yazar. eczacıdır aynı zamanda. iyi bir öykücüdür. son kitabı bağdat fragmanı zilha günü okunmaya değer kitaplarındandır. bazı bölümleri es geçilmiş havası verse de bütün olarak beğendiğim bir kitaptır.
1972 yılında Karaçi'de doğan Doktor Afiyet Sıddıki, tıp eğitimini Amerikada gördü. Eğitimini tamamladıktan sonra ülkesine geri döndü. Başörtüsü taktığı söyleniyor. El-Kaide ile ilişkisinin olduğu şüphesi bulunmakla birlikte şu ana kadar bu konuyla ilgili hiçbir şey ispat edilemiyor. Kendisine yöneltilen en büyük suçlama, ABDde kullanmakta olduğu posta kutusunun daha sonra el-Kaide üyeleri tarafından kullanılması.
Dr. Afiyet Sıddıkinin Bagram üssünde maruz kaldığı işkencelerden dolayı bilincini kaybettiği söyleniyor. Şimdi öyküsü gün yüzüne çıkınca kimsenin onu aramadığı ve Amerika cehenneminden kurtarmaya çalışmadığı belirtiliyor. Ancak bazı insan hakları örgütleri ve gazetecilerin Sıddikinin serbest bırakılması, kendisini tutuklayanların yargılanarak uluslararası polise teslim edilmesi yönünde çağrılarda bulunduğu biliniyor.
"damat Efendi" lakabıyla meşhur olmuştur. Çünkü, bu iffet âbidesi, talebelik döneminde bir gece yarısı, mum ışığı altında ders çalışmaktadır. ilmî mütâlaalara daldığı bir esnada kapısı çalınır. O vakitte birinin gelmesinin hasıl ettiği hayret ve misafirin kimliği hakkındaki merakla hemen kapıyı açar. Karşısında genç ve güzel bir kızcağız durmaktadır. Misafir, yolunu kaybettiğini ve etrafta başka bir ışık göremediği için onun kapısını çalmaya mecbur kaldığını söyler.
Genç talebe, misafirini geri çeviremez, onu gece karanlığına ve sokağın soğuğuna terkedemez, çaresizce kızı içeri alır. Ona oturup dinlenebileceği bir köşe gösterdikten sonra da sabaha kadar dersine çalışmaya devam eder. Utangaç ve gizli-saklı nazarlarla onu seyreden kızcağız, bu iffetli talebenin bir haline taaccüb eder; genç, arada bir parmağını önünde yanan mumun alevine tutmakta ve bir müddet öylece bekledikten sonra geri çekmektedir. Bir defa ile de yetinmemekte ve bunu ara ara sürekli tekrarlamaktadır. Bu hal üzere sabah olur.
Gün ışıdıktan sonra genç kız oradan ayrılıp evine döner. Halkın yardımıyla yolunu bularak ulaştığı ev, Osmanlı vezirlerinden birinin sarayıdır; bu genç kız da, o vezirin kerimesidir. Saray halkı, ona geceyi nerede ve nasıl geçirdiğini merakla sorarlar; zira, bütün gece onu aramış ama bir türlü bulamamışlardır. Genç kız başından geçenleri, gördüklerini ve hususiyle de kendisini misafir eden talebenin tuhaf halini bir bir anlatır. Vezir, kızına yardım eden o genci sarayına davet eder ve niçin sabaha kadar elini yanan mumun üzerinde tuttuğunu ve elinin yanmasına sebep olduğunu sorar. Yusuf yüzlü genç, "Yolunu kaybettiği için kapımı çalan bir misafiri dışarıda bırakamazdım; bu sebeple onu kulübeme aldım. Nefsimin desiselerine karşı koyabilmek için de, elimi ara sıra mumun bana Cehennemi hatırlatan alevi üzerine koydum. Şeytan beni kandırmaya yeltendiğinde, parmağımı ateşe tutarak, nefsime cehennem azabını hatırlattım ve böylece yanlış bir şey yapmaktan kurtuldum."
Evet, hayırlı genç, bu iffet ve ismet şuuruyla ve ahirete kilitlenen gönlüyle o vezirin çok hoşuna giden ve teklifi kabul ederek o kızcağızla evlendikten sonra da "Damat Efendi" olarak anılır...
ilk okuyunca şirk gibi gelen söz öbeği. lakin müthiş doğrudur. yüce kitap da geçmez mi. onlar sonsuza dek orada kalıcıdırlar diye. demek ki insan da sonsuzdur. iş bu sebplerden dolayı sonsuz arzuları, sonsuz ihtirasları vardır. doymak bilmez bir nefsi vardır. ölüme çareler arar bu yüzden. sonsuza dek yaşamak ister bu dünyada.
bir idris özyolkitabı. itilmiş hor görülmüş lahmacun yediği için aşağılanmış bir kesimin orhan baba dinleyen bir gençliğin gözyaşlarıdır dersem abartmış olmam da siz yine de abartmış sayın...
bir zamanlar babanemin dizlerine yatıp hadi sor sor diye kadını çıldırttığım soru dizinin ilk soru cümlesi.. nostaljik koordinatlara takabül etmesi beni hüzünlendirir ve ara ara bu soruları eskisi kadar kendime sormadığımı farkederim.
kimin kulusun? Allahın
kimin ümmetisin? peygamberin.
kitabın ne? kur'an
dinin ne islam...
babanen nerde? öldü.
ya sen? henüz ölmedim, torunlarıma bu soruları soracağım günü bekliyorum. ve bu yüzden "içki masaları ve kızlarla kirlenmiş, vicdanı yağ bağlamış ve umudunu kaybetmiş suça meyletmiş , her türlü ahlaksızlığı avuçlamış, çalmış, başkasının tavuğuna dadanmış, yalana tevessül etmiş" biri olarak yaşlanmamak için çabalıyorum. ve işte o zaman o masumların gözlerine baktığım an bu öğretiyi tekrarlamaya yüzüm olacak!
dergi sektöründe yeni bir soluk. islami gençlerin, derdi olan, dertli olan gençlerin yıkmak yerine yapmak adına yola çıktıkları bir yolun matbu hali. hikaye ve denemeler, röportajler, teknoloji ve yurttan dünyadan iktibaslar ile harikulade bir dergi. ayrıca cafcaf adında bir mizah eki de vermektedir.
besteci kimliği ve güzel sesi ile ön planda olsa da aynı zamanda iyi bir yazardır. son kitabı yaman dede yi anlattığı "aşkın sönmeyen ateşi" adlı eserdir.
en güzel bestelerinden biri "güllere vurgunum" adlı eserdir.
ayrıca sekiz yıllık bir radyo programcılığı serüveni vardır. tasavvuf müziği ile kendini daha iyi ifade edebildiğini söyler.
kimsenin umrunda olmayan durumdur. zira o insan değildir de sadece simgedir. ona diyorum ki;
"Şimdi sen sana dönmüş kem gözlerin sayısını hesaplama. O gözler ki; yaylılar ve vurmalılar bir esaret marşı çalarken, senin sessizliğinin ritminde kaybolurlar. O kişiler ki nefret dolu yüzleriyle ve çemkiren gözleriyle seni acıtmak isterler. Bir kuyuya atıp unutmak, bir toprağa gömüp taşlamak isterler. Yüzündeki nurlu ışıkta kendi fondötenlerinin eridiğini hissederler ve kalbindeki merhametle dalga geçerler. Dalga geçerler çünkü ilahi mahkemenin var olma ihtimalini hatırlatırsın onlara, ezmek isterler çünkü senin cenneti hak ediyor olma ihtimalin ruhlarını sarsar. Seni ancak üçüncü sayfa haberlerinde görmek isterler ve sana bakarken aslında "ya haklıysa"; endişesinin üzerine tükürürler."
gecikmiş edit: başörtülü kız denilince müstakil bir bireyden bahsetmediğimi anlayabilecek bir sözlük ahalisi olduğunu arzu ederim. istisnalar ile saldıracak kişiler her zaman olacaktır.