Türkiye, ilk nükleer santralini, Çernobil’le milyonlarca insanın hayatını karartmış ve karartmaya devam eden Rusya’ya yaptırıyor.
Üstelik ihale falan açmadan, devletlerarası anlaşmayla, bu görevi geçmişinde bir çok kaza olan, WikiLeaks belgelerinin enerji alanında iş gören ‘en zayıf firmalardan birisi’ olarak tanımladığı, eğitimli-deneyimli uzmanları olmayan, güvenilmez bulunduğu için uluslararası finansman bulamayan Rosatom’a veriyor.
100 yıl boyunca santralin çoğunluk hissesi Rosatom’a ait olacak.
Ruslar böylece ilk kez başka bir ülkenin topraklarında santral sahibi olacak. Kaza, sızıntı vs. olursa Rusya sorumluluğu üstlenmeyecek.
Anlaşma karşılığında Türkiye’nin eline ne geçecek? Ucuz elektrik? Nükleer teknoloji? Enerji bağımsızlığı?
Hayır, hiçbiri değil.
Türkiye şu anda birim enerjiye 5.6 sent öderken Rusya’dan enerjiyi 12.35sentten almak zorunda kalacak.
Enerji bağımsızlığı bir yana, Türkiye Rusya’ya daha da bağımlı hale gelecek.
Santralde Ruslar çalışacak. Yani Türkiye nükleer teknolojiyi öğrenemeyecek, teknoloji aktarımı olamayacak.
Onun yerine Mersin ve civarında bebekler sakat doğacak, kanser lösemi hastalığı yayılacak…
Tarım alanları yok edilecek…
Santralin yapılacağı bölgeye 10 bin kişilik bir şehir kurulacak. Akkuyu’nun Caretta Caretta ve Akdeniz foklarına ev sahipliği yapan eşsiz doğası talan edilecek…
Üstelik tüm bunların olması için santralde bir kazanın olmasına gerek yok. Bunlar nükleerin 60 yıllık tarihinde nükleer santrallere ev sahipliği yapan bölgelerde kaza olmadan ortaya çıkan ve uzman raporlarıyla açık açık ortaya konmuş sorunlar.
...
Türkiye'de işlenen her cinayet sonrası kullanılan bir teselli cümlesi.
bir şeyler yapamıyoruz ya da yapmıyoruz daha doğrusu, ama sonuçta kimin yaptığını biliyoruz. katili biliyoruz ama cezalandırmıyoruz sadece bilmekle övünüyoruz meydanlarda. farkında olmadığımız şey ise bir bilgi yarışmasında olmadığımız.
arkasına saklandığımız basit klişelerden biri olmaktan öteye geçmiyor bu kalıp. sizi tatlı rüyanızdan uyandırmak istemezdim ama arkası boş sözlerden çok daha fazlasına ihtiyacımız var.
sessiz kalmaktır, olanlara suç ortağı olmaktır.
bu saatten sonra hala ben tarafsızım diyebilenler insanlığını sorgulamalı. 'bana karışmayan yılan bin yaşasın' mantığında ilerleyen ve 'aman ben karışmayayım' zihniyetine sahip herkes sadece mide bulandırıyor. sözlükte bile eksi oy alırım kaygısı taşıyıp düşüncelerini belirtmeyen insanlar var. fikirlerini söylemeye çekinenler yüzünden bu haldeyiz asıl.
herkes korkaklığından sıyrılıp tarafını belli etmeli artık.
hdp mitingi değil barış mitinginde gerçekleşen patlama. yalan yanlış bilgi vermeyin araştırın.
kimin gerçekleştirdiğini biliyoruz ve hesabını soracağız.
bütün diktatörlerin sonu aynı oldu. failleri biliyoruz. patlama olduğunda delilleri karartmak için biber gazı sıkan toma kullananlardır failler.
bugün değilse yarın ama elbette halklar kazanacak.
ilkay Akkaya, Yasemin Göksu ve Filor Oluk’un çağrısı ile istanbul Kadıköy’de bir araya gelecek olan kadınlar barışın sesini yükseltmek için 12 Eylül Cumartesi 13.00'te Ankara'da Meclis önünde buluşacak.
Sanatçıların çağrısı ile önce istanbul'da barış için yaşam nöbetinde buluşacak olan kadınlar ardından Ankara'ya doğru yola çıkacak. ilkay Akkaya, Yasemin Göksu ve Filor Oluk'un çağrısı ile bir araya gelecek olan kadınlar sarayın savaşına karşı kadın sesi olacak. Kadınlar, TBMM önünde üzerinde barış mesajları olan tülbentlerle barış yolu kuracak ve silahların durdurulması için çağrıda bulunacak.
tartışmaya açık bir konudur.devrimin silahlı mı silahsız mı mücadele ile olması gerektiği devrimciler arasında yıllardır tartışma konusu.
tarihe baktığımızda malcolm x, mahatma gandhi ve martin luther gibi örnekler silahsız devrimin mümkün olduğunu gösterdi. marx da ingiltere gibi alt yapısı uygun ülkelerde barışçıl yollardan, ihtilal gerekmeksizin devrim olabileceğine değinmişti. yoksa hep göz ardı edilen silahsız devrim pasifist bir hayalden öte mi? diye düşündürdü insanlara.
öte yandan ernesto che guevara "silahsız devrim mi? asla." diyerek kesin yargısını bildirmişti. deniz gezmiş, mahir çayan, ibrahim kaypakkaya da devrimin silahlı örgütlenmeden geçtiğine inanıyordu. devrimci şiddet. peki kime karşı? halkla beraber olup emperyalist ve kapitalist güçlere karşı.
"insanlarımızı ortaçağ karanlığına iten, ücretli köleliğe zorlayan; işkencehanelerle, darağaçlarıyla, katliamlarla yaşayan bir düzenin şiddetine karşı-devrimci şiddet diyoruz. tarihi geriye çevirmek isteyenlerin, yani sokrat'ı zehirleyenlerin, spartaküs'ü çarmıha gerenlerin, bruno'yu yakanların, che'yi kurşunlayanların, denizleri idam edenlerin, mahirleri kızıldere'de bombalayanların karşı-devrimci şiddetine karşı, devrimci şiddet diyoruz.
binlerce insanımızı, kadın, yaşlı, çocuk demeden, sivil ve devlet terörüyle katledenlere, 1 mayıs, kahramanmaraş katliamlarını düzenleyenlere, zindanlarda devrimci ve yurtseverleri katledenlere karşı şiddet diyoruz.
bu, tarihin itici gücüdür. bu, insanlığın gelişme motorudur. bu, tarihin her dönem akladığı şiddettir. tarih bizimledir."
paralı eğitime, baskıya, tacize, tecavüze, cinsiyetçiliğe, ırkçılığa, toplumsal cinsiyet rollerine ve ataerkil topluma karşı bir tepki olarak ortaya çıkmış kolektif.
devrimin ilk önce fikirlerde olması.
devrim diyoruz sistem değişmeli diyoruz ama yetmiyor bu fikirlerle yüzleşemiyoruz. bu yüzdendir ki yıllardır salgın hastalık gibi kaçıldı yeni düzen fikrinden. sistemi değiştirmeye çalışanlar hatta eleştirenler bile çok ağır bedeller ödedi. ötekileştirildi, yaftalandı, işkencelere maruz kaldı hatta birçoğunun canına mal oldu düşüncesi. düşünmek suç oldu çünkü. tek tipleştirilmiş insan sürüsü ve çobanlar istemedi bunu. sorgulama dedi büyüklerimiz çok konuşma, karşı gelme, anarşiklik yapma ya da hiç olmadı kendi içinde yaşa düşüncelerini aman tarafını belli etme sen mi kurtaracaksın memleketi diye sıkı sıkı tembihlediler. bu kokuşmuş zihniyetin değişmesini istemediler bir türlü.
bir örnek verecek olursak mesela gezi parkı direnişi bu topraklardaki en büyük zihinsel devrimdir şüphesiz. halk kendi gücünün farkına vardı. birleştiğinde bir bütün olduğunda neler yapabileceğini gördü. yıllardır kutuplaştırıldığı insanları aslında hiç tanımamış olduğunu fark etti, onlarla ilk defa aynı safta oldu. geziden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. insanlar değişti bir ölçüde.
ya da özgecan aslan olayı mesela toplumun cinsiyet yargısına devrim oldu. ataerkil sistemin acımasızlığını acı bir şekilde vurdu halka. insanlar kaybettikleri ya da hiç sahip olmadıkları duyarlılıklarının farkına vardı. ama diğer olaylardaki gibi bu da bir ölçüde oldu, yetmeyecek ölçüde, unutuldu.
içinde bulunduğumuz tablo çok net aslında en başta kafalarda başlaması gerekiyor devrimin.
Meksika Devrimi sırasında etkin bir rol oynayan kadın devrimci.
kadın askerlerin (soldaderas) maruz kaldığı tacizler yüzünden cinsiyetini gizleyerek "pedro herrera" adıyla erkeklerle beraber savaşa katılmış ve başarılarıyla büyük hayranlık toplamıştır. cinsiyetini ancak belli bir süre sonra açıklayabilmiştir. ama hak ettiği terfiyi alamamış bunun üzerine tepki olarak sadece kadınlardan oluşan kendi birliğini kurmuştur.
shell'in kuzey kutbunda petrol çıkarmak için gönderdiği buzkıran gemisini önlemek için sürdürülen direniş.
"Kârını arttırmak için, göz göre göre felakete davetiye çıkaran Shell’in planlarını bozuyoruz: Eylemcilerimiz 24 saattir köprüdeler ve buzkıran gemisinin limandan çıkmasına izin vermiyorlar."