Yeni yağan yağmur paçalarıma birkaç damla çamuru hediye etmişti. yerler ıslak, renkler capcanlı ışıklarsa daha aydınlıktı.
içeri girdim. Artık saçlarımın çirkin olmasının bi önemi yoktu, ya da sakalımın pis gözükmesinin. önümden geçen iki kızın bana bakıp gülmeleri anlamsızdı. geride bıraktığım koltuklarda oturan çocukların şu tipe bak dercesine aşağılayan bakışları beni ilgilendirmiyordu.
insanlar komik, suratlar anlamsız, hareketler abes, zihniyetler örümcek ağıyla kaplı gibiydi. ıspanağın bile tadı yoktu sanki. tadı olan tek şey, onun yaptığı fırında elma dilimli patateslerdi;
Dışarı çıktım. Daha korkusuz, daha güçlü ve kendimden daha fazla emindim. Karnımda ve kasıklarımda müthiş bi sancı vardı. hava soğuktu. ben üşümüyordum. vücudum yanıyordu... Aşık olmuştum!
tuvaletten çıkmışsındır, alnın terlemiş, koltuk altın tişörtünün kollarının gövdeye eklendiği yerlerin rengini daha da koyu bir renge bürümüştür,
az da olsa rahatladım zannetsen de elini yüzünü yıkadıktan sonra götünün üstüne oturamadığını farkedersin. o gece sırtüstü uyuyamazsın belki de.
böyle de pis bi durumdur.
(bkz: allah düşmanımın başına vermesin)