titre ve kendine gel okuyucu ya da yazar her kimsen. gelecekte daha iyisinin çekilmesi muhtemel ama hiçbirini gregory house kadar sevmeyeceğiz. 175 entry içinde 3 bilemedin 5 tane gördüm (bkz: house md). onlarda alt sıralarda.
tamam al bundy iyiydi nick' ten anlayabileceğiniz gibi ama herkes yerini bilsin.
dış mihraklar tarafından kendisine içinde bol miktarda yağ bulunan ama yediğinde farkedilmeyen grisini yedirilmiş aynı zamanda aslında dört dörtlük olan notalar dokuz sekizliğe çevrilirek sabote edilmiştir. cia'yiydi mossad'ıydı kaç zamandır bunun üzerinde çalışıyor ben biliyorum.
ilk başlarda her şey normaldi. bizde insanlığın geri kalanı gibi bıçak, silah vs. kullanıyorduk birilerini öldürmek için ama daha sonra bir şeyler oldu* sonra açtığımız kanalizasyon deliklerini kapatmamak, içindeki malzemelerden çalıp en ufak depremlerde yıkılmasını sağladığımız binalar yapmak, içine kiremit tozuydu kimyasal renklendiriciydi insan ırkına zararlı ne kadar madde varsa koyduğumuz ucuz yiyecekler satmak gibi yeni yeni yollar geliştirdik insanları öldürmek için. neden?
çünkü türkler tekdüzeliği sevmez ayrıca yaratıcılıkları yüksektir. o yüzden silahtı bıçaktı kesmedi bir yerden sonra bizi tabi.
bir adım sonrasında ne olacak? tabiiki dünya sineması gözünü uzakdoğudan bizim ülkemize çevirecek. tarantino, kitano' ya üzenip vurdulu kırdılı film yapacağına iskelelerden düşen tersane işçilerinin başrol olduğu filmler yapacak falan. doğru yoldayız yani. devam.
"odanın kapısı açıldı ve jack bleddose yalpayarak içeri girdi. tanrım genç chinaski'ydi bu. bendim. ıçimde ince bir sızı duydum. gençlik orospu çocuğu nerdesin. o genç ayyaş olmak istedim tekrar. jack bleodose olmak istedim ama birasını yudumlayarak köşede dikilen moruktum ben."
ilk çıktığında okuduğumuz, biz ilk okuduktan*bir buçuk sene sonra türkiye' de liste başı olan kitap. demek ki olay yayınevinin satış stratejisinde. baştaki ilk yirmi sayfayı saymazsan olasılık hesabı ile ilgili pek bir şey söylemez. geri kalanı dan brown tadında bir roman işte. kolay okunur, heyecanlı, sürükleyici falan. "anaaa dan brown takma isimle kitap yazmış lam!!!" dersiniz rahat rahat.
çok da bok atmayatım allahı var okutuyor kendini.
hollywood' un sansürlü cinselliğinde bi gece önce adamla altlı üstlü her haltı yiyen kadın başrol oyuncusunun doğan güneşle beraber namus timsali kesilip sabah çarşafla göğüslerini kapatacak şekilde uyanması veya hareket etmesi. "ulen madem adamla seviştin bütün gece deliler gibi ve madem gerçek hayatın kopyasısın bi gece önce her haltı yediğin adamdan göğüslerini niye saklarsın? " diye sorarlar insana.
tam sen;ne kadar masum ne güzel ne cici ne bici diye düşünürken "ya ne sert omzun varmış senin hiç yatılmıyor" şeklindeki serzenişle kendine gelirsin, biraz önceki güzel, huzurlu düşünceler yerini kızgın bir hale bırakır ve herzamanki gibi büyü bozulur. **
bir şey geldi aklıma. yıllarca önce arabada radyo dinliyodum. YiNE YERLi malları haftasıydı sanırım (bkz: ayça şen) de programdaydı o sıra. aynen şunu söyledi:
" aaa ne güzeeel yerli malları haftasıymış bu hafta. biliyor musunuz sayın dinleyenler ben eskiden çok fazla teksas-tommiks falan okurdum, ikinci sınıfta bu yerli malları haftası olduğunda ben kızılderili ürünleri kullanıcağımızı sanıp okula kafamda bir kuş tüyüyle gitmiş ve alay konusu olmuştum." dedi ve yaklaşıp yarım saat kendi kendiine güldü. bende komik mi değilmi karar veremedim pek. **
kimsenin yazmadığına inanmıyorum. stephen king' in yazdığı tek iyi şey olan kara kule' nin temel konularından biridir.
ka bizim bildiğimiz kader inanışının orta dünya yorumudur aslında. daha fazlasını merak edenler kara kule serini okumalıdır. çok açıklayıcıdır tek cümle:
türk milli takımının yıllardır yenemediği kötü alışkanlığına çare olamadığını göstermiş teknik adam. hala hücum yaparken savunma, savunma yaparken hücum yapamıyoruz. maçın bir noktasından sonra hiçbirini yapamıyoruz. işte böyle diğer teknik adamlardan ne arkı var derseniz: yok işte öyle sıradan bir adam kendisi.
bundan üç-dört sene önce bir arkadaşım dedi ki:"sean peen ölmüş". hadi ya dedim yazık olmuş. üzüldüm. çünkü sean peen' i severdim. "sonra şaka lam" dedi."ölür mü sean penn hiç".
sonra aradan üç yıl geçti ya da dört, ben haberlerde duydum diyordu ki:" ünlü yönetmen ingmar bergman öldü". arkadaşımı aradım."hocu ingmar bergman öldü" dediler. "he ya doğru" dedi. "şaka mı?" dedim."değil" dedi.
"hadi lan dedim ingmar bergman ölür mü hiç". "öldü "dedi. çok üzüldüm. çünkü ingmar bergman' persona' yı çekmişti, yaban çilekleri' ni, magician' ı... ve daha bir sürü film çekmişti. hala aktif olarak film çekerken hemen her yıl sinema okullarında ders olarak işlenebilecek bir film çekmişti. her yıl.
hep ölümle ilgili bir şeyler vardı filmlerinde aslında. anlamalıydık bir gün ölebileceğini ama insan saf işte bir türlü inanamıyor gerçek olabileceğine.
ben sanıyorum ki ben elli yaşıma da gelsem ingmar bergman adasında yaşamaya devam edecek. ben ingmar belki film çeker diye hayatımı sürdürmeye çalışıyorum. belki bir film daha çeker, tek bir film. hayatla bağım koptu benim. herhangi sinemasal bir isteğim kalmadı artık. daha önce kubrick öldüğünde de böyle olmuştu. hocu bi film çeksede izlesek dediğimiz kimse kalmadı. kubrick öldü, bergman öldü, alfred zaten ölmüştü. yakında jarmusch da ölür zaten. **
evet boş bir film. sinematik açıdan hiç bir değer taşımıyor. arabayla bir helikopteri düşürmek gibi abuk sahneler içeriyor ama yine de çok güzel lam. çocukluğumuzdan aklımızda kalan john mcclane portresine asla zarar vermiyor bir kere. bildiğimiz süper kahramanlar gibi bütün film boyunca burnu bile kanamadan bitirmiyor filmi. aynı eski filmlerdeki gibi yaralanıyor, bol bol kan döküyor ve bildiğimiz bütün kahramanlar gibi hemen iyileşiveriyor. bu sefer daha da komik çünkü teknolojiye karşı da savaşıyor.ama filmi bitirmek için uyduların izlemediği manual bir telsizden yararlanıyor mesela.
filmi izlemeye başlamadan önce şuna dikkat etmemi tembihledim kendime ilk die hard filminde bruce wiilis' in camların üzerinde çıplak ayakla yürüyüp acı çektiğini hissetiğim o anı yeniden yaşamazsam filmi terketmeliydim.
sonra film başladı ve onuncu dakikada bruce wiilis bir yerden düşüp "damn it!!!" dedi. işte o andan film bitinceye kadar eğlendim.
evet boş bir film. sinematik açıdan ne hiç bir değer taşımıyor ama bruce willis hala bildiğiniz mcclane ve hala çok eğlenceli.
-ya geçen bizim evdeki televizyon bozuldu.
-ne marka
-ne ne marka
-televizyon
-ha bilmiyorum
-ne renk peki.
-beyaz
-profilo mu markası
-ha olabilir
-buzdolabıdır o...
en büyük hayali olan nelson mandela' yı oynama işine çok yakınlamış aktör. gerçi tanrı' yı oynadıktan sonra karakter yelpazesi için bir düşüş sayılabilir:) ama herhalde nelson mandela' yı da onun kadar iyi oynayabilecek başka hiç kimse yoktur. hatta oynayıp inandırıcı olabilecek başka kimse yoktur.evet evet rahatlıkla söyleyebiliriz bunu.
şöyle ki gerçekçidir. en realist tutumdur. kötü adam çoğu zaman iyi adamdan akıllıdır, güçlüdür vs. ama filmlerin sonlarında iyi adam sırf iyi olduğu için ilahi adaletin yardımıyla hep kazanır. iyi adamlar hep doğruyu yaparlar, dostlarının karılarıyla yatmaz, asla yerlere tükürmez, sokak çocuklarına iyi davranırlar, sarhoş olduklarında insanlara zarar vermezler falan filan..
burda kişiselleştirme söz konusudur. filmleri izleyenlerin %90' gerçek hayatta kötü adamların yaptıklarını yaptıkları için kötü adamların kazanmasını isterler.
deniz kenarında bir kulübe,
biraz müzik,
biraz kitap,
belki biraz sinema,
biraz marangozluk, para yok, kalabalık yok,hırs yok..
deniz var, bolca alkol var martılar var...
sinema salonları temalı kısa filmlerden oluşan uzun bir film*.
cannes film festivalinin 60. yılı dolayısıyla ünlü yönetmenlerin bir araya gelmesi fikrinin bir ürünüdür. kimler yok ki; t. angelopoulos, o. assayas, bille august, j. campion, y. chahine, kaige chen, m. cimino, ethan joel coen, d. cronenberg, jean pierre&luc dardenne, roman polanski, alejandro gonzalez inarritu, gus van sant, atom egoyan, takashi kitano, won kar wai, ninna moretti,lars von trier..**
festivalin kapanış töreninde gösterilen film hemen akabinde geçtiğimiz çarşamba cnbc-e de gösterildi. kısaların herzaman uzunlara oranla daha fazla sinema zevki verdiğini kanıtladı. bizi mutlu etti. ninna moretti, t.angelopoulos ve takashi kitano' nun filmleri çok iyiydi. gus van sant vasattı falan filan.. bir yerden edinin mutlaka izleyin.
isimleri spitney beers' ken bronx' ta çıkan grup. "ya böyle solist olsa bende çıkarım bronx' ta" demiştim da kuzenim de biranın da etkisiyle memo tembel çizer vari bir şekilde "ya hocu bi sihnktirip gider misin" diye cevap vermişti hiç unutamam.***
insanların karaköy açıklarında bir tankla karşılacakları zaman. eskiden, bundan yıllarca evvel, köprüler yokken asya' dan avrupaya askeri mühimmat gemilerle taşınırmış. bu nakliyeler sırasında bir adet tank gemiden düşmüş. türk silahlı kuvvetleri yeni bir tank almanın, tankı sudan çıkarmaktan daha ucuza geleceğini heasaplayıp kendisini boğazın o güzelim mavi sularının dibinde bırakmış.**
nirvana' nın yayın haklarını almasıyla coşmuş, üstüne bir de guns and roses' ın haklarını satın alarak yerel plak dağıtım şirketi olmanın ötesine geçmiş sonradan garbage tı limp bizkit ti coştukça coşmuştur. alternatif müziğe verdiği destek 90' ların başında takdirimizi kazanmasını sağlamuştır.
80' lerde seattle' da küçük punk guruplarınıın albümlerini yayınlarken bir anda nirvana' nın "nevermind" albümünü basmak suretiyle paraya para dememeye başlamış müzik yapım şirketi. daha sonra başarılı bir hamleyle nirvanın' nın haklarını (bkz: geffen records)' a satıp daha da bir zenginleşmişlerdir. sub popla ilgili en meşhur geyikse amerika' daki orjinal basım albümlerde sub pop logosonun bir çeşit hologram olduğu ve ışığa tutulunca hologramın içinde bir adet şırınga şeklinin belirdiğidir.*
kişi herkesin ortasında bağıracağına göre bu cümleyi üstüne alınıp,o gazla bende seni seviyorum diyecek sevgiliden başka bir kişinin olayları çirkinleştirebileceği atraksiyon.
+seni seviyorum...
-bende senii..
/sana demedi mahmut abi.
-pardon canım gaza geldim bir an.
1834' te 39 bağımsız alman devletinin kurduğu ekonomik birlik. (bkz: gümrük birliği) seviyesinde kurulan bir birlik.tarihteki ilk ekonomik birlik olması önemli kılar kendisini.