kendisine sorulan; "abd ve ab emperyalizmi hakkında ne düşünüyorsunuz?" sorusuna, emperyalizmin çıkış aşamasını oluşturan nedenleri sayarak başlayan daha sonra bu kriterlere türkiye'nin uyum gösterdiğini söylemiş "bu durumda türkiye'ye emperyalist mi diyeceğiz" demiştir ancak işin asıl ilginç yanı daha sonra türkiye'yi emperyalist yaftasını dolaylı yoldan yapıştıran baskın hoca, ab ve -inanılmaz- abd için emperyalist lafını etmemiş, aksine doğuda batı için bir denge unsuru olabilecek sscb'nin artık olmadığını bu durumda da her önümüze gelene emperyalist diyemeceğimizi söylemiştir.
kendisini destekleyen kitle olan liberal-sosyalistler, (ne demek olduğunu baskın hoca sayesinde öğrenmiş olduk) 4 yıllık üniversite mezunu plaza insanları, ütopyacı bar solcuları, azınlık sevici anarko-komünistler bu adayın emperyalist olarak abd'yi değil de türkiye'yi gördüğünü biliyorlar mıydı? ben bilmiyordum...
emperyalizmin olduğuna dair bir kanının elde edilebilmesi için bazı paradigmalar eşliğinde değerlendirme yapılması, daha önceki paradigmacı zat atilla yayla'yı hatırlatmıştır.
kendisi ilginç bir adam hakikaten; örneğin; yalınayak gezen çingene çocuklarının ekonomik sorunları yerine kimliklerini açıkça ifade edebilme özgürlüklerinin çok daha önsel bir hak olduğunu kendisinden edindiğimiz izlenimler arasında sayabiliriz..
60'lar ve 70'lerde eşitlik diyen avro-komünistler bugün etnikçilik deyiverince bizim entelektüel bar sosyalistlerimiz de azınlıkçı oldu, ekonomik durumlarla dengesizliklere dair yorumlar, sosyalist bir çözüm önerisi avrupa'dan gelmeyince onların da umrunda olmadı, ezber bozmaya geldiğini söyleyen tam bir ezberci gibi görünüyor baskın hoca...
orijinal bir fikir etrafında oluşturulmuş, ancak sonucunun filmin ortalarından önce anlaşılması nedeniyle heyecanımızı yitirmemize neden olacak şekilde ilerleyen, özgü namal'ın ilk defa gözümde sempati kazandığı enternasyonal birşey işte...
esas oğlanın annesi ve yavuklusunun engels'in başyapıtlarından olan kitabının üzerine yaptığı yorum ve "senin üniversitede kız arkadaşın vardır" diyen kızın "yooo...ben devrimci oldum, kız arkadaş falan küçük burjuva alışkanlığı" cevabını aldığında "iyi yapmışın vallahi" demesi kahkahalar attırmıştır.
anasının gözden çıkarıldığı cezmi baskın ise çok başarılıydı.
olağanüstü bir film değil şüphesiz, sanki uluslararasının ulusal yorumu, bu nedenden dolayıdır izlenmeyi hakediyor...
tüm basketbolsever fenerbahçe'lilerin yıllardır bekledikleri final serisinin ikinci maçı. ilk maçta tüm beklentilerin üzerinde adeta evire çevire yendiğimiz efes pilsen'i bugün de aynı şekilde yeneceğimizi düşünmek fazla iyimserlik olur..
efes'in uzun oyuncuları fenerbahçe'ye göre oldukça tecrübeli ve bu durum bariz bir üstünlük yaratır ve daha sonra dışarıdan atılan şutlar bu kez geçen maçta olduğu kadar yüksek yüzdeyle atılamazsa efes bu maçta daha şanslı olabilir. Solomon ve damir iyi güzel ama, diğerlerinin ve özellikle pota altında mirsad ve sakatlanmazsa ibrahim'in bu oyunculara katılması gerekiyor.
onunla başlanan akşamın ve devamında gecenin ilerleyen saatlerinde hiç hesapta yokken tükenmesi halinde, yatıp uyumaktan başka kurtuluşun olmadığı güzel içecektir ve sigarayla oldukça iyi gider.. göbek yapar ekseriyetle, bu itibarla zararlıdır, aynen hayat gibi...
sıralamaya dikkat etmeden, tabiri caizse; alt alta olmasını iplemeden bir başlık aldıktan sonra 15 sıra alttan farklı bir başlığı alıp bu başlığın altına kopyalıp yapıştırabilirsiniz.. kimse ama kimse size "bunlar alt alta hiç gelmedi" diyemeyecektir. ilginç değil mi?
eğer biri entry'lerin kaydedildiği dakikaları hesaplayacak ölçüde kafayı yemiş ise ve özel mesajla "lan yamuk yaptın" gibi bir saldırı mekanizması geliştirirse, dünyanın ölümlü, hayatın kısa olduğundan bahsedebilirsiniz..*
cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk günlerinde, yani ortalık henüz böyle karışmadan az önce chp'li bir hanım milletvekili ile ali kırca'Nın konuğuydular ana haberde, * hanımefendi birşey sordu ve erkan mumcu "ben gidiyorum" diyerek yayın masasından uzaklaştı, orada bulunanlar şaşkınlıkla bakakaldılar arkasından, mumcu ise bastı gitti... ***
ahmet kaya'Nın çok özel bir şiir okuma kabiliyetine sahip olduğunu gösteren eşsiz eserdir.
...hayattır, hayatın anlamsızlığıdır, kaybedilmiş bugün ve olmayan yarındır, dostluk ve sevdadır, elveda demenin en şairane ifadesidir, insanı kendine yaraşır biçimde düşünmeye sevk etmektir, hasrettir ve soğuk ölümdür...
--spoiler--
Beni yüreğimle, beni özümle,
Bilimle anla beni, felsefeyle anla beni,
Tarihle anla beni,
Ve öyle yargıla.
--spoiler--
enteresan ötesi durumdur, oldukça zorlanarak tanımlamaya çalışmakla birlikte ancak bu gelir elden...
devrim ve kolay yol nasıl bağdaştırılır anlamak güç, kendini devrimci addeden insanlar için oldukça zor sanırım bunu anlayabilmek; ubermensch olamadık ki anasını satayım anlayalım...
şöyle düşünelim; bir otobüsümüz var, içinde 50 kişi var ve otobüs belli bir yöne doğru gidiyor.. sonra;
birileri çıkıyor ve "otobüsü artık durduralım" diyor, "bu kadar yeter" *
birileri çıkıyor ve "biraz yavaşlasak" diyor, *
birileri de çıkıyor ve "daha hızlı olmamız lazım" diyor şoförden aldığı destekle, *
birileri de sessizce oturuyor, kendi kaderini belirleyecek olanların kararını bekliyor...
ve ansızın biri çıkıyor "otobüs yanlış yöne gidiyor, tam tersi istikamete gitmeliyiz" diyor.
kaderlerine razı olanlar ne yapacağını bilemiyor ancak otobüsün istikameti konusunda fikirleri olanlar saldırıya hazırlanıyor...
tersi savunan otobüste de, mektepte de, fabrikada da, binbir biçimde oluşumda da hep yalnız durumda! ve böyle bir durumda "artık duralım" diyenlerden biri çıkıyor ve istikametin tersine çevirmeye çalışan tek kişiye "amma da kolay yolu seçtin, yapacak başka işin yok mu senin" diyor... bu hikaye burada bitiyor, fakat o tek kişi otobüsün yönünü değiştirmekten asla vazgeçmiyor, otobüsten atılmak pahasına bile olsa...
geleneksel olarak, fenerbahçe'nin şampiyonluğundan 4 gün sonra özhan canaydın'ın önderliğinde hakan şükür'Ün toplamda 5 gol barajını geçmesi halinde oldukça coşku içinde, sorunsuz ve mutlu bir şekilde kutlanır..
13 mayis 2007 izmir gundogdu cumhuriyet mitingi'nden birkaç gün önce haberturk'te "izmirlilerin mitinge yoğun bir ilgi göstereceğini zannetmiyorum" diyen, daha sonra da ne anlama geldiğini bir tek kendisinin bildiği müthiş bir cümle kurarak malum tarihi beklemeye geçen büyük yazar, şöyle demişti; "izmirliler eğlenceyi severler, pazar günü miting yerine başka bir yerlere gitmeyi tercih edeceklerini düşünüyorum"
beklenen tarih gelince ve beklediğinin çok ötesinde bir katılım olduğunu penisi aracılığıyla algılamayı başarınca, yine penis aracılığı ile bu kez "en iyi savunma hücumdur" düşüncesinden hareketle, bir takım liberal hesaplamalar doğurultusunda, katılımı hesaplamış ve sonucu bildiğinden şeklini alacağı kaba etin ölçeğini kendince küçültme içgüdüsü ile ve rana'dan aldığı destekle bütün cesaretini toplayıp matematik dehası olduğunu ispat etmiştir.. tebrik eder, rte'li günler dileriz kendisine.
adalet bakanlığından ayrılan çiçek, %10 seçim barajının az olduğunu belirtmiş. geçmişte yaşanan krizleri örnek göstererek, dolaylı yoldan %10 barajı ile iki partiden oluşan bir ulusal iradenin dahi istikrarsızlık doğurduğunu tespit etmiş zat-ı muhterem.. sanırım istediği; seçim yapılsın, birinci durumdaki parti 550 milletvekilini alsın, gerisi önemli değil, sonra, yargıyı da belirleyelim kimse karışamasın, böylece bir istikrar olur, dadından yinmez.. oldu olacak padişahlık olsun ister miydiniz diye sorsaydı biri, sanırım fena bir fikir değil, istikrar tavan yapacak, toplumdaki insanlar nirvanaya ulaşacak, cemil çiçek insan-ı kamil olacaktır..
anavatan ile dyp arasındaki birleşmeden dolayı mutsuzluklarını son derece bariz bir şekilde ortaya koyan yayın organı. başlıklar günlerdir aşağı yukarı değişmeden sürekli tekrarlanıyor;
dyp ve anap, yıllardır demokrasi diyerek rejimi sürekli zorlayan akp'nin aksine son derece tutarlı bir davranış göstermeye çalıştılar, özellikle cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde. ve özellikle; zaten 4 oyun yarısına kendisi hariç milletvekilleirnin 2/3'sinin meclise girmesine engel olamayan ağar'ın aksine, daha önce dalga geçilen sonra kendisine sunulan rüşvetleri elinin tersiyle itebilme kudretini gösterebilmiş erkan mumcu -ki bunu ona bir akıl hocası tembihlemiştir, eminim- bugünlerde bu tip yayınların hedefi haline geldiler. akp imparatorluğunun kurulmasına engel olduğunu düşündükleri chp'ye destek verenler olarak niteledikleri dyp ve anavatan'a karşı hoyratça cephe almalarının tek nedeni abdullah gül'ün cumhurbaşkanlığının engellenmiş olması değil.
bir diğer neden, birleşmiş olmaları ve artık özellikle küresel imparatoramerika'nın türkiye'de etkili olabilmesini sağlayabilecek yeni bir alternatif'in ortaya çıkmış olmasından kaynaklanıyor. biliyorlar onlar da, kuma gelebilir her an..
mustafa karaalioğlu öncülüğünde özgün medya için örnek teşkil edecek düzeyde yoluna devam eden yeni şafak bugünlerde biraz sinirli, biraz yorgun, biraz da hayal kırıklığı yaşıyor.. demokrasinin uygulanmasını engelleyenlerin demokrat parti'yi tekrar kurduğunu belirterek, müthiş bir acı yaşadıklarını gösteriyorlar. milyonluk mitingleri görmeyerek haberleştirmeyen bu ve benzeri sözümona gazeteler, şimdi bu mitinglerin perde gerisindeki amaçlarından bahsedenleri haberleştiriyorlar.. yakında, ki seçim meydanları hareketlenmeye başlayınca; mumcu'nun suratına tükürdüler.. dyp'liler ağar'ı yaktı.. solcuların arkasından giden ağar ve mumcu marksist oldu... gibi haberler yapabilirler, şaşırmamak lazım..
john b watson'ın başını çektiği psikoloji kuramı akımı. genel olarak insan, geniş bir çalışma alanı olan harika bir makinedir. ve ondan başka da birşey değildir. insanla hayvan arasında, tamamlayıcı sinir hücrelerinin fazlalığı ile ilgili farktan başka bir fark yoktur. insan, özgürlüğü ve sorumluluğu olmayan bir makinedir. davranışçılığa göre insan, en alt düzeydeki yeteneklerinden, en üst düzeydeki yeteneklerine kadar tamamen karmaşık tepkilerden oluşan bir bütündür.
davranışçılığa göre, kişiliğimiz, durumlar tarafından koşullandırılmış refleks alışkanlıklarımızın bütünüdür. bilişsel devrim'le beraber gözden düşmeye başlayan davranışçılık, davranışların, gözlenebilir durumların incelenmesi gerekliliğini savunur. watson dışında skinner, pavlov ekolün önemli temsilcileridir.
fenerbahçe açısından bakınca; elimizdeki eşeklerin tümünü sırayla kaybettik, kaybettiğimiz son eşeği bulunca doğal olarak çok mutlu olduk. oysa ne çok eşeğimiz vardı başlangıçta, şimdi yerinde yeller esiyor hepsinin... her şeye rağmengalatasaray'a bakınca mutlu olmamak için bir neden yok, çünkü onların hiç eşeği yok. yoksa var mı, 18 mayıs'ta belli olur artık.
bu galibiyet şampiyonluğa dönüşürse, ki muhtemelen ikinci bir denizli vak'ası olmaz ise, e dönüşsün bi'zahmet; aziz yıldırım'ından, zico'suna, alex'ine...hepsi kurtardı paçayı orası kesin.
mevcut yönetimin miadını doldurduğu aşikar ve artık değişmesini isteyen bir fenerbahçe'li olarak bütün bunların kendini kurtarmasına üzülmekle beraber, beşiktaş özellikle yönetimi ile bunu çok fazla hak etmişti, hak ettiklerini alacaklardır; onların da sıpaları var gibi ne de olsa.. sıpayı kırmızı bir kurdeleyle süsleyerek büyük amcalarına götürürler daha önce olduğu gibi.
cumhurbaşkanı seçimi için toplantı yeter sayısının 367 olması gerektiği görüşünü dile getiren kanadoğlu'nu pek muhterem meclis başkanı arınç ve şürekası dikkate almadı, "yeterli çoğunluk olduğunu görürsem yoklama yapmadan oturumu açarım" dedi beyefendi. oturumu açtı ama bahtı kapandı. kendileri iyi bilir ilahi adalet bu olsa gerek. umursamaz, başına buyruk tavrı nedeniyle meclis başkanı arınç'a teşekkürü bir borç biliyor, başarılarının devamını diliyoruz. sabih kanadoğlu'na ise saygılarımızı sunuyoruz.
bazılarımızın öcalan'a sayın demesi eleştirilebilir, suçu ve suçluyu övme nedeniyle cezalandırılabilir ve hatta cezalandırılır. neden bazılarımız? asıl sorun sanırım burada.
bölücü başına bir zamanlar sayın diyen rte iktidar gücünü elinde bulundurduğu süre içinde söz konusu kişiye yardımcı olacak birşeyler yapabilir miydi? yapmaya kalksaydı bunu ne kadar açık dille ifade edebilir ve ne kadar icra edebilirdi? daha sonra ortaya çıkan kayıtta söylediklerinden sonra, halen saygı duymaya eğilimi var mı? kim bilir *, buna ancak kendisi ile hepimiz adına gurur duyanlar cevap verebilir sanırım...
ben de bülent arınç gibi yapayım ve şöyle gireyim cümleye; bence, erdoğan öcalan'a af yolunu açacak yasayı bilinçli olarak asla uygulamaya koymak istemiş olamaz, olsa olsa farkında olmadan böyle bir işe kalkışmış olabilir ve daha sonra zaten bunu düzelttiler..
geçen yıl, nisan 2006'da Terörle Mücadele Yasası ile ilgili düzenlenmeye gidildi ve yasanın 6. maddesinin terörist başı Abdullah Öcalan'a "af niteliği taşıdığı" görüşü dile getirildi, ana muhalefet tarafından! yasa tasarısının 6. maddesi üzerinde yapılan tartışmalar ve bunların medyaya yansıması sonucu madde tasarıdan çıkarıldı! örneğin milliyet gazetesi tarafından her iki görüşünde dile getirildiği haberden sonra madde hakkında yorumu sözlük ahalisine sunalım: "işte o madde; Tasarının 6. maddesi mevcut TMY'nin 7. maddesini yeniden düzenliyor. Maddeye göre örgüt kuranlar, yönetenler, üyesi olanlar, örgüte üye kazandıranlar, örgüte yardım edenler TCK'nın 314. maddesi uyarınca 22.5 yıla kadar hapisle cezalandırılacak. Ayrıca afiş, flama, pankart, slogan gibi yollarla örgütün propagandasını yapanlara hapis cezası verilecek. Tasarıdaki söz konusu maddeye göre örgüt yöneticileri dahil bu madde kapsamına girenler etkin pişmanlık gösterirlerse, alacakları ceza önemli ölçüde indirime uğrayacak." neyse ki, madde tasarıdan çıkarıldı... http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=190820
Türkiye işçi sınıfına selam,
Selam yaratana
Tohumların tohumuna,
serpilip gelişene selam!
Bütün yemişler dallarınızdadır!
Beklenen günler, güzel günler ellerinizdedir,
Haklı günler, büyük günler,
Gündüzlerinde sömürülmeyen,
gecelerinde aç yatılmayan
Ekmek, gül ve hürriyet günleri,
Türkiye işçi sınıfına selam!
Meydanlarda hasretimizi haykıranlara,
Toprağa, kitaba, işe hasretliğimizi,
Hasretimizi, ayyıldızı esir bayrağımıza,
Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selam!
Paranın padişahlığını,
Karanlığını yobazın
Ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına
selam!
Türkiye işçi sınıfına selam! Selam yaratana. Nazım Hikmet
tayyip i alana aydin dogan bedava, satılmış medya sloganları ajansların tarafsızlığı konusunda bir fikir sahibi olmamızı hala sağlayamadıysa, ses sizin ya da bizim oralara kadar gelmediyse henüz, elektirikler kesildi bir ara ondan olabilir, alıcılarınızla oynamayın lütfen!!
"darbeye ortam hazırlayan miting" diye suçlayan aklı evveller yok mu, küçücük siyaset bilgisine, üç gram sosyoloji, beş gram tarih bilgisine dahi sahip değiller. "ne takunya ne postal" sesleri de mi gelmedi? bu insanlar darbe istemiyorlar, ancak darbe istememeleri tsk'dan nefret ettikleri anlamına da gelmiyor bazılarımız gibi, insanlar güvenli bir ülkede yaşamak istiyorlar, sosyal ve ekonomik sorunlar nedeniyle eğitimsizlik, işsizlik, yoksulluk nedenleriyle tarikatların eline düşen, bölücü örgütlerin pençesini geçirdiği gençler için oradaydılar, emperyalizmin desteklediği köktendinci ve bölücü unsurların palazlanmasını sağlayan bu ortamda ulusal bütünlüğe, atatürk ve devrimlerine, cumhurbaşkanlığına, anayasaya, askerlere saldırarak demokratlaştığını düşünen zihniyete karşı oradaydılar.
orada olan insanlar, emperyalizmin bu ülkeye dayattığı koşulları reddetmek için bağırdılar.. sadece siyasal islam tehlikesine karşı değil, sadece bölücülüğe, sadece demokrasiyi araç olarak görenlerin ülkeyi ele geçirmesine de karşı değildi orada bulunma nedenleri, insanlar medya tarafından desteklenen ekonomik bağımlılığa, ekonominin gidişatına, insanların işsiz, yoksul kalmasına ve işsiz bir babanın oğlu için üzüntüsünü dile getirmesine "senin oğlun da işsiz kalsın" diyebilen bir başbakana ve zihniyetine karşı oradaydılar ayrıca..
"borsa düşmüş, faiz fırlamış, miting yaptınız ülkenin içine ettiniz!" diyenler yok mu.. sanki daha önce sıkıntı nedir bilmezdik biz, Dert üstü murat üstü yaşıyorduk... hiç sorunumuz yoktu, iki haftada birkaç milyon insan yollara döküldü başımız ağrımaya başladı. mitinge saçma sapan, ipe sapa gelmez eleştiriler yöneltirken, ekonomiye verdiği zararları anlatıp duranlar daha önce müthiş bir ülkede yaşıyorlarmış meğer.
"OECD'ye göre Türkiye'de 15-19 yaş arası işsiz ve okumayan nüfusun toplama oranı erkeklerde yüzde 25, kızlarda yüzde 47.5 ile rekor seviyede bulunuyor."
"Türkiye'de her 40 saniyede bir suç işleniyor. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün verilerine göre, geçen yıl asayiş suçları yüzde 61, şahsa karşı işlenen suçlar yüzde 62, mala karşı işlenen suçlarsa yüzde 60 arttı."
Sosyolog ve psikologlar göç, işsizlik ve yoksulluk gibi nedenlerle gençlerin suça yöneldiğine dikkat çekiyorlar. celali isyanları, pkk'nın bu denli uygun bir ortam bulmasının nedenleri hep aynı; ekonomi! peki bu ortamda biz neye bakıyoruz, medyamız bize neyi gösteriyor diziden ve yarışmalardan başka ve sürekli; "istikrar"
istikrar, sokağa çıkan çocuğun hayatı için değil, oyun alanı, geleceği, eğitim ve sağlık giderlerinin karşılanması anlamında değil, emeklinin maaşı için değil, asgari ücret 403 ytl, Türkiye KamuSen'e göre, çalışan bir kişinin yoksulluk sınırı 1115 YTL'ye, açlık sınırı da 854 YTL'ye dayanmış, ammma bunların önemi yok, önemli olan "istikrar" kavramının anlam bulduğu nokta; ulusötesi sermayenin ve birkaç kalantorun eline geçirmiş olduğu ve küçük birikimlerini değerlendirmek isteyen halkımızın güngör uras'ın deyimi ile "keriz silkeleme" operasyonlarıyla harcandığı borsa, -sadece bunlar değil, ama aslan payı bunlara ait- son 60 yıldır hükümetlerin teslimiyetçi ekonomi politikalarıyla yerle yeksan ettiği devletin borç alarak büyük sermayeye dünyanın en büyük faizini ödediği bir ekonomik düzen, medyanın, patronlar kulübünün çok beğendiği, desteklediği, arkasında durduğu bir ekonomi programı, kar getiren ya da getirmeyen bütün kamu kuruluşlarının özelleştirmeleri, imf'nin denetimide bir gelecek, ticaret dünya bankası'na emanet, iç politika ab, dışarıda abd...
ne gerek vardı ekonomi tam tıkırında, iç ve dış politika bu kadar harika giderken.. ne yaptı bu insanlar böyle, durup dururken ayağa kalktılar ve birileri için her şeyi berbat ettiler ve haykırdılar hep bir ağızdan; "ne abd, ne ab, tam bağımsız türkiye"
demokrasi, insanların yönetilmesine gerek dahi olmayan ortamda tam anlamıyla uygulanabilecek bir sistemdir. demokratlığı kendine yakıştıran insan önce "aydın" olmalıdır.
feodalizm yanlısı, ağanın, şeyhin, aşiret reisinin, hocaefendilerin ve bunların kullarının kendi düzenlerini sağlayabilmeleri için kazanılmış olan ilerlemelerin terk edilmesi değildir demokrasi.
askerin açıklaması kelimenin tam manasıyla zamanlama açısından yerindedir, belki alarm seviyesi şu an düşük bile denilebilir. nasıl bir ülkede yaşadığımıza bakmalıyız; bizim için bugün ülkenin esenliği salt borsanın inip-çıkmasına bağlanmış, bölücünün ve şeriatçının kazanımları "demokrasi"nin tanımı içine girmiş, tbmm'de ihlal edilen bir yasanın yüksek mahkemeye götürülmesi "bürokratik oligarşi" ilan edilmiş, bütün eski şeriatçılar aynı şekilde (nasıl oluyorsa) birden çark etmiş, hepsi sözde cumhuriyetçi ve demokrat olmuş...
gerçek demokrat, demokrasi'nin cumhuriyet olmadan olamayacağını bilmektedir, en azından anayasa'nın 2. maddesindeki "Sosyal bir hukuk devleti" kavramının cumhuriyet'in algıladığı demokrasi biçiminin liberalizmle olan farklılığı yarattığını fark etmektedir.. asker'de bunca yapılandan sonra artık olması gerekenin bu olduğunun farkındadır. sosyal devlet, sosyal düzenlemeyi yapan devletin hiyerarşik bir sistemle, piyasanın ise idari ve denetleyici ve aynı zamanda özel çıkarların yanında toplumsal ve devlet gücünün dayanışma, yardımlaşma boyutunda olması gerektiğine işaret eder.
asker toplumsal yapıyı 12 mart ve 12 eylül'le bugün mevcut olan duruma getirmiştir, bu doğrudur ve önemli nokta da aslında budur. 28 şubat'la tsk gidişatın etkilerine karşı gardını almıştır. bugün akp'nin bu denli yüksek oy alması -ki akp muhafazakar bir partidir ancak ab ve abd ile özal'dan bile daha çok dayanışma içindedir- yoksulluğa, sosyal yapının çökmesine karşın, iç ve dış tehditlere karşı toplumda yeterince doğru tepkilerin verilmemesi 12 eylül'lerin eseridir. akp demokrat parti'yi gericiliği ile ardında bırakmasına rağmen, medya gücünü elinde bulunduran neoliberallerle gayet iyi geçinmekte ve paslaşmaktadır.
bugün liberalizme hizmet eden ve devletin ekonomiden tamamıyla çekişmesini savunan küreselleşme oyunu, devletin sosyal yapısını gelişmekte olan ülkelerde bitirmesini ve tamamıyşa piyasanın elinde oyuncağa, kobay faresine dönecek olan bir halk istemektedir. ve küresel aktörler, ngo'larla sürekli aynı söze vurgu yapmaktadır: demokrasi!
demokrasiyi hep piyasacılar savunmuş, partilerine isim etmişlerdir. ancak demokrasiyi sürekli kapitalizme entegre edilmiş bir piyasa olarak görmüş ve bunun karşısına dikilen, devletin sosyal yapıyı korumasını ve mümkün olduğunca eşit imkanlar tanımasını isteyen gerçek ve cumhuriyetçi demokratik yapıyı savunan sola karşı saldırmışlardır.
adına "demokrasi" denilen ve bugün ırak'a hediye paketi olarak götürülen sistem, cumhuriyet'siz olduğunda biraz farklı olmaktadır. direnen halkın "terörist" olarak yaftalandığı günümüzde ise bütün bu süreci biat etmesi istenmektedir.
sosyal yapıyı çökerten, tüm kamu kuruluşlarını göğüsünü gererek pazarlayan, dokunulmazlık zırhına sığınmış, abd, ab ve barzani'nin sorun çıkarmak istemediği, yanlarında olduğu bir partinin yönetiminde siyasal islamın üst yapıdan sonra alt yapıya da hakim olmaya başladığı bir ortamda, asker yapması gerekeni yapmıştır. abd ve ab "demokrasi dersi" vermeye başlamışlardır, darülfünun müderrislerimiz gibi.
14 nisan'da meydanları dolduranları ve 29 nisan'da tekrar sokaklarda olacakları faşizm yanlısı, bürokratik statükocu gören zihniyet aslında hep aynı bilerek ya da bilmeyerek, abd tarzı demokrasiye hizmet etmektedir.
Sarkozy, yalnız Türkleri Türk nefretiyle değil, Fransa'da yaşayan tüm göçmenleri ve hatta göçmeyenleri de sert ve polisiye üslubu, "ulusal kimlik" merakına karşın paradoksal sayılacak aşırı liberal ekonomi söylemiyle korkutuyor.
Ama çok daha insancıl bir sosyal projeyi savunan Segolene Royal de, belki de uğradığı "maço" saldırılar dolayısıyla sığındığı "asker kızı" (çünkü babası subay!) kabuğunu kıramıyor, yatılı kız lisesinde okumuşluğun "üniformasız" gerginliğini atamıyor üstünden. Aslında benim Sego zaafım da, tam bu özellikleri yüzünden. Ama kitlelerle empati kurabilmek açısından zaten "solak" Segolene'e epeyce "sakarlık" yaptırıyor.
Dünya basınının favorisi bu güzel ve zeki kadın, Sarkozy'yle arasındaki 5 puanlık farkı, Sosyalist Parti'nin daha solundaki ve Sarkozy'nin yolunu kesmek için seçmenlerini şimdiden kendisine yönlendiren 10 küçük adayın oylarıyla kapatır, ama..
Aşırı sağcı Le Pen'in oyları, silme Sarko'ya gidecek, bunu biliyoruz.
***
Geriye kalıyor François Bayrou'nun 7 milyon küsur seçmeni. Onların kaçta kaçı soldan merkeze kaydı, kaçta kaçı "sağdan", belli değil.
6 Mayıs'a kadar, solak ve sakar Sego ile kurnaz ve fırsatçı Sarko, işte bu oyların paylaşımı için Bayrou'yla flört edecek. Başka bir deyişle Fransa Cumhurbaşkanlığı makamı, artık Bayrou'nun iki dudağı arasında; Seçmenlerini kime yönlendirirse, onu kazandıracak. Mine G. Kırıkkanat