ılık rüzgarın esmediği, yeşil çamların kokmadığı bir sokakta yürüyorum. Her zamanki gibi karanlık, yerde sokağın ışıklarını yansıtan su birikintileri ve klişe olmadığını iddia eden yorgun iki köprücük kemiği... yürüyoruz hep beraber ah diye nefes verdiğim bu dumanlı sokaklarda. kaybolmadığımdan adım gibi eminim; sadece evin yolunu göremiyorum, ama biliyorum eve doğru gittiğimi...
Çalılıklardan gelen kirpi seslerinin bile korkutucu olmaya başladığı bu sokaklarda, günün her saatini yalnız ve sessiz geçirdiğimi hatırlıyorum. Eskidendi, çok eskiden. Şimdiyse her yanım dağ suyu ve güneş yanığı; yanlış yoldan bana kalan iki hatıra. Biri gözlerimden, diğeri sırtımdan; bu acılar hiç dinmeyecek sanıyordum.
insanın hatıralarla arkadaş olması ne acı, sokakların kirpilerle dolu olması da...
Son dönemde kafamı iyice kurcalamaya başlayan gerçek.
Varoluşum, ben dahil kimsenin onayını almadan 21 yıl önce bu evrende boy göstermeye başladı. Bazen, hayatta bazı anlar vardır; iyi ki doğdum, iyi ki tanık oluyorum bu güzelliklere diye içlenir kendini kutlarsın. Çocukken her gününü kutlarsın! Ancak ne oldu nasıl olduysa, bu güzellemeler tükendi. içimde sadece sıkıntı, midemde bir bulantı, ellerimde hafif titreme ve öze dönmeye çalışırken özden uzaklaşmamın vermiş olduğu hasret var. Bunu birçok şeye bağlayabileceğimden dolayı bilmiyorum sorunun cevabını. Ama bir soru varsa ortada, elbet bir cevabı da vardır. Bulduğum gün ölmekten korkmayacağım. Ama şimdi öyle mi? Her an, ölmekten öyle çok korkuyorum ki...
Oh be diyemeden, ılık rüzgarlarda koşamadan, keyifle yağmur altında ıslanamadan ölmekten çok korkuyorum. Bir bu kadar kötü hissi de değer verdiğim insanlarımın adına yaşıyorum. Benden önce göçüp gitse ne olur diye düşünmekten kendimi alıkoyamadığım, alıkoyamadıkça daha da çok düşünüp derinlerde boğulduğum bir anafor gibi. Yaşamaktan bu kadar sıkılırken, ölmekten bu kadar korkmak; dünyada bunca güzellik varken, hep gri bir döngüde hissetmek beni tüketti. Nasıl eskisi kadar mutlu, renkli, umutlu olacağımı bilmiyorum. Ellerimi kaldıracağım yardım için ama sanki bağlıymış gibi zemine sıkıca. Başımın eğikliği de bundandır belki.
Savaşamıyorum artık, hiç gücüm kalmadı. Son nefesimi vermeden, ben de mutlu hissetmek istiyorum. Belki bir gün uyandığımda, ölmeyi unutacağım. Ve o gün geldiğinde emin olun, en çok doğayı seveceğim.
Tanrılar yitirmemizi istiyorlar; bu korkusuz bakışları, kaygısız gülüşleri, saf dokunuşları. iyi ve güzel olan her şey yok olsun istiyorlar. Bu bencilliğe alışkınım...
Çok denedim, çok yoruldum. Kah bir bar sandalyesinde, kah bir camii avlusunda. Ufka baktım beni görmez, toprak ise beni çağırır. Aralarında bir o yana bir bu yana savruldum, süründüm ah sırtımda kurudu kanım. Kristal bir viski bardağında erittim günahlarımı. Şimdi kana kana içiriyorlar bana; bencil, yüce, gaddar tanrılarım!
Oysa kim istemez her gün bahar gibi koksun, her bakış parıl parıl parlasın... çocuklar büyümesin, ruhlar asla ölmesin, bu kanlar ve şarap ırmakları şırıl şırıl akmasın. Tanrılar yitirmemizi istiyorlar tüm güzellikleri. Bırakalım, hepsi onlara kalsın bu gri diyarların; bana bir seni versin, bir de tüm günahlarımı... ferah bir his olmalı yitirmek, tanrılarla dolu tüm diyarları.