alkey archive pressin yıllık olarak yayımladığı ve mac arthur 'dahi ödülü' sahibi, ünlü bosnalı yazar aleksander hemonun yayına hazırladığı best european fiction (avrupanın en iyi roman ve öyküleri) antolojisinde, bu yıl (2011) yer alan yazarlardan biri.
istgo tarafından 1-5 şubat 2011' de uludağ' da gerçekleştirilecek olan festival. fiyatlar muadillerine ve aynı tarihte orada olacak olan diğer festivallere göre oldukça uygun.
işletmecilerinin yalnızca üniversite öğrencilerinden oluştuğu yeni bir organizasyon şirketi. çalıştıkları ve çalışmayı planladıkları dallar ve amaçları şu şekildedir ;
a. üniversite öğrencisinin okula girdiği andan, mezun olduğu güne kadar; gereksinim duyacağı temel ihtiyaçlarına cevap verecek, bir tür rehberlik hizmeti.
b. sadece üniversite öğrencilerine hitap eden yarışmaları organize eden bir organizasyon şirketi.
c. bir eğitim-öğretim yılı içinde öğrencileri piyasanın çok altında fiyatlarla tatile, pikniğe, geziye, özel gün seyahatlerine götüren bir turizm acentesi.
d. her ay üniversite gençleri ile eşgüdümlü olarak bir tane sosyal-sorumluluk projesi düzenleyip gerçekleştirilmesini takip eden sosyal bir öğrenci kulübü.
e. markaların sponsor olmasıyla öğrencilerin parasını cebinde bıraktırıp, kazan-kazan teorisi ile marka gençlik ikilisini bir araya getirecek bir aracılık hizmeti.
f. dizi, film, reklam, dergi, gazete gibi medya kollarına, üniversite öğrenci profilleri ile kast hizmeti sağlayan bir kast ajansı.
g. sadece üniversite öğrencilerinin ihtiyacı olan ürünleri piyasının altında maliyet fiyatları ile satışa sunan bir online market.
patır kütür yumruk atan şarkı. post rock dediğin bildiğimiz arabesk zaten. a silver mt. zion' dan. reha erdem' in kosmos filminde de kullanılmış ancak ben hiç farkına varmamıştım bu güzelliğin. çalmaya başladığında farkettim ki ferzan özpetek' in la finestra di fronte filminde kullandığı gocce di memoria ya feci benziyor. olsun, onun yorumlanmışı filandır belki.
nietzsche' yi biraz bilen, sözlerini biraz okumus birinin aklinda en çok kalan sözdür.neden bilinmez; hepimiz umuttan çok çektik belkide, vazgeçemiyoruz da hala ondan; intikam alir gibi kaziyoruz bu sözü beynimize.
jj72' nin aynı isimli albümünün bir şarkısı. grunge müziktir kendisi.
bir söz söyleyeyim klasik olsun, sözlerini de yazayım yam olsun;
i saw you in a river
of stardust and golden spray
was sent down by the good sun
it covered you and made you shine
an angel thats what you are
but this shining flower
knows it can sting
i know my mind is
taken over by this satellite
in the land of cloud
where you fell from
an angel that's what you are
but this shining flower
knows it can sting
honesty it could destroy me
angel is worth the risk
of being sentenced by a pilate
to my dreamland cross
an angel that's what you are
but this shining flower
knows it can sting
i know my mind is
taken over by this satellite
in the land of cloud
where you fell from
an angel that's what you are
but this shining flower
knows it can sting
david bowie' nin müzikal dehasının en yüksek ürünü olarak kabul ettiğim ziggy stardust albümünün son şarkısı. bir you' re not alone diyişi vardır ki...
bir söz söyleyeyim klasik olsun, sözlerini de yazayım tam olsun;
time takes a cigarette, puts it in your mouth
you pull on your finger, then another finger, then your cigarette
the wall-to-wall is calling, it lingers, then you forget
ohhh how how how, you're a rock 'n' roll suicide
you're too old to lose it, too young to choose it
and the clocks waits so patiently on your song
you walk past a cafe but you don't eat when you've lived too long
oh, no, no, no, you're a rock 'n' roll suicide
chev brakes are snarling as you stumble across the road
but the day breaks instead so you hurry home
don't let the sun blast your shadow
don't let the milk float ride your mind
you're so natural - religiously unkind
oh no love! you're not alone
you're watching yourself but you're too unfair
you got your head all tangled up but if i could only
make you care
oh no love! you're not alone
no matter what or who you've been
no matter when or where you've seen
all the knives seem to lacerate your brain
i've had my share, i'll help you with the pain
you're not alone
just turn on with me and you're not alone
let's turn on with me and you're not alone (wonderful)
let's turn on and be not alone (wonderful)
gimme your hands cause you're wonderful (wonderful)
gimme your hands cause you're wonderful (wonderful)
oh gimme your hands.
2010' da türkiye' de yapılacak dünya basketbol şampiyonası için seçilen 4 şehirden antalya' nın yerine taahütlerin yerine getirilmemesi sebebiyle kayseri' nin organizasyon takvimine dahil edilmesidir.
şimdi antalya' nın beceriksizliği, siyasi tercihler sebebiyle gerçekleşen yatırım problemleri gibi konulara değinmek yerine (samanyoluhaber' de bu olayın ne kadar büyük bir zafer olarak yorumlandığına şahit oldum, üzüntü verici) kayseri' nin bu organizasyonu kaldırıp kaldıramayacağını tartışmak gerektiğini düşünüyorum.
kayserililer şehirlerini severler, anadolu insanının karakteri gereği şehirlerinin kollar ve gelebilecek bir eleştiriyi kendilerine gelmiş sayarlar; haklı da olaiblirler ancak gerçekleri de söylemek lazım.
birincisi kayseri altyapısı ile harika bir şehir, yolları, yerleşim düzeni bildiğimiz anadolu şehirlerine benzemiyor; çok düzenli. nüfusuna ve dolayısı ile trafiğine oranla çok geniş yolları var, bu kış gittiğimde henüz faaliyete geçmemiş raylı sistemleri vardı, sanırım artık çalışıyordur. yani bu konuda bir sıkıntı yaşayacağını düşünmüyorum kayseri' nin.
diğer önemli nokta kayseri' nin yeterli yatak kapasitesine sahip olup olmadığı. şehrin tam göbeğinde hilton var, kayseri' nin yabancısı olarak belirteyim ki başka bir büyük otel göremedim ancak basketbol federasyonu başkanı birçok 5 yıldızlı otelin olduğundan bahsetti, elbette ki doğrudur. burada da bir sıkıntı yok yani.
ancak, buraya kadar söylediklerim zaten organizasyonun yapıldığı bir şehirde olması gerekenler, buna ekelyeceğimiz salon ve antrenman sahaları da dahil. yani dünya' nın en önemli organizasyonlarından birini yapacaksanız bunlar zaten olmalı. basketbolun en üst turnuvasından bahsediyoruz.
bir organizasyonu güzel yapan, unutulmaz yapan nedir? orada yaratılan ortam, renkli görüntüler değil midir? kayseri bunu ne kadar yapabilir? daha yeni yapılan stadyumunu ve üstelik türkiye' de en çok izlenilen spor futbol iken dahi stadyumunu dolduramayan, insanlarının akşam dokuz buçuktan sonra dışarıya çıkmadığı, şehrin merkezinde tek bir barın dahi olmadığı (dünya' nın dört bir yanından insanlar gelecekler buraya; kura gereği almanların bu şehre geldiklerini düşünün bir kere), bırakın barı tek bir tekel bayisinin de olamdığı bu şehirde insanlar ne yapacaklar? dünya' ya bu kadar kapalı bir şehrin insanlarının dünya' nın her yerinden her çeşit insanıyla karşılaşması ve tanışmasının sonucu ne olacak, üstelik dışarıdan gelenlere çok önyargılı iken kayserililer?
göreceğiz elbet, ama düşünüyorum ki var olan insan profili ile kayseri bu yükün altından kalkamaz.
ne evet ne hayır, tutarsızların öykücüsü, romancısı Oğuz Atay' dan tam bir tutarsızlık öyküsüdür. düşünme özürlü ve dolayısıyla konuşma-yazma özürlü toplumumuza dair gözlemlerini uç bir örnekle anlatmıştır.
ingilizcesi man who loved yngve yani yngve yi seven adam olarak if 2009' da gösterilen stian kristiansen' in yönetmeni olduğu 2008 yapım bir norveç filmi.
berlin duvarı çökmekteyken yaşanan pırıl pırıl ve bir o kadar da dramatik bir yetişkin olma hikayesi bu. kasım 1989 ve stavanger'deyiz: 17 yaşındaki jarle klepp isteyebileceği her şeye sahip: süper bir kız arkadaş ve dünyanın en sağlam kankası. birlikte stavanger' in en sert punk grubunu kuracaklar: mattias rust band. fakat bir anda ortaya yngve çıkıyor ve jarle' nin eli ayağı karışıyor: punk gruplarıyla şehrin tek rock barını nasıl sallayacaklarsa, kendi dünyasının da aynı şekilde sallanıp darmadağın olacağından henüz haberi yok. bu yeni çocuk kimseye benzemiyor ve jarle iyice afallıyor. bildiği tek şey, yngve ile buluşmanın, beraber eski arkadaşlarıyla gereksiz diye etiketledikleri türden şeyler yapmalarına rağmen -duran duran dinlemek veya tenis oynamak gibi- bir tür bağımlılık haline geldiği. yavaş ama tutarlı bir şekilde, jarle etrafındaki herkesi kendinden uzaklaştırıyor ve gerçekten yalnız kalmanın ne olduğunu anlıyor. tore renberg' in i love them all adlı çok satan kitabından uyarlama yngve' yi seven adam, stone roses, the cure, rem, japan, the jesus and mary chain ve joy division gibi dönemin ünlü gruplarının müzikleri eşliğinde, büyümeyi konu alan son derece eğlenceli bir komedi. ama diğer yandan, seyirciye hiç hissettirmeden imkansız bir aşkın acılı ve melankolik kapanına yakalanıp küçük parçalara ayrılıyor.
--spoiler--
--spoiler-- http://www.ifistanbul.com
--spoiler--
şaşırtıcı olmayan ancak kuzey' in soğukluğuna inat insanın içini ısıtan klişesine de pek uygun film. film r.e.m' den the stone roses' a ve the cure' a kadar pek çok güzel grubun güzel müzikleriyle donatılmış. zaten hikaye de genç bir punk grubunun üzerinden gidiyor.
iki erkeğin öpüşmesi tüm bilindik öpüşler gibi pek içli.
murat özyaşar' ın ilk öykü kitabı. annesine seslenişini saymazsak, pavese' den "kendimi yalnız bırakmamak için bütün gece aynanın karşısında oturdum." ile başlıyor, the beatles' dan "bu sabah aynaya baktım , kimseyi göremedim" ile de sona eriyor.
murat özyaşar' ın iddia ettiğine göre ayna çarpması gerçekten var olan bir şeymiş. her ne kadar kendisi bu durumu bir hesaplaşma ve yeni hayatla olan mücadele olarak anlatsa da bize fiziksel olarak ayna çarpması mevcutmuş.
bu arada oğuz atay'ın tutunamayanlar' ına da dokunuyor bu ince kitap.
hazırsa ruhunuz; huzurdur.
(bkz: gymnopedie no 2)
(bkz: gymnopedie no 3)
erik satie' nin aslında filmlerden, reklamlardan bilinen eserleridir gymnopedie üçlemeleri. huzuru çağrıştırdığı da söylenir ancak hazırsa ruhunuz dememin de bir sebebi var; çünkü düşüşteki huzuru anımsatır bana, rüzgarın hissizlik yaratan ve artık sona geldiğini fısldayan huzurunu.
Mark Pellington tarafından yönetilen, Jeff Bridges, Tim Robbins ve Joan Cusack' ın oyunculuklarda bulunduğu 1999 yapımı bir film. terörizm ve hedef saptırma anlatılır filmde.
izmit fuar alanında bulunan ve aslında uyduruktan bir şey olan bir bar. lakin yanılmıyorsam cuma cumartesi aksamları bir grup çıkar -ki kendileri dire straits ten barıs manco ya pink floyd dan cem karaca ya acayip sarkılar çalıp söyleyen yaşlı kurtlardır- ve izmit'i de fuar alanını da üçgen kilim denen o yanında pavyon olan garip yeri de değiştirirler.
umur talu' nun bugünkü köşe yazısında yer verdiği yazısı;
Bedel ödeten askerlik!
Bu sabah Ankara'da (Yüksel Caddesi'nde) bazı gençler (ve belki aileleri) bir araya geliyor.
Bu memlekette hiç duyulmayan, bastırılmış bir sesi kulaklara ulaştırmaya çalışacaklar.
O meseleyi de muhtemelen "Dipsiz Kuyu"da okumuşsunuzdur.
"idari af, sicil affı" gibi, akçalı, dosyalı afların gündemde olduğu, "Kanunsuz ceza olmaz" denen memlekette "ağır para cezası" olarak, çoğu dar gelirli ailelerinin hayatına vurulan bir darbenin haksızlığını anlatmaya çalışıyorlar.
Mesele; girdikleri, ama bir süre sonra, bazen iki, bazen yedi yıl sonra ayrıldıkları, çoğu zaman haksızca ayrılmak zorunda kaldıkları, ayırıldıkları "askeri okullar"da çıkarılan anormal "diyet"!
Hepsi, giyim, kuşam, yatılılık bedellerini ödemeye hazır.
Ama "personel ve amortisman" denen, sonradan icat edilmiş, bence tamamen "rehinelik" meblağı olan bir "ceza" yüzünden, her birinden istenen para, yılına göre 40 bin (40 milyar) liradan 100 bine (100 milyar) kadar ulaşabiliyor.
Bildiklerim, emekli astsubay, subay, memur, işçi, işsiz, şoför olan babaların maaşlarıyla ödeyebileceği bir şey değil! Onca yılda edinebildikleri tek varlıklarını satan, icralık olan, borçlara gömülen, mahkeme yollarında daha çok parası giden, bunalımdaki aileleri bana ulaşmış çok sayıda ses ve mektuptan biliyorum.
Bu gençlerin üstüne maddi ve manevi olarak bindirilen, neredeyse hayatları boyu onları kovalayan yükün haksızlığını bir düşünmeli Meclis, hükümet ve Genelkurmay.
Demokratik sosyal bir hukuk devleti bu çocukları adeta rehin alıyor.
Serbest bırakabilmek için ailelerinden yüklü para istiyor; hatta neredeyse canlarını.
Bu, sivil veya askeri, adalet filan değil!
led zeppelin' in üçüncü albümü led zeppelin III' den bir şarkı. gitarlar çok güçlüdür, güzeldir, hoştur. led zeppelin işte.
sözlerini de vereyim tam olsun bi söz diyim klişe olsun;
Ah caught you smiling at me,
That's the way it should be,
Like a leaf is to a tree, so fine.
Ah all the good times we had,
I sang love songs so glad
Always smiling, never sad, so fine.
*As we walk down the country lanes,
I'll be singing a song,
Hear me calling your name.
Hear the wind within the trees,
Telling Mother Nature 'bout you and me.
Well if the sunshines so bright,
Or on our way it's darkest night
The road we choose is always right, so fine.
Ah can your love be so strong
When so many loves go wrong
Will our love go on and on and on and on and on and on?
* Chorus
My, my la de la come on now it ain't too far,
Tell your friends all around the world,
Ain't no companion like a blue eyed merle.
Come on now well let me tell you,
What you're missing, missing, 'round them brick walls.
So of one thing I am sure,
It's a friendship so pure,
Angels singing all around
My dog is so fine.
Yeah, ain't but one thing to do
Spend my nat'ral life with you,
You're the finest dog I knew, so fine.
When you're old and your eyes are dim,
There ain't no old Shep gonna happen again,
We'll still go walking down country lanes,
I'll sing the same old songs,
Hear me call your name.
yeryüzünün ilk heavy metal grubunun en güzel şarkılarından biri.
Yes I am the Hiway Man
I played my hand and I won
Rode on down from Richmond
Join the other side
War was raging out 1865
Riding, cloak is flying
Slapping in he breeze.
Money, give me all you have
Maybe I'll take your life
Cause the Hiway Man cuts quickly
Through the night.
(Hate myself, choose the road
Won't you fall this way
Captain Walter understands
Wash your feet and pray.)
Money, give me all you have
Cause the Hiway Man cuts quickly through the night.
Riding down a country road
I race the silver moon
Chasin' shadows 'cross the field
Dogs coming soon
Kick my horse and wail out loud
The fog was rolling by
The dust did blow, the gold was mined
The lady, heard her cry.
Money, give me all you have
Maybe I'll save your life
Cause the Hiway Man's not sure how long to last.
Sing easy towards the sun
You know we'll find our way
(Gotta find my way)(HA HA)
I got to hide away (HA HA)
(Got to hide away)
When the lightning strikes
You know we'll find our way
(Got to find my way)
Ooooo!
Money, give me all you have
Cause the Hiway Man comes soon
Cause the Hiway Man cuts quickly
Through the night.
Whooo, yeeeeeaaahh, ow, bye-bye, whoo, see you later, ooohhh,
Woooo, woooo-woooo, wooo-wooo.
dahiyane şair lou reed' e ait 10 dakikadan fazla süren bir şarkı. üç parçadan oluşur; waltzing matilda street hassle ve slip away. sözleri de şöyledir.
a) Waltzing Matilda
Waltzing Matilda whipped out her wallet
the sexy boy smiled in dismay
She took out four twenties 'cause she liked round figures
everybody's queen for a day
Oh, babe, I'm on fire and you know I admire your -
- body why don't we slip away
Although I'm sure you're certain, it's a rarity me flirtin'
sha-la-la-la, this way
Oh, sha-la-la-la-la, sha-la-la-la-la
hey, baby, come on, let's slip away
Luscious and gorgeous, oh what a humpin' muscle
call out the national guard
She creamed in her jeans as he picked up her knees
from off of the formica topped bar
And cascading slowly, he lifted her wholly
and boldly out of this world
And despite people's derision
proved to be more than diversion
sha-la-la-la, later on
And then sha-la-la-la-la, he entered her slowly
and showed her where he was coming from
And then sha-la-la-la-la, he made love to her gently
it was like she'd never ever come
And then sha-la-la-la-la, sha-la-la-la-la
when the sun rose and he made to leave
You know, sha-la-la-la-la, sha-la-la-la-la
neither one regretted a thing
b) Street Hassle
Hey, that cunt's not breathing
I think she's had too much
of something or other, hey, man, you know what I mean?
I don't mean to scare you
but you're the one who came here
and you're the one who's gotta take her when you leave
I'm not being smart
or trying to be cold on my part
and I'm not gonna wear my heart on my sleeve
But you know people get all emotional
and sometimes, man, they just don't act rational you know,
they think they're just on TV
Sha-la-la-la, man
why don't you just slip her away
You know, I'm glad that we met man
it really was nice talking
and I really wish that there was a little more time to speak
But you know it could be a hassle
trying to explain this all to a police officer
about how it was that your old lady got herself stiffed
And it's not like we could help
but there wasn't nothing no one could do
and if there was, man, you know I would have been the first
But when someone turns that blue
well, it's a universal truth
and then you just know that bitch will never fuck again
By the way, that's really some bad shit
that you came to our place with
but you ought to be more careful around the little girls
It's either the best or it's the worst
and since I don't have to choose
I guess I won't and I know this ain't no way to treat a guest
But why don't you grab your old lady by the feet
and just lay her out in the darkest street
and by morning, she's just another hit and run.
You know, some people got no choice
and they can never find a voice
to talk with that they can even call their own
So the first thing that they see
that allows them the right to be
why they follow it, you know, it's called bad luck.
c) Slipaway
well hey(man), that's just a lie,
it's a lie she tells her friends.
'cause the real song, the real song
where she won't even admit to herself
the beatin' in her heart.
It's a song lots of people know.
It's a painful song
a little sad truth
but life full of sad songs
penny for a wish
But wishin' won't make you a soldier.
With a pretty kiss for a pretty face
can't have its way
Y'know tramps like us, we were born to pay.
Love has gone away
and there's no one here now
And there's nothing left to say
but, oh, how I miss him, baby
Oh, baby, come on and slip away
come on, baby, why don't you slip away
Love is gone away
took the rings off my fingers
And there's nothing left to say
but, oh how, oh how I need him, baby
Come on, baby, I need you baby
oh, please don't slip away
I need your loving so bad, babe
please don't slip away
Last night I heard lepers,
Flinch like birth defects,
It's musk was fecal in origin,
As the words dribbled off of its chin,
It said,
I'm lost,
I'm lost,
Now I'm lost,
Now I'm lost.
Now I'm lost,
Now I'm lost,
Now I'm lost,
Now I'm lost.
Dolls wreck the minced meat of pupils,
Cast in oblong arms length,
The hooks had been picking their scabs,
Where wolves hide in the company of men.
It said,
I'm lost,
I'm lost.
Now I'm lost,
Now I'm lost,
Now I'm lost,
Now I'm lost.
Are you peeking in the red?
Perforated at the neck,
What of this mongrel architect,
A broken arm of soon will set,
Past present and future tense,
Clipside of the pinkeye fountain.
What of this mongrel architect,
A broken arm of soon will set,
Past present and future tense,
Clipside of the pinkeye fountain.
Now I'm lost,
Now I'm lost,
Now I'm lost,
Now I'm lost.
It's been said,
Long time ago,
You'll be the first and last to know,
You'll never know,
You'll never know,
You'll never...
2006 yılında hizmete giren zeynep kamil yolu üzerinde bulunan muhtemelen türkiye' nin en iyi öğrenci yurdudur. karma yurttur, hizmetler on numaradır. her ne kadar sıcak suyun saatlerle sınırlandırılması ve çamaşırhaneden para alınmaya başlanması(1ytl) yılın ilk sorunları olarak gözükse de vaziyet son derece olumludur.
wings' in red rose speedway albümünden bir paul mccartney şarkısı. paul abimiz bunu kendi solo albümlerinde de söylemiştir.
sözlerini de yazıyım tam olsun bi replik söyliyim formattan olsun.
Only One More Kiss
I Didn't Mean To Hurt You Little Girl
Let's Make It One To Remember
Only One More Kiss
I Said A Foolish Thing Last Night
I Didn't Think You'd Take It Bad
But Now I'm On My Way Again And Just Before I Go
Only One More Kiss
I Never Mean To Hurt You Little Girl
Let's Make It One To Remember
Only One More Kiss
Only One More Kiss
I Didn't Mean To Hurt You Little Girl
Let's Make It One To Remember
Only One More Kiss
Somebody's Built A Home For Us
Someday We'll See It Standing There
But Like The Wind That Has To Blow
I Must Be On My Way
Only One More Kiss
I Never Mean To Hurt You Little Girl
Let's Make It One To Remember
Only One More Kiss
şimdi şarkının sözleriyle başlayan ve özellikle başlangıcındaki müzikle devam eden bir tanıdıklık var. ilham almış mıdır bilmiyorum ama hepimizin teoman' dan dinleyerek tanıdığımız o yaz şarkısı paul mccartney' in bu şarkısını çağrıştırıyor bence.
bu bir tespittir efendim. katılan olur katılmayan olur. ancak tespitle işi gücü pek olmayan beni çileden çıkartan, her maçtan sonra gazatelerin, televizyonların hepimizi salak yerine koyduğu düşüncesidir.
spor gazetelerinde her büyük takımın maçından sonra "taraftar muhteşemdi", "taraftar takımını müthiş ateşledi" gibisinden ezberden cümleler yazılmakta. bir örnek vermek gerekirse fenerbahçe' nin şampiyonlar liginde oynadığı son maç bu iş için ideal. maçtan sonra gazetelerin ortak görüşü taraftarın muhteşem olduğu yönünde. şapkamızı önümüze koyalım; ne yaptı fenerbahçe taraftarı: takımına ayak uydurdu. son dakikalarda takımları korner kullanacakken ateşlemeye çalıştıkları ancak kendilerini dahi uyaramadıkları açık. sessiz sakin bir maç döndü sahada. cümlelerimin bundan sonraki adresi tüm taraftar grupları. akışı değiştiremiyoruz. büyük maçlar hariç ortak hareket edemiyoruz. sözgelimi ateşli taraftar diye gösterilerek üstünlük kurduğumuzu düşündüğümüz alman taraftarı; herhangi bir lig maçında kale arkası tribünlerinin tamamını kaplayan büyük resimler(bunun bi adı olmalı), devasa bayraklar. sevinmeyi bilen koca bir güruh. kayserili seyircilerin sahayı doldurmayışını bir kenara bırakıyorum; her maçın son dakikalarında çıkış kapılarında kuyruğu giriyorlar. dikkat edin gitmek ister gibiler. takımları kazanmış ya da kaybetmiş hiç farketmiyor, amaç en hızlı şekilde kendilerini dışarı atmak. almanların yada latinlerin maç sonrası sevinçlerini düşünün bir de. böyle bir şovu yaşamak için oynar futbolcu. kazanmanın ya da kaybetmenin önemsiz olduğu maç sonunu kim diler? beşiktaş' ın elenmesinin ardından ukraynalı taraftarların nasıl sevindiğini, rumların yunan takımını yendikten sonraki mutluluğunu ya da iskoçların çığlıklarını, rumenleri gördükten sonra tutkumuzu kaybettiğimizi hissediyorum.
stadyumlarımız iç karartıcı, kabul. ali sami yen bunun için iyi bir örnek. galatasaray taraftarı olarak söylemeli ki konforu yaşayamadık yıllar yılı. ıslandık eski açıkta, zaten ilk su damlasıyla çamur oldu her yer. ve hiç bir zaman büyük bir şovun parçası olduğumu hissedemedim. bunların tezahürü olabilir tribünlerin boş kalması. lincoln "bu taraftar için oynamak zevk" derken kimi kastediyor ve neden bu kadar yavşama gereği duyuyor anlamıyorum. yeni açık alt bomboş, maraton alt tribün yeterince tanıtılmadı ki o da boş. tek çilekeş kemik taraftarın da çektikleri ortada.
herbiri birbirini tetikler gibi sanırım. fiziki şartlar zor, iklim sert; kış soğuk, bunlar yüzünden taraftar yok, taraftar yok iken takım kötü takım kötü diye taraftar yok, taraftar geliri olmadığından stadyum konforu iyileştirilemiyor, satdlar kötü olduğundan taraftar gelmiyor...
başa bela bir ligimiz var. taraftarı olmayan beş-altı takım. yokavarı yaşayan diğerleri. belki trabzon dışarda bu yıl için, ancak bunun ince bir ipe bağlı oluşu geçmiş tecrübelerle sabit.
tutkumuz başarısızlığın ardında eziliyor, fakiriz, cahiliz, küçük görmek değil bu; uygar değiliz, beceremiyoruz; ne yönetmeyi ne yönetilmeyi, eğlenemiyoruz. vazgeçişe benzer bir bekleyiş var, ancak birilerinin benim safımda olması gerek, çünkü kandırılıyoruz. ateşli taraftar galatasaray-fenerbahçe maçında ortaya çıkıverenler değildir ki... hep olanlardır, aslında bizde de var olan-yalnızca taraftar grupları- her maça giden insandır, var olan taraftar gruplarının geniş tabana yayılmış olanıdır. yani bizde olmayandır, görmek için pasaport gerekendir.
etnik müzik yapan sokak çalgıcıları.
son olarak beşiktaş'ta kadıköy iskelesini terk etmek zorunda bırakıldıklarında gördüm onları, nerede çalacaksınız şimdi dedim kadıköy diyecek oldu grup elemanlarından biri sonra vazgeçti, anladığım kadarıyla zor yaptıkları, yaşamaları. lakin sonra çok da geleceklerini umursamadan, ne kadar diye sorulduğunda gönlünden ne koparsa diye cevap verdikleri ve sattıkları albümlerini dinledim. haliyle kulağıma yabancı geldi çaldıkları müzik, hayranlık uyandırıcı ancak, küçümsenecek birşeyden bahsetmiyoruz. koptu kervan; hintçe, farsça,türkçe, ibranice, yunanca, lazca ve kürtçe şarkılardan oluşan 12 şarkılık albümlerinde bize sesleniyorlar, her ne kadar bizim coğrafyamızdan enstrümanlarıyla bizim coğrafyamızdan diller ve tınılarla olsa da henüz ne dedikleri anlaşılmıyor, suçlu onlar değil tabii ki; kendimize ve çevremize yabancılaşıp seçici geçirgen özelliğimizi kaybederken yani ölürken yani ne sunulursa kabul ederken yani yuvarlanırken biz, onlar bize bir şeyler söylüyorlar.
koptu kervan albümünün tracklist' i ise şöyle;
1 -jay radha(hintçe)
2 -tu in zamune(farsça)
3 -bhala kisika(hintçe)
4 -hey gidi dünya(türkçe)
5 -hine ani(ibranice)
6 -kokina hili(yunanca)
7 -ganga(hintçe)
8 -sevdim seni(türkçe)
9 -sada nirantara(hintçe)
10-avlaskani(lazca)
11-ayodeya(hintçe)
12-zamane dostaniye(kürtçe)
buraya yazarken eksik bir şeyler olduğunu düşünerek şunları eklemek istedim. hayır coğrafyamızdan değil söyledikleri, başka bir şey yapılan; yani kültürümüzü ve çevremizi tanıyalım değil olan biten. düşüncem odur ki pek de bir amaç olmadan hareket edilmenin neticesinde bir yere ulaşılmış, modern insana yabancı ve önemlisi yabani gösterilen, sonra da ikiyüzlülükle bizlere gizemli diye satılan, tanıtılan değil sömürülen kültürlerin yani 'ötekilerin' içinde bulunduğu bir albüm olmuş.
müthiş bir dinginlik var.
This here is the place I will be staying
There isnt a number. you can call the pay phone
Let it ring a long, long, long, long time
If I dont pick up, hang up, call back, let it ring some more
If I dont pick up, pick up. the sidewinder sleeps, sleeps, sleeps in a coil
Call me when you try to wake her up, call me when you try to wake her
Call me when you try to wake her up, call me when you try to wake her
Call me when you try to wake her up, call me when you try to wake her
There are scratches all around the coin slot
Like a heartbeat, baby, trying to wake up,
But this machine can only swallow money
You cant lay a patch by computer design
Its just a lot of stupid, stupid signs
Tell her,
Tell her she can kiss my ass, then laugh and say that you were only kidding
That way shell know that its really, really, really, really me, me
Baby, instant soup doesnt really grab me
Today I need something more sub-sub-sub-substantial
A can of beans or blackeyed peas, some nescafe and ice,
A candy bar, a falling star, or a reading of doctor seuss
The cat in the hat came back, wrecked a lot of havoc on the way,
Always had a smile and a reason to pretend
But their world has flat backgrounds and little need to sleep but to dream
The sidewinder sleeps on his back
Call me when you try to wake her up, call me when you try to wake her
Call me when you try to wake her up, call me when you try to wake her
I can always sleep standing up, call me when you try to wake her
Call me when you try to wake her up, call me when you try to wake her
Call me when you try to wake her up, call me when you try to wake her
I can always sleep standing up, call me when you try to wake her
Call me when you try to wake her up, call me when you try to wake her
I can always sleep standing up, call me when you try to wake her
I can always sleep standing up, call me when you try to wake her