yakın zamanda belli başlı sitelerde boy gösterecek olan ilan.
hastasından hastasına. ses tellerinin içerisinde tek bir sigara bile içilmemiştir. saçma sapan takas tekliflerinde bulunmayın. fazla söze gerek yok, bilenler bilir!
not: mesajlari cevaplamiyorum, ciddi alıcılar arasın. asdadasdasdasd.
sebebini anlayamadığım anlamsız tepkidir. boynumda fularım, siyah çerçeveli gözlüğüm ve pipom da yok ama bu müziği dinlediğimi duyan insanlar nedense ''ehuhe entel misin olum klasik müzik dinliyorsun'' lafını sanki aralarında anlaşmışcasına her seferinde dile getiriyorlar. ''gelin sizi bir gün senfoni konserine götüreyim'' dersem sanki oracıkta beni bıçaklayacaklarmış gibi bir halleri var. hadi gavur müziği o diye bir ortak yargı da olsa bu tepkiyi veren insanların müzik listelerinde türkü, türk sanat müziği falan da yok. kısacası gerçekten anlamsız bir tepki bu sanki. '' bu müziği nasıl sevmiyorsunuz anlamıyorum !!11!1'' gibi bir tepki de vermiyorum hani, müzik zevk işi sonuçta ama bir müziği seven, dinleyen insana da anında boş boş tepkiler vermek de pek akıllıca bir iş değil gibi. bu önyargıyı da kırmak lazım aslında, her cuma saat 20:30 da izmir adnan saygun sanat merkezinde 5 liraya gelin bir dinleyin canlı canlı, öyle elit bir ortam da yok, kotla gömlek giyip geliyor millet. en kötü yarısında çıkıp ''denedim olmadı'' dersiniz.
dünyanın en iyi 2000 üniversitesi sıralamasında yeri olan bir üniversitede bilgisine güvenilen bir öğretmendir kendisi.
dönem projesi için herkese belli sanatçılar verilir, amaç o sanatçı için bir çalışma alanı yaratmaktır.
h:hoca s:simplicity
h: sen de tansa türkmen'i yapıyorsun değil mi simplicity?
s: phhkgh, eöö evet hocam (poker face)
h: araştırdın mı peki tansa türkmen hakkında bir şeyler? nasıl öğrenmiş baleyi mesela?
s: hocam daha çok kişisel değil de genel olarak baleyle uğraşanların ihtiyaçlarını göz önünde bulundurdum.
h: ama olur mu? biz boşuna mı veriyoruz size bu sanatçıları? adınız gibi bilmeniz gerek bu insanları, böyle olmaz!
s: (wtf hoca tansa türkmen diyorsun 40 saattir) doğru diyorsunuz hocam. en iyisi ben biraz daha araştırayım tansa türkmeni.
yahu hadi adam yorgun ondan böyle diyor diyeceğim ama o da değil. 3 gün sonraki kritikte yine tansa türkmen dedi. bildiğin cahil çıktı adam. demek ki siyah çerçeveli gözlük takmakla olmuyormuş bu işler.
ehe hocam arkadaşa cihan tekin'i vermişsiniz hani yönetmen olan, bir de cemyıl mazmen'i istemiştiniz bonus olarak değil mi?
anno serisinin son oyunu. 1701, 1404 derken hop diye 2070 e gelinmesi biraz hızlı olmuş gibi lakin yine güzel bir oyun olacak gibi. grafikler akıyor. http://anno-game.ubi.com/anno-2070/en-gb/home/
edit: muhteşem oyun. saatlerin nasıl geçtiğinin farkına varmıyorsunuz efenim.
1975 doğumlu italyan piyanist. chopin'i öyle güzel bir şekilde yorumladı ki eser bittikten sonra bir süre ayılıp alkışlayamadı dinleyici. takip edilesi bir yetenek.
ders çalışmaya karar verdikten sonra yapılanlardır.
ilk önce ''yahu nerede bu kitaplar?'' dersiniz. ihtiyacınız olanları kitaplığınızdan zar zor bulursunuz. ardından ''ne kadar da düzensiz bir kitaplık bu azizim?'' dedikten sonra hummalı bir temizlik ve düzenlemeden sonra kitaplık güzel bir hal alır ve içiniz rahat bir şekilde çalışma masanıza oturursunuz efenim. lakin masada 2 kitap koyacak boş alan yoktur. boş tabaklar, bardaklar yıkanır, masa üzerindeki gereksiz şeyler de çöpe yollandıktan sonra masanın üstü sarı bez* ile güzelce silinir. tam kitap defter açılıp çalışmaya başlayacakken ''yahu madem bu kadar iş yaptım, odanın geri kalan kısmını da toparlayayım.'' dersiniz. saatlerini harcamışsınızdır çoktan ve bünye o kadar işten sonra yorgun düşmüş, kokmuştur. duştan çıktıktan sonra ''azıcık kestireyim bari.'' dersiniz ve kafadan 2 saatiniz de gider. ve nihayet masanıza oturursunuz fakat o da ne, bir anda odanın diğer ucunda renki renkli belirip adeta ''gel beni çöz.'' diyen rübik küpü denen illet girer kanınıza. 10 dakika sonra ''yok böyle olmayacak, yutuptan bakayım çözümüne.'' dersiniz. biraz denedikten sonra canınız acayip sıkılır, kaybedilen güveni tekrar kazanmak için diablo 2* oynanır ve dancınlarda çılgın ata ata bünye kendine gelir. neyse ki en başta aldığınız kararı unutmuşsunuzdur, yarınki sunum da büyük ihtimal g.te girecektir artık.
zor temizlenendir. zira tuşların kenarlarında kalan bölgelere ulaşmak zor olduğundan biraz ince işçilik gerektirir. insan eline keseyi geçirip bir tellak zerafetiyle* tuş takımının üstünde oluşmuş resmen ölü deriyi söküp atmak ister lakin hassastır klavye, dağılır. bir de tuşların altına gizlenmiş olan çerez kırıntıları, kıl, tüy, çekirdek gibi şeyler vardır ki insanı hayattan soğutur.
futbolu çok yanlış anlamıştır. benim anlayamadığım ise yıllardır bu adamı sevmeyen, performansını eleştiren tonla insan varken hala inatla yerini muhafaza edebilmesidir.
fizikçilerin üzerinde durması gereken olaylardan biridir kanımca. artık nasıl bir maddeden yapılıyorsa bu zar denilen meret* yere düştü mü çılgınlar gibi takla atıp sektikten sonra ışık hızına ulaşıyor ve sırra kadem basıyor. tahminimce paralel evrende* başka bir noktada var oluyor da olabilir.
aile büyüklerince ihtimal dahilinde olan durum. bu fikre sahip insanlar rahat rahat iki dakika klimanın önünde durdurtmazlar adamı. yok soğuk çarpar, hasta olursun, ciğerlerini üşütürsün, sırtın tutulur, acı içinde kıvrana kıvrana haftalar boyu yavaş yavaş ölürsün* demeler. gerçekten geriyorlar insanı şu sıcak günlerde efenim*.
hiçbir zaman kapalı yazan tarafının dışarıya bakmadığı levhadır. ben bir tane bile esnaf görmedim ki dükkandan çıkarken o levhayı çevirsin de gitsin. o sadece amerikan filmlerindeki bol çimenli kasaba esnafında oluyor sanki. galiba levhayı çevirmemekteki düşünce şu, ''sürekli müşteri açık yazısını görsün ki bilinçaltında benim dükkan hep var olsun.''. ya da sadece üşengeçlik, boşvermişlik.
genellikle vıcık vıcık kalabalığın olduğu alanlarda sık sık duyabileceğimiz kıl anonslardır. çeşitleri vardır,
avm tarzı yerlerde bir adet anonsçu kızımız vardır ki ses tonu hiç değişmez, sesinde huzuru ve sonsuzluğu bulabilirsiniz. sonsuzluk diyorum çünkü aynı anonsu 3-4 defa hiç bir değişikliğe uğratmadan söyleyebilir. kelimeleri de yutar arada. '' bıdıbıdı plakalı araç sahibi, lütfen aracınızı bulunduğu yerden çekiniz.'' şeklinde nazik bir uyarı yaparlar.
hele ki mal indirecek kamyonetin yerine park etmiş araç için yapılan anons vardır ki o daha bir enteresandır. gür sesli esnafımız sigaranın da sesine kazandırdığı o hırıltıyla megafonları solda bırakır. araç sahibi hala gelmiyorsa çılgıncasına kornalara basılır. kahvedekilere haber salınır. ''araç kimiin, hoov kırmızı pegot, kırmızı pegoot. kardeş araç kimin.'' şeklinde samimi bir anonsları vardır efenim. araç sahibi geç gelirse şamarı yer.
hele ki geçen gün şahit olduğum bir anons vardır ki dillere destandır. nazikçe yapılan anonslara karşılık vermeyip plajda ense yapan araç sahibini koştura koştura aracının yanına götürtmüştür. anons şöyledir, ''524 nolu araç sahibii arabanız yanıyooor, 524 nolu araç yanıyoor.'' plan başarıya ulaşmıştır lakin ''ulan yanan aracın yanındaki ya benim arabaysa!'' şeklinde düşünen masum vatandaşı da 40 derece sıcaklıkta 100 metre koşusu ayarında depar attırtmıştır. anonsu yapan çılgın esnaf kayıplardadır.
yıllardan beri gizliden gizliye zihnimize şiddeti, çıkarcılığı, dedikoduyu, hırsızlığı, yeşile değer vermemeyi empoze eden şeytani bir tekerlemedir*. bu tanım olsun, tekerleme şöyle,
tahminimce bu iki bayan balkondan balkona konuşan dul ve yaşlı ev hanımları. soruları soran çıkarcı, hırsızlığa yatkın, hayvanları sevmeyen, sigara kokan, uzun tırnaklı, şeytan gibi bir teyze. soruları cevaplayan ise zar zor oğlunu okutup iş sahibi yapmış masum ama mal teyze.
tekerlemeyi derinlemesine inceleyecek olursak eğer durum daha da ilginçleşiyor. tekerleme iki bölümden oluşuyor. ilk bölümde şeytan teyzemiz daha ''oğlun iyi mi, yolculuğu nasıl geçmiş'' bile demeden çıkarcı tarafını kullanarak boncukları ve boncukların kimler tarafından ele geçirildiğini araştırıyor. boncuklardan birinin mal teyzemizde olduğunu öğrenince yan basıyor. oysa o boncukların hepsine sahip olmak için deliriyor. sonra çirkefliğini kullanıp mal teyzeye baskı yapıyor, tekrar soruyor, bir isim daha istiyor ve işlerin gidişatını değiştirecek olan ''kara kedi'' yanıtını alıyor. işte tekerleme burada farklı bir hal alıyor, şeytan teyzemiz sherlock holmes edasıyla kara kediyi, yani boncuğu bulacak olan basit ama etkili sorularını sormaya başlıyor. niyeti belli, kediyi öldürüp boncukları çalmak*.
kara kedinin ağaca çıktığını öğrenen şeytan teyze tam sonuca yaklaştığını hissederken birden ''ağaç nerede ki la?'' diye aklından geçirmiş olacak ki ağacın konumunu sorar mal teyzemize. ama öyle görünüyor ki mal teyzemiz aslında o kadar da mal değildir. şeytan teyzenin niyetini sezen mal teyzemiz aniden lafı değiştirir, tüm ilgiyi ağaca yöneltir. ağacın kesildiğini ve baltanın da suya düşüp kayıplara karıştığını söyler. oysa mal teyze bilir ki kara kedimiz ağaç kesildiği an otomatik dört ayak üstüne düşme sistemiyle kurtulmuş, mutlu mesut çimenlikte koşturmaktadır. hırsından kudurmuş olan şeytan teyzenin aklı karışmıştır, artık o da mala bağlamış, baltanın peşine düşmüştür. oysa teyzemiz demiyor mu ''ulan balta mı alacak boncuğu, kedi ne alemde?'' diye. diyemiyor anlaşılan, yaşlılık.
sonlara doğru iki teyzemizin de beynine giden oksijen azalmış olacak ki dünyadan kopup fantastik bir diyara gitmişlerdir. baltayı sandozdan yapılma sanan şeytan teyze baltanın suya karıştığını düşünür ve suyu sorar. mal teyzemiz anlaşılan o ki mizah seviyor, basıyor espriyi, ''inek içti ayoool canıım*'' diyor. fakat işler düşündüğü gibi gitmiyor, şeytan teyzenin espriyi ciddiye alıp bu sefer de ineği öldürmek istediğini anlayan mal teyze masum ineği sözde dağa kaçırtıyor. aslında mal teyzemiz istese kafadan bir dağ adı atar ve şeytan teyzeyi o dağa yollar, yıllarca o ineği arattırır, o dağı şeytan teyzeye mezar eder lakin anlaşılan o ki mal teyzemiz aynı zamanda merhametlidir. bundan dolayı dağı yakıp kül eder ve tüm meseleyi kapatır.*
şeytan teyzenin +1 boncuk hayalleri bitmiştir, üzgündür. hırsına yenilmiş, balta tuzağına düşmüş, kediyi gözden kaçırmıştır. somurtur, ojeleri çıkmış uzun tırnaklarıyla yakar bir cigara.*
mal teyzemiz ise kara kediyi kurtarmış olmanın verdiği huzuru yaşamaktadır. o hem tek boncukla mutlu olabilmiş, hayvanların hayatını kurtarmış, kötü emelleri olan komşusunu ölüme yollamamış, hem de ona boncuk hediye etmiştir. hikayenin sonunda mal teyze yoldan gelen oğluna yemek hazırlarken kara kedi boynundaki boncukla ayaklarının arasından geçer, mal teyzenin gözleri dolar. mutludur. tekerlemenin asıl kahramanı mal teyzedir.
oha lan aslında harika dersler veren bir tekerlemeymiş.
edit: tekerleme uğruna bu kadar yazıp saçmalanır mı yahu?
adamı deliye döndüren durumdur. yahu kim yiyor bu kadar leblebiyi de üretici durmadan üretiyor bu yavan şeyi anlamıyorum. sonra nasıl elden çıkartacağız diye kara kara düşünüyorlar ki karışık çereze abanıyor adamlar. gittim paketli karışık çerez aldım marketten. açtım biramı, keyifliyim lakin ne zaman elimi kaseye atsam leblebi geliyor, sinirlendim.
üşenmedim hesapladım, eli her kaseye götürüşte
%80 leblebi
%15 fındık
%4 badem
%1 antep fıstığı
gelme ihtimali var. resmen leblebi koca pakette kendi imparatorluğunu kurmuş durumda. antep fıstığı ise galya köyü misali.
sabah ilk işim TÇÜK'ü (türkiye çerez üreticileri kurumu*) arayıp karışık çerezde çerez ayrımı yapılmaksızın, her çeşitten %20 oranında olmasını isteyeceğim. siz siz olun karışık çerezinizi bakkaldan gram gram yaptırtın efenim.
kaşınan gözü azıcık ovuşturayım derken lensin gözden çıkması durumu. sonra salaklığınıza mı yanarsınız yoksa 3d avatar'ı sinemada tek gözle izlemenin acısına mı...
insanda küçük çaplı bir kalp krizine sebebiyet verir. mutlu mesut sözlük okurken arkanızdan gelen küçük bir çarpma sesiyle irkilirsiniz. onu gördükten sonra 3 saniye civarı bir tepki veremez beyin, düşünür. hızlıca bir denklem kurarsınız.
(böcek boyutu x kabuğun sertlik derecesi)>150 sonucuna ulaşırsınız (150 ve altında şıpıdık terlik yeterlidir), koşarak ayakkabılıktan 45 numara ucu kalkık köselenizi alır, bonus olarak raid i sol elinize tutuşturursunuz. geri döndüğünüzde genelde böcek ilk gördüğünüz yerde olmaz. gerilim dolu 2 dakika sonrası ilk önce kaçmasın diye raid le hayvanı leyla edip ardından acımazca ağır köseleyle son darbeyi indirirsiniz. en çok acı veren kısım şüphesiz temizlik aşamasıdır. sonra böceği havluyla yakalayıp dışarı atmak aklınıza gelir ki bu hem sizin, hem de böcek için en iyi olanıdır.