Etrafındaki herkes yeri altından çekmeye çalışıyorsa artık ben de hak edene hak ettiği gibi davranacağım diyorsun. Sonra yine vazgeçiyorsun. Kötü olmak öyle karar vermekle olacak bişey değil maalesef. iyilik baskınsa olmuyor bir türlü. Ama bazen keşke olsa. Belki o Zaman içimize sığmayanları serbest bırakma şansımız olurdu kim bilir.
Alıp başımı gitmek, gidebildiğim yere kadar, kimseyi aramadan, sormadan, kendi kendime ve gerçek bir özgürlüğün varlığını hissederek. Paris'te bir kafede sokaktan geçenleri izlemek, sıcacık kahvemi yudumlarken. Yazmak, okumak. Yeni insanlar tanımak, şöyle en dertsizinden, en yaşamayı bileninden, yaşamaya her maddi şeyden daha çok değer vereninden, kimsenin ne yapacağını söylemesine ya da yapabileceklerinin sınırını çizmesine müsaade etmeyeninden. Şunu yapamam bunu yapamamları bi kenara koyup, yapabileceklerinin gücünün farkında olanından. Sevmeyi, gezmeyi, yemeyi, içmeyi, gitmeyi, kalmayı herşeyi layıkıyla yapanından. Bir kahveyi bile büyük aşkla içeninden, sevdiği şeyi abartanından. Yok değil mi böylesi? Varsa dünyanın neresinde aramalı bilmiyorum, bu yüzden dünyayı gezmeye nihayet başlıyorum. Şimdi en umutsuz anımın bittiği yerden başlıyorum.
Bakış açısı gelişmiş insanlardır, zeki veya değil, güzel veya değil ama okuyup araştıran okuduğu bölümle övünmeyi hak eden insanlardır, boş değillerdir.
Doğru filmler bulunduğunda dünyanın en iyi hissini verir, yanlış filmlerse vakit kaybı değil iyiyi kötüden ayırt etmek için bi ölçüt niteliğinde düşünülürse daha çok doğru film bulunur ve iyi hisler daha sık aralıklarla sizi bulur.