edebiyat alanında yeni bir soluk. "Dergi hür tefekkürün kalesidir" anlayışıyla yayın yapan ve bu gizemi isminde de taşıyan dergidir. ilk iki sayısını takip ettik, 3.sayıyı bu aralar bekliyoruz. heyecanlıyız.
rte yi başarılı bulmayanlara tip demeyecek tiptir. rte yi başarısız bulan kardeşe şöyle diyebilecek tiptir; israil, büyükelçimizi kendinden aşağı bir koltuğa oturtmuş, hadi o başka ülke, başka ırk, başka dil, başka dinden insan. peki rte i başarız bulan kardeş, niye rte yi başarılı bulan kendi insanını, kendi dindaşını, kendi dildaşını tip diyerek aşağılıyosun.
"aydın ya da entelektüel, eleştiren, kendi mukaddesleri ile içinde yaşadığı toplumun mukaddesleri arasında herhangi bir çelişkiye meydan vermeyen, ülkesini düşman bir dünyaya karşı savunan, bunu gerçekleştirebilmek için de ortak bir paydada birleşebilen, söylemlerini ya da tezlerini ifade ederken duygusallıktan öte mantıklı bir düşünce yapısına sahip olabilen, taraf olmayı belli bir sınıfın ideologu ya da demagogu olmak şeklinde anlamayan kişidir." (bkz: cemil meriç)
bu kafayla daha giderse aydın olamayacak ve kendi karanlığında hem kendini hem onu sevenleri boğacak kişidir. bu ülkeye de faydası yoktur zaten. bir çok gazeteci gibi boşuna yer kaplar gazete köşelerinde.
cemil meriç ten bir kapak daha gelsin o zaman;
"memlekette irtica yok; memlekette cumhuriyet devri aydınının, kafasını karanlıkla yoğurup madrabazlara sunduğu masum ve samimi insanlar var. ve anadolu hep fikir susuzluğu, ideal hasreti içinde."
Murat Bardakçı sürekli Erhan Afyoncu ve Pelin Batu nun sözlerini kesip durmasa, çok güzel olacak. ama yine de ülkemiz için elzem bir programdır. tartışalım ki çözüm yolu bulabilelim.
göz yummaksa yumulmuştu
kent ve varoş boğuşurken
yazda şerbet kışın turşu
münasebetsiz kurdeşen
mevsimsiz bel soğukluğu
astarın renk atmışı kireçlisi tenin çorağı kayır mıntıka
pençe dersen mütereddit yeleyi sorma yolunmuş
takat yetirdi koçum kaçmaya verdiysen kanat uçacak
sırıtık çehre bacak kadar çocuklardan yutuldu say
bakkalın varmış insafı kasaptansa kıyı bucak
can caniçi canında ruh ruhunda kavunsa
kavunun elden düşmesi karpuzun hakeza
acem mülkü fiyatlandırılabiliyor madem
hesap et nispetini dürüstlüğün ona
burukluk ücrete nâdim nedamet dilde persenk
domatesin çekirdeği kaynana zırıltısı tohuma kaçmış hıyar
peltek çolağın yabanıl görküyle azaktan siyah havyar
gelecekmiş de zürihte bembeyazmış da bonbon
kargalarla kahvaltı etme don
donma donulunca parşömen kâğıda siyah dolma
kalem kapağına adım sırasıyla adam oraya orasına
oracığın has evine has odanın halis oracıklılıklarına
yazılmadı mı malheureusement non-
lânetin atılmadı mı imzası ip gibi sıralılar
önümde mummuz hazrola
geçerken kaz adımı malheureusement si-
yarsınmalar gömmedim mi
evrem hiçle oğuşurken
mavi boncuk tokuşurken
nice çektiyse canım evrildiğim mi
yulaf bamya üzüm ayva
tek heceye düşmediler
kim olmak ister ki atlet
giy üste beyazlığı der mi der
madem beyazdır kefen karne cornette
de olsun mu üstüme dar
aktı akacak selâm sanılan selâ
arpalığım çalılıklar mı ola
habire düşman yaratırken latifundia
gömdüm evet hem de dibe
demir atmak kim der buna
eril varoş kente gebe
çek kıl pudrala sun suna
dipten korkunç hidra gelir
sivri dişle haya alır
biraz aklın varsa delir
kent sensiz de çalkalanır
seni saysam sensin tığı
bana yaman gösterecek
dışın ahbap için yağı
yok ol soba söndü söncek
utanç dağıtan kızların
kente sihir çağırışı
şeş dübârâ gelen zarın
kaybettirmesi son taşı
söker bizden yedek parçayı şıllık
der ah kafa pes ettirmedim albayı
geç kalarak beklenen topal tanık
dama attırır papatya kokan attarı
bunlar oldu olmasına
salâhiyet merkezinde
bahse girmem elmasına
benim iyâzım düşümde
düşüm düştür domur üşür
kan tükür gençken üşengeç
sporlanarak ikili saç örgüsü
bembeyaz şort mayısın ondokuzu
büzüştü pörsüdü şehrin füzyonu
nida etti ucuz gitti gelgel etti
gel gel sağ yap gel ey pangaltı kenti
andırıksız ut yeri faz tutmayın beni
vazgeçmedi en kaba en alaycı en alercik
dille iğnelemekten kim idiyse herkesi
kim olduysa herkesi oturduğum yer ramidir diyen kim
eşim seni sine sine süren kim
el ucu kabasına kavuşunca ne çabuk da cısladı
girdi bikrinin izalesi bahsine fütur etmeden
gelin görün
gelin görün fatihliliğini gizledi.
tam olarak soykırım olarak nitelendiremeyeceğimiz olay. etnik temizliğe karşılık gelse daha iyi. çünkü temizlik esas burada. oturuyorlar bütün gün kaldırımlarda, üstleri başları hep pis, anaları bağırıyor eve gelince, ''pislemişsin kendini yine zibidi.'' diye. şerefsizim bir temizlik her şeyi halleder. bir de vereceğimiz 1 tl'leri kesersek kendi kendilerini yok eder bence bunlar, elimizi yormaya değmez.
"devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre. birincisi iki buçuk asır.aşk, vecd, fetih ve hakimiyet. ikincisi üç asır. kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet. üçüncüsü bir asır. allahın, kur'ân'ında 'belhüm adal-hayvandan aşağı' dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret. ya dördüncüsü? . son yarım asır! .. işgâl ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedî helâke mahkûmiyet. işte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören. bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi. beşinci devrenin kapısı önünde nur infilâkı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik.
gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün 'dikey'leri 'yatay' hale getirecek bir çığlık kopararak 'mukaddes emaneti ne yaptınız? ' diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik.
halka değil, hakka inanan; meclisinin duvarında 'hakimiyet hakkındır' düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti hakka kölelikte bilen bir gençlik...
emekçiye 'benim sana acıdığım ve seni koruduğum kadar sen kendine acıyamaz, kendini koruyamazsın! ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın! ' diyecek... kapitaliste ise 'allah buyruğunu ve resûl emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın! ' ihtarını edecek... kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik...
bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa çalarak kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığı, türk'ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını, her sistem ve mezheb, ortada ne kadar illet varsa devasının ve ne kadar cennet hayâli varsa hakikatinin islâmda olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, islâm âlemine ve bütün insanlığa model teşkil edecek bir gençlik...
'kim var? ' diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert 'ben varım! ' cevabını verici, her ferdi 'benim olmadığım yerde kimse yoktur! ' fikrini besleyici bir dâva ahlâkına kaynak bir gençlik...
can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispetle usûle, stratejiye uygun bir gençlik...
büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifirî karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin; ve gerçek kahramanlık mâdeniyle sahtesini ayırdetmekte kuyumcu ustası bir gençlik...
bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, demagog politikacısı, çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi, mümin zindanı mâbedi, temeli yıkık ailesi, hâsılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik...
annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirini beğenmeyecek, onlara 'siz güneşi ceplerinizde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi! ' diyecek ve gerçek müslümanlığın 'nasıl'ını ve 'ne idüğü'nü her haliyle gösterecek bir gençlik...
tek cümleyle, allahın, kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı sevgilisinin fezayı bütün yıldızlariyle manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak, ve o'ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak tanımayacak ve o'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir gençlik...
işte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum. şekillenmesi, billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbaz kodomanların viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerimden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür allaha hamd etme makamındayım. genç adam! bundan böyle senden beklediğim şudur: tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil! allahın selâmı üzerine olsun...
"dünyanın ahlaki değil, salt fiziki bir anlamı olduğunu iddia etmek, yanılgıların en büyüğü, en yozlaştırıcısı ve en köktenidir, zihniyetin asıl sapkın olanıdır ve inancın anarşist olarak tanımladığı şeydir herhalde."
(bkz: arthur schopenhauer)
"insan bilmediğine düşmandır." yani ötekileştirmek bir nevi düşman yaratmaktır.konuşmak için bilmek gerekir. ama nedense bu ülkede bilenler değil hep bilmeyenler konuşuyor. bende mi ötekileştirdim bilmiyorum
bu güzel kokulu, enfes çiçeğin aslında dağ kardeleni olduğu rivayet edilir ve tanıdığım tüm fulyalar da gerçekten fulya ve kardelen kadar güzeldir. narindir bu çiçekler, kısıtlanmaya gelemezler. biraz da asidirler. öyküsü şuradan okunabilir bu nazlı çiçeğin:
gözlüklü elemandan uzak durmaktır. aman diyeyim, kestaneyi çizdirmek yerine gözünü çizdirmiş bir adamla takılın. şişmanla takılmak iyidir ama, olmadı atıverirsin canavarın önüne, o yiyene kadar artık allah kerim, kaçarsın bir şekilde.
büyük ihtimal öküzlüğünün farkında olmayan adamdır. anlatmaya çalışırsın da öküzlükten nasibini alırsın. ona bakarsan hayat ''eller havaya, oturmaya mı geldik ayol!'' tadında geçmektedir. takmayacaksın tak açacaksın bir oyun havası
Dünya'daki iki gücün oynadığı oyundur. Türk hükümeti veya Türk yargısından tamamen bağımsızdır. Bir tarafın kazanması Türkiye'nin işine gelecektir. Dileriz küreselciler kazansın. Ayrıca bu konuda devletin tüm birimleri aynı kanaatleri taşımaktadır.
''Kimi vakit geldim sana ama hüznüm döndü,
baktım ki işgal gözlerin.
Bilirim aydınlık için karanlıkta gerekli,
bazen var'ı anlarsın yok ile sevgilim...''
Koç'un yedek parça üretiminden çekilme hamlesiyle tüm fabrikayı italyan Magneti Marelli almıştır. 163'ü beyaz yaka olmak üzere toplam 1406 personel çalıştırır. Sadece Türkiye'de değil tüm dünyada yedek parça üretimde önemli bir konuma sahiptir. Birçok otomobil firması için aydınlatma başta olmak üzere fren, klima vb. yedek parçalar üretir. Bursa, nilüfer organize sanayi bölgesi'ndedir.
bir çocuk gibi seven ve bir çocuk kadar nefretten bihaber, sevilesi anadolu insanı. şarkılarını Adana'nın yaylalarında inziva halindeyken yazdığı rivayet edilir. güzel adamdır be...
Kendisi hakkında şöyle bir anekdot vardır:
Necip Fazıl, bir üniversitede konferansa katılmış, Çıkıp her zamanki gibi Din ve Allah kavramı hakkında konuşmuştur. Konuşması bittikten sonra, onunla karşıt görüşlü olan bir Profesör, Necip Fazıla: Siz önceden çıkıp farklı şeyler söylerdiniz, şimdi ise o sözlerinize çelişen şeyler söylüyorsunuz. Yazdığınız şiirler hala ezberimdedir. Bu ne demek oluyor?
Necip Fazılın cevabı meleklere parmak ısırtacak bir cevap olur:
Benim geçmişim bir çöplüktür ve çöplükleri sadece köpekler kurcalar.''
her ne kadar geçmişine çöplük dese de, o çöplük dahi bugüne nazaran gülistandır. şiirde şimdi lağım kokularıyla uğraşıyoruz.
SAÇLARIN
Saçların omuzlarından aksın
Mermer üzerinden geçen su gibi
içinde ezgin bir his duyacaksın
Yaz vaktinin gündüz uykusu gibi
Saç tel tel örtüler hep tül tül düşer
Gözünün değdiği yere gül düşer
Sonunda sana da bir gönül düşer
Gönlümün şimdiki duygusu gibi
Dillerde dökülüp sayılır saçın
Sıcak nefeslerle bayılır saçın
Bir tütsüdür kalbe yayılır saçın
Kararan gözlerin buğusu gibi