çok yalnızım olm. bara, diskoya, meyhaneye, birahaneye, markete, alışveriş merkezine, camiye, okula, kafeye her yere yalnız gidiyorum. marjinallik değil marji-mallık lan benimki. triplere girmek için de söylemiyorum. vallahi öyleyim. iş güç derken ihmal ettiğim sözlük tekrar aklıma geldi baksana. çok değişmiş yalnız buralar *
Hastaydı. Hastaneye ziyaretine gidememiştim zaten bir önceki hafta da. Henüz ilkokuldaydım, daha yaşım 10. Kimseye belli etmesem de arka sırada oturan çakmak çakmak gözleri olan kıvırcık saçlı o esmer kıza aşıktım. Kalbim buruktu hep, söyleyemiyordum aşkımı gerek çocukluktan gerekse de kahramanımın hastalığından. Dedim ya, görememiştim o hafta ve iyice moralim bozuktu. Bir akşam okul çıkışı geldi yanıma esmer kız. Eve birlikte yürümeye başladık, aynı mahallede oturuyorduk sonuçta. Hava kararmaya başlamıştı. Çocuk da olsam, sorumluluklar erken yüklendiğinden omzuma bir kadını hava kararınca sokaklarda yalnız bırakmamam gerektiğini biliyordum. Onların ev arka mahalledeydi. Okul bizim eve daha yakın olmasına rağmen onu evine bırakmak için yolu uzattım. Yürürken pek konuşmadık, evlerinin önüne geldiğimizde birbirimize koca koca, mantıklı insanlar gibi iyi akşamlar deyip ayrıldık. Adımlarım hızlanmıştı. Günlerden perşembeydi. Çünkü perşembeler görüş saatiydi. Hastanede birinci dereceden bir akrabanız bile yatsa eğer refakatçi değilseniz belirli günlerde belirli saatlerde ziyaret edebilme hakkınız vardı o dönemler. Onkoloji bölümüymüş çünkü. Hiç anlamazdım hastane isimlerinden o dönemler. Nöröloji, kardiyololoji, gastroloji, dahiliye falan Biraz anlasaydım çadır kurardım kesin onkoloji servisinin önüne. Koşmaya başladım saati annemlere yetişeyim de birlikte gidelim diye. Koşarken ayaklarımın açıldığı mesafe kadar uzaklaşıyordum yetişebilme ihtimalime. Eve vardım. Anahtarım yoktu henüz, kaybederim diye vermemişti annem. Haklı kadın, üçüncü sınıfa kadar silgisini boynundan asan bir nesildik biz. Parmak uçlarımın üzerinde durarak bir balerin gibi, zili çaldım. Kapı açılmadı ama. Tekrar çaldım, bu kez daha uzun. Yine açılmadı. içimi bir korku kaplamıştı. Gittiler mi diye sordum kendi kendime. Sonra parmak uçlarımda boyumun yetebildiği diğer zillerden birine daha bastım. Kapı açıldı hemen, seslendim annem nerede diye. Onlar gitti diye söyledi bir ses, duyunca beni kendimden uzaklaştıran bir ses. Çaresiz hissettim bir an. Donup kalmıştım. Bir hafta daha göremeyeceğim korkusu içimi kapladı. Ağlayacak gibi oldum, gözlerim kızardı ve acıdı. Ağlamadım ama. Arabanın sürekli gitmiş olduğu yöne doğru baktım. iki yüz metre ileride kırmızı ışığa takılmış kalmış, yeşilin yanmasını bekliyordu. Sırtımda çantam, boynumda suluğum koşmaya başladım. Çantam ağırdı, hızımı kesiyordu ve o an dünyanın sırrı da olsa kitaplarımda umurumda değildi. Bir yandan koşup bir yandan da çantamı çıkardım sırtımdan. Yol ortasında koştuğumdan öylece bırakmıştım yol ortasına. Daha da hızlıydım artık. ilk kez Murphy ile orada tanıştım. Tam yetiştim derken yeşil ışık yandı. Çığlıklar attım, camları kapalı olan arabadan kimse duymadı sesimi. Hızlanarak gözden kayboldu. Nefes nefese yol ortasına çöküp kaldım. Nefes almakta zorlanıyordum, yorulduğum için değildi bu, çaresizliktendi. Kalktım sonra, iyice kararan havaya inat aksi istikamette olan durağa yürümeye başladım hızlı adımlarla. Önce çantamı aldım yol ortasından, sonra küfrettim korna çalan diğer arabalara. Durağa geldim ve geçen her otobüse sordum, Araştırma hastanesine gider mi, amca?. Aldığım soğuk birkaç cevaptan sonra biri gider dedi, atladım otobüse. Cebimde kuruş para yoktu. Muavin param olmadığını öğrenince bir sonraki durakta indirdi beni. Tekrar sormaya başladım, Araştırma hastanesine gider mi, amca?. Orta yaşlı bir teyze acıdı halime. Altında ezildiği kocaman çantanın altında küçücük bir çocuk akşam o saatte ne yapardı ki hastanede diye düşündü herhalde, anladı sonra sebebimi ve aldı beni yanına soru sormadan. Bir otobüse bindik, teyze benim de yol paramı verip birkaç durak sonra indi. Hastaneye ilk kez otobüsle gidiyordum ve tam olarak kestiremiyordum nerede ineceğimi. Gözüm hep camdan dışarıyı gözetlemekte, hastanenin yakınlarında bir yer görüp de tanıyayım diye tetikteydim. Hastaneye varıp geçmiştik bile. iki durak sonra sordu bana muavin, o zaman anladım ve hemen indim. Otobüsle geldiğim yollardan koşa koşa geri gittim. Hastaneye vardım nefes nefese, içeri girdim. Kocaman kocaman insanların içinde başım dik yürüdüm. Hasta ziyareti giriş kapısının önünde nöbette duran bir amca vardı. Ücretliydi girişler. Elinde bir deste fiş, parayı verene kopardığı bir kopçayı verip kapıyı açıyordu. Birilerinin arkasına onların çocuğuymuşçasına geçtim. Eğer yanınızda ebeveynleriniz varsa para almazlardı sizden, daha önceki ziyaretlerimden öğrenmiştim bunu. Kapıdan geçtikten sonra hızla uzaklaştım yanından sahte anne-babamın. Asansöre koştum. Daha önceleri çok hızlı olduğu için başımı döndüren asansör adeta bir öküz arabası niteliğinde çıktı dördüncü kata. Herkesten önce çıktım ve 207 numaraları odanın kapısının önünde durdum. Nefesimi topladım bir an ve kapıyı açtım. içerisi çok kalabalıktı. Sürekli bir şeyler soran herkes kapı açılınca bir anda kapıya döndü. Babamı aradı gözlerim ve orada, yatağında yatıyordu solgun yüzü, iyice zayıfladığı için daha da belirgin olan elmacık kemikleri ve kolunda bulunan serumuyla birlikte. Annem şaşırmıştı, nasıl geldin sen buraya, yalnız başına mı geldin gibisinden bir şeyler soruyordu muhtemelen, ama ben duymadım hiçbirini. içeriye adımımı attım kalabalığın şaşkın bakışları arasında. Babama gittim, sarıldım, kokladım. Hastane kokuyordu biraz, ama daha çok baba kokuyordu işte. iyice içime çektim. Sonra aldı beni karşısına ve herkese dönüp işte, bu benim oğlum dedi! gözleri dolu. Suratımda garip bir gülümseme vardı. Bir daha sarıldım, muyluydum
Ertesi hafta okula gitmedim Perşembe günü çünkü biraz daha erken gidecektik annemle. Annem hazırlanmadan önce aradı hastaneyi bir şey lazım mı diye sormak için. Yıllardır babamın yattığı odada yabancı bir ses açtı telefonu. Annem sordu, sonra ağladı. Telefon elinden kayıp düşerken yığılıp kaldım ben de olduğum yere. Çığlıklar birikti boğazıma, bağıramadım. Sustum ve sessizce ağladım o an ve o günden sonra her gece..
sosyalleşmenin internet ve sosyal ağlarla değişmeye başladığı ve hatta değiştiği günümüzde reel hayatta göremediği ilgiyi sözlük bünyesinde de göremeyen, ilgi gösterilmesi gereken yazardır.
birey yaşamını çoğu zaman karşı cinsin beğenilerine göre şekillendirdiğinden çok fazla ayıplanmaması, hoşuna gitmeyenin kafasını çevirmesi gereken, kimilerine göre iğrenç gelen bir durumken bazı diğerlerine göre seksapalitesi gayet yüksek olan ve tıpkı kadınların makyaj yapmalarının altında yatan gerçekliği içinde barındıran erkeksi eylem.
gay olan ya da olabilme ihtimali yüksek kişinin yapabileceği insanca bir eylemdir. doğadaki diğer canlılarda başka bir örneğinin olmaması düşündürücüdür.
bir ilişkide böyle bir teklife gerek var mı sorusunu akla getiren başlık. eğer bir ilişkide basamakları tek tek çıkarsanız zaten kendiliğinden olabilecek bir durum olan sevişmenin teklif edilmesi gayet abes bir durumdur. teklif edilerek yapılan bir sevişme, hem erkek için hem de kadın için, fahişeliğin bir başka boyutudur.
erkeklerin cinsel tatminleriyle alakalı olan ve bu yüzden de freud'u haklı çıkaran ve yine kadınların feminizm, kadın hakları vb. şeylerin arkalarında durmalarına rağmen erkekleri cinsellikleriyle, kadınlıklarını bir objeden farksızmışçasına kullanabilemerindeki ustalıkları sonucu var olmuş bir gerçekliktir. evrim falan hikaye, kadın güçlüdür. bu önermeye göre, aslında güçlü olanın değil aklını, kurnazlığını kullananın hayatta kaldığı bir olgudur.
sadece kız milletinin değil, benim gibi haftanın 8 günü yoğun bir şekilde çalışan bireylerin temel ihtiyaçları dışında alışveriş yapmaya vakti olmadığından özellikle kendi kendine çok fazla sarf ettiği cümledir.
cahil adamdır vesselam. bu bilişim devrinde, özellikle kimseye güvenilmeyecek,, sadece google'da yaptığınız aramalara bakarak sizi en geç iki güne bulabilecekleri bir çağda yaşarken ve komşunun ne halt karıştıracağından emin olmadan bu tedbirsizlik internet sahibini yerinden edebilir. bakınız bir büyüğümüz ne diyor;
"apartman dahilinde, internetine sahip olanlar gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. işte bu ahval ve şerait içinde dahi, birinci vazifen wpa-2 şifreni koymandır. kablolarındaki o yavaş internet, başkalarının parmakları ucundadır."
insanın aklına; madem adam değildi ne diye çıktın, böyle bir şeyi kendine misyon edindiysen sokakta adam olmayı bekleyen binlerce gençten birine yardım etsen daha güzel olmaz mıydı gibi soruları getiren ve hatta hadi bunları geçtim madem adam ettin sen adam değil miydin de başkasına kaçtı diye kişinin de kendisini sorgulaması gereken, tüm bunları düşünmeden sırf kendi egosunu tatmin etmek, kişiler arası sürtüşmelere ve bilhassa it dalaşına sebebiyet verecek hötü* tavan yapmış kız düşüncesi.
özellikle yaz aylarında, üç dört aylık bir süreyi doldurmak için çekilen diziler için geçerli durumdur. ve fakat, sezon başladığında gerçekten kaliteli dizilerin de olduğu su götürmez bir gerçektir ki bu da son bir iki senedir süregelmektedir.
tarihi çok eskiye dayandırılmakta olan bir örgüt. ( m.ö. 950) hiram adında bir duvar işçisinin süleyman mabedinin yapımı sırasında sırlarını paylaşmadığı için öldürülmesi üzerine duvar işçileri tarafından kurulmuş bir yapıdır. mason kelimesinin ingilizce karşılığı bricklayer; o da türkçe olarak duvar işçisi anlamına gelmektedir. hiramın öldürülmesiyle birlikte diğer usta duvar işçileri kendileri de aynı şekilde öldürülmemek için böyle bir örgüt kurmuş ve sırlarını korumuş ve sadece kendi aralarında aktarmışlardır. masonluğu temsil eden simgelere bakarsanız, bunlardan en önemlisi pergel ve gönyedir, duvar işçiliğiyle alakalı olduklarını anlayabilirsiniz. resmi olarak masonluk 1717 yılında ingilterede kraliyet ailesinden birini de aralarına alarak kurmuş oldukları ingiltere büyük locasıyla dünyaya varlığını bildirdi.
yukarıdakiler hikaye kısmıydı, herhangi bir internet sitesinden daha detaylı olarak bilgi edinebilirsiniz.
gelgelelim bu masonların asıl emellerine:
gizli dünya devleti
1933 yılında roosevelt tarafından amerikan doları üzerine ehram (sözlükte günlerdir dolaşmakta olan üçgen içindeki göz) yerleştirilmiştir. bu aslında dünyayı nasıl kontrol ettiklerini gösteren bi şema.
masonluğun siyonizmle neredeyse eş anlamlı olduğunu bilmeyeniniz yoktur heralde.. siyonizm üstün ırk anlayışına dayanan bir dünya görüşü benimsemiştir. bu görüşe göre bu üstün ırk tanrı tarafından dünyaya hakim olması için gönderilmiştir ve diğer bütün insanlar ancak ve ancak kendilerine hizmet etmekle yükümlüdür. burada yahudilere bir gönderme yapmış bulunmaktayım. tabii siz dikkatli arkadaşlar, eğer yeterince dikkat ettiyseniz, zaten yukarda ilk cümlelerimde masonluğun doğuşunun süleyman mabedi yapımı sırasında olduğunu belirtmiştim ki süleyman yahudiydi ve ona inanlar da yahudiydi doğal olarak. zaten yahudilerin üstün ırk olduklarını iddia ettiklerini hemen hemen hepimiz biliyoruz. neyse, bunların hahamları tevratı tahfir etmiş, kendi kafalarına göre yorumlamış ve gönülden inanaları da kendi yaptıklarını onamaları için bu yolu seçmişlerdir. buyrun bir iki örnek:
"siz allahın, rabbin oğullarısınız.. çünkü sen allahın rabbe mukaddes bir kavimsin ve rab üzerinde olan bütün kavimlerden olarak kendine has bir kavim olmak üzere seni seçti" (tevrat, tesniye bölümü, 14/2)
"ve allhın rabbin sana teslim edeceği bütün kavimleri bitireceksin, gözün onlara acımayacak." (tesniye bölümü, 7/16)
"ve onlardan nefret ettim, fakat size dedim: siz onların topraklarını miras olarak alacaksınız ve ben size onu mülk olarak vereceğim. ben sizi milletlerden ayırt eden allahınız rabbim." (levililer bölümü, 20/25)
"ben dedim, siz ilahlarsınız ve hepiniz yüce olanın oğullarısınız. kalk ey allah, yeryüzüne hükmet, zira milletlerin hepsine sen varis olacaksın." (mezmurlar bölümü,82/6-8)
şalom gazetesinin 8 mart 1989 tarihli gazetesinin bir bölümü:
"tanrıya inanmak yahudiliğin temel başlangıç noktası değildir. resul jeremiah bile israilin başkaldırısını tanrının ağzından şöyle anlatır: 'beni terk ettiler ve kanunlarımı uygulamadılar.' eski hahamların bu sözü yorumlama şekli ise: 'inançlarından vazgeçsinler, ama kuralları uygulasınlar.' şeklinde olmuştur."
burada yahudi dinini ya da ırkını lekelemek değil amacım, gönülden inanan ve bu masonik safsataların hiç birinden haberi dahi olmayan pek çok yahudinin olduğunu bilmekteyim ki bir zamanlar bir yahudi arkadaşım bile olmuştu. ama kendilerini nasıl üstün ırk olarak gösterdiklerinin güzel bir kanıtı olduğundan değinmekte fayda olacağını düşündüm.
yahudi hahamlar tevratı değiştirmiş ve tevratta bulunan bütün hükümleri bir araya getirmiş, yorumlamış, detaylandırmış ve talmud yasaları adı altında toplamışlardır. m.s. 2 yy.da yahudi haham nasi yuda bu yasaları yazılı hale getirmiş ve talmudu oluşturmuş. iki bölümden oluşur, asıl kısım mişna, yorum kısmı gemara. bugün yahudi okullarında tevrat ile birlikte okutulmakta olan talmud büyük önem taşıyan bir yasa niteliğindedir. bunun ne kadar önemli olduğunu şuradan daha iyi anlayabiliriz:
"her yahudinin öğrenimini üç kısma ayırması ve üçte birini tevratın eğitimine, diğerini mişnanın eğitimine ve diğerini de gemaranın eğitimine ayırması gerekir." ( ibrani edebiyatı, s.14)
talmud yasalarından daha da önemlisi kabbaladır. tevrat inmeden çok önceleri yahudi ruhban sınıfının geliştirdiği büyü ve şeytani güçlerle bağlantı sanatıdır.
"modern masonluk kabbalist esasları muhafaza etmiştir. bundan başka mason sistemleri, tamamıyla kabbalist fikirlere ve ilme dayandırılır.
temelinde şeytanın dininin tüm özelliklerini içerir. kelime anlamı gelenek ya da ağızdan öğrenilen olan kabbala sır öğretilerine dayanır. bu sırların tamamı jerusalem lodge (kudüs locası)nın üç kabbalisti tarafından ezberde tutulur. bunlardan biri öldüğünde, 70 bilinmeyenler olarak bilinen sanhedrin meclisinden seçilen bir aday bilgeliği devralır.
"kabbalist kitapların metinleri sembollerle doludur. her devirde, bunların manasını bilen üç yahudi bulunur. bunlardan ölenin yerin bir alt kademeden en iyisi seçilir, diğer ikisi tarafından sırlara vakıf edilir." /türk mason dergisi, sayı 21, s. 1095)
faal, kara büyü ve şeytanlarla ilişki kurma ilgili bilgileri kapsayan bu kabbalist eğitimle yetiştirilecek adaylar mason üstad-ı azamları tarafından seçilir ve bir kademenin bilgileri tamamen kavramadan level atlanmaz. bu taktiğe mason dilinde "uykulu gözlerle ışığın yavaş yavaş verilmesi" denir.
peki bu masonların amacı nedir? asıl amaç büyük bir siyonist devlet kurmak ve insanları kendi köleleri gibi kullanmaktır. bunun için de yapılması gereken ilk adım kendilerine vaadedilmiş toprakları alarak büyük israil devletini kurmaktır. burada kurulacak olan devlet, büyük dünya krallığının merkezi ve idare yeri olacaktır.
"ve senin gurbet diyarını bütün kenan diyarını sana ve senden sonra zürriyetine edebi mül olarak vereceğim. bütüm bu memleketleri sana ve zürriyetlerine vereceğim ve senin zürriyetini göklerin yıldızları gibi çoğaltacağım." tekvin bölümü, 17/8)
eveet gelelim şu meşhur mason yıldızına, bir doların üzerindeki üçgen ya da piramidin anlamına.. bu piramit aslında bir taksonomiyi yani sosyal bir sınıflamayı sembolize etmektedir. aşağıda linkini vereceğim resimde daha iyi görebilirsiniz (resmi ben hazırlayacağım o yüzden pek de düzenli olmayabilir).
gelin hep birlikte bu mason piramidinin içindeki kuruluşları tek tek inceleyelim. en tepeden başlayacak olursak:
üçgen içindeki göz
lüsifer/lüzifer olarak adlandırılan mason ilahı, nihai amacı sembolize etmektedir. her nasıl ki bizim tanrımız her şeyi görüyorsa bizim ilahımız da her şeyi görür, hatta çok daha iyi görür iddiasını temsil etmektedir. eğik bakmakta ve şaşıdır. masonlar da kalabalık bir ortamda birbirlerini tanımak ve birbirleriyle tanışmak için bu parolayı kullanırlar. karşılaştıklarında tokalaşırken bir yandan sağ elin başparmağı diğerinin eline özel bir şekilde bastırmakta ve gözlerini de bu resimde olduğu gibi eğik tutarak aşağı doğru bakarlar. lüsiferin şeytan tanrı olduğunu pek çoğumuz biliriz. siyonizme göre, şeytan cennetten kovulduktan sonra yeryüzünde i̇srail oğulları aracılığıyla tanrıdan intikam alacakmış.
rt
en üst kademe olan rt kabbalist sırların tamamını bilen bir baş hahamın ve diğer kademelerle temayüz ederek en üst makama ulaşmış iki yardımcı kabbalist, yani kabbalayı tam olarak bilen hahamlardan oluşmaktadır (iktibaslar,siyonizmin emir komuta zinciri, s.257). rtnin altında bir diğer en üst kademe olan sanhedrin bulunmaktadır. üç kabbalist, rt ve sanhedrin bütün siyonist organizasyonların, israil devleti dahil, bağlı bulunduğu haham topluluklarıdır.
sanhedrin
sanhedrin üyeleri kabbala eğitimi almış olan hahamlar arasından seçilirler. sanhedrindeki kabbalist hahamlara bağlı olarak çalışan ayrıca bir yeminli 70ler grubu vardır ki bunlar siyonizm adına dünyanın yönetimini yapmaktadırlar (bugün zeitgeistde falan anlatılan yüzyıllık planlar falan hep bunların başının altından çıkmaktadır panpalar). siyonizmin diğer bütün alt kademeleri bunlara itaat etmeye zorunludurlar. abd'de rockfeller, ingilterede rothshild bu yeminli grubuna dahildir (rockfellerin ne kadar zengin olduğunu duymuşsunuzdur. adamın kendine özel adası, adasında kendisine ait sarayı, yüz km özel otobanı ve bir de yer altı şehri bulunmakta. adaya basın girmesi yasak, yanlış hatırlamıyorsam 1995 ya da 1997 yılında jr rockfellerin düğün töreninde yalnızca bir kere girmişler, ondan sonra girmişler mi bilmiyorum) grubun japonya ve avrupada da bağlantıları vardır. kısacası tüm dünya ülkelerinde teşkilatlanmışlardır (özet geçersek; derin devlet denilen şey işte). sanhedrine mensup 70 kabbalist haham ve 70 yeminliler grubu bütün dünyayı kendi politikları doğrultusunda yönlendirmekte/yönetmektedir.
bna'i b'rith
amacı siyonizmin dünya çapındaki menfaatini gözetmek ve siyonizmin hedeflediği dünya hakimiyetini sağlamak olan bu teşkilat bugünkü birleşmiş milletlerin beynini teşkil etmektedir. bm'nin bütün kilit noktalarındaki üyeleri sayesinde uluslar arası kararları istediği şekilde yönlendirmektedirler. bu kuruluşa bağlı olan "aleph zadik aleph" adlı teşkilat 12-13 yaşındaki gençlere siyonizm düşüncesinin aşılamak üzere kurulmuş ve geniş faaliyetlerde bulunan bir teşkilattır.
türkiye ayağı "fakirleri koruma derneğidir."
bilderberg
1954 mayısında hollandanın osterbeek kentindeki bilderberg otelinde toplanan bir grup yahudi tarafından kuruldu. grubu tasarlayıp oluşturan asıl kurucu isveç franmasonluğunda üstad-ı azam, yahudi din adamı joseph retinger'dir. bu gizli grubun finansmanı abd'deki yahudi rockfeller vakfıdır. çok uluslu bir hükümet gibi olan bu grubun gizli yönetim merkezi diğer yahudi örgütlerinde olduğu gibi israildedir. grubun başında yahudilerden oluşan 25 yönetici vardır ve sanhedrin hahamlarından aldıkları emirleri dünyanın pek çok yerinde önemli kariyerlere sahip üyeleri aracılığıyla kolaylıkla uygulamaya geçirirler. toplantılara kadınlar giremez, göstermelik olarak demir leydi margeret thatcher toplantılara çağrılmıştır. bilderberg, pek çok kaynakta "dünyanın efendileri" olarak tanımlanır. geçmişine ilişkin tek bir kaynak bulma imkanı yoktur, bulunan kaynaklarda ise kurulduğu yer, tarih ve toplantılara katılan bazı önemli şahısların isminin dışında bir bilgi bulmak mümkün değildir. kurulduğundan bugüne yapılan toplantılar basına ve kamuoyuna gizli olarak yapılmıştır. son yıllarda ise dünyanın pek çok ülkesinden göstermelik üyeler davet edilmiş, bunlarla yapılan görüşmelerden sonra asıl üyeler yine gizli toplantılarını aynı gizlilikle yapmışlardır. ne hikmekse toplantılara bıyıklı katılmak da yasak gibi bir şey, türkiyeden de zamanında davet alan bir şahsiyet, toplantı öncesi yıllardır kestirmediği bıyıklarına kıyıverdi hemencecik.
örgüt; kara para, siyaset, gizli örgütler ve iş dünyasının ünlülerini bir araya getirir, yılda üç gün toplanır. görüşmelerden sonra sadece katılanlara özel bir rapor dağıtılır. bu örgütle ilgili en detaylı bilgi i̇spanyol istihbarat örgütünün üst düzey yönetici luis gonzales mata'nın "dünyanın gerçek efendileri" isimli kitabıdır (1975 yılında pariste bernard grassed yayınevi tarafından basılmış, fakat piyasaya çıkmadan toptan satın alınmış ve okuyucuya ulaşması engellenmiştir. bilderbergin dünya çapındaki her büyük olayda çok büyük etkisi ve yönlendirmesi vardır. amacı dünya ekonomisini ve siyasetini siyonizmin amaçlarına ve çıkarları doğrultusunda planlamaktır. pek çok zengin ülke, mason liderler önderliğinde başlatılan sözde bağımsızlık hareketleri ile sömürgelikten kurtarılmış gibi gösterilmiş, daha sonra başa getirilen bu mason liderler aracılığıyla bu ülkelerin servetlerinin sömürülmesi daha da artmıştır (bkz: ırak)
eisenhower, bilderbergin kendisi üzerinde bıraktığı etkiyi kendi sözleriyle şu şekilde dile getirmektedir:
"bilderberg toplantıları beni oldukça aydınlattı, resmi kanalların dışında da bakış açıları edindim." (people's almanac, s.81)
bugün girmek için kıçımızı yırttığımız avrupa birliği de bu adamların şaheseridir:
"siyonizmin en büyük amacı olan yahudi egemenliğinde birleşmiş bir dünyanın ilk basamağı olan ortak pazarı ortaya çıkaran roma anlaşması da bilderberg toplantılarında kararlaştırıldı." (a.g.e, s.81)
bu kademelerin altında bir yandan yukarıya bağlı ve onların emirlerini yerine getirmekle mükellef olan mason locaları ve bu localara eleman yetiştiren rotary, lions, diner, propeller, ymca gibi teşkilatlar siyonizmin dünya hakimiyeti için çalışmakta diğer yandan da bu ara yönetim kademesin bağlı bir çok önemli alt kuruluş faaliyet göstermektedir.
şimdi de gelin bu alt kuruluşlara bir göz atalım:
avrupa birliği
normal olarak bir yönetimde parlemento ve icra komitesi yani bakanlar kurulu kafi olurken araya siyonistlerin her şeyi kontrol ve yönetebilmesi için komisyonlar kademesi de eklenerek üç kademe olarak tanzim edilen avrupa birliği bu komisyonlar tarafından tanzim edilen gündemlerle çalışır ve yalnız komisyonlardan gelen raporları müzakere edebilir. parlemento, bakanlar kuruluna direkt olarak gidemez, önce parlementonun kararları komisyona gelir, komisyon konuyu istediği gibi bakanlar kuruluna götürür, bakanlar kurulu ancak ve ancak komisyonun raporlarını müzakere edebilir.
nato (north atlantic treaty organization)
"natonun kurulmasında amerikada en güçlü yahudi lobilerinden olan cfr toplantılarında karar verilmiştir." (memoires, jean monnet, s.419)
kurucuları arasında bilderberg üyesi joseph luns, yahudi ve bilderberg üyesi george marshall, hem cfr hem de bilderberge üye olan dean acheson bulunur." (memoires, jean monnet, s.49)
"1991 yılında new yorkta yapılan bilderberg toplantısına nato genel sekreteri manfred wörner, nato müttefik kuvvetleri komutanı john galvin, belçika başbakanı masonwilfred martens, fransa savunma bakanı jean pierre chevement, portekiz dışişleri bakanı joa de deus pinherio, yunanistan dışişleri bakanı antonis salaras, abd dışişleri bakanı yardımcısı lawrence eagleburger katılan ünlü yöneticilerdendir." (2000'e doğru dergisi)
cfr (counsil of foreign relations/ dış ilişkiler konseyi)
cfr, dünya politikasını kendi kontrolleri amacıyla walter lippman önderliğinde kurulmuştur (lectures françaises, sayı 214,s.31-34). bu kuruluşun bütün maddi giderleri j.p. morgan & co, carneige vakfı, rockfeller ailesi ve öteki wall street bankerleri tarafından karşılanır.
"37 daimi üyesinin 10 tanesi yahudi, diğerleri ise yüksek dereceli masondur. i̇lk başkanlığını amerikalı senatör yahudi rudy boshwitz yapmıştır." (they dare to speak out, s.180)
washingtondaki dışişleri bakanlığı göstermelik bir bakanlıktır. amerikanın gerçek dışişleri bakanlığı cfrdir. amerikanın 6 başkanının dışişleri danışmanlığını ve cfr başkanlığını yapan john mcloy bu konuyu şöyle ifade etmiştir:
"yeni bir isme ihtiyacımız olduğunda cfr üyelerine bir göz atmamız ve new yorku aramamız yeterliydi." (people's almanac, s.87)
i̇kinci dünya savaşında yüzbinlerce insanın ölmesine neden olan atom bombası da amerikan siyonis lobisi tarafından planlanmıştı, yani perde arkasında cfr bulunmaktaydı.
"konsey ikinci dünya savaşı sırasında 118.000 kişinin ölümüne neden olan atom bombasının kullanımı konusunda kilit rolü oynadı. 1945 yılında bomba hakkında kararları alan komite cfr üyelerinden oluşmaktaydı. ayrıca konsey ikinci dünya savaşı sonrası da yönetici bir güce sahipti." (people's almanac, s.86)
"ikinci dünya savaşı döneminde manhattan projesi kod adıyla siyonist bilim adamları tarafındab yapılan atın bombası, abd başkanı yahudi harry solomon trumanın emriyle japonyaya atılmıştır." ( masonluk ve kapitalizm, s.495-496)
cia
"cia'i kuran ve kırk yıl süreyle cfr direktörü olan allen dulles, richard helms, william colb, george bush ve masan william casey de dahil olmak üzere bütün cia başkanları cfr üyesidir." (people's almanac, s.87)
diğer kuruluşların sadece isimlerini yazacağım panpalarım.
business round table
aipac (american-israel public affairs committe/amerikan-israil halkla ilişkiler komitesi)
trilateral
abd merkez bankasının kurulması
bugün, küçük bir araştırma yaparsanız dünyadaki neredeyse tüm merkez bankalarının bulundukları ülkeye ait olmadığını görürsünüz. türkiyedeki merkez bankası da diğer ülkelerde olduğu gibi türkiyeye ait değildir. bunun en basit ıspatı cebinizden çıkaracağınız herhangi bir banknotun üzerinde yazan "türkiye cumhuriyet bankası" ibaresidir. sahiplik eki olan 'i' nedense burada kullanılmamıştır. tabiiki avrupa ülkelerinin merkez bankalarını kontrollerine almış kişiler benzeri bir müessesenin amerikada da kurulmasını istiyorlardı. başkan jefferson, john adams'a bir mektubunda şöyle demişti: "bankaların ordulardan daha tehlikeli olduğuna inanıyorum."
başkan jackson 136 yılında amerikan merkez bankasını lağvetmiş olmasına rağmen, avrupalı sermayedarkar ve bunların amerikalı ajanları yine de amerikanın para sistemini büyük ölçüde kontrolleri altına almayı başarmışlardı. gustavus myers, history of the great america isimli kitabında şunu itiraf ediyor:
"perde arkasında rothschild''lerin amerikan mali kanunlarını dikta etmekte uzun zaman tesirleri olmuştu. kanun tutanaklarında, amerikanın eski bankasında güç sahiplerinin kendileri olduğunu ortaya çıkarmakta."
i̇şte bütün bu merkez bankaları vasıtasıyla yeryüzündeki ülkelerin dünya bankası, imf aracılığıyla aldığı borçlar, sonunda bu siyonistlerin parasıdır ve böylece ülkeler dış borç faizi olarak bu siyonistlere milyarlarca dolar ödemektedir.
gelin bu faiz konusuna biraz eğilelim ve amerikanın devlet borçlarına bakalım (özel borçları hariç)
1980 yılında 980 milyar dolar
1988 yılında 5 trilyon dolar
bu yıllar arasında geçen sürede takriben 4 trilyon dolarlık borç da eski devlet borcu gibi uluslararası bankalardan yani rockfellerden yani siyonistlerden alınmıştır. böylece 1989 yılında devletin borçları için ödediği yıllık faiz 500 milyar dolar olmuştur.
dolar=yeşil kağıt, tahviller=sarı kağıt, rezervler=beyaz kağıt
yukarıda belirtilen kağıtlar ile takriben 3 trilyon dolarlık sömürüye ilaveten, bu sömürünün sonucunda bütün dünya bu mekanizmayla aldatılarak bu kıymetler karşısında alınmış malların bir yıl süreyle kullanılması dolayısıyla en az her yıl ilave olarak %10 hesabıyla 300 milyar dolar sömürülmektedir,
ekonomil krizler ve borsada dalgalanmalar
ekonomik krizler planlı olarak çıkarılmakta (isteyen olursa delillerle kanıtlarım), böylece bütün insanlık astronomik ölçüde sömürülmekte ve yine dünya borsaları kontrol altında tutulmakta, periyodik olarak istediği zaman borsaları düşürüp hisse senetleri toplanmakta, sonra borsalar yükseltilip bunlar satılmaktadır. böylece borsa dalgalanmalar dolar pompalayan bir emme basma tulumba gibi çalışmakta ve yeni dünya düzeni için çalışan siyonistleri daha da zengin yapmaktadır.
uluslararası bankalar, uluslararası dev sanayi kuruluşları, petrol ve ticaret şirketleri, harp sanayi gibi unsurlar aracılığıyla insanlar, devletler, ülkeler milyarlarca dolar sömürülmektedir.
benim en sevdiğim bölüme, yani sembollere geldik, bu kısımda sembolleri ve ne anlama geldiklerini siz değerli panpalarıma açıklamaya çalışacağım:
beş şualı yıldız (pentagram) (büyüye karşı korunma işareti) https://galeri.uludagsozluk.com/r/148646/+
haçın muhtelif çeşitlerini bertaraf ederek beş şualı yıldız (pentagram) ile insanlığın büyük kısmı lüsiferin (parlayan yıldız, ışık taşıyıcısı) simgesi altına sokulmuştur. fransız ihtilalinden sonra kurulan devletlerin işareti, birçok markalarda bilinçli veya bilinçsiz olarak "iyi yıldız" olarak konmakta.
mitolojide, babylonlardan beri bilinen pentagram kendisini her türlü verasetten kurtaran (tanrıdan) insanın, en yüce varlığın temsilidir (açılmış bacak ve kollarla).
i̇ki ayak üzerinde durarak varlığın insan temelli olduğunu ifade eder (eğer bir ayak üstünde durursa şeytan merkezli). leonardo da vinci tarafından tarafsız modülatör olarak kullanılıp, masonlar tarafından üstlenilerek yukarıda belirtilen anlamıyla kullanılmıştır. lenin tarafından sovyet bayrağına alınıp, masonlara komünizmin büyükler tarafından kabul edildiğini ("bilenler") simgelemek için kullanılmıştır.
pek şaşırtıcı anlamlarından dolayı anglo-sakson rum alfabesinden alınmıştır ve birçok kez "nero-haçı" olarak hafife alınmaktadır.
anlamları:
a) huzur, bereket, barış, haçın yedek sembolü
b) bağlılık, dünyeviliğin tasvibi, materyalizm
(blachetta, simge kitabı, hermann-verlag, frankfurt am main, s.68)
orak ve çekiç güç (çift sembol) https://galeri.uludagsozluk.com/r/148648/+
a) orak; masonik hilal, kıyamet ayı (vahiy 12)= felsefe burada mutlaklaştırılmış din karşıtıdır.
b) çekiç; masonik ve komünist güç ve zorbalık simgesi. yumrukla eş anlamlı ve bu da aynı zamanda masonların açık eliyle eş anlamlıdır. otokratik prensibe genelleştirilmiş, bundan dolayı sözde imparatorluğun sembolü.
"bilenlerin kabul ettiği şekliyle "kıyamette" çekiç, hayvan (zorba devlet); orak, fahişe (sözde karşı kilise). vahiy 17de fahişe (masonik gnosis/tanrı bilgisi) hayvana yani komünist emperyalizme binmektedir. kıyamete göre hayvan, fahişeye karşı koyacaktır. (komünist emperyalizm masonik mesihliğe karşı).
a) çubuk: idare, hakimiyet
b) yılan: dünya hakimiyetini garanti eden, her şeyi kaplayan ve içine alan paranın gücü. "yılan kendi kuyruğunu ısırınca" dünya hakimiyetini garantilemiş olacaktı. bir doların üzerindeki bu sembolün gayesi, dolar dünya parası olduğu zaman bu güç artık gerçekleşmiştir.
a) yerküre: dünya hakimiyeti. bu sembol hem masonların çalışma tahtlarında hem de sovyetlerin resmi amblemlerinde vardır. gizli tanrı bilincinin kavranılmasında hiçbir şey tesadüfi değildir. yerküre üzerindeki 33 derece alanı dünyayı saran eski kabul edilmiş i̇skoç ritüelinin 33 yüksek derecesini simgelemektedir. bu ritüele dahil olanlardan bazıları şunlardır: churchill, roosevelt (32. derece) ve truman (hiroşimanın kaygı verici olmadığı raporundan sonra 33. derece)
b) buğday başakları: tohum, ürün. bu sembol de hem masonik hem de komünist semboller arasındadır. tahıl demeti ve dalgalanan buğday tarlası sembolleri bu sembollerle eş anlamlıdır. uno ambleminin her kenarında 13 yaprak vardır. bu sayı yahudilere göre uğurlu sayıdır ve bununla da uğursuzluğuna dair kanının alakası vardır. amerika devletinin armalarında da 13 sayısıyla alakalı hayli sembol ve işaret bulunur.
aslında çarpıtılmış isa veya papaz işaretidir. hristiyanlıkta birbirine kutupsal-diyalektik oranda zıt olan şeyleri (erkek ve kadın, gökyüzü ve dünya, vücut ve akıl gibi) daha yüce bir birlikteliğe doğru koordine etmek ister. ancak gnosis kutupsal diyalektikte bölünmüş olanı, mutlaklaştırmak veya nefyetmek ister. i̇kisi de bölünmeye ve yıkılmaya götürmekte. birbirinden ayrık parmaklar en nihayetinde bunu ifade etmektedir.
1940 yılına kadar bu, en yüksek sır sahipleri tarafından bilinmekteydi. masonik sihirbazlıkta tecrübeli olan yüksek dereceden mason vinston churcill 1940 yılında, ingilterenin hitlerin başarılı el sihrinin (alman selamı) kurbanı olmasından korktuğu için ve hitlerin manş denizinden geçişi serbest bırakacağından korktuğu için, sihirde üstadı olan şeytanperest alister crovley birbirinden ayrık parmaklar sihriyle karşı koymasını tavsiye etti. bu sembol "victor" işareti olarak piyasaya sürüldü.
bu işaret illuminatinin kurulduğu 1 mayıs 1776 yılında sembol olarak alınmıştır. bu tarihe atıfta bulunmak için piramidin en alt katının üstünde mdcclxxvi tarihi bulunmaktadır. bu, bilmeyenlerin zannettikleri gibi bağımsızlığın tarihini simgelemez. 1782 yılında vilhemsbader kongresinde masonların illimunatlarla birleşmesinden sonra bu tarih masonlar için önem kazanmıştır. i̇şaretin üstünde "annuit coeptis" yazmaktadır, bu da "bizim meselemiz/planımız başarıyla tamamlanmıştır" anlamına gelir. yine alt kısımda "novus ordo seclorum" yazmaktadır, bunun anlamı ise "yeni dünya düzeni"dir.
bu biraz daha detaylı bir resim: https://galeri.uludagsozluk.com/r/148655/+
edit: imla
edit2: açıklama: bu yazıyı inci sözlükte bir ara mason piramidinin tepesinde yer alan üçgen içindeki gözün her entryde bulunması ve illimunati geyiklerinin hat safhaya çıkması üzerine yaklaşık 6 saatte bizzat kendim hazırlamış olup inci sözlükte paylaştım. daha sonra inci sözlükten buraya aktardım, eğer uslubu biraz argoya kaçıyorsa sebebi inci sözlük için hazırlanmış olmasıdır.
günümüz dünyasında artan çeşitli olayların sonucunda insanlarda hasıl olan çaba. *
bir insanı tanımak ancak ve ancak onunla aynı evde yaşamakla mümkündür. aynı sınıfta, iş yerinde, kahvehanede, köşebaşında, vb. yerlerde ne kadar süre birlikte eylem içerisinde olunursa olunsun kişi asıl benliğini, bütünlüğünü saklamak niyetindeyse bunu çok iyi bir şekilde başarır. buna örnek olarak şunu verebilirim:
amcamlar yıllarca kahvehanede okey oynadıkları oyun arkadaşlarının ne işle meşgul olduklarından bihaberdir. aradan yıllar geçmiştir ve evdeki fayansları değiştirmek gerekmiştir. yaz sezonu olduğundan bütün ustalar fazla mesaiye kalmaktadırlar, yani hepsi doludurlar. amcam yana yakıla fayans ustası aramaktadır ve bir tanıdık mehmet ustayı önerir. telefonda randevulaşılır. görüşüp anlaşmak için buluştuklarında amcam karşısında bir de ne görsün, yıllarca aynı masada fayans dizdiği, okey oynadığı, adam karşısında usta olarak dikilmektedir. kısa süreli bir şokun ardından önce kısa süreli hasret giderilir ve nihayetinde tamirat konusunda gerekli görüşmeler yapılıp anlaşılır.
yukarıda verdiğim örnek çok basit, hatta komik bir olay; fakat olaya bakış açınızı genişletmek için gayet güzel bir örnek olduğuna inanmaktayım. buradan iki sonuç çıkabilir: birincisi; bir insanı tanımak ancak ve ancak sizin kendi gayretinizle olabilir, sormayıp etmez, gerekli gözlemleri yapmazsanız ne kadar uzun süre de birlikte vakit geçirirseniz geçirin o insanı tanıyamazsınız. ikincisi ise; az önce de belirttiğim gibi karşıdakinin kendini size açmayı istemesine bağlıdır.
aynı evde yaşama durumuna dönecek olursak; herhangi bir canlıyı en iyi kendini en rahat hissettiği ortamda en doğru ve tarafsız bir şekilde gözlemleyebilir, anlayabilir ve dolayısıyla tanıyabilirsiniz. yani, biriyle aynı evde yaşamaya başladığınız vakit her iki taraf da çok kısa bir süre rol yapabilir eğer yapma gereği duyuyorsa. en geç bir hafta sonra öz benliğini açığa çıkaracaktır hiç şüphesiz. zira buna da en güzel örnek çok iyi sevgiliyken ya da çok iyi arkadaşken aynı eve çıktıktan sonra neredeyse birbirine düşman olan kişileri gösterebiliriz.*
amerika orta doğuyu yeniden şekillendiriyor bu çok açık. önce ıraka girdi, saddama artık söz geçiremeyince indirdi hemencecik... daha geçenlerde tunus, ardından mısır... kolay kalelerdi bunlar, hemen düştüler. libya pek kolay olmadı ama, kaddafi direndi, durum ortada. amerika yine barış ve özgürlük sıçmakta.. pardon saçmakta (!) orta doğuya. bu küçük petrol ülkeciklerinde demokrasi işlemez paşam, bunlara monarşi gerek. niyesi gayet açık. demokraside halk seçiyor ya hani başkanını, hükümetini, amerika öyle güzel yapacakki reklamlarını kendi satın aldığı adamların, e halk da bunlar çok iyi diye verecek oyu bunlara. e kuzum türkiyede de durum ne kadar farklı? monarşi olsa ama, gerçekten ülkesinin çıkarlarını gözetse, gerçek bir vatanperver olsa, gerçek bir sosyalist olsa o ülke çok daha iyi kalkınmaz mı, daha da gelişmez mi? monarşi iyidir demiyorum, ama bu ülkeler için gereklidir, amerikanın burnunu sokmasından iyidir (bkz: küba). şimdi ne olacak, demokrasi getirecek amerika.. önce yıkacak her yeri, parçalayacak yürekleri, yüzlerce, binlerce masum insanı katledecek, sonra yakıp yıktığı yerleri yeniden inşaa edecek, ama o yakıp yıktığı ülkenin kendi kaynaklarıyla, sırf kendi müttefikleri, satın aldığı adamlar daha rahat yaşasın diye öldürdüğü o kadar insandan boş kalan yerlerde.. bu da bitti mi, sonra kaynakları sömürmeye başlayacak. e tekrar güçlensin ister mi amerika böyle bir devletin? körfez savaşından ne farkı var bu savaşların? o zaman amerika arka plandaydı, petrol zengini olan bu devletleri savaşa kışkırtıp silahlarını sattı, aradan geçen yıllarda baktı ki bu ülkeler tekrar zenginleşti, kendisi de silah üretmek için o kadar para harcadı, e bari ben de şu petrollere sahip olayım da silahımı da kendime üreteyim, petrolü de kendime akıtayım da dedi, taktik değiştirdi. öyle de güzel yaptıki reklamını 9/11 de kimse sesini çıkarmıyor baksanıza. hani nerde o birleşmiş milletler, insan hakları savunucuları? öyle güzel bir çark kurmuşki kendi istediğinde değişiyor tüm dişliler ve çark kendi istediği yönde dönmeye devam ediyor. bizler de sadece uzaktan seyretmekle kalıyoruz. seçtiğimiz adamlar koltuklarında rahat otursun diye sesimizi de çıkarmıyoruz. özgürüz ne de olsa...
her zaman işe yaramayacak yöntemdir. ters tepebilitesi çok yüksek olan harekettir. çanta, vazo, vb. eşyaların olmadığı bir ortamda yapılmasında ve uygulama esnasında gözlerin açık olmasında fayda vardır. zira gözler kapanırsa gelen tokadı ya da nesneyi göremezsin mazallah. *
ulan atatürk bu kadar din karşıtı biriydi madem, çanakkale savaşında niye namaz vakti olunca silah bıraktırıp da askerlere namaz kılmaları konusunda emir verdi? peygamber sünnetinden bu kadar bi'haber olan bi adam bunu nasıl yapabildi? sizin gibiler, atatürk'ü ingiliz lawrence gibi görenler, bu ülkenin bir arpa boyu yol alamamasına neden olmuştur. laik kelimesi din yok demek, tamam eyvallah. ama çok uluslu bir devletsin sen, müslümanın da var hristiyanında, hepsine şer'i hukuk kurallarını eşit bir şekilde uygulayabilecek misin? hristiyan olanı, inanmayan adamı allah'ın emir ve yasaklarına göre nasıl yargılayacaksın? bırak sen bunları da başka şeyler öğüt.