızı kendi propagandamız için kullanmalıyız" diyordu. Hattab Çeçenistan'a ilk geldiğinde hemen kendi grubunu kurmuştu. Özellikle 1996 yılının nisan ayında yaptığı ünlü Shatoi baskınından sonra adını duyurdu ve Rusya'nın en çok aranan isimleri arasında yerini aldı. Bu baskında yaklaşık 50 mücahid bir Rus konvoyuna pusu kurarak köşeye sıkıştırmıştı ve 30 askeri kamyon ve 20 tanktan oluşan dev konvoyu tamamen imha ederek 2 saat içinde çoğu subay 350 Rus askerini öldürdükten sonra neredeyse bir mucizeyi başarıyordu. Çatışmanın sonunda Mücahidler sadece 3 şehid vermişlerdi. Savaş bittikten sonra Şamil Basayev'le beraber askeri bir kamp açan Hattab burada 600 mücahide askeri eğitim veriyordu.
1997 yılı geldiğinde komşu cumhuriyet Dağıstan'daki Rus askeri karargahına saldıran Mücahidler burada birkaç saat içinde yüzlerce Rus askerini öldürdükten sonra geri çekildiler. Ruslar gerçekten büyük bir darbe yemişlerdi ve mücahidlerden de Hattab'ın yakın arkadaşlarından biri Ebu Bekir şehid düşüyordu. Bu operasyon çok kısa sürede bir Rus karargahının büyük bir kısmının imha edilmesiyle sonuçlanıyordu fakat Hattab'ın yeni amacı da ortaya çıkıyordu. Bağımsızlığını kazanan Çeçenistan'dan sonra sıra Dağıstan'a gelmişti ve simdi bir avuç mücahid bu işi üstlenecekti. 1999 yılında ikinci defa Dağıstan'a giren Hattab ve arkadaşları bu kez birkaç saatte geri dönmemeye kararlıydılar. Dağıstan'ın içlerine doğru ilerleyen Mücahidler 14 tane köyü ele geçirmişlerdi. Bir avuç mücahid gerçekten de büyük işler başarıyordu...
Dağıstan daki tüm Rus askerleri alarm durumuna geçmişti. Yaklaşık 600 mücahidin karşısında 12000 Rus askeri vardı fakat Mücahidler halkın desteğini arkalarına almayı umuyorlardı. Ruslara beklemedikleri zamanda saldıran Mücahidler Dağıstan içlerinde ilerlerken onları durdurmak isteyen Ruslar ise çaresizce bölgedeki dağları ve köyleri bombalıyordu. Bunun üzerine Dağıstan halkı savaş korkusuyla köyleri boşaltmaya başlamıştı. Çatışmalarda büyük kahramanlıklar gösteren Mücahidler Hattab'ın en iyi arkadaşının şehadetiyle yıkılıyordu. Hakeem Al Madani bir Arap komutandı ve Hattab'ın Çeçen savaşının başından beri çok yakın arkadaşı ve yardımcı komutanıydı. Dağıstan da bir başka önemli şehid daha verilmişti bu da Hattab'ın askeri kamplarında üst düzey görev alan mücahid komutan Musab'dı. Ruslar Dağıstan'da yenilmeye başlamıştı. Operasyonun 10. günü geride kalırken Ruslar geride 500'den fazla ceset 25 kadar tank hurdası onlarca askeri aracın yığıntıları bırakıyordu. Savaşın ilk günleri sadece havadan saldırmayı tercih eden Ruslar bu esnada 1 savaş uçağı ile 8 helikopterlerini kaybediyorlardı.
Halktan beklediği desteği alamayan Mücahidler geri çekilmişlerdi fakat 3-4 gün sonra bu kez 1000 kişi olarak dönmüşlerdi Dağıstan'a. Mücahidlere birkaç yüz Çeçen ve Dağıstan'lı daha katılmıştı. Bu kez çıkan çatışmalar çok daha ağırdı ve Ruslar 700 asker daha kaybediyorlardı. Hemen ardından önce Dağıstan'da bir sivil yerleşim biriminde daha sonra da Moskova'da meydana gelen patlamalar 280 Rus sivilin canını alıyordu. Ruslar bunun suçunu Hattab'a atarak kendisinin başına 1 milyon dolar koydular. Mücahidler zaten Dağıstan'da aradıkları halk desteğini bulamamışlardı ve bu olaylar onları iyice sarsmıştı. Bir de bu yetmezmiş gibi Ruslar Çeçenıstan'ı yeniden kuşatmıştı ve yeni savaş başlıyordu. Böylece Ağustos 1999'da başlayan Dağıstan macerası Mücahidler için 1 ay sonra sona ererken yeni bir savaş da başlıyordu. Hattab ise her zamanki gibi bu operasyonu da kameraya almıştı ve Dünya'ya dağıtmıştı. Kendi evinde yüzlerce operasyonun çekilmiş video kasedi vardı ve medyanın çok önemli olduğuna inanırdı. Dağıstan dan döner dönmez komutanın başına geçerek Çeçenya savunmasına katıldı.
Çeçenya'daki Arap ve yabancı Mücahidlerin komutasını kendisi almıştı. Çeçenya'da 1999-2002 yılları arasında birçok başarılı operasyona liderlik etti ve 19 mart 2002'de hain bir saldırı sonucu şehit oldu. Mücahid lerin arasına karışıp güvenlerini kazanan bir Dağıstanlı hain Hattab'a başka bir komutandan mektup taşıyordu. Mektubu Rus gizli servisinden aldığı zehirle zehirledi ve mektubu alan Hattab 5 dakika içinde cennete kanatlandı. Hattab'ın gerçek ismi bilinmiyor ve bu ismi kod adı olarak kullanıyordu. ingilizce Peştuca, Arapça ve Rusça bilen Hattab oldukça kültürlü bir mücahid olarak biliniyordu.
- "Yıllar önce Afganistan'dayken eğer bir gün gelip bana Ruslarla tekrar Rusya'nın içinde savaşacağımızı söyleseydiniz size asla inanmazdım" diyordu fakat Ruslarla Dağıstan'da müthiş bir mücadeleye giriyordu büyük mücahid. Hattab Afganistan'a gittiği zaman daha çok genç olmasına rağmen hemen dikkat çekiyordu. Bir mücahid, Hattab ın ilk kez Celalabad daki eğitim kampına geldiğinde gördüğü zamanki izlenimlerini söyle anlatıyor.
- "Celalabad daki eğitim kampı hemen her gün gelen ve gidenlerle dolup boşalıyordu. Ruslara karşı büyük bir operasyon hazırlığı içindeydik, eğitimini tamamlayanlar eşyalarını alıp cepheye gidiyorlardı. Biz cepheye gitmek için yola çıkarken yeni bir grup geldi. Hattab ı ilk kez o zaman gördüm. 16-17 yaslarında henüz sakalları yeni yeni çıkan uzun saçlı bir genç Henüz gelmişti, ilk yaptığı şey kamp komutanlarına gidip kendisini cepheye göndermesi için yalvarmak oldu. Komutanlar gitmesine müsaade etmediler. Yanına gidip kendisini tebrik ettim ve adını sordum. "- Ibn-ul-Hattab" la böylece tanışmış oldum. "...... Başka bir Mücahid, Hattab'ın Afganistan'da karnından 12.7 mm'lik ağır bir makineli mermisi ile yaralanmasını söyle anlatıyor. (12.7 mm 'lik bu silah zırh delici olarak kullanılmaktadır ve insan vücuduna isabet etse onu kıyma haline getirir, bunu her askeri uzman tasdik edecektir.)
- "Operasyon sırasında biz cephe gerisinde ufak bir evde idik. Akşam olmuştu ve savaş çok çetin bir şekilde devam ediyordu. Hattab birden odadan içeri girdi, yüzü solgundu, bir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordu. Yavaşça yürüyerek bize doğru geldi ve yanımıza oturdu. Herhangi bir acı ifadesi göstermiyordu ama bir şeylerin ters gittiğini anlamıştık, genellikle suskun birisi olmayan Hattab, oldukça sessizdi. Yaralanıp yaralanmadığını sorduk. Ufak bir sıyrık, önemli bir şey yok, dedi. Bir kardeş yanına gidip yarasına bakmak istediğinde önemli bir şeyin olmadığını tekrar ederek onu geri çevirmeye çalıştı ama kardeş Hattab ı zorlayarak yaraya baktı, elini karnına koydu. Hattab ın yarası şiddetli bir şekilde kanıyordu, elbisesi tamamen kana bulanmıştı. Hemen bir araç çağırarak onu bir an önce en yakın hastaneye ulaştırmak için harekete geçtiğimizde halen bunun hafif bir yara olduğunu önemli bir durumun olmadığını söylüyordu."
Afganistan da el yapımı bir el bombasını atarken elinde patlaması sonucu sağ elinin iki parmağını kaybetti. Mücahidler Pesavara gidip orada tedavi olması için ikna etmeye çalıştılar ise de o, Hz.Muhammed (S.A.V.) efendimizin sünneti üzere yarasını biraz bal ile sarmış ve arkadaşlarının teklifini reddetmiş, bunun için Pesavar'a kadar gitmeye gerek yok demiştir. Parmaklarını halen benzer bir şekilde bandajlıdır. Hattab birçok Müslüman tarafından zamanımızın Halid Bin Velid i olarak görülmektedir. Ölümün Allah ın önceden takdir ettiği bir zamanda, 'ne bir dakika önce nede bir dakika sonra' geleceğine inanmaktaydı. Birçok kez ölüm tehlikesi atlatmış ve suikast girişimlerinden kurtulmuştu. En yakını, 4 tonluk bir Rus kamyonunu kullanırken Ruslar tarafından kamyon bombalanmış, parça parça olan kamyondan Hattab, Allah'ın izniyle burnu bile kanamadan kurtulmuştu. Zeki, cesur ve güçlü bir kişiliğe sahipti. Dağıstan'lı bir bayanla evli olan Hattab'ın 2 kız çocuğu bulunmaktadır. Askerleri tarafından çok sevilen Hattab,kendisi ile oyun oynanmayacak birisi olarak tanınırdı. Askerleri ile yakından ilgilenir, onların kişisel problemlerini çözmelerinde yardımcı olur, onlara kendileri için alışveriş yapmaları için para verirdi. Her biri ilerde kendisinin yerini alabilecek kadar iyi yetişmiş bir kumandan kadrosu vardı. Hattab, Ruslar Kafkasya dan Orta Asya'ya kadar bütün Müslüman topraklarını tamamen terk edip gidinceye kadar onlarla savaşmaya azmetmiştir. "Rusları ve taktiklerini biliyoruz. Zayıf yönlerini de bildiğimiz Rus Ordusuna karşı savaşmak bizim için başka bir orduyla savaşmaktan daha kolay." demişti. Hattab Ruslar her ne kadar onu terörist ilan etse de yüzyılın en büyük Mücahid lerinden biriydi ve Ruslar onu öldüremediler sadece cennete kanatlanmasını ve hak ettiği nimetlerden faydalanmasını sağladılar...
farklı olmaya çalışan embesillerin aslında dünyanın sadece burada herkesin yazdığından farklı bir şey yazarak egolarının tatmin ederek snop takılmaya çalışmak kadar küçük olduğunu düşünmelerinden kaynaklanan bir problem.
peygamber efendimizin mekkeden medineye hicretinde medine haklının peygamber efendimizi gördüğü andan itibaren sevinç gözyaşları arasında söylediği günümüze kadar gelen ilahi.*