farazi bir inanışa göre filmlerde gördüğümüz ölüm sahnelerinin son karesidir. biri ölür ve beyaz bir ışık huzmesi içine arkadan yürüdüğünü görürüz. işin garibi gerçekten ölümden dönen hiç kimse de bu ışığı gördüğünü söylemez. peki kimse bu ışığı gördüğünü iddia etmiyorsa ki bu kişiler genelde kendilerine verilen ilaçların etkisinde ya da elektro şok yemiş halde; gerçekten nereden çıktığı belli olmayan bir durum. ama alıştık ya buna. filmlerde bu sahne çıktığında kimse ''haydaa nedir bu şimdi'' demiyor. empoze edilen durumlara alışkanlı göstermekte üstümüze yok. velhasıl kelam yolun sonunda beyaz ışık değil beyaz pamuk vardır.
dürüstlüğü ana tema edinen erkeklerin bayanları kandırmamak esaslı kurabileceği en düzgün cümledir.
kişi şöyle der.
sadakat konusunda pek iddalı değilim.
bayan bu dürüstlük karşısında kekeleyerek cümleler kurmaya çalışır.
anlamsız bir şekilde yeni nesil bayanların çocuklarına oje sürme etkinliği sonrası bebeklerin halidir efenim. ne ojesi ne asetonu kızım. o kimyasalları bebeğine nasıl temas ettirirsin.
hayatında bir kıza tek bir güzel cümle kurmaktan aciz hayvanın açık seçik bir rus kızı görünce kendinden geçmesidir. cebinde paran yoksa o kızdan ne beklersin dingil. ağının pis suyunu sümüklü gömleğinin koluna sür ve bas git buram buram yalnızlık kokan dünyana.
ilişkiler ve Problemler: Aşkın dayanılmaz hafifliği
Yeniden bir baharın yaklaşıyor olması gerek, bana aşkı düşündürten. ilkbaharın ışığı, tazeliği, cıvıl cıvıl neşesi, güzelliği, mis kokusu ile özdeşleştirdiğimiz aşkı. Derin bir mutluluk ve heyecanın sardığı o duyguyu.
...Yeniden doğmuş gibiyim!... diye haykırır aşık Ne kadar da çok anlam barındırır, bu benzetme içinde. Aşık, uzun bir uykudan sonra, adeta bir yeni doğan gibi, hayata yeniden gözlerini açmıştır. ikinci, üçüncü... bir hayata başlama fırsatı yakalamıştır, aynı hayatın içinde. Herşey yenidir onun için. Her tat heyecan uyandırır. Keşfedilecek daha çok şey vardır hayatta, yaşı geçkin aşık için bile.
Veya aşkla özdeşleşmiş olan Ayaklarım yerden kesildi, Mutluluktan uçuyorum söylemleri. Ne kadar da hafif. Bir o kadar da özgür. Gerçekten de durum böyledir aşık için. Zaman yoktur artık, ne de mekan. Herşey silinmiştir. Adeta hayat belleği sıfırlanmıştır. Geçmiş sıkıntılar, acılar, hayalkırıklıkları, öfkeler, sitemler, yanlışlar; hepsi yokolmuştur. Aşık, hayat mahkemesinden beraat etmiştir ve artık özgürdür. Yüklerini atmış, uçmaktadır.
Bütün bunlardan sonra bir de aşkı zulm haline getirmiş olan yanılsamadan bahsetmek istiyorum. insanı tüketen, değersizleştiren. Bu yanılsama halinde, kişi, kendi olmaktan çıkar. Yakınları ona yabancılaşmıştır, o da kendine. Aslında ben böyle biri değilim der. Hayret etmektedir sözlerine, davranışlarına. Benliği adeta korkunç bir canavar tarafından esir alınmıştır. Öfke doludur. Aşığım der ama içinde sevgi adına tek bir damla yoktur, kendine yetecek kadar bile.
Derken intikam ve hırs girer devreye. Artık kişinin yolu yanılsama aşkından bile iyice uzaklaşmıştır. Bütün uğraş belki de kaybedilen itibarı telafi etmektir. Bu da ancak aşık olunan, zulm görülen kişinin fetvası ile olacaktır. Ortalık savaş alanına dönmüştür. Tabakların kırıldığı, bedenin yaralandığı değil kastettiğim sadece, savaşlar bazen son derece stratejik de yaşanabilir. Aynen günümüzde olduğu gibi.
Kliniğin, günlük hayatın, sanatın veya edebiyatın vazgeçilmez unsurudur aşk. Acı ile özdeşleştirilen. Adeta yüceltilen. Aman aşık olma, Sakın aşık olduğunla evlenme. O sana aşık olsun ama der kimileri? Haksızlık ederler aşka ve ne yazık ki aslında hiç aşk yaşamamışlardır.
Bir klinisyen olarak yanılsama aşkı hakkında birçok şey söyleyebilirim. Hatta bir analist olarak bu durumu oedipee kadar açıklayabilirim. Yasak olanı, imkansız olanı sevmek. ilk aşklarımız değil midir, anne ve babalarımız? Ve asla birlikte olamadıklarımız, ama hep aradıklarımız. Aynı babam, Evet, anneme benziyor. Zaten annem gibi bir kadın olsun istedim hep. Daha komikleri ise O kadar şikayet ederdim. Ama kocam da aynısı. Olacak şey değil!. Evet, ilk aşklarımız ve ilk hayalkırıklıklarımızdır; anne, babalarımız. Zaman içinde ürkütücü bir şekilde benzediklerimiz. Zaten ulaşılmazın cazibesi de bir bakıma bu değil midir?
Bir diğer açıdan düşünecek olduğumda aklıma ilk gelen narsisistik yanılsama aşkları oluyor. Burada kişi aşık olduğunu zannetmektedir. Evet, üzüntü vardır. Ama genel olarak baktığınızda kişinin aslında hırs yaptığını düşünürsünüz. Bu durumda, kişinin kendisi yerine, aslında, öteki acı çeker. Çünkü kendisine aşık olduğunu söyleyenle asla mutlu olamamaktadır. Olamıyordur.
Hayatta sınırları olan sadece zeka değildir. Duyguların da bir sınırı vardır. Duyarlılığın. Nihai ilişki kurabilme becerisinin. Ki, duygusal zeka adı altında son zamanların popüler bir kavramı oldu. Narsisizm söz konusu olduğunda akla ilk gelen ilişkisizliktir. Öteki olan arkadaş, sevgili vs. sadece sahip olunması gereken bir nesnedir. Duygusal yatırım yoktur. Dolayısıyla aşık olunan kişi her ne kadar istese de bu kişiyle olamamaktadır. Çünkü, kendini bir türlü değerli hissedememektedir. Sözler bunun aksini söylese de...
Bir de insanın kendini sevgisiz ilişkilerde konumlandırdığı yanılsama aşkları vardır. Herşey çok nettir aslında. Aşık olunduğu zannedilen kişi ona sevildiğini hissettirmemektir. Ama acaba o, gerçekten değerli hissetmeyi istiyor mudur?
iltifatlar karşısında, kimi insanların, o son derece rahatsız, çekimser ve adeta reddeder durumları hep ilginç gelmiştir. Samimi olanları kasdediyorum. Aslında kişiye sadece ayna tutulmaktadır ve ayna ona konuşmaktadır, ayna kadar berrak bir şekilde. Ama, hayır, bu bazılarına çok fazla gelir. Bu kadar da güzel şey söylenmemelidir. Teşekkür dahi edemez.
işte son bahsettiğim yanılsama aşklarında da tam da böyle bir durum söz konusudur. Kişi, ne kadar Artık güzel birşeyler yaşamak istiyorum dese de aslında kesinlikle bilinçdışı- zulm edilip değersizleştirilmeyi istiyordur. Çeşitli nedenleri olmakla beraber...
Hepinize hafif aşklar diliyorum. Zaman içinde aynı ilişkide tekrarlayan aşk canlanmalarını da buna dahil ederek.
Sevgilerimle,
Uzm.Psk.Mine Karagözoğlu
uluslararası antalya türk - rus festivali. bugün son günü olan festivaldir. türk - rus ilişkilerinin eğlenceye dökülmüş hali. Antalyalılar için ekstra bir durum olmadığından alınan haberlere göre boş olan festival alanına sahiptir.
memnun olmadığı davranışları bir bir anlatan eski sevgilidir. olmuş bitmiş bir şeyin üzerine konuşmak için çok geç. amacı barışmaksa çok geç kalınmıştır. saldırıya geçip kendi fikirlerini dikte etmeye çalışan biri için yapılacak çok şey yoktur zaten. anca eleştirir durur.
eleştirilen davranışlarla tavlanmış dır aslında bunu da unutur bu eski sevgili.
köpek ya da kedilere ameliyat sonrasında takılan görünümü huniyi andıran plastik aparattır. açık ya da kapalı olan yaralarını yalama ve kaşınmalarına engel olur.
edit: zoraki imla!
bekar evlerinin vazgeçilmez diyaloglarını başlatan cümledir. siz evde yokken ev dolar taşar. elde poşetler kalakalırsınız. ulan kokusunu mu aldınız? şeklinde devam eder bu diyaloglar efenim.
nick altına iade-i ziyaret yapanların karşılaştıkları durumdur. ama üstümde kalmasın şunun nick altına bende yazayım, vay efendim eleştirmiş beni, bana laf sokmuş dur bende şuna sokayım diyenlerin aynı hissiyatları karşılıklı olarak birbirlerine bildirme durumlarıdır.
sizi zor durumda bırakan alışkanlıklarınızdan kurtulma isteği sonucunda ortaya çıkan eylem.
bencillik en başta gelir gene. içinizden bir parçanızdır ama ister istemez bazen kopmak istersiniz. sevdiceği üzmemek adına.