cin'in anhui eyaletinde 17 yasinda bir genc, ipad 2 almak icin 22 bin yuan (5.385 tl) karsiliginda bobreklerinden birini satti.
kaynak:vodafone.
kişisel görüş:
üzgünüm ama mallık yapmış yani. şimdi bunun iki gün sonra ıpad 3'ü çıkacak o zaman nolcak? hı? böbreği değer kaybetmiş olcak. ben olsaydım azcık daha bekler ıpad 3'ü alırdım valla.
yada ciğerimi satar bi üst versiyonunu da alırdım. zaten nefes alıncak hava kalmadı. (bkz: buranın havası bozuldu) nolcekmiş? ahah
ingilterede yaşayan 26 yaşındaki emily day, bu büyük korkusunun nasıl başladığını hatırlamadığını, ama tüm hayatını kaplayıp kararttığını söyledi.
bu korkusu yüzünden hâlâ bakire olduğunu belirten emily day, the sun gazetesine verdiği röportajda, bakireyim ama lezbiyen değilim, hiçbir şekilde kadınlardan hoşlanmıyorum, yakışıklı erkeklerin fotoğraflarını gördüğümde onları çok beğeniyorum, ama o erkekle yüz yüze geldiğimde ya da aynı mekânda bulunduğum anda çok büyük korku yaşıyorum dedi.
o değilde gazeteciler bile kız/kadın ayrımı konusunda bakireliğe bağlı tutumlarında ısrarlı bakınız, belirli bir olgunluğa erişmesine rağmen bakire olduğu için hala "kız" ibaresi kullanılıyor. "erkek fobisi olan kadın" değil, "kız" deniyor...
püskevit'imi yedim seni odamda bekliyorum diyen ve bedelini ağır ödeyen vekillerdir.
kasetlerinin bir internet sitesinde çıkması üzerine, genel başkanları devlet bahçelinin istifa etmemeleri gerektiğini söylemesine hatta sorumluluğu üstüne almasına rağmen milletvekilliğini bırakan 6 mhplidir.
internet sitesinin yayınladığı görüntülerle 10 dakika ara ile görevi bırakmışlardır.
o değilde tbmm, tbmm değil porno yıldızları derneği lan. deniz baykal'dan sonra bide bunlar... şahsi kanaatim artık tbmm'de erkek vekillerin yerini kadınlar almalı. zira adamlar uçkurlarının derdine düşmekten memleketin halini unutuyorlar. kadınlar libido bakımından erkek kadar azgın olmadığından gayette güzel kıvırırlar bu işi. evet, bence tayyeap'ta bunu bildiğinden kadın vekillerin adaylığına daha bir sıcak baktı. canım yeea adamın kafa çalışıyo tabi. ahah.
unutulamayan eski sevgiliye "bak böyle bi günde bile aklımdasın" mesajı vermektir. belki bu sayede yeniden beraber oluruz umuduyla yapılan olmakla birlikte elbette ki gereksizdir." sen ki beni terkeylemişsin, sen ki beni acıların içine koyup ardına bile bakmadan çekip gitmişsin. 5.9 değil 10.9 olsa da depremin şiddeti umrumda değilsin " mesajı pek tabii çok daha doğru bir harekettir.
kendinizi eve kapatın. bakkala bile çıkmayın, en kötü eşofmanlarınızı giyin, banyo dahi yapmayın. ki aynaya baktığınızda sizi memnun edecek bi surat görmeyin. 7/24 slow türk yada joy fm gibi radyo kanalları dinleyin, telefonunuzu çöpe atın, internet kablosunu kemirin ki tamamen asosyal bir kimliğiniz olsun, annenize çemkirin karşılığında oda size ağzına geleni sayacaktır ve mutsuzluğa giden yolda büyük ölçüde orgazm olacaksınızdır.
toplum içinde yapılması durumunda istem dışı gülümsemenize neden olacağından sakıncalıdır. benim ki gibi bir anneye sahipseniz onun yanında da hayal etmeyin(düşünmeyin) zira küçümser bakışlarını üzerinizde hissedip, dalga konusu olabilirsiniz. *
m.ö 3. yüzyıl yunan felsefe ekolü. ismini bu ekolün kurucuları olan felsefecilerin toplandığı bir kemer altından (yunancada stoa) almıştır. bu ekol roma döneminde de çiçero gibi latince yazan ve epiktet gibi yunanca yazan felsefeciler tarafından devam ettirilmiştir. temelinde bizden gelen ve bize bağlı olmayan durumları ayırt eden bu ekole göre stoacılar, insanların meydana gelen olayları kabul etmeleri, kötü görünen şeylere karşı isyan etmemeleri gerektiğine inanırlar. temel prensipleri "dayan ve sakın"dır.
bebekliğinizi, çocukluğunuzu hatta ergenliğinizi geçirmişseniz o mahalle de, ilk ve son kez taşınmışsanız ahh ne koyar tekrar o mahalleye gidip, eskiden yaşadığınız evi görmek. her köşe başında bi tanıdıkla göz göze gelip ayaküstü sohbetler etmek.
ilk ve orta öğretiminizi tamamladığınız mahalle ilk okulunun önünden geçip "ne günlerdi bee" diyip, aradan kaç yıl geçtiğini hesap ettikten sonra yılların ne kadar hızlı geçtiğine şaşırıp kalmak. sonra istem dışı okulunuzun bahçesine doğru ilerlemiş olduğunuzu farkedip kapısına geldiğiniz de bi süre duraklayıp bu bahçe önünde oynadığınız oyunları, yaptığınız afacanlıkları hatırlamak. öğretmenlerinizi, arkadaşlarınızı anmak.
kapıdan içeri girip her koridorda yavaş yavaş yürüyüp sizden, sizin dönemizden kalma bir kaç anı yakalamaya çalışmak. ilk aşkınızla bakıştığınız o koridorda ağır adımlarla yürüyüp hem güümseyerek hemde gözleriniz dolu bir şekilde duygu karmaşası yaşamanız tarifi ne güçtür aslında...
bir zamanlar sizin için büyük önem taşıyan iyilikler yapmış öğretmenlerinizi ziyaret etmeniz, geçmişten bahsetmeniz... bir zamanlar sizinde yanınızdan gelip geçen çocuklar kadar küçük olduğunuzu düşünmeniz...
kısa bir geçmişe yolculuk sonrası mahallede ki ilk okulunuzdan çıkıp yıllarınızı geçirdiğiniz deniz kıyısında olan semtinizin caddelerin de turlamak yanınızda geçmişten elinizde kalmayı başaran tek arkadaşınızla deniz kokusunu içinize çeke çeke yalnızca susup havayı koklamak, güneşin ruhunuzun derinliklerine inip sizi ısıtmaktan çok içinizde ki ukdeleri açığa çıkarmasına izin vermek.
taşınalı, bu yerleri terkedeli uzun zaman olmuş olsa da aslında sizin için hala "yeni" olan evinize, mahallenize alışamamış olduğunuzu hatırlamak bunun yanı sıra buraları aslında ne kadar da çok özlemiş olduğunuzu bi kere daha anlamanız ne kadar da iç burkar bilir misiniz?
bugün kırıldım. neye neden kırıldığımı sormayın, pekte önemli değil çünkü, sadece kırıldım. oysa hiçte suçum yoktu, zaten suçta gerekli miydi bilmem. anlayamadım insanları hiç bi zaman. birilerinin üstüne basarak yükselmeye çalışmalarına anlam veremedim.
hissizleşiyorum demiştim; doğru tüm bu olanlara hissiz ve tepkisizim mesela, konuşarak anlaşmakmış, yok öyle bişey! farkındayım. nefret etmekmiş, kızmakmış, sevmekmiş... vazgeçtiğim duygular bunlar artık. bi kez daha anladım hayat bi kez daha o acımasız yüzünü göstermesine rağmen sanırım vazgeçemediğim tek duygu üzülmek!
mütemadiyen üzülüyorum her şeye. insanlar artık sanıyorlar ki tüm bu hüzünlü bakışlarım kendimden. değil! bu hüzün sonradan içime yerleşen bir sızı halbuki.
gülüyor olsam da bir yanım hep kırgın hep üzgün. hem sıkıldım da hayattan bana göre de değilmiş hiç. güçlü bir insan görmek istermiş karşısında. ben güçlü de sayılmam oysa zira ondan bu hayata karşı yenilişlerim ve bitişlerim... ben güçlü değilim hayat!
aslında hayatı suçlamalı mıyım onu da bilmiyorum, insanlar değil mi hayatı oluşturan aslında? kıran, yıpratan insanlar değil mi? acımasızca davranıp hoyrat bir rüzgar gibi oradan oraya savuran?
kırgınım evet, tüm insanlığa. niye neden diye sormayın. biraz üzgün, biraz kırgın, biraz da küskün. çok da yorgunum. uyusam mesela hiç uyanmasam. öpücüğüyle uyanacağım bir prensim de yok zaten, bırakın uyuyayım o yüzden. doğru ya; bu da masallarda olurdu bi tek. nasıl da unutmuşum. gerçeği masallardan ayırmayı öğreneli de çok olmuştu üstelik. aah! neyse.
yine de hayat, üzme beni daha fazla ne olur. sandığın kadar güçlü değilim işte, eskisi kadar dik değil omuzlarım. ne olur kırma beni! ben biraz üzgün, biraz kırgın, biraz küskün çokça yorgunum.