ana dilimin şarkısı (bkz: megrelce). ismimin de kaynağı. biraz vatan hasretini, biraz aidiyetsizliği, en çok da hüznü hatırlatan şarkı. bazen dinlemeyi geçtim dilimi takılınca bile ağlarım.
bizim eski komşumuz bayram ziyaretine gelir ve sürekli hastane kokardı iğrenirdim. bir gün anneme sordum 'bu kadın neden böyle kokuyor' diye. 'onun parfümü o, yıllardır hep o parfümü kullanıyor' dedi. ne o parfümün markası bilmiyorum ama kadının bu kadar saçma bir kokudaki istikrarı takdire şayan, ben çok sevdiğim parfümleri bile baydı deyip bırakan biriyim şahsen. ya ama insana şifa vermesi temenni edilen bir yerde bu kadar rahatsız edici bir kokunun hakim olması tezat değil mi?
bunun bi de dört sağ dört sol omuz şeklinde sekiz kere sarılıp sonra da vantuzdan evrilmiş gibi öpen versiyonları vardır ki evlerden ırak. hem başınız döner hem mideniz bulanır. (bkz: üst komşu)
dışarıdan bakıldığında, yiğido, çotanak gibi yerel halkı tanımlamak için kullanılan sevimli (?) sözcüklerden biri gibi görünse de işin aslında, kürtleri ve türkleri kendilerince ayırt etmek için kullanılan faşist sözcüktür. kelimenin farsça olmasıysa ayrı ironik.
ehçe bu şarkı, ablamız o kadar güzel, o kadar kadife bir sese sahip ki insanın tek bir kelime bile anlamadan gözleri doluyor. özellikle nakarata girdiği zaman insanı alıp götürüyor.
senaryodaki pek çok detay benim hayatım ile o kadar benzeşiyordu ki artık bir yerden sonra katya'nın gözüktüğü her saniye istemsiz ağlamaya başladım. harika bir film...
memleketim değil. orada da yaşamıyorum. ama şu ülkede bulunduğum şehirler arasında ait hissettiğim tek şehir. otobüsten indiğim anda başladı bu his, böyle ruh ikizini falan bulurlar ya, ben de ruh şehrimi buldum işte. şimdi trabzon hasreti ile yanıp tutuşuyorum.