komplocu ankara polisinin gezi eylemleri üzerinden "eski hesapları" kapatmak istediği odtü öğrencisi.
12 nisan günü odtü yerleşkesinde yoldaş aydın'ı ve eğitim-sen mensubu bir araştırma görevlisini, yasal izni olmadan takip eden sivil polis hakkında rektörlükte tutanak tutulmuş ve polisin kimliğinin teşhis edilmesinin ardından, yine söz konusu polis öğrencilere fiziksel ve sözlü tacizde bulunmuştu.
rektörlük tarafından sağlanan resmi araç ile, sivil polis hakkında şikayetçi olunmak üzere karakola gidilirken, araçların yolu kimlik göstermeyen silahlı bir grup tarafından kesilmiş ve hakkında suç duyurusunda bulunulmak istenen sivil polis bu grup tarafından, araçtakileri silah zoruyla tehdit ederek kaçırılmıştı.
gezi parkı ile başlayan direniş sürecinin ardından polisin başlattığı cadı avında gözaltına alınan ilk isimlerden biri de polisin intikam almak için yanıp tutuştuğu yoldaş aydın oldu.
iki ay öncesinde yaşanan polis terörünün ardından yoldaş aydın'ın ailesi de odtü'de yapılan basın açıklamasına katılmış ve işkenceci polise "ellerinizi evlatlarımızdan çekin" demişti.
Bu tür mektuplar genelde Sayın hitabıyla başlar, Saygılarımla veya En iyi dileklerimle gibi sözcüklerle biter. O kadar öfkeli ve o kadar haklıyım ki, bugün bunu milyon kere yapmayacağım.
Memleket bunlara kaldıysa bitmiş, Derslere girmezlerse girmesinler, bunların yetiştireceği öğrenciler de ancak bu kadar olur dediğiniz hocalardan ders alan bir ODTÜ öğrencisiyim. ODTÜ öğrencisi olmaya özel bir sıfat, bambaşka bir anlam yükleyecek değilim. Ama röportajınızı izledikten sonra anladım ki, onur duyulacak iki madalyayı arkadaşlarımla birlikte şimdiden göğsüme takmışım bile: üniversiteli ve bilhassa ODTÜ öğrencisi. Şimdi de, o günün başından itibaren polis saldırısına maruz kalmış birisi olarak, kampüsümde çıkarttığınız olayları özetleyerek anlatacağım.
Polisinizin kullandığı gaz meşhurdur. 31 Mayıs 2011 günü Metin Lokumcuyu öldüren, bakanınızın doğaldır, zararı yoktur, emniyet müdürünüzün gerektiği kadar alındı, gerektiği kadar kullanıldı dediği biber gazıdır. Bu gazdan korunamazsınız, kaçamazsınız. Sadece etkisini azaltmak için yüzünüze ve burnunuza atkı sarar, vücudunuzu doğrudan temastan korumaya çalışırsınız. Gazın gelişinin ardından da limon ve sirke sürer, acınızı dindirmeye çalışırsınız. Ciğerlerinizden kaynaklı bir rahatsızlığınız varsa, bu gaz ölümcüldür. Hastalığınız yoksa, bu gaz o hastalıklardan birisini yaratabilecek kadar tehlikelidir. Özetle, bu bir kimyasal silahtır, faşizmin simgelerinden birisidir.
18 Aralık günü de kampüsümüze geleceğinizi haber almış, sermayeye peşkeş çektiğiniz bilimi, Suriyeye yapacağınız emperyalist müdahaleye karşı barışı ve halkların kardeşliğini savunmak için TÜBiTAK binası önüne gelmek, burada bir basın açıklaması yapmak amacıyla toplanmıştık. En temel haklarımızdan birisi olan protesto hakkımızı kullanıyor, bunun bir aracı olarak ise sloganlar atarak yürüyorduk. Polisinizin kalkanlarına 100 metre bile yaklaşamamışken, tamamen bir formaliteden ibaret dağılın uyarıları bile yapılmadan atılan gaz bombalarının 5-6 el patlama sesini duyduk. Gaz bulutunun arasından çıkmaya çalışarak, öksürükler ve nefes daralmaları eşliğinde geriye doğru çekildik. Bu sırada polisiniz durmaksızın gaz bombası atmaya devam ediyordu(bunlara yine polisinizin attığı ses bombalarının eşlik ettiğini sonra öğrenecektik). işte bunlardan sonrası ise size göre eşkıyalık size göre memleket bitirmek olan meşru direnişimizdi. Üzerinde doğrudan atmayınız, yangın tehlikesi yaratır yazılı olduğu halde üzerimize nişanlanarak atılan binlerce gaz bombası kapladı o gün kampüsümüzü. Polisiniz, arkadaşlarımızı öldüresiye coplayıp, tekmeledikten sonra şimdi gözaltı yapmayalım, başımıza bela olurlar deyip bıraktılar.
Panzerler okulumuzun ortasına kadar girdi. Tazyikli sudan, damacana taşıma arabasını kurtarmaya çalışan Fizik kantini çalışanı bile nasibini aldı.
Çantalarında molotof taşıyorlardı demişsiniz, başka iftira mı bulamadınız? Keşke daha inandırıcı bir yalan geliştirseydiniz. Boyalı medyadır bu, sizin söylediğiniz onlara kanundur ama halk inanmazdı bunlara. inanmadı da. Biz de duyduğumuzda kaburgalarımızı tuta tuta güldük. Çok komik olduğundan değil, bir kısmımızın gördüğü polis şiddetinden, bir kısmımızın ise panzer üstlerine doğru sürüldüğünde koştuğundan ötürü kaburgaları fazlaca ağrımaktaydı. Hatta bir kadın arkadaşımız da omzunu tutarak güldü, zira onun da omzunu 18 Aralık günü gaz fişeği sıyırmış geçmişti.
Bir de, o gün çantamın içinde ne olduğunu yazayım hemen: 0,5 litrelik pet şişe içinde içme suyu, kütüphaneden aldığım birisi şiir kitabı olmak üzere üç kitap, o günkü derslerimin notlarının olduğu kağıtlar, kurşunkalemler, bir silgi ve Kızılayda bir kitapçıdan aldığım edebiyat dergisi.
Size ekranda bolca söz hakkı verildi, yeri geldi sinirlenmiş, yeri geldi duygulanmış numarası yaptınız. Ben ise bu satırları, aslında size değil başkalarına, olanca haklılığım ve samimiyetimle yazıyorum. Sizin söylediklerinizden daha az bilineceğine ise, neredeyse eminim.
Siz "tutuklayın", "canlarına okuyun" emirleri vermeye devam ediyorsunuz. Bense bir koltuk üzerinde uyurken, bir kolumla sağımdaki arkadaşımı korumaya çalışıp, öbür kolumla başımı -gaz bombasının fişeğinden az da olsa korunmak için- kapatırken, bir patlama sesi dolaşıyor kafamın içinde, sıçrayarak uyanıyorum hala. Derken bir başka rüyamda, 20 metre ötemde polisinizin vurduğu Barışı görüyorum, bir kaldırımın üzerinde kanlar içinde yığılmış kalmış. Medyanız o kadar etkili ki, yanı başımda vurulmamış olsaydı, arkadaşının Araba bulun, Ambulans çağırın bağırışlarına birebir şahit olmasaydım, sizin istediğiniz gibi kokmaz bulaşmaz bir öğrenci olsaydım, belki de acaba arkadaşları mı vurdu deyip, medyanıza inanacaktım. Ama artık bunun yolu yok, çarpıtmalarınız sökmeyecek.
Kötülemelerinize ve iftiralarınıza maruz kalmaktan onur duydum. Bu demektir ki doğru yoldayım. Bu demektir ki, seneler sonra çocuklarımın yüzüne baktığımda, onları ta gözlerinin içinden görebileceğim. Baba, sen üniversitedeyken ne yaptın? sorusuna Okulumu savundum, arkadaşlarımı savundum. Hocalarıma çamur atmaya kalktılar, onları da savundum. diyebileceğim. Bunları söylerken gözlerimi kaçırmayacağım, sesim zerre tereddüt etmeyecek.
Bu direniş, karşılarındaki profesyonelce donanmış bir orduya karşı bedenlerini gaz bombalarına, panzerlere ve tazyikli sulara siper eden öğrencilerin ODTÜde yazdığı bir destandır. ODTÜnün bir üniversite olarak sorumluluğunu, tarihsel görevini bilip, bir pankart arkasında görevine gitmesidir. Yıllarca da böyle hatırlanacak.
18 Aralık 2012 günü okulumuza faşizmi yaşattınız. Andımız olsun ki, özgürlüğü de biz yaşatacağız. Arkadaşlarımızı, hocalarımızı, okullarımızı, mahallelerimizi, sokaklarımızı, var gücümüzle biz savunacağız. Halka zulmettiğiniz her yerde, karşınıza biz çıkacağız.
Osmanlı döneminde Sivas Valisi olan Halit Rıfat Paşa Gidemediğin yer senin değildir. buyurmuştu.
Şu anda oynanan fc barcelona-napoli maçından sonra takımların yapacağı eylem bence. nedir bu arkadaş. sezon öncesi hazırlık olsun diye dünya'nın en iyi takımıyla maç yapıyorsun, bütün maç topun peşinden koşmakla geçiyor. 5 yiyorsun adamlar istese 8-9'u çok rahat bulur. nedir bu yahu tam bir eziyet barcelona'ya karşı oynamak. ben bir takım yönetsem direk reddederim bu adamları. uzun lafın kısası tanrı bizi barcelona'nın gazabından korusun.
Bugün bindiğimiz otobüslerin (iett) bizim olmadığını, aslında hepsinin tayyip babamızın olduğunu görmüş bulundum. Bu gün Bahçeşehir-Bakırköy (e57) Bahçeşehir-Taksim (76e) hattında çalışan otobüsler nedense pek bir seyrekti. ilk önce Bahçeşehir'e giderken tem otoyolunda 15 dakika bekledik. Önce şöför arkadaki otobüs arızalandı dedi. Daha sonrasında otobüs geldi, gayet güzel çalışıyordu ve şöför acil görevlendirme var dedi. Tuhaf gelsede bunu düşünememiştim. Daha sonrasında saat 19.10 da gelmesi gereken otobüs için durağa çıktım ve bekledim. (E-58) mecidiyeköy-bahçeşehir otobüsleri hiç gelmiyordu. Taksim otobüsü 1 saat içinde sadece bir tane geçti o da taksim'den gelip bahçeşehir'e giden otobüstü. Yani 1 saat 10 dakikadan daha fazla süre boyunca taksim otobüsü de geçmedi. 1 saat 10 dakika rötarlı gelen otobüsüme bindiğimde şöföre bir hışımla çemkirdim. Sabah geldiğim otobüsteki şöför (tesadüfe bakın) 3 tane otobüsün bugün görevlendirildiğini söyledi. işte o an ne olup bittiğini anladım ve Akp miting'i yüzünden mi dedim. Şöför gayet pişkin bir şekilde bu gün "Baba" geldi dedi. Ben çok sinirlenip bağırınca iett'ye şikayet edin isterseniz dedi. Dedim çok komiksiniz kimi kime şikayet ediyoruz. Bu adamlara oy vermek demek bile bile domalmak demektir. saygılar
Bu kesimin hangi kesim olduğu üzerine bir şeyler söylemeyeceğim. Bunu okuyan zaten neyin ne olduğunu az çok çözer. Havalar ısındı, bahar geldi. Biz öğrenciler de eğlenmek için çeşitli organizasyonlar yapmaya başladık. Bir değişiklik olsun diye boğaz turu ayarlandı. Tüm işlemler tabiki Facebook üzerinden organize edildi. Her şey iyi güzel insanlar mutluydu. Anormal bir durum yoktu. Bugün gittiğiniz her mekanda yaş sorunu olmadan alkol tüketen biz gençler (18 yaş altı) bunu sadece teknede gerçekleştirecektik. Tek fark buydu.
Bu organizasyona 2-3 gün kala bir telefon geldi. Bu partiyi iptal edeceksiniz yoksa sizinle uğraşacağım. Ne olduğunu anlayamadık bile. Bir arkadaşın okulundan veliymiş. Bileti görmüş ve düzenleyenlerin bilgilerini ele geçirmiş ve bu kişi emekli polis olduğunu söylüyordu. Konuşarak her şey tatlıya bağlandı zannettik biz.. Oysa durum çok farklıydı. Organizasyon günü geldiğinde katılımın çok az olduğunu gördük. Çünkü bu olaydan korkan bir grup arkadaşlar gelmemişlerdi partiye. Bu yüzden bunu düzenleyen 17-18 yaşında arakdaşlarım bu organizasyondan büyük zarar ettiler. Bu gençler orta halli insanların çocukları, öyle zengin playboy tadında insanlarda değil. Neyseki gelen herkes neredeyse tanıdıktı yada tanıdığın tanıdığıydı. Bu sırada yaş ortalamasının 17-18 olduğu yerde iki kişi göze çarpıyordu 26-30 yaşları arasında. Zarar eden arkadaş hiç kuşkulanmadan tekneye kabul etmişti onları. Tekne açıldı ve alkol dağıtılmaya başlandı. Yani millet gidip içkisini yine tanıdığı, bildiği insanlardan alıyorlardı. Zaten çoğunluk birbirini tanıyordu. Bu sırada bazı arkadaşlarımız içkiyi fazla kaçırdırlar. Bunun üzerine onları çok kez uyardık ancak engel olamadık. Bu uyarılar tamamen duygusaldı, arkadaşlarımızın dağıtmasını istemiyorduk ve böyle şeylerin olacağını da hesaba hiç katmıyorduk. Önce kusmalar başladı ve daha sonrasında denize bir şişe atıldı. Arkadaşlar masaların üzerine çıkmaya başlayınca, düşmesinler diye uyardık. olmadı dedik ki partiyi boşverelim herkesi kapalı mekana toplayalım sakatlık çıkmasın. Herkes içeriye toplandı insanlar arkadaşlarına yardım ediyordu. Bu arada bir arkadaşımız hızlı ve çok içtiği için kendinden geçti. Biz orada arkadaşlarımızla uğraşırken meğer iki kişi fotoğraflarımızı çekiyormuş... Bu iki kişi ise tahmin ettiğiniz kişiler.
Parti 20 mayıstaydı. 3 gün sonra pazartesi bir arkadaşım zaman gazetesi almamı söyledi ve ekledi "haber olmuşuz" Ben haberi ara sayfalarda ararken ana sayfada gördüm! Fenerbahçe'nin şampiyonluğu kadar yet ayırmışlardı. inanamadım önce, fotoğraflar vardı ve o anda ne olup bittiğini anladım. inanamadım biz her zaman yaptığımız şeyi yapmıştık. Ailelerimizin haberi vardı ve fenalaşıp hastaneye giden arkadaşın ailesi de olumsuz hiçbir tepki vermedi. Ancak bu yaptıklarımız birilerini rahatsız etmişti. 20 mayıstaki parti haberde 19 mayıs olarak geçiyordu. internet ve alkolün zararları üzerinde özellikle duruluyordu. Daha sonra haber kapatılmadı ve bugün yine haber yapıldı. Ayrıca MEB harekete geçti ve okullarda soruşturma başlattı ve arkadaşlarımızın sonu ne olacak gerçekten belli değil. Her şeyin bu kadar abartılmasına hala bir anlam vermiş değilim. Olay bizim için sorun olmazken rehabilitasyon ve psikolojik yardımdan söz ediliyor, okullara müfettişler gönderiliyor. Peki bizim yayınlanan fotoğraflarımızdan, yapılan baskılardan bozulan psikolojimiz ne olacak? Yorumu sizlere bırakıyorum.
Bu arada arkadaş ertesi gün taburcu olmuştur gayet iyidir.
Scorpions'un 1975 çıkışlı in trance albümünün 6. şarkısı. Şarkının tek kötü yanı 2:45 olan süresi. ancak bu süre uçuşa geçmek için yeter de artar bile.
sözleri ise şöyle;
Crave communication
See me this is my life in the crazy robot man reservation
Do you feel him, the cold vibration
Comes from everywhere, produce a crazy science fiction creation
And I say oooh, oooh
I'm a robot man
And I say oooh, oooh
I'm a loser
I say oooh, oooh
I'm a robot man
Well, that's my mind
That's my life
That's my soul
Babe, it's a magic station
Where we live what we do with our magic from my generation
I say babe, it's not a vision
It's reality, this is a robot scene what we live in.
And I say oooh, oooh
I'm a robot man
And I say oooh, oooh
I'm a loser
I say oooh, oooh
I'm a robot man
That's my mind
That's my life
That's my soul
And I say oooh, oooh
I'm a robot man
And I say oooh, oooh
I'm a loser
I say oooh, oooh
I'm a robot man
And I say oooh, oooh
I'm a loser
oynansa olabilecekler olacaktı ama sınırlamaya takıldı.
bu derece yüksek tansiyonlu maçta, oyucuların maç içerisinde birbiriyle atışmaktan kaçınmadığı maçta seyirciler maksimum yuhluyorlar. türkiye'de olsa maçtan önce paul pierce ve artest'in kapışmasında sahaya sular atılır hakemin kafası yarılabilirdi. rasheed ile gasol'ün itişmesinde, rasheed gasol'ün anasını sik gibi tezahüratlar duyardık. o sırada gasol ananı götünden sikeyim de olabilirdi tabi. ha birde saha içinde olay çıkmadığı zaman bile bench basabilen, sahaya girebilen seyircilerimiz var. bir de böyle saha içi itiş kakışları yaşandığında olabilecekleri düşünmek bile istemiyorum.
21. yüzyıl... herkesin evinde televizyon, internete bağlı bir bilgisayar, cep telefonu (beleş mesajlısından), bilimum film veya stand-up cd'leri. en azından 4 gb lık bir müzik arşivi, istediği an çok kolay ulaşabileceği sosyal merkezler. istemediği kadar güncel gazete, mizah dergisi, moda dergileri. nedir peki can sıkan şey? nedir yani rahatlık mı ? eskiyi düşünün biraz. şehirleşme artmamış bu kadar. nüfusun çoğu taşrada. sosyal merkez bile yok gidebilecekleri. gördükleri insan sayısı bile belirli. televizyonları yok. onu bırakın elektrikleri yok. o insanlar nasıl yaşıyorlardı? sıkılıyorum diyorlar mıydı ? hatta daha öncesine gidelim. elektriğin kullanılmadığı zamanlara. insanlar dışarı bile çıkamazlardı geceleri. yolculuklar güvenli değildi. ama insanlar bu kadar mutsuz ve sıkıntılı değillerdi. bunun nedenini kapitalist düzende görüyorum. herşeyin daha mükemmeli var çünkü. yapılacakların sınırı yok. ne yaparsanız yapın başkalarının daha iyisini yaptığını düşüneceksiniz. daha da hamlaşacaksınız. tiyatroya gitmek varken evde oturup aşk-ı memnu izleyeceksiniz. behlül kadar yakışıklı sevgilim yok diyeceksin. milletin duvarda parçaladığı i-phonelara vitrinlerden bakıp iç geçireceksin. ey insan kendini bu iğrenç düzene kaptırdığın derecede sıkılacaksın. çözüm mü? ne zamandır alış-verişe çıkmadın ama. git üstüne başına birşeyler al.
bildiğiniz üzere amatör kulüplerin formaları genelde çift taraflı olur. çünkü kulübün parası yoktur antremanda da kullanılır kolaylık sağlar falan filan. düşündüm de takım kursak; paraya kıysak, cilcillisinden yaptırsak, hem de çift taraflı bak. tufan'ın ki tek taraflıymış. cemal bizim takımda da oynar mı? kafama takıldı gece gece.
NBA'de drafta saatler kala takımların hamleleri devam ederken, Cleveland Cavaliers ve Phoenix Suns arasında yapılan takas geceye damgasını vurdu. Phoenix Suns'ın yıldız pivotu Shaquille O'Neal Cleveland Cavaliers'a giderken; Ben Wallace ve Sasha Pavlovic de Phoenix'in yolunu tuttu.
Cleveland, takası tamamlamak için 2009 NBA Draftı'ndaki 46. sıradan seçme hakkını Phoenix'e devreden, Suns ayrıca 500 bin dolarlık nakit parayı kasasına koyacak.
demin televizyonda duyduğum, bir gelişme uzmanının söylediği, kız çocuklarını pilatese, erkek çocuklarını su topuna yollayın. içine kapanık olanlar için yogayı uygun görüyoruz. yaz kapmları bıdı bıdı diye devam ediyor. bu ne kadar ülke şartlarını bilmeden konuşmaktır. bırak çocuğunu yaz kamplarına yollamayı bu ülkede insanlar çocuklarını plaja yollayamıyor. otobüs, yiyecek-içeçek parası olmadığından. asıl sorun bu tür yayın yapanlarda.
hep hatırlanır o takılan takılar. 450-500 kişilik düğünlerde bile hafızalara tek tek kazınır. başka birinin düğünü olduğu zaman, anne o bize şunu takmıştı, bu düğüne bile gelmemişti, şu bize büyük taktı bizde ona büyük takalım bidi bidisi yapar. bir nevi kendi düğününüze yatırım yaparsınız *
fenerbahçe hangi dalda olursa olsun, hangi takımla mücadele ediyor olursa olsun kötü bir sonuç ya da kötü bir olaya karışınca sanki kendi takımları çok başarılıymış, kendi takımlarının maçlarında etraf pempeye boyanıyor, herkesin götünde buzlu badem, elinde pro keyifle, kahkahalar atılarak maç izleniyormuşcasına fenerbahçe'ye atıp tutan kişilerin ortaya çıkardığı düşmanlıktır.
şöyle baktığımızda ayhan şahenk'deki bayan basketbol ligi finallerini, inönü'deki korner atışlarını, Ali Samiyen'deki derbileri görüyoruz. ama sanki bunlar olmuyormuş gibi tek suçlu, tek kötü fenerbahçe'ymiş gibi azıtıyorsunuz.
Genelde ülkücülerin incil satan insanlara tehditle karışık söylediği söz. isteyen istediği kitabı satabilir. dinini başkalarına tanıtabilir. belki incil okuyup bazı insanlar hristiyan olabilir. size ne peki bundan? niye 50 kişi toplanıp adamın dükkanına gidip rahatsız ediyorsunuz? madem sadece sözel olarak protesto edeceksiniz neden 50 kişi gidiyorsunuz? amaç protesto mu? göz korkutmak mı?
güçleri az olduğundan mıdır yoksa altyapıdan alışkanlık mı bilinmez ama hepsi çok ilginç atarlar. sol elle desteklemeden atan mı dersin, çift elle yollayan mı ararsın her türlüsü var. hepsi birbirinden farklı ve komik. özellikle serbest atışlarda iyice belli oluyor bu şey. burdan altyapı koçlarına sesleniyorum adam gibi attırın şutları. güçsüzde olsalar alıştırın adam gibi atmaya bu ne yahu..
willie the king solomon gibi yıldız oyuncuların yaptığı eylemdir. maç ne zaman sıkışsa kendi yetenekleriyle sayı üretir bu tür oyuncular. buda sazı eline almaktır. paslarıyla sazı eline alan oyuncu için;