günün birinde mısır püskülüne dönmüş saçlarımı biraz kısaltmak, favori ve enseleri toplatmak için berber koltuğuna oturdum. sıram tam da istediğim gibi, sevdiğim berbere denk gelecek şekildeydi. çünkü bir berber dükkanında saçları zik gibi kesen en az bir tane berber vardır. neyse efenim herşey yolunda, galatasaraylı olmama rağmen berberin fener muhabbetine bile katlanıyorum, aslında selçuk iyi çocuk gibi kelamlar ediyorum. berber saçımı ağır ağır, güzel bir şekilde kesiyor. derken o anda telefon çalıyor, bizimki telefonu açıyor, ben saçımın sol tarafı kesilmiş sağ tarafı uzun bırakılmış bir halde bekliyorum. arada da geniş camekandan bana sırıtarak bakan insanları gözlemliyorum.
bizim berber yüzü ekşimiş bir şekilde telefon konuşmasından dönüyor, dükkan sahibinin onları dükkandan çıkaracağından bahsederken küfürleri ardı ardına sıralıyor. bense başıma geleceklerin bilincindeyim. ya allah deyip girişiyor saçlarıma, dükkan sahibine olan tüm hıncını benden çıkarıyor, götünü öpeyim berber ağabey daha da kısaltma diyorum dinlemiyor, çılgınca saçlarımı kısaltıyor.
saçlarımı muzlu ricoys şampuanla yıkadıktan sonra kafamı kuruluyor, kulaklarımın içini pamukla kuruladıktan sonra ne kadar pislik çıktığına bakmayı ihmal etmiyor sarımtırak pamukları çöpe atarken... parfüm sıkayım mı? diyor, kalsın diyorum, ücreti ödedikten sonra kaçarcasına çıkıyorum berber dükkanından. zenci repçi edasıyla kafama kapşönü geçirip evimin yolunu tutuyorum.
o günden sonra berbere gitmeyeceğime dair kendime söz verdim sözlük, 7 aydır kestirmedim saçları, bonusumsu saçlarımla mutlu bir hayata yelken açtım...
90'lı yıllardaki hali için yıldız tilbe'ye aşk kadını denebilir. amma ve lakin şimdiki şarkılarına bakıp "sen benim var yaa tırnağıma makas bileğğ" gibi sözlerini duyunca böyle aşk kadını olmaz olsun diyor insan.
ortaokuldayken şu simit denen oyunu oynamak, oyunun kuralları gereği simiiiiit diye bağırdıktan sonra nefesi kesilen arkadaşa kafa göz dalmak, ardından bu göteleğin bizleri müdür yardımcısına şikayet etmesi ve temiz bi dayak yememiz. çıkışta da elemanı tekrar dövmüştük, ne heyecanlı yıllardı lan. *
entegre devre * ve yarı-iletken devre elemanı üreten ünlü firma. en çok bilinen ürünleri pic mikroişlemcilerdir. 8 bit mikroişlemcilerde, piyasanın lideri konumunda olduklarını söyleyebiliriz.
dan brown bu romanında katherine solomon'un noetik bilimi hakkındaki deneylerinden daha fazla bahsetseydi eğer, ortaya olasılıksız gibi tadından yenilmiycek bi roman çıkabilirdi. yine de masonluğun gizemleri, melencolia i 'de ki 'macig square' gibi ilgi çekici detaylar kitabı tek solukta okumanıza sebep oluyor.
kitabın sonunda mal'akh'ın asıl kimliğini öğrenmek şaşırtıcı olsa da yeterince tatmin edici bir sonla karşılşmıyorsunuz. çünkü asıl öğrenmek istediğiniz şeyi, yani kayıp sembolün ne olduğu öğrenince 'bunca koşturmaca bunun için miydi?' diyorsunuz.
sanırım diğer üniversitelerde de olduğu gibi kendin araştır kendin öğren mantığına sahip bölümdür. doğrusu da budur; size derste işin temelini öğretirler, sizse çeşitli dökümanlardan yararlanıp kendinizi geliştirirsiniz. iş yaşamınızda ise uzmanlaşırsınız. akademik kadrosunun ezici çoğunluğu haberleşmeci olsa da; devreler ve sistemler, mikroişlemciler, elektronik, optoelektronik vs. alanlarında oldukça usta olan halil yeşilçimen ve eldar musayev gibi kendini aşmış hocalar da vardır.
laboratuvar koşullarına değinecek olursak; çoğu entegre ve devre elemanını kullanma fırsatına sahip olsanız da osiloskop ve boardlardan kaynaklanan hatalar canınızı sıkar. işte o zaman 'teknik üniversitede okumak vardı' dersiniz kendi kendinize.
sosyal hayatını beğenmeyen arkadaşların beklentisini ise anlayamıyorum. git iibf'den, eğitimden arkadaşlar edin, görükle'de sosyalleş arkadaşım, bu da senin elinde olan birşey. sınıfında 5 6 tane kız varsa kampüste yığınla kız var. *
netscape'in livescript ismiyle çıkardığı, daha sonra java'nın popülaritesinden nemalanmak amacıyla sun microsystems ile anlaşıp 95 yılında ismini javascript olarak değiştirdiği web programlama dili. öğrenmesi kolay ve zevklidir.
5 gün evvel logitech marka kablosuz bir mouse'ın fiyatını uygun bulup aldım bir mağazasından. almaz olaydım. ürünü bilgisayarıma takıp çalıştırdım. gayet düzgün çalıştı fakat alıcısını usb'den çıkardığımda plastik kısmı elimde kaldı. alalı daha 3 gün olduğu için garanti belgesi ve fişimi alıp ürünü satın aldığım mağazaya gittim. kasada duran eleman suratıma 5,6 dakika bön bön baktıktan sonra ürünün değiştirilmesi gerektiğini fakat ellerinde aynı üründen kalmadığı için başka bir teknosa mağazasına gitmem gerektiğini söyledi.
kasiyerin yönlendirmesiyle neomarin alışveriş merkezindeki teknosa mağazasına gittim. teknoasist bölümünde bulunan bağyan derdimi dinledikten sonra "15 dakika sonra bilmem kim bey gelicek, o sizinle ilgilenir" deyip oradan uzaklaştı. 15 dakika sonra bilmem kim bey gelmedi tabi. uzun bir süre sonra bu sefer sarışın bir bağyan gelip tekrar derdimi dinledi. sabahtan beri ürün değişimi için bekleyen bana ürün değişiminin mümkün olmadığını, kıçı kırık mouse'ın kıçı kırık bir parçası yüzünden servise gitmesi gerektiğini söyledi. artık kan beynime sıçramıştı. hepinizi enişteme siğtirecehm huleayn! deyip cinnet geçirmedim. önüme konan evrakları melül melül bakarak imzaladım ve evime doğru yola koyuldum. mına kodumun laptopunun touch pad'ini kullana kullana işaret parmağım aşındı. şimdi teknik servisin kıçını yaya yaya 30 gün geçirmesini, 29. günde "aaa altı üstü şu alıcının yenisini verecekmişiz ya hu" deyip mouse'ımı tekrar teknosa'ya yollayacağını biliyorum. tabi ben de o gün istanbul'da değil bursa'da olucam. şu gencecik yaşımda hayattan soğuttun lan beni teknosa! bir daha senden değil elektronik eşya, kalem pil alırsam 2 olsun lan!
edit: 5 mart itibariyle mouse'ın düzeltildiğine dair mesaj geldi. yaşasın hızlı teknik servis. yi hu!
senaryosu, detayları, oyunculuğu ile kesinlikle izlenmesi gereken, fevkalade bir film. özellikle son 20 dakikası oldukça etkileyici sahnelere sahip. finalinde nerdeyse ağlıycaktım lan. *
gereksiz yere zorlaştırdığı laboratuvar sınavı yüzünden çoğu kişinin 20'nin altında kalıp dersi tekrarlamasına sebep olan pek saygıdeğer bi hocamız. ayrıca son sınıfta ayrık zamanlı kontrol sistemleri dersini de veriyor.
işaretçileri c deki gibi kullanamadığımızdan dolayı güvenli bir dildir. dolayısıyla casus yazılımlar hazırlamak için tercih edilmez.
ayrıca elektronikçilerin bu dili bilmesi gerektiğini düşünüyorum. çünkü bu dil sayesinde muhattabınız sadece bilgisayar değil, mp3 player'den buzdolabına kadar geniş bir yelpaze olabiliyor.
3 arkadaş tv izleyip çay içmektedir. tv'de ediz hun ve hülya koçyiğit'in oynadığı bir film vardır. derken arkadaş patlatır bombayı;
+:arkadaş.
-:sp.
+ (yurdundan bahsediyor) ulan bu edizonu ampülün mucidi sanıyolar ya. dilimde tüy bitti öyle olmadığını anlata anlata.
- nasıl yani? ediz hun muymuş ampülün mucidi?
+ evet abi. diğeriyle karıştırıyolar. bu adam da sonradan almıştır bu ismi heralde.
- hımmm, anlaşıldı. çay doldurayım içer misin?
+ olur abi, içerim.
I don't feel the joy
I don't feel the pain
You were just a toy
I am just insane
Walking on my own
Leaving you behind
You were crying out
That you need to speak your mind
Ohhh
So alone in love
So alone in love
I'm going to haunt you everyday
Haunt you everyday
I am gonna kill
When I need a thrill
Eating at the heart
until I've had my fill
When will stupid learn?
Fires gonna burn
Think of consequence
Then you move when it your turn
Ohhh
So alone in love
So alone in love
I'm going to haunt you everyday
Haunt you everyday
Walking on my own
Leaving you behind
You were crying out
That you need to speak your mind
Ohhh
So alone in love
So alone in love
I'm going to haunt you everyday
Haunt you everyday
haunt you everyday
sen git 4 sene okulunu bitirmek için kafa patlat, ardından kpss'ye gir ve atanma stresi yaşa, ardından allah'ın köyünde 5 sınıfı aynı anda okut, yeri geldiğinde hem müdür hem öğretmen hem de hademe ol ve üç kuruşa geçin, sonra seni kalitesiz olarak addetsinler. sanki bu ülkede herkes çok kaliteli ve iyi bir iş ahlakına sahip de öğretmenlerimize bok atıyorsunuz. bu meslekten de bol bol işe yaramaz adam çıkıyor doğru, ama tutup böyle bir genelleme yaparsan çoğu öğretme aşkına sahip öğretmeni hiçe sayarsın.
devamlı boğazın düğümlenmesi, kalbin sıkışması... ağlasan nereye kadar ulan! bi kaç gün önce hayatta olan adam geri gelmezki... üstelik helallik almamışsan daha beter olmaz mı bu acı? 21 biraz erken değil miydi dostum?
taksim gezi parkı'nda düzenlenen festival. son günü ise 11 ekim 2009. güzel kısmı, kitapların gerçekten uygun fiyatlara satılması. misal 25 liralık kitabı 10 lira civarında bi ücrete alabiliyorsunuz. ayrıca arayıp da bulamadığınız bazı eski romanları cüzi fiyatlara buradan temin edebilirsiniz.