Müthiş bir erkek ayakkabı/bot markası. Ürünleri öyle çok ekzantirik falan değil ancak çok kaliteli bir görüntüsü var. Maskülen klasik giyim için birebir.
ben mourinho’nun bu kelimeyi ırkçı bir amaçla kullandığına kani değilim.
istediğini alamayan mourinho profili, zaten her türlü çirkeflikle anılan ve yıllardır bu şekilde tasvir edebileceğimiz bir profil. Bırakın futbolcusunu, taraftarını, yorumcusunu; pep guardiola ve arsene wenger’e karşı bile çirkinliği tecrübeyle sabit. istediğini alamadığı bir maç sonunda klasik mourinho profiline uygun şekilde rakiplerine hakaret ediyor. Burayı geçiyorum; Bunun doğruluğunu yanlışlığını tartışmak şu atmosferde çok naif kalır. Ben daha çok, genel anlamda aşağılayıcı söylemleriyle ilgiliyim:
mourinho, bütün kariyeri avrupa liglerinde geçmiş birisi olarak “maymun” lafının istisnasız bütün avrupa liglerinde ırkçılıkla bağdaştırıldığını bilmiyor olabilir mi?
Peki, rakibinin başarısına gölge düşürmek, daha da önemlisi, kendi lehine kamuoyu yaratmak adına avrupa basınındaki tanınırlığını kullanarak aylardır demeç vermiyor mu?
E abi, madem galatasaray senin hakaretini haksız bir şekilde ırkçı bağlama oturtarak uefa ve fifa’ya taşıdı; pek sevdiğin avrupa basını aha orada; çık karşılarına “ben maymun dedim ama ırkçı manada demedim” diye açıklama yap. Türkiye liginin ‘adaletsizliğini’ oralara anlatıp kendi başarısızlığını temize çekmeyi makul buluyorsun madem, çık aynı tartıya; görelim kelamın kaç okka çekecek!
Burada zaten her türlü başarısızlıkta bahane edebileceğin bir altyapıyı elinin altında hazır buldun. Şampiyon olamamayı geç, bundan sonraki her maçı kaybedip orta sıralara düşsen dahi ali koç çıkıp “işte yapı bu, bizim direncimizi kırana kadar altımızı oydu, takımı çökertti, sonra adil davranmaya başlayarak operasyonun üstünü örttü” dese bu savı destekleyecek milyonlarca insan bulur. Muttasıl devam eden her propaganda, nihayetinde rasyonel zemini yok eder ve bundan sonra gelen her yalan, ne kadar saçma olursa olsun, insanın tutarlılık ihtiyacına hizmet ettiği için alıcı bulmaya devam eder.
Hasılı, burada ödeyeceğin bir bedel yok. hadi avrupa basını nezdinde başarsızlığına meşru zemin araman da (ben türkiye’ye gelerek bitmedim) az çok anlaşılır bir şey, diyelim.
Madem ligin sözümona adaletsizliği oraların takdirine sunuluyor, yıllardır oralarda çalışmış ve hangi sözün ne manaya geleceğini bilmesi beklenen biri olarak ettiğin sözün de aynı tartıya vurulmasında bir sakınca yoktur herhalde.
Yok o iş öyle değilse, Avrupa insanı için can sıkıcı ve menfur olan türk insanı için neden olmasın?
Bu benzetmeleri “kötü niyetle olmasa dahi” oralarda kullanmıyorsan, burada da kullanma ki, bir ‘medya maymunu’ çıkıp senin adına niyet beyanı vericem diye heder olmasın.
Hani iyice kabileler arası gazoz ligi derekesine indirdiğin bu lig türk insanı için de, bizzat çalıştırdığın takım için de bilmem kaç senedir gayet mühim.
Hani şimdi birçok fenerli, senin türkiye ligini aşağılama amacını, avrupa’ya karşı kendi pr’ının devamı ve zevahiri kurtarma çaban değil de, fenerbahçe’yi savunman zannediyor olabilir ama bu böyle devam ederse onların uyanması da çok sürmez.
Kaldı ki, Bu lig böyleyse sen de düşe düşe buraya kadar düşmüş birisin ve çok da abartmayalım, eski tanınırlığını kullanarak demeçler verdiğin o avrupa’nın da artık pek dıngılında değilsin.
Hiç değilse, vakti zamanında Burada da muz sallama olaylarının yaşandığını; bunu temize çekmek için basın toplantıları düzenlenip “ben kimseye muz sallamadım, midem rahatsızdı, orada yaşlı bir amca bana muz verdi” diye hazır metin okutulup olay ört bas edilecekken tribün görüntüleri ortaya çıkınca rezilliğin kurumsal hale geldiğini; zokora mevzularını falan öğren ki, ağzından çıkanlar kimseleri zor durumda bırakmasın.
Yoksa ben zaten ırkçı niyetle söylemediğini; türkiye ligini aşağılayarak fenebahçe’yi değil, aslında kendini temize çekmeye çalıştığını ve bu sürecin yarattığı pervasızlıkla düşünmeden konuştuğunu biliyorum.
Galatasaray’a deplasmanda mağlup olurum korkusuyla haftalardır ne kadar troll ot bok varsa hepsini seferber etti.
Olmadı, tff’ye yanlayıp hakem getirtti. Doping bilmem ne zırvalıklarını sürdü piyasaya. Sonuçta yine bir bok olmadı. Hem hala 6 puan geride hem de ikili averaj galatasaray’da.
Fenerbahçe de galatasaray da iyi top oynamıyor, ayrı mesele ama fenerin ilk sıralardaki takımları yenmişliği yok. Kalan maçlarda hepsini yener, denilecek bir olayı da yok. kalan 12 maçta 7 puan fark yaratması çok düşük ihtimal.
Dünyanın en bilmem ne teknik direktörü mourinho’dan da bir sik olduğu yok açıkçası. Aha işte oynattığı, oynatacağı bu. Ne uçuyor, ne kaçıyor. Hani belki seneye bir şeyler olursa olacak.
Bütün o gaz, haftalardır süren sözümona psikolojik savaş elde patladı yine.
Üstüne üstlük federasyonla birlik olup tek taraflı karar aldı. Hatta Hakemin ismine cismine kadar birlikte karar verildiğine dair yaygın bir intiba mevcut. E mhk istifa etsin mi? Hayır. Tff istifa etsin mi? Hayır.
E abi bu keserin sapı dönmeyecek mi sanıyorsun?
Yarın herhangi bir takımla fener oynarken fener lehine bir şey olduğunda elin oğlu çıkıp “bu lig gs-fb’den mi ibaret, bizim ne suçumuz vardı” demeyecek mi?
Ali efendinin bir diğer sorunu da yarattığı krizleri orta ve uzun vadede yönetecek zekada olmaması, çevresinde de bu zekada kimse yok.
Tff’yi de o anaforun içine çekti. E zaten ibraam kendini kurtlar vadisinde zanneden bir tipleme. Atar giderle iş görürüm, her şeyi hallederim zannediyor. 35-40 Milyon insanın antipatisini sokak aforizmalarıyla dengeleyebileceğini varsayıyor.
Bu mevzu öyle sosyal medyada kim kime laf soktu, kimin trollü daha çok üzerinden okunacak bir şey değil. Çünkü tff, ilk olarak galatasaray başkanına ergen atarı yaparak, ikincisi de ali koç’la aynı kaptan yeme görüntüsü vererek kendisini tüketti. Bu antipati ve karşıtlık artık geri dönülmez şekilde ete kemiğe büründü, kanlı canlı ve organik hale geldi.
Günün sonunda fener cephesinde “şampiyon olmasak da ali koç kalabilir” hissi var mı? Var.
Ali koç için bu kafidir. Fenerin sene sonunda şampiyon olup olmamasından daha önemli bu onun için.
O zamana kadar ne olur bilinmez ama şundan adım gibi eminim ki, bu keserin sapı kendiliğinden dönecek. Ligdeki diğer bütün takımlar da yavaş yavaş bu tff’nin aleyhine dönecek. Sonraki sezonu göreceğini hiç sanmıyorum.
Ali koç sezon sonu gider mi? Hiç sanmam.
Fenerbahçe taraftarı için çile devam edecek gibi gözüküyor.
—-
Maça gelirsek, izlediğim en boktan maçlardan birisiydi. Osimhen ve lemina dışında inisiyatif almaya çalışan, çabalayan kimse görmedim. ilk 15-20 dakika gergin bir görüntü vardı, sonra herkes ortalama derecede maça adapte oldu. ikinci yarının ortasına kadar fener (değişikliklerin de etkisiyle) daha kontrol sahibi gibiydi. Sonra o görüntü de kayboldu, yine sıkıcı bir denge oyunu. Galatasaray’daki eksik; topa basıp çevresine dağıtan, yönlendiren kimse olmamasıydı. Fener için en büyük eksik; bütün yatırımın, topun arkasında kalıp ani kontraya yapılmış olmasıydı. Galatasaray (lemina’nın insiyatifi ele alışıyla) dengesiz yakalandığı çok pozisyon vermeyince fenerin pek etkili olma şansı kalmadı. Edin djeko çok kaliteli futbolcu, akıllı, top kontrolü ve vücudunu kullanma konusunda çok iyi ama ağır. Bu yaşta böyle bir maçta ancak bu kadar olur. Galatasaray için haftalardır süren en büyük eksiklik ise osimhen’in kenarına kıyısına, önüne, arkasına (artık hiç fark etmez) bitirici bir eküri. Şu adam boğuşurken yarattığı boşluğa penetre edecek, düşen/seken topa vuracak biri olsun artık amk. Garibim ona rağmen çabalıyor.
Hakem iyi maç yönetti. Gelgelelim, pek öyle yönetilmesi zor bir maç da değildi. Sıkıcı başlayan bir derbi sıkıcı bir şekilde sona erdi
böyle bir yol yok yahut ben insanları tanıma kabiliyetine sahip değilim.
Ki, gerek yaptığım iş nedeniyle gerek sosyal hayatta hiç değilse binlerce insanla tanışmışımdır. Çeşit çeşit insanın türlü olaydaki ahvaline şahit olmuşluğum var, buna rağmen kimin ne bok yiyeceğini hiç öngöremiyorum. Buna çok yakından tanıdığım insanlar da dahil. Hala insanlara çok şaşırabiliyorum. Onu bırak, Kendime bile şaşırdığım oluyor.
O yüzden kim olursa olsun insanlarla ilgili net bir varsayımda bulunmayı bıraktım. Belirli bir bağlamda herkesten neredeyse her şey beklenebilir.
En güzeli, beklenti ve varsayımlardan uzak durmak. insan neslinden pek haz etmiyorum zati.
üniversitede aldığım en garip seçmeli derslerden biriydi. Türkçesi, nasıl oluyorsa, zaman serileri ve tahmin.
bunun sınavında hissettiğim çaresizliği başka çok az sınavda hissetmişimdir. Bir kere sınavda kitap ve not açmak serbest. Mühendislik fakültesi okuyanlar bilir ki, böyle bir serbesti temelde yarraa yediğinizin resmidir.
Daha kötüsü, insanın hesap makinesine bu denli bağımlı olması berbat bir şey. Zaten minimum 6 haneli rakamlarla çalışıyorsunuz, virgülden sonra en az 4 hane zorunlu.
Bir veri setini bir yerden alıyorsun ve iterasyonlarla ilerliyorsun, en ufak bir hata yapınca üçüncü iterasyonda doğru sonuçtan 2 evren kadar uzaklaşıyorsun, ki düşün, daha bir dünya basamak var ve sen yanlış olduğunu net şekilde hissettiğin yolda matematik ilminin anasının amına doğru gidiyorsun.
Neden? Çünkü artık dönüş yok. Çok fazla hesap yapmışsın, 2 saattir çarpa böle ilerliyorsun, hesap makinesi bile “abi az soluklanayım” diyecek raddeye gelmiş, başladığın yerden çok uzaktasın ve geriye dönüp hatayı tespit etmen olanaksız.
Misal ben soruların birinde son iterasyonda virgülden sonra 0 gördüm. Hesap makinesinin ekranında Baya bildiğin tam sayı cillop gibi pırıl pırıl bakıyor sana. Gülümsüyor resmen. Yarraaa yedin, diyor. Çünkü böyle bir ihtimal katrilyonda bir bile değil.
Kağıdı çaktırmadan buruşturup sıranın altına attım, o sorunun kağıdını verip taşak malzemesi olmak istemedim.
Düşünsene sınav çıkışı insanlar birbiriyle “şu soruyu ne buldun” diye konuşmak istemiyor. Çünkü, sallıyorum, birinin 3,4587 bulduğu soruya diğer yedi yüz milyonlu sonuç bulmuş. Amk ben şimdi çıkıp nasıl tam sayı buldum diyeyim.
O dersi Nasıl geçtim bilmiyorum ama “ben o soruyu yapmadım” dedim soranlara.
Bunun için bölümlerde ayrı ders açan dekanlıklar/enstitüler, özel ders satan kurslar falan var.
Bir insan ingilizceyi biliyorsa herhangi bir ingilizce terminolojiyi zaten öğrenme potansiyelindedir. Bu bir kurs, eğitim, ders konusu değildir.
Acarsın terimler sözlüğünü öğrenirsin ve o terimin zaten %90 ingilizce kökenli olmadığını da anlarsın. Özellikle pozitif bilimlerde terimlerin kahir ekseriyeti zaten latince kökenlidir.
Sosyal bilimlerde ise, en fazla yakın dönem (son 1-2 yüzyıl) terimleri latince olmayabilir ki, onlar da büyük oranda türkçe’ye geçmiştir. Hiçbir şey bilemedin, yine bir terimler sözlüğü işini görür. (Hele de böyle bir zamanda zaten matbu sözlüğe de lüzum yok.)
Benzeri “mesleki ingilizce” denilen sahtekarlık için de geçerlidir.
Kısacası Terminolojinin dil eğitimiyle bir ilgisi yoktur.
Bir keresinde bu tür ilk buluşma muhabbetleri bayıyor diye kızı alıp oyun merkezine götürdüm, ilk başta bir yadırgadı ama sonra bir avuç jeton alıp baya 2-3 saat 3d atari falan oynadık. Lüzumsuz sorgu sual kasıntı olmadan geçti o süreç. En iyi ilk buluşma deneyimimdi.
Sorumlular hesap verir mi bilmem ama sorumluları belirlemenin baya çetrefilli olacağı kesin.
Çünkü olayın hukuki zemini çok muğlak. Şöyle ki;
yaşanan olayda bir kere bolu belediyesi’nin herhangi bir sorumluluğu yok.
Otelin olduğu bölge bolu merkez itfaiye müdürlüğü’nün yetki alanında değil. Yangın yeterlilik yazısının 2007 yılında bolu belediyesi’nden alınmış olması hala oranın yetki alanında olduğunu göstermez. ikincisi, ilgili belge, işletmenin sadece ve sadece o tarihte yangın yeterliliğine sahip olup faaliyete başlayabileceğini gösterir. O günden itibaren ilelebet süren bir garanti belgesi değildir
binaların yangından korunması hakkında yönetmelik’in ‘denetim’ başlığı altında deniyor ki;
“MADDE 131- (1) Bu Yönetmelik hükümlerinin uygulanıp uygulanmadığı aşağıdaki şekilde denetlenir:
a) Özel yapı, bina, tesis ve işletmeler, mahalli itfaiye teşkilatı ile bunların bağlı veya ilgili olduğu bakanlık ve kamu kurum ve kuruluşlarının müfettişi, kontrolör veya denetim elemanları tarafından denetlenir. Bina sahibi, yöneticisi ve sorumluları denetim elemanlarınca binaların arzu edilen bütün bölümlerini ve teçhizatını göstermek, istenilen bilgi ve belgeleri vermek zorundadır. Denetim sonunda eksik bulunan ve giderilmesi istenilen aksaklıklar ile talep edilen önlemlerin öngörülen uygun süre içerisinde ilgililerce yerine getirilmesi mecburidir.”
Haliyle Mahalli itfaiye teşkilatı bolu belediyesi itfaiye müdürlüğü değildir. Ya seben belediyesi itfaiye müdürlüğüdür yahut kartalkaya’nın dahil olduğu Köroğlu Dağı Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi’nin varsa özel düzenlemelerindeki birimdir.
Ayrıca, ilgili maddeden de anlaşılacağı üzere denetim yükümlülüğü sadece itfaiye üzerinde değildir, işletmenin bağlı veya ilgili olduğu bakanlık ve kamu kurum ve kuruluşlarının da yükümlülüğü vardır.
Yani yönetmelik, işletmenin bağlı/ilgili olduğu kurumlar denetim yaparken, işletmenin bir zamanlar (örneğin 15 yıl önce) anlık yangın yeterliliğine ilişkin herhangi bir itfaiyeden aldığı yazıya bakar, bunu yeterli görür, demiyor. Yönetmelik hükümlerinin uygulanıp uygulanmadığına ilişkin, işletmenin bağlı ve ilgili olduğu kurumlara da denetim yükümlülüğü öngörüyor.
Peki yönetmelikte; itfaiye, ilgili bakanlık veya diğer kamu kurum kuruluşları için hangi periyotta denetim öngörülüyor?
Olayın nirengi noktası da burası işte. Çünkü Böyle bir düzenleme yok.
Madde 125: “ Yapı, bina, tesis ve işletmelerde yangın güvenliğinden; kamu ve özel kurum ve kuruluşlarda en büyük amir, diğer bina, tesis ve işletmelerde ise sahip veya yöneticiler sorumludur.”
Yani Yangın güvenliğini sağlama yükümlülüğü, işletme tüzel kişiliğini temsilen mülk sahibi veya ilgili yöneticide. Gelgelelim buna uyulup uyulmadığının periyodik olarak denetlenmesi yahut yangın yeterliliğin geçerlilik süresi diye bir şey yok.
Peki Yürürlükteki mevzuata göre işler nasıl yürüyor?
işletmenin, yangın güvenliğini etkileyecek herhangi bir yapısal/organizasyonel değişiklik halinde ilgili kurumlardan denetleme talep etmesi, uygunluk yazısı alması beklenir.
Peki mevcut olayda ‘yangın yeterlilik belgesi’ neden 2007 tarihli?
Çünkü yönetmelik 2007’de çıktı. işletmeler ruhsat alabilmek yahut ruhsatlarını koruyabilmek için gerekli düzenlemeleri yaparak itfaiyeye başvurdu ve uygunluk yazısını aldı.
Verilen yazı, faaliyete başlamaya uygun olduğunu ancak yangın güvenliğinden işletmenin sahibi veya yöneticisinin sorumlu olduğunu söyler.
Bir diğer deyişle; benim denetimim anlıktır, işletme bu şartlarda faaliyete başlayabilir ama bu şartları korumak, değişen şartlara uymak ve genel olarak yangın güvenliğinin sürekliliğini sağlamak işletmenin sorumluluğundadır, denir. Kısacası, gerisi beni bağlamaz, diyor.
Türkiye’de ruhsat alan milyonlarca işletme bu şekilde ruhsat alıyor. ikamet amaçlı binaları da işin içine katarsanız, kaç milyon ediyor, siz hesaplayın.
Zaten buna her ne kadar yeterlilik belgesi falan dense de, aslında bu bir belge değil. Hukuki olarak bir belge niteliği taşımıyor. “itfaiye geldi, o an için yangın güvenliği yönünden faaliyete başlamama engel bir durum görmedi” yazısıdır.
Dahası, bir denetim raporu niteliğini de haiz değildir.
Hatta dahası, re’sen inceleme sonucunda yazılan bir yazı da değildir. Yazının başındaki ‘ilgi’ bölümünden de anlaşılacağı üzere, bir cevap yazısıdır. işletme itfaiyeye “yangın yeterliliğimin değerlendirilmesi” içerikli bir dilekçe yazar, itfaiye değerlendirme sonucu bir cevap yazısı yazar ve son paragrafa mealen “sonrası seni bağlar, haberin olsun” der. işletme de ruhsat veya diğer belgelendirmeler için ilgili kurumlara talepleri halinde bu yazıyı gösterir. işte hepsi bu.
Dolayısıyla otelin 2007 yılında aldığı yeterlilik yazısından yola çıkıp hukuki sorumlu aranmaz.
Ne yazık ki, aynı durum bütün binalar için de geçerli. Toplanma amaçlı (sinema, tiyatro, kongre merkezi vs) binalarda da durum bu.
Bir bakın bakalım kaç işletme ruhsatı aldıktan sonra bir daha yangına dair herhangi bir denetim görüyor?
Çevrenize bir bakın; işletmeler ruhsatı aldığı günün hemen ertesinde fiziki şartları baştan aşağı değiştirecek (sundurma çıkma, kaçak kat, alan genişletme, yeni bölme ekleme, yangın yükünü arttıracak depolama vs.) şeyler yapıyorlar mı, yapmıyorlar mı? Bunlardan kaç tanesi bu tür değişiklik ertesinde tekrardan ilgili bakanlığa ya da mahalli belediye itfaiyesine başvurup yangın yeterliliği devam ediyor mu diye yazı yazıyordur sizce?
18 senede ne değişiklikler olur, siz hesap edin vs vs.
Konuya dönersek;
Buradaki savcılık soruşturması, sorumluların tayini ve görevi ihmal olup olmadığıyla alakalı olacaktır.
Yönetmeliğe göre Sorumlular; mahalli belediye, ilgili bakanlık, ilgili kamu kurumları ve (eğer yangına ilişkin özel düzenleme varsa) turizm koruma gelişim bölgesinden sorumlu kurumdur.
Denetim anlamında Görevi ihmal var mıdır?
Yönetmelik periyot belirtmiyor ama bunlar tarafından denetlenir, diyor. (Yangın yeterlilik yazısı o anı bağladığı için onun konuyla ilgisi yok) ilgili madde yetkiyle birlikte sorumluluk belirtir şekilde düzenleme getirmiş.
Dolayısıyla seben belediyesi ve işletmeyle ilgili kurum ve kuruluşlar müteselsil sorumlu. Gelgelelim, periyot belirtilmediği için neyi baz alacaksın? Denetim yükümlülüğü nasıl, hangi şartlarda ve hangi aralıklarla yerine getirilir? Mevzuatta düzenlenmemiş.
Mahalli belediye diyecek ki, benle ne alakası var, zaten ruhsatlı işletme, yönetmelik yangın güvenliğinin sürekliliğini sağlama sorumluluğunu işletmeye vermiş. Bakanlık diyecek ki, ben 2007 tarihli bir yazıda uygunluk gördüm, yangın mevzusunda gerisi beni bağlamaz, ben turizm açısından denetledim. Bolu belediyesi diyecek ki, ben 2007’de faaliyete başlama için uygunluk yazısı vermişim, sonra adamların içeriyi nasıl değiştirdiğine, önlem alıp almadığına dair nereden bilgim olsun, zaten ben mahalli belediye de değilim, orası (artık) yetki alanımda da değil. Mahalli belediye diyecek ki, benim zaten re’sen denetim yetkim yok.
Bu arada, Olay siyasi çekişmeye döndüğünden işletmenin yangın güvenliğinin sürekliliğini sağlama yükümlülüğünden bahseden yok. Gerçi her halukarda ilgili yöneticiler yargılanır. (Ama Muhtemelen mülk sahibi yırtar)
Tabi bu konuya ilişkin, ilgili kurumlara (seben belediyesi veya ilgili bakanlık vs) iletilen eski bir şikayet varsa ve buna istinaden denetim olmamışsa o kurum denetim yönünden birincil sorumlu haline gelir.
Bunun dışında “yangın merdiveni vardı” denilen bakanlık açıklamasına istinaden sosyal medyada “hani yangın merdiveni yok” diyenlerin sanırım bilmediği konu şu; yangın kaçış merdivenleri her zaman bina dışında olmak zorunda değil, bina içinde de olabilir. O konuda otelin cephe fotoğraflarından çıkarım yapılamaz.
Durumun hukuki boyutu böyle.
Denetim anlamında Mevzuat mı yoksa kurumlar mı suçlu, tartışılır.
Ama her ne olursa olsun ölen öldüğüyle kalacak ve siyasi çekişmelerle oluşan gündem dağıldığında kimse bu olayı hatırlamayacak.
oyundan bağımsız olarak ben muslera’dan sıkıldım artık ya! Son zamanlarda ortalama kaleci performansını hiç aşamıyor. Tamam, büyük kaleci, tamam yetenekleriyle bize şampiyonluk da yaşattı ama Bundan sonra daha iyiye gidecek gibi gözükmüyor. Bir lorik cana takası daha lazım bize.
bugüne kadar denediğim bütün odunsu parfümlerin açık ara en iyisi.
sandal, sedir, ud gibi en oturaklı kokular üzerine bir de deri notası var.
sanki sadece takım elbise üzerine kaşmiş pardesü, eldiven, deri ayakkabı, puro kombini için yapılmış gibi. otoriter, kendinden emin ne varsa onu temsil ediyor.
tom ford ombre leather ve oud wood bir araya gelse bu kokuya yaklaşamaz.
atkinsons oud save the king’ten sonra atkinson’ın bence en iyi kokusu.
kötü yanı, kış mevsimi haricinde kullanılacak bir şey değil
ya tamam yüzük cezbedici falan da, daha önce zaten bir sefer o işin ucundan dönülmüşlüğü var. Yüzük hüküm dağında lavların ucuna kadar getirilerek yok etme denemesi yaşanmış aga. Eleman son anda vazgeçerken ayağı kaysa geçmiş olsun amk, onca varsayım boşa gitti.
Millet lavın kenarında uyanıyor mevzuya. böyle lüzumsuz risk için bile bir önlem alınır. Zaten dağ taş ork amk, bir bölük de oraya ayırırsın, olur biter. bir nöbet çizelgesiyle çözülür iş.
Dünya üzerinde yüzüğün yok edilebilir olduğu tek bir yer var ve oraya önlem almıyorsun. Lan ben olsam o lavların falan üstünü silme çelik konstrüksiyonla kapattırır, üzerine beton döker, kenara köşeye derz dolgu yaptırırım.
Yüzüğünü atmaya gelen ork bölüğünü aşsa bile göt gibi kalakalır orada. Buranın ıslah çalışmaları Hüküm dağı belediyesi tarafından yaptırılmıştır. Hadi amk, napacanız şimdi!
böyle konuların üniversite eleştirmek için kullanılması bana gereksiz geliyor.
işte yakışıklı güvenlik gelmiş. E gelsin amk, boş beleş etkinlik işte. bilmem ne kulübü sırf geyiğine çağırabilir, giden öğrenciler de hayatın sırrını bulma umuduyla gitmemiştir, goygoyuna gitmiştir zaten.
Amk bizim zamanımızda yazarları, gastecileri, tv programcılarını falan çağırırlardı, bu amına koduklarım da karşısında soru sormaya hevesli genç çocukları görünce baya kanaat önderi havalarına girerlerdi. Hepsini toplasan bir sike derman değiller, alayının da sadece ekmeğinde olduğunu zaten zaman apaçık gösterdi.
Keşke bizim zamanımızda da böyle boş beleş şeyler daha çok olsaymış.
serkan inci denilen denyonun herhangi bir krizi yönetecek zekada olmamasıyla ilgili.
inci sözlük, zaten spontane gelişen ve kaotik içeriyle önemsenen bir şeydi. Serkan denyosu sikko bir blogspot açmaktan başka bir şey yapmış değil. (Öyle ki arama butonu bile çalışmayan, bir yazılanı bir daha göremediğiniz bir yerdi) inci sözlüğü büyüten ve kitlelere yayan şey ilk dönem yazarlarının mizah seviyesi ve formatsızlıktır.
Sonra serkan, açılan en ufak davada dalağı götünde atar hareketler sergilemeye başladı. Adnan oktar’ın götünü öptü. Çoluk çocuğu siteye doldurdu, haliyle sözlükteki mizahı üreten yazarlar 1,5 - 2 yılın sonunda sözlüğü terk etmeye başladı.
Hikayesi bundan ibarettir.
Kontrolü, Serkan denilen 5. Sınıfı dolandırıcı salağın elinde olan bir oluşumdan da fazlası beklenmezdi zaten.
insanların isimlerini, numaralarını, nicklerini vs çok az hatırlayabiliyorum.
Hele de biri bana bir şey anlatırken (misal işyerindeki kişiler) isim verdiyse falan bir noktadan sonra isim rehberim doluyor ve son yüklenenler baştakileri silmeye başlıyor. Birkaç gün sonra aynı kişiden bahsettiğinde “o kim ya” dediğim çok oluyor. Bunun, sevgilim olduğunda yarattığı “sen beni dinlemiyorsun” tribi çok bayıyor beni.
Ama anlatılan bir olayı direkt kafada video haline getirdiğim için asla unut(a)mıyorum. Baya baya, karşı taraf anlatırken her yeni veri gelişinde arka plan, tahmini yüzler, bakış, davranış, (tahmini)yansıma, gölge vs en ince ayrıntısına kadar görselleşiyor. Böyle ayrıntılanmış bir şeyi 20 yıl sonra yine en ince ayrıntısına kadar hatırlarım
Çoğunlukla isimleri de o videodaki rolünden çıkarabiliyorum. Mesela, “o kimdi” sorusuna “hani şöyle yapmıştı” tarzı bir cevap alabilirsem sorun kalmıyor. Ama tek başına isimler benim için muallaktan ibaret.
Müzik kulağı vs zaten yok. Anca klibi falan olacak.
Mesela roman okurken de beni en çok bunaltan şey romanın başlarında ayrıntılanmamış çok fazla karakter ismi verilmesi. Roman ilerledikçe karakterler oturuyor. Ama onda da bir süre sonra sadece olayların görseli kalıyor, karakterin ismi yine gidebiliyor bir süre sonra.
Haliyle herhangi bir metni (kelime kelime) ezberlemek benim için bildiğin çile.
Bu nedenle eğitim hayatım boyunca çok zorunlu kalmadıkça hiç ezber yapmadım. Zar zor ezberlediklerim de işim biter bitmez hafızamdan silindi. Bunun bir faydası, her şeyi anlamak zorunda olmaktı. Matematiksel formülasyona bile sebep-sonuç ilişkisiyle anlam veremezsem unutuyordum çünkü. Çok şükür sözelci de olamadım bu sayede :p
Güncel hayatta tek faydası, birinin bana yalan söylemesi için söylediği yalanı en ince ayrıntısına kadar hatırlaması lazım. Çünkü ben muhtemelen ilk beyanı her ayrıntısıyla hatırlıyor olacağım.
Kötü yanı, insanlar kendilerine saygı duymadığınızı düşünüyorlar haklı olarak. iş hayatında da bunu sürekli yaşıyorum, biriyle tanıştıktan 10 dakika sonra ismini unutuyorum, bu sefer hitap etmek zorunda kalmamak için sürekli ikinci çoğul kullanmam gerekiyor. Tabi bir de bu unutkanlık aptal gibi görünmeme de sebep oluyor.