siyau
0 (düz adam)
sekizinci nesil yazar 1 takipçi 2.70 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    ava addams

    1.
  1. Americalı porno yıldızı, koca memeli hatun kişiliği.
    Ava Adams, Alexia Roy, Luna, Ava Spice olarakta bilinir.
    16 Eylül 1981 cebelitarık doğumludur.
    8 ...
  2. jokond ile si ya u

    1.
  3. nazım hikmet in 1929 yılında kaleme aldığı emperyalizme karşı yazdığı destansı bir aşk hikayesi.
    leonardo usta nın meşhur tablosundaki mona lisa dır jokond. siyau ise şangaylı bir genç.
    siyau fransa daki louvre müzesine sürekli ziyarete gelir jokond u. jokond ta ona aşık olur.
    bir süre sonra siyau artık gelmez olur, ve...

    "şang-hay da kafası kesilen arkadaşım si-ya-u'nun hatırasına
    jokond ile si-ya-u "

    bir iddia

    leonardo nam
    nakkaşı dehrin
    meşhur jokond'u
    basmıştır kadem
    rahı firare
    ve firariden
    boşalan yere
    taklidi kondu.

    işbu risaleyi
    tastir eden şair
    çok şeyler biliyor
    hakiki jokond'un
    encamına dair.

    ol fettan ahu
    bir yar severdi:
    bir çinli adem
    ismiii si-ya-u
    gözleriiii badem
    sözleriiii şirin.
    bu yarin peşine
    takılmıştır jokond
    bir çin beldesinde
    yakılmıştır jokond.

    ben nazım hikmet
    rakımülhuruf
    işbu hususta
    düşmanaaa dosta
    çekip yürekten
    günde beş növbet
    yuf üstüne yuf
    iddia ediyorum,
    isbat edeceğim;
    isbat edemezsem
    sahni suhanden
    yıkılıp gideceğim.

    1928

    jokond'un hatıra defterinden parçalar
    15 mart 1924 paris luvur müzesinden

    luvur müzesinde artık canım sıkılıyor.
    can sıkıntısından çok çabuk bıkılıyor.
    bıktım artık canımın sıkıntısından.
    içimdeki bu ruh yıkıntısından
    aldı fikrim şu hisseyi:
    müzeyi
    gezmek iyi
    müzelik olmak fena.
    ben bu maziyi hapseden saraya
    öyle ağır bir hükümle kondum ki,
    çatlarken sıkıntıdan yüzümde yağlıboya
    mecburum durup dinlenmeden sırıtmaya:
    çünki:
    ben o floransalı jokond'um ki
    floransadan daha meşhurdur tebessümüm.

    luvur müzesinde artık canım sıkılıyor.
    ve madem ki maziyle konuşmaktan
    çabuk bıkılıyor
    ben
    karar verdim bugünden itibaren
    bir hatıra defteri tutmaya.
    belki dahli olur bugünü yazmanın
    dünü unutmaya...
    lakin acayip bir yerdir luvur.
    burda belki bulunur
    iskenderi kebirin
    kronometrolu lonjin saatı,
    fakat
    bulunmaz yüz paralık bir kurşunkalem
    ve bir tabaka temiz defter kaadı.
    lanet olsun luvruna, parisine.
    yazarım ben de hatıratı
    muşambamın tersine.
    ve işte:
    kırmızı burnunu eteklerime sokan,
    saçları şarap kokan
    miyop bir amerikalının
    aşırınca cebinden mürekkepli kalemini
    başladım hatıratıma.
    yazıyorum sırtıma:
    tebessümü meşhur olmanın elemini...

    18 mart gece

    luvur uyudu.
    zulmette venüs'ün kolsuz vücudu
    benziyor harbiumumi neferine.
    parlıyor bir şövalyenin altın miğferi:
    vurdukça "gece bekçilerinin" feneri
    karanlık bir resmin üzerine.
    burda
    luvurda
    benziyor günlerim birbirine
    tahta bir mi'kabın dört tarafı gibi.
    başım keskin kokularla dolu
    bir ecza dolabının rafı gibi.

    20 mart

    hayranım felemenk ressamlarına:
    süt ve sucuk tacirlerinin
    tombul madamlarına
    kolay mı üryan bir ilahe edası vermek?
    lakin
    isterse ipekli don giyinsin
    inek+ ipekli don = inek.*

    dün gece
    bir pencere
    açık kalmış
    felemenkli üryan ilaheler soğuk almış.
    bugün
    bütün gün
    ziyaretçilere
    çevirip dağ gibi pembe çıplak gerilerini
    aksırıp öksürdüler...

    tutulmuşum ben de nezleye.
    nezleli bir tebessümle gülünç olmayayım diye,
    ziyaretçilerden gizleye gizleye
    burnumu çekip durdum.

    1 nisan

    bugün bir çinli gördüm;
    başı perçemli çinlilere benzer yeri yok.
    ne de çok
    baktı bana.
    bilirim ki ben
    fildişini ipek gibi işliyen
    çinlilerin teveccühü
    atılamaz yabana...

    11 nisan

    ismini öğrendim hergün gelen çinlinin:
    si-ya-u

    16 nisan

    bugün gözlerin sesiyle
    konuştuk kendisiyle.
    gündüzleri kumaş dokuyormuş,
    gece okuyormuş.
    işte çoktandır ki gece
    kara gömlekli bir faşist ordusu gibi geldi.
    kendini sen* nehrine atan bir işsizin
    karanlık sudan sesi yükseldi.
    ve ey yumruk kadar başında
    dağ gibi rüzgarlar esen
    ben eminim ki bu anda sen
    cevap almak için yıldızlara sorduğun
    cevaplardan,
    kuleler kuruyorsun kalın meşin kaplı
    kitaplardan,
    oku
    si-ya-u
    oku..
    ve gözlerin satırlarda isteneni bulunca
    gözlerin yorulunca
    bırak yorgun başını
    siyah sarı bir japon krizantemi gibi
    kitapların üstüne....
    uyu
    si-ya-u
    uyu...

    18 nisan

    başladım unutmaya
    tombul rönesans üstatlarının isimlerini.
    görmek istiyorum
    çekik gözlü çin nakkaşlarının
    ince uzun kamış fırçalarından
    damlıyan
    siyah suluboya kuş ve çiçek
    resimlerini...
    paris telsizinin haberleri

    allo
    allo
    allo
    paris
    paris
    paris...
    havada sesler
    ateş tazılar gibi koşuyor.
    eyfel kulesinin telsizi konuşuyor:
    allo
    allo
    allo
    paris
    paris
    paris...

    biz de şarklıyız bu ses bizedir
    bizim de kulaklarımız bir ahizedir
    biz de eyfel'i dinlemeliyiz-
    çinden haber
    çinden haber
    çinden haber:

    kaf dağınan gelen ejder
    altın semasında çinimaçin yurdunun
    gerdi kanat.
    fakat
    bu işte sade britanya lordunun
    tüyleri yolunmuş
    kalın boyunlu bir kuş
    gibi matruş
    gırtlağı değil,
    kesilecek
    konfuçyusun
    uzun
    seyrek
    sakalı da!

    jokondun hatıra defterinden

    21 nisan

    bugün çinlim
    gözbebeklerimin
    içinde durdu;
    ve sordu:
    "tanklarının kırk ayaklı tekerleriyle
    pirinç tarlalarımızı ezenler,
    şehirlerimizde
    cehennem imparatorları gibi gezenler:
    senin
    seni yaratanın nesli mi?"
    az kaldı "hayır" diye haykırarak
    kaldıracaktım elimi...

    27 nisan

    bu gece bir amerikan zurnasıyla
    12 beygirlik bir fordun kornasıyla
    bir rüyadan uyandım,
    ve bir lahza gördüğüm
    bir lahzada öldü.
    gördüğüm durgun mavi bir göldü.
    bu gölde canımın çekik gözlü canı
    yaldızlı bir balığın sarılmıştı boynuna.
    ben gidiyordum ona
    sandalım çinişi bir çay fincanı;
    açtığım yelken
    kamış bir japon
    şemsiyesinin
    nakışlı ipeğinden...

    paris telsizinin haberleri

    allo
    allo
    allo

    paris
    paris
    paris

    radyo-stasyon duruyor.
    parisi yine
    mavi gömlekli parisliler
    kırmızı sesler
    ve kırmızı renklerle dolduruyor..

    jokond'un hatıra defterinden

    2 mayıs

    bugün çinlim gelmedi.

    5 mayıs

    bugün de yok...

    8 mayıs

    benziyor günlerim
    bir istasyonun
    bekleme salonuna.
    gözlerim dikili
    demiryoluna...

    10 mayıs

    yunan heykeltıraşları,
    selçuk elinin çini nakkaşları,
    cemşide ateşle halı dokuyanlar,
    çölde hecinlere kaside okuyanlar,
    vücudunun raksı rüzgar gibi esen,
    bir kırat mücevheri 36 köşeli kesen,
    ve sen
    beş parmağında beş hüner taşıyan
    mikel anj usta!
    haykırın, ilan edin düşmana dosta:
    pariste fazla bağırmış diye,
    mandarin sefirinin
    camını kırmış diye,
    sevgilisi jokond'un
    fransa hududunun
    atılmış haricine...

    çinden gelen sevgilim gitti çine...
    ve ben artık
    bilemem kimlere derler leyla ile mecnun,
    o pantolonlu leyla
    ben etekli mecnun değilsem...
    ağlayabilsem... ah...
    ağlayabilsem...

    12 mayıs

    bugün
    önümde
    kanlı ağzının
    boyasını tazeleyen
    bir ev kızının
    elindeki aynaya ilişince gözüm
    parçalandı kafamda şöhretimin teneke tacı.
    içimde kıvranırken ağlamak ihtiyacı
    dudaklarım kırıtıyor,
    pişmiş bir domuz kellesi gibi
    suratım sırıtıyor.
    dilerim ki
    kübist bir ressama fırça olsun kemikleri
    leonar da vincinin,
    boyalı elleriyle sarılıp boğazıma
    altın kaplama bir diş gibi ağzıma
    bu mel'un tebessümü taktığı için...

    birinci kısmın sonu.
    1 ...
  4. © 2025 uludağ sözlük