Artık hayatın tepetaklak olduğu, gündüzün gece, gecenin gündüz olduğu zamanlardır.
Yaşamdan kaçmak için yapılan bir yöntemdir ve artık hiçbir şey ne o eski tadını verir, ne de yeni tatlar keşfedersiniz.
Kısacası her şey iğrençtir.
öncelikle bipolar bozukluğun ne olduğu hakkında birkaç fikriniz olduktan sonra başlığı okumanızı tavsiye ediyorum.
bir psikolojik sorun olan bipolar bozukluk sahibi insanların ilaçlardan çok zannımca "insan"lardan destek alması gerektiğini düşünüyorum. çünkü herhangi bir yerde bu durumla ilgili okuduğu herhangi bir bilgi "hasta" kişisi için inanılmaz derecede etkili olabiliyor. ve internette kısa bir süre gezerek bipolar hastalığa sahip insanlara destek olmaktan çok köstek olunduğunu görüyoruz maalesef. elbet bu "hasta"lığın ismini kullanarak dikkat çekmeye çalışan 15-18 yaş arası "ergen"lerimiz veyahut da ergenlikten çıkamamış insanlarımız olabilir, birkaç şey okuyup "aman tanrım bu bende de var kesin ben manik depresif yaşıyorum vuhuu, ben de hastayım hemen şu ilaçtan alayım, hım kırmızı hap, ne kadar da tatlı" fikri ile hareket ettiğini görmüyor değiliz, ancak bir de bu hastalığı gerçekten yaşayan, bu hastalıktan çok fazla zarar görmüş insanlar olabiliyor.
örneğin manik dönemde inanılmaz riskli kararlar alıp, hayatını değiştireceğine inanarak hareket edip, depresif döneme geçiş yaptığı zaman "hay amiyum ben bu işin altından nası kalkıcam lan?" tarzı sorularla, sorumluluklarını yerine getiremeyerek her şeyden vazgeçebiliyorlar. tabii küçük bir dost desteği ile -ki zaten nasıl bir ruh hali olduklarını çok rahat farkedebiliyorsunuz enerjisinden- kararlarında farklılık yaratmak ve bu hastalığın etkisi olduğundan bahsetmek bir nebze de olsa fayda gösterecektir. aksi halde manik dönemde aldığı kararlar yüzünden depresif dönemde intihar eden insanların sayısı azımsanmayacak kadardır.
dünyada %2 oranında görülen bu hastalık diğer hastalıklara göre daha sık gözükmekle birlikte, belli bir oranda kalıtımsal belli bir oranda ise daha sonrada oluşabiliyor. ve her bir bireyde düzeyleri farklı olabiliyor veyahut başka hastalıklarla birleşebiliyor. (bkz: dissosyatif kişilik bozukluğu) (bkz: şizofreni) (bkz: anksiyete) (bkz: obsesif kompulsif bozukluk)
bu durumu yaşayan insanların tekrar söylüyorum ilaçlardan çok insan desteğine ihtiyacı vardır -ki birçok hasta bu durumun ne kadar riskli olduğunu bildiği halde alması gereken ilaçları (genelde olanzapin ve lityum desteğidir) almamaktadır. böyle vakalarda yapılması gereken en önemli şey o kişiye en azından destek olabilmektir.
şu sıralar olan bir söylentidir.
tüm okullara yaz okulu uygulamasının da geleceği bir söylenti.
eğer böyle olursa günde 2 sınava giren öğrencilerin "bilerek" girdiği bütünlemeler sayesinde not ortalamasını arttırması yalan olacaktır.
friedrich nietzsche'nin belki de en ağır kitaplarından. Anlam yoğunluğu o kadar derinki, bazı cümleleri tekrar tekrar okuma ihtiyacı güdebilirsiniz. Bilhassa okudukça algınızın, düşüncelerinizin değiştiğini hissetmeye başlayacaksınız. Daha doğrusu, daha iyi bir seçim yapmanız açınızdan, kendi doğrularınızı bulmanız açınızdan bir ön kaynak olabilecek bir kitap.
Dokuz bölüm ve bir ardıl şarkıdan oluşmakta olan kitabın en can alıcı yeri, kesinlikle bütünüdür. Kitap başlı başına bir düşüncelerin düşünceleri kitabı. Okudukça içinde kaybolacaksınız.
Dördüncü bölümü olan Özdeyişler ve ara oyunlar kısmı, eğlenceli gelebilecek kadar güzel gözükürken, can alıcı noktalara, değer yargılarına alışılmış dışında gelecektir.
--spoiler--
Ahlaksızlığından utanmak: bu, son basamağında insanın Ahlaklılığından da utanacağı merdivende bir basamak
--spoiler--
Benim detaylı yorumumsa, kitabında dediği gibi devrinden daha ilerde yaşayan friedrich nietzsche'nin bu ilerilik veyahut bu fazla düşünme olgusunun Bipolar bozukluğa yol açtığıdır. Ya da tam tersi olarak Bipolar bozukluk, çok fazla düşünmesine sebep olmuştur. Psikiyatrlara göre friedrich nietzsche Bipolar bozukluk hastası olan biriydi. Tabii bu o öldükten sonra konulduğu için ne kadar doğru olduğu oldukça tartışılır. Bilhassa bugün psikolojik rahatsızlık olarak adlandırılan şeylerin temelinde insan olduğu için her bir bireyin farklı olduğunu hesaba katarsak, çok düşünmenin veyahut her saniye düşünmenin bir hastalık olarak nitelendirilmesi farklıdır kanımca. Ancak kendisi ile çok çelişmesi, kendini reddetmesi, bazen çok umut dolu yazılar yazarken bazen tamamen umutsuz şeyler yazması manik depresif olduğunu bize gösteriyor, manik depresif malumunuz Bipolar bozuklukta yaşanan bir süreçtir. Ve sadece bir kitapta bunların hepsini yansıtabilmesi istem dışı konudan konuya atlaması gibi durumlarda bunlara örnek olabileceğinden kesin olmamakla birlikte ben de nietzsche'nin Bipolar bozukluk yaşadığını düşünmekteyim.
Not: kitabı kesinlikle okuyunuz. En fazla zaman kaybedersiniz. Başka şeyler yerine böyle zaman kaybetmek daha iyidir.
karamsarlığın içine bir ateş gibi düşseydi umut belki bugün ayağa kalkabilirdim. ancak ayağa kalkacak hiçbir gücüm olmadığı gibi hiçbir şekilde mucizede olmayacak bunu biliyorum. umut asla bir ateş gibi gecemi aydınlatmayacak. her gün daha da kararacak. gün geçtikçe yok olan körpe bedenimle birlikte umudum da tuzla buz olacak.
umutsuzum azizim, artık hiçbir şeye güvenim olmadığı gibi kendime de güvenim kalmadı. özgüven mi? peh! ne özgüveni, bugün ayakta olduğum için üzülüyorum ben! ölmeyi istemiyorum, arkamda bırakacaklarıma üzülüyorum. her ne kadar onlar benim onlar için yaşadığımı düşünmese de. belki de hiçbir zaman bu kadar değeri hak etmediler, ne dersin? evet hak etmediler be azizim! ben sadece kendimi yiyip bitirdim. bunu yaptıkça bana sözde sevgisi olan insanların da gerçek yüzünü gördüm! güçsüz, kendine güveni olmayan bir insanla biri neden dostluk bağı kursun be! en ufak bir haberde hemen umutsuzluğa kendini bırakan, yüzünden endişe ve mutsuzluk akan bir insan! kim, neden böyle bir insana sırt bağlasın? bağlamasınlar da azizim, istemiyorum. bugün var yarın yok olacak insanlar varsın hiç olmasın be! gitsin hepsi, ben bir şey demedikçe beni arka sayfalara atsınlar ve unutsunlar. ben onlar için sadece hayatlarında bir dakikalık yeri olmayan aciz insanım azizim! evet hepsine karşı böyleyim! sevilmiyorum, sevilemiyorum, değer göremiyorum! ne ailemden ne dostum dediğim insanlardan ne de herhangi bir yüce varlıktan! bu karamsarlığıma onlar sebep oldu! şimdi de mutlu olsun be azizim, bir sigara bir şarkı bana yeter de artar bile odamın karanlık yanında.
klavyenin tuşlarına bastıkça onların yok olduğunu hissedebiliyorum.
evet azizim, sadece birkaç tuştan ibaret bu sanal ortama bıraktım kendimi. defterlerimi yaktığım için pişman değilim. zaten buraya da pek uğradığım yok arada öyle öfke patlaması ve ardından yine uzun bir kaçış! tek yaptığım zaten bu, her şeyden, herkesten kaçış.
ve haklısın azizim. bir sorumlu varsa o da benim.
özür dilerim azizim. aciz olan benim.
artık her şeyden, herkesten vazgeçmeye, iyiden iyiye içime kapanmaya başladım.
böyle olmasını hiç istemesem de öyle yada böyle mutsuz bir hayatla lanetlendiğimi fark ettim.
keşke farklı bir insan olsaydım.
en azından kendimi bu kadar kötü biri olarak nitelendirmeseydim.
ama böyleyim. değişemiyorum.
ve eğer değişemiyorsam diğer insanları üzmeye ve onların kalplerini kırmaya hiçbir hakkım olmadığını biliyorum.
zihnim intiharın eşiğinde. tek sebep, ailem. onlar yaşadığı sürece bu fikri erteleyeceğim.
başka yolum yok. onların kalbini kırarak gitmek istemiyorum.
ancak daha ne kadar dayanabilirim bilmiyorum.
bu vazgeçmişlik sendromu günden güne zihnimi eritmekte.
eğer imkanım olsaydı sadece 4 yıl öncesine giderdim.
tertemiz halime.
her şeyden bir haber o halime.
ama gidemiyorum.
gidemiyorsam, ileriye dönük şeyler de düşünmekten vazgeçtim.
ailem için yarın yaşayacağım.
yarın onlar olmazsa ben de vazgeçeceğim.
bir çoğunuz tarafından bu ne kadar ironik veya asla yapamaz tarzında gelse de, yapabileceğimi bilmek benim en kötü yanım belki de.
güçlüyüm, ama vazgeçme konusunda.
iyi biri olma konusunda asla güçlü olmadım.
sanırım olamayacağım da.
beni sevenler (eğer varsa) kusuruma bakmasınlar.
böyle olmayı ben mi seçtim bilmiyorum. ama artık böyleyim.
not: bu yazının yazılmasında hiçbir kızın veya kadının etkisi olmamıştır. tamamen hayattan vazgeçiştir.
maalesef karşı cins biri için bu kadar alçalamam.
Çaresizlik içinde kıvranan bir bedene baharın gelmesi neyi ifade eder? Söyleyeyim aziz dostlarım, hiçliği. Hiçliğe giden bir yaşam olur çaresizlik şerbeti. Çaresiz biri için iklimler de mevsimler de önemsizdir. Ha kış olmuş ha bahar. Hep aynıdır aslında. Dört duvar arasında kalan çaresizlik insanı, şanssızlık ile ilgili küfürlerini kafasının içinde büyütür. Ağlamayı da unutur karanlık odasında çaresizlik insanı. Bir inattır aslında çaresizlik! Güçsüz olduğuna inanacak kadar büyük bir yükümlülüktür çaresizlik. Herkes çaresiz olabilir, kalabilir ama kimse ömrünün sonuna kadar çaresiz olamaz demeyin. Çaresizlik ile yaşayıp, ömrünün sonuna kadar bunu yaşayacak insanlar da vardır. Ben de bir çaresizim. Günün üç saatini küfürlerle geçiren bir çaresiz. En büyük çaresizlik ise, bu yazılanların kimse tarafından önemsenmeyecek olduğunu bilmek. Belki de umutsuz bir vakanın tekiyim diye düşünür çaresizlik insanı. Çaresizce düşünceler arasında uykuya haram vücudu ile çaresizlik içinde baharı yaşar. Ama ne bahar! Ölümcül bir soğuktan daha beter gelen bir bahardır bu bahar. Hayat çok baharlar gösterir normal insanlara. Peki ya çaresizlik insanına? Bir bahar bile yaşayamaz çaresizlik insanı. Hayatın baharı çoktan geçmiştir. Doğduğunda bile çaresizlik onu sarmıştır. Çaresizlik dünyanın en acı şerbetidir. Herkes tadar ama çaresizlik insanı, bu şerbeti su gibi tüketir. Her saat başı!
Çaresizce yazılan sözler, çaresizliğine derman gözler arar. Bulur mu? Asla bulamaz. Bir çaresizi bir çaresiz de anlamaz. Onlar bir bütün olamaz. Onlar çaresizliğin ortasında kalarak yaşamaya diğer insanlara kendilerini kapatmaya adarlar küçük ömürlerini. Bu adanan ömürler, hep çaresizlik içinde geçer.
Nedir peki bu denli çaresiz yapan? Nedir insanı bohemlerden çıkaramayan. Yaşayamama sevinci! Evet bu acı durum bir sevinçtir çaresizlik insansına! Çaresizlik insanı umudunu arkada bırakarak yaşamaya alışır, artık umut onun unuttuğu bir kelime oluverir. Yarın onun için hiçbir ifade etmez, herkese şenlik getiren baharlar gibi! Turuncuya çalar çaresizlik insanının baharı. Aslında kapkaranlık olsa da, gördüğü tek renk karanlıklar arasında bir sonbahar ışıltısıdır. Çaresizlik insanının baharı, hep son bahardır. Ve bu sonlar hiçbir zaman tükenmeden hayatını alır. Çaresizlik insanı yalnızlığa bile alışır!
Alışılmadık şey değildir çaresizlik, başka seçenek kalmayınca! Aslında yalnızlık bir uzantısıdır çaresiz kalışların. Çaresizlik ömrün bir deminde vurdu mu insanını, bir daha elinden tutup kaldırmaz. Çaresizlik acıdır, alışana da alışamayana da. Çaresizlik insanın iç kanamasıdır. Durdurulamayacak seviyede olan bir iç kanamadır! Durduracak tek güç tüm kanın akmasıdır. Çaresizlik insanı, umutsuzluk ile yaşayarak ölüme en yakın olandır!
Bütün varlığınızın yorulduğunu hissetmektir. Her şey geride kalır, sevdiğiniz ve değer verdiğiniz her şeye ulaşmanız zorlaştıkça kalbiniz de yorulur. Kalp ağrısı artık hiç çekilmeyecek seviyeye geldiğinde bir el beklersiniz, tutmak ve hayata sarılmak için. Ve bazen bu el o kadar uzakta kalır ki, tutmak için uzandıkça daha da batarsınız bataklığın iğrenç suyuna.
Hayat müşterektir derler. Azizim, azizlerim, bu kesinlikle yalan. Çünkü insanlar hiçbir zaman sizin onlara karşı davrandığınız gibi davranmayacak ve bu durum bataklığa daha da gömülmenize neden olur. Bataklık sizi çektikçe siz çabalarsınız ve tüm çabalar daha da derine çeker.
Tek umudunuz yakınınızda bulunan aileniz ise ve aileniz Size hiçbir şekilde inanmazsa Bataklık artık en derin yerinden vurur sizi. Tökezlemek budur işte dostlarım. Bataklık içinde nefes nefese kalmaktır. Ve sizi bu andan itibaren kurtaracak kişi, ömrünüzü vermenizi hak edecek biridir.
Benim elimden tutup da yukarı çekmeye çalışan birisi var şimdi, bakalım ne kadar tutabilecek kirli ellerimi? Belki de kayıp gideceğim en derine, hiçbir haber veremeden, bir kez olsun sarılmadan, işte o zaman dostlarım bilin ki hayat müşterek değildir.
kimine göre oldukça saçma olan "yeni nesil aşkların" vazgeçilmez mottosu. ve evet ne yalan söyleyeyim, şu sıralar hissettiğim duygudur.
artık malumunuz sosyal medya sayesinde çok fazla insan birbiriyle etkileşim içine giriyor ve insanlar farkında olmadan gecelerini sabah yaptığı insanlara bağlanmaya başlıyorlar.
karşılıklı sevgi hissetmek ise bunu, bu bağlanma sürecini, arttırıyor. ve geceleri rüyanızda defalarca kez, hatta günler boyu rüyanızda onu görebiliyorsunuz. rüyanızda sımsıkı sarıldığınız insanı özlemeye başlıyorsunuz.
geceniz de gündüzünüz de o oluyor nitekim. ve hayat onunla biraz daha güzel gelmeye başlıyor, kısacası aşık olma süreci burada başlıyor. ona dokunamadığınız için herhangi bir nesneye onun adını veriyorsunuz, kimine "yastık" kimine ise bir "bardak" kimine göre ise bir "oyuncak ayı". lakin yeni aşklar böyle de gelişebiliyor.
bazı insanlara ne kadar saçma gelse de insan dokunmadan, yakından görmeden de aşık olabiliyor. çünkü teknoloji istem dışı uzaklıkları, mesafeleri, kapatıyor.
aşk artık kitaplarda ve eski filmlerde olduğu gibi değil sözlük. aşkın şekli şemali değişse de tarifi değişmiyor. çünkü onun bir mesajında kalbinizin atışının değişmesi, bir gülmesinin yarattığı etki ile aynı olmasa da, aşkı hissettiriyor.
umarım saçma bulunmaz bu yazdıklarım. selametle. dokunamadıklarınıza dokunmanız ve sarılmanız dileğiyle.
dünyanın en acı gerçekleri arasındadır.
geçmiştir olan her şey. bazen inanılmaz bir mutluluk ve bazense en acı ölüm hatıraları belki de. geçmiştir işte.
dönüp baktığınızda tebessüm ettiren anılar bile acı bir tebessüm ile yayılır yüzünüzde. ah o günler olsaydı şimdi dersiniz bazen de. ama olmaz, geçmiştir işte.
keşke geçmişteki bazı anlar sürekli devam etse de, büyümeyi ve yaşamayı öğrenmesek.
hayatın yorgunluğunu içine çekmektir belki de, umarsızca, her şeyden vazgeçmek istercesine. ölüm uykusu tatlı gelir insanoğluna en derin noktasında. kimler gelip geçmedi ki bu hayattan? sırada ben olmayayım dersiniz ya, işte öyle bir anda kapıyı çalsa, azrail ve gelse yanınıza.
yorgunluk dediğim; hayata yorgunluk. hayattan bıkkınlık, artık her şeyden kolayca vazgeçebilmeyi öğrenmektir. sevgiden, sevgiliden uzak kalmaktır bunu hissettiren. doğrulara ulaşamamaktır bunu hissettiren. bir merhamet duygusu beklemektir bunu hissettiren.
hayata karşı yorgunluğu hissettiren çok şey vardır da, biz görmek istemiyoruzdur. gün gibi ortada olan şeylere karşı, gülücük maskesini takmış allah'a emanet gidiyoruz, o şekilde yaşıyoruz. Ama biliyoruz en çok da maske takanların yorulduğunu. biz hayat savaşı verirken insanlar neler neler yapıyor diye düşünüyoruz. Sonra arkamıza bakıyoruz ya, bizim de yaşadığımız neymiş ki diyoruz, ama vücut bitap, beyin çoktan vazgeçmiş, kalpse kırılmış gitmiş.
hayattan yorulmuşuz. ve en üst seviyede hissedip, yaşıyoruz bunu.
hayat her insanı yorar, hayat insanları yormak için varmışçasına.
mutluluğu unutanların adına...
adam olan aldatmaz efenim.
sizin özeliniz olan bir kadın ve siz...
her şeyinizi paylaşıyorsunuz, akşamları aynı yatağı, sabahları aynı sofrayı...
ve siz gidip birkaç gram zevk için, aldatıyorsunuz. ne kadar rahat, ne kadar temiz hissediyorsunuz ki kendinizi.
adam olan erkek, aldatmaz. yapamaz bunu ömrünü geçireceği insana.
25 yaşında evlenen bir insanı ele alalım.
sağlam ilişkiler üzerine kurulmuş bir evlilik.
ortalama ölüm yaşı 60 diyelim.
35 yıl, annenin ve babanın yanında geçirdiğin zamandan daha çok bir zaman söz konusu.
ve utanmadan, rahatça aladatabileceksin?
bu adamlık değildir.
ailenden çok vakit geçireceğin, tek yastığa baş koyacağın insanı aldatmak, adamlık değildir...
vesselam.
8. Sınavın yapıldığı binalara girişte adayların ve sınav görevlilerinin üstleri emniyet görevlileri tarafından elle ve dedektörle aranacak; adaylar yanlarında her türlü kesici ve delici alet, ateşli silah, çanta, saat, cüzdan, cep telefonu, anahtarlık, kablosuz iletişim sağlayan bluetooth vb. cihazlar ile kulaklık, kolye, küpe, bilezik, yüzük (alyans hariç), broş (basit başörtü iğnesi hariç) ve diğer takılar, cam eşya ve metal içerikli eşyalar, her türlü elektronik/mekanik cihaz ve her türlü müsvedde kâğıt, defter, ders notu, kitap, sözlük, dergi, gazete ve benzeri yayınlar, cetvel, pergel, açıölçer ve benzeri araçlar ile sınav binasına kesinlikle girilemeyecek ve hiçbir eşya emanete alınmayacaktır. Bu nedenle yukarıda belirtilen türdeki eşyalarınızı sınava gireceğiniz binaya getirmeyiniz. Güvenlik tedbirleri nedeniyle engelli adaylara yönelik oluşturulan Engelli Salonu hariç, alçı, sargı bezi, sağlık ile ilgili araç gereç vb. ile sınava girilemez.
zaten ben de çözemediğim soruya molotof atacaktım.
facebook'ta gördüğüm bir reklamdır. evet bundan alanlara şahit oldum. gerçekten buna inanıyorlar.
eğer aynaya baktığında sana samimi gelmiyorsa karşındaki, başkasına samimi görünsen dahi, kendini küçümsediğin için o ilişki asla yürümez. sadece cinsel ilişkiye kafa yormaya başlar ve para ile mutlu olmaya çalışıp, boşaldıktan sonra pişmanlığı hissedersin.
sana samimi gelmeyen suratını, yakışıklı olsun olmasın, başkasına sevdiremezsin, fakat kendin ile barışık isen seni elbet seven biri olur, suratının, sıfatının hiçbir ifadesi yoktur o kişi için. o senin samimiyetini sever.
eğer böyle şeyler alacak kadar kendinize güveniniz yoksa, bunlara da para vermeyin be abicim.
olmaz, bunlarla da olmaz. kendinizi kandırırsınız, size bir öz güven veren bu parfüm, sanki gerçekten çıldırtan bir özelliği olduğunu hissettirir. asıl onları çıldırtan parfüm değil, sizsinizdir. ama parfüme olan inancınız, kendinize olan inancınızı geçer. artık bir nevi parfüm almaya bağımlıymış gibi olursunuz.
onlar para kazanır, sizse her dakika kendinize olan güveninizi kaybedersiniz...
not : kekoluk size samimi gelse dahi yapmayınız. o zaman şansınız kesinlikle sıfırdır. ve barzo barzo gezmeyiniz, önemle arz edilir.
her erkeğin başına geleceği gibi benim de başıma gelmiştir.
k : sen bana güvenmiyorsun, çok kötü birisin. bana inanmıyorsun.
e : neden öyle diyorsun aşkım anlamıyorum ki nerede yanlış yaptım?
k : hayır, sen bu aşka, bana güvenmiyorsun.
aradan birkaç ay geçer;
k : sana güvenmiyorum.
e : yine naptım ki böyle bir şey diyorsun?
k : sen bu aşka inanmayıp yalan söyleyip güvenmiyorsun.
lan ne yapsam aşka tapsam mı dedim, onu da yaptım. yok olmuyor.
anlamak cidden imkansız.
insan saf ve temiz olarak mı dünyaya geldi? o zaman niye ağlayarak geldi? ya da dünya mı saf ve temiz olmayan? bir bebek tertemizken neden dünyaya ağlayarak başlangıç yapar? binlerce soru var başlangıca dair. hayatın başlangıcı mıdır karışık olan, yoksa kendisi mi? insanlar mı hayatı bertaraf eder, hayat mı insanları?
insanlar ilk zamandan beri hâbil ile kâbil'den ibaret oldu. biri merhamet timsali iken biri nefret timsali kesildi gözlerde. her zaman iyi ve kötü oldu. ne zencisi, ne beyazı, ne sarısı, ne de kızıl derilisi. bunlar sadece renkten ibaret. insan temelde sadece iyi ve kötü oldu. birisi öldüren birisi öldürülen oldu. bir kardeşi birbirine kırdıran nefret oldu. merhametse pişmanlığın son raddesi...
insanlık hiçbir zaman sağlam olmadı. temelden gelen nefret ve merhamet çakışması her şeyi birbirine kattı ve insanlar çelişkiye başladı. hâbil güzel olanı kazandı. kâbil'se nefret ve kıskançlığı. kimisine göre bu aşktan ibaret olan bir şey, kimisine göre adem'in çocukları arasında ki ayrımdan kaynaklı. ama bir kesinlik var, kâbil'in kıskançlıktan hâbil'i öldürdüğü gerçeği. konu ne olursa olsun bu gerçek gizlenemedi. ve insanlar ilk andan itibaren iyi ve kötü olarak iyiye ayrıldı. merhamet edene iyi, nefret edene kötü denildi. nefretin ve merhametin sebebi hiç araştırılmadan. belki de şöyle bir gerçeklik vardır, nefretin asıl sebebi hâbil'in kendine olan güveni ve kibiri idi. bu da hâbil'i kâbil'den daha kötü yapar. insanlar hiçbir zaman konuya bakmaz. önemli olan sonuçtur. bu yüzden kimse zaten gerçek adaleti asla bulamaz. aslında adalet temelden yanlış ve yoktur.
merhamet eden nefret edenden öne geçebildi mi? yoksa merhamet etmesine sebep olan kibri miydi? merhamet eden mi kötü nefret eden mi? doğrusunu bilmek isterseniz insanlar iyi ve kötü olarak ikiye ayrıldığı gibi, araştıran ve araştırmayıp; kulaktan dolma yaşayan olarak da ikiye ayrılabilir. eğer başlangıcı bilinseydi temel problemlerin, hem adalet yerini bulurdu hem de iyi ve kötü bilinirdi. kesinlikle hâla çözülemeyen tek sorun; kâbil'in hâbil'i nefretinden öldürmesi mi, yoksa hâbil'in, kâbil'i kibri ile delirtmesi mi? bu sorun tarih boyunca temel sorun olarak kalacak ve asla çözülemeyecek. kesin olan bilgi budur. ama çoğu kişiye göre aslında kâbil kötüdür. çünkü öldürmüştür... çünkü nefrete yenik düşüp merhamet beklemiştir. çünkü hâbil kibrine rağmen merhamet etmiştir. çünkü hâbil öldürülendir. bu yüzden mahsundur. aslında öyle mi? biraz daha düşün.
böyleleri de var. sebebi; benim babam işçi, benim annem temizliğe gidiyor.
öyle aileye can kurban lan can kurban. sırf senin için gitsin elalemin ağız kokusunu çeksin sen beğenme. asıl onlar sizi yaşattıkları için yanlış yapıyorlar. utanmazsınız da siz. öfkem var lan böylelerine.
utanıyorum insanlardan, hem de fazlasıyla... tüm olanlar utanç verici. herkes her şeyin derdine düşmüş durumda. ve her gün bir haberler unutuluyor. geçen yıla kadar her bir şehit için, bana silah verin bende askere gideceğim diyen nesil, şimdi barış sürecine boyun eğmekte... apo'ya ev hapsi dahi istemiyorlar. bunu hiç mi düşünmüyoruz? ev hapsi isterken birden konu kapandı. neden diye kimse sormadı. korkudan mıdır nedendir bilemedim. ama kimse soramadı. cesaret dahi edemedi. birkaç yıla yaşadığım şehir ya onların toprağı sayılırsa? ben aynı gün isyan etmez miyim? bu ülke kaosa sürüklenmez mi? bu ülkenin düşmanları yüzyıllardır yapmak istediklerini bizi birbirimize düşürerek başardılar.
gezi parkı eylemi zaten anlamsız. reyhanlı da yüzden fazla kişi öldü. bize 51 denildi. isyan edilmedi. hemde hiç. fakat gezi parkı isyanı için hepimiz dolmuştuk o anda taştık diyorlar.
yanlış yerde yanlış eylem yapınca yanlış anlaşılırsınız.
eğer reyhanlı için böyle bir eylem yapıyor olsaydık kazanırdıkta. fakat yanlış yerde yanlış eyleme başlanınca herkes düşman kesiliverdi bir anda.
yaptıklarını sürekli yüzümüze vuran bir başbakanımız var.. bu daha da utanç verici değil mi? biz gelmeden önce bingöl'de petrol var mıydı? bunu diyen adam.. ben yüzde ellinin başbakanıyım diyorsa biz yetim mi kalıyoruz? he?
utanıyorum işte insanlardan. ne zaman partiler kalkar da milletvekili maaşları 3bin liradan fazla olmaz, üniversite mezunları oraya girebilir ve iş adamları giremez olursa milli menfaat öne geçer. şimdi akp'nin menfaatleri önde. yarın chp geçerse başa onun menfaatleri önde olacak. mhp yada bdp yada bilmem bir şey. tüm milletvekilleri bağımsız olsa asla ama asla parti menfaati olamazdı. milli menfaat olurdu. demokrasi yalanından da utanıyorum..
dönen dolaplardan da utanıyorum...
kaç yılımız kaldı türkiye olarak bunu bilmiyor olmaktan utanıyorum.
yarın öbür gün ülkenin tamamen yok olacağını bile bilmiyor olmaktan utanıyorum...
Beşiktaş'ın Trabzonspor'un deneyimli kalecisi Tolga Zengin'i 2 milyon 750 bin Euro bonservis bedeli ile 4 yıllığına kadrosuna kattığı iddia edildi.iki kulüp arasında ödeme planları konuşulurken, Trabzonsporun Tolga Zenginin bonservisine ödenecek parayı nakit olarak istediği kaydedildi.
kesinlikle milletvekili maaşlarını 3 bin liradan fazla yapmazdım.
işadamlarının, kodamanların meclise girmesi yasak olurdu.
parti diktası olmazdı. yani herkes bağımsız olurdu.
en kötü ihtimalle 2 yıllık üniversite mezunu olması gerekirdi.
ve herkes dilediğini özgürce söyleyebilirdi.
gerçekten gücüm olsa ilk yapacaklarım bunlar olurdu.
zihniyet meselesi sıfır olan insanlardır.
gerçek bir kürt olayların, amaçlarını vs. her bir şeyini anlar. fark eder.
her gün mitinge gidenler dikkatle bakarsanız yarın öbür gün başka bir partinin mitingine giderler.
şahsen bir kürdüm. ama ağzımdan düşürmediğim tek şey ırksızlıktır.
çünkü kendimi öyle hissediyorum. ve tanıdığım kürtler de öyle. ancak bazı haysiyetsizler birkaç lira için utanmadan yediği tabağa sıçar
kürtlerin özgürlük istemesi bir şey bilmediklerindendir.
eğer gerçek bir kürt olsalardı bu oyuna gelmez 30 yılı aşkın süredir pkk kürdistan vs şeyleri desteklemezdi.
bu çözüm süreci zaten yanlış.
apo için ev hapsi artık istenmiyor. sebebi açık, başkan olacak ise neden ev hapsi istesin ki..
gerçekten kürtler hakkında bazı insanlar çok yanılıyor. bir kürt asla kürdistanı istemez. kendni özgür ve barış içinde hissettiği yerde olmak ister.
her insan gibi...
yarın kürdistan kurulduğunda sadece bir sömürge olmayacak. daha fazlası olacak. ama iş işten geçmiş olacak.
komünizme karşı olanları anlamak gerçekten saçma geliyor. din konusu hariç komünal hayattaki yanlışları biri bana açıklasın. yani düşünsenize herkes hak ettiğini alabiliyor. zenginler istediği gibi yaşayıp ortalığın amuha goyamıyor. lan çok saçma geliyor cidden. neden karşı olurlar anlamıyorum.
eğer gerçek bir demokrasi olsa milli menfaat şahsi menfaati geçerdi. türkiye'de en başından beridir parti diktası var... eğer parti değil de tüm milletvekilleri bağımsız olarak aday olsaydı, insanlar ne şahsi menfaat düşünür, ne de bir çatı altında istediklerini yapabilirlerdi. eğer herkes bağımsız olsaydı biri bir karar verdiginde parti diktası zaferle ayrılmayıp milli menfaatler kazanırdı. partili seçimler en başından beridir yanlış olandır. eğer bağımsız olsaydı her biri, bir çiftçiden tutun, en zengin insana kadar herkes milletvekili, bakan vs. olabilirdi. ve milletvekilleri için ne zaman tüm ayrıcalıklar kalkar, maaslari bir öğretmen maasini gecmezse milli menfaatler kazanır. ama şu an ki demokrasi yanlış. yanlış olarak kalacak. her partiliye göre yaşasın parti diktası!