(#39254556) re: Eski günlerine dönmesine katkıda bulunmak için eskisi kadar kaliteli yazarların sayısı artmalı ve ilk entryde bahsettiğim sözlüğü bırakma sebeplerim arasındaki; o tipteki insanlar azaltılmalı veya susturulmalı, e herkes istediğini söyleyebildiğine ve bu kişilerin sayısı artığına göre, iyi yazanlar -zor ama- artsa bile, eleştirdiğim şeyleri sözlük dışına nasıl çıkarabiliriz ki?
(#39254570) re: Söz konusu eleştiriyi ben de yapıyordum fakat sonradan yanıldığımı fark ettim, zaten bu sebepten Ekşi Sözlük'te değil de Uludağ Sözlük'te takılmayı seçmiştim hatta. Fakat, bilinçsiz insanlar her yerde çoğaldığı gibi orada da çoğalsa da, ilk zamanlarındaki gibi kutsal olmasa bile hâlâ çok bilgilendirici ve keyifli bir ortam. En azından söylendiği gibi etnik döküntüler muhabbeti çok zuhur etmiyor gözlemlediğim kadarıyla, gerçekten çok güzel başlıklar ve entryler var... Zaten herkes eskisi gibi kolay "yazar" statüsüne erişemediği için, boş beleş insanlar en az 40.000 kişilik çaylak onay listesinde olduklarını görünce yazıp yazıp sıkılıp çıkıyor...
Uzun süredir sözlüğümüzdeki konjoktürden, konuşulan şeylerin absürtlüğünden, dar kafalıların sayısının fazla olmasından muzdarip hâldeydim, yaklaşık 10-15 gündür, buraya girmeyip Ekşi Sözlük'te takılıyorum, oradaki konular o kadar ilgi çekici ki, burada gezinirken genelde okuyucu hâldeydim, ama kısa sürede 70-80 entry girdim bile.
Öncelerden, burayı daha çok seviyordum, daha sakin, seviyeli ve güzel geldiği için, ama üzgünüm Uludağ Sözlük, artık yeteri kadar ilgimi çekmiyorsun ve elveda, seninle çok hoş günlerimiz oldu.
Atatürk, bilime çok değer veren bir insandı fakat söylediklerinin bilimle çelişmesi hiç sıkıntılı bir durum değil, ilk entryi okumadım bile, başlığı gördüğüm gibi abanıyorum.
Atatürk’ün, 25 Eylül 1924 yılında Samsun istiklal Ticaret Okulu’nda öğretmenler için verilen bir çay ziyafetinde yaptığı konuşma aşağıdadır. Başöğretmen, öğretmenlere şöyle sesleniyor:
“Dünyada her şey için; uygarlık için, hayat için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir; fendir. ilim ve fennin dışında rehber aramak dikkatsizliktir, bilgisizliktir, yanlışlıktır. Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki devrelerinin olgunlaşmasını kavramak ve yükselişini zamanla izlemek şarttır. Binlerce sene önceki ilim ve fen dilinin çizdiği kuralları, şu kadar bin sene sonra bugün olduğu gibi uygulamaya kalkışmak, elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir. Çok mutlu bir duygu ile anlıyorum ki; söz söylediklerim bu gerçeklere erişmişlerdir. Mutluluğum artıyor. Şöyle ki söz söylediklerim, öğretim ve eğitim altında bulunan yeni nesli de gerçeğin ışıklarıyla doğuşuna sahip olacak şekilde yetiştireceklerine söz vermişlerdir. Bu, hepimiz için övünmeye açık bir noktadır.”
Başka bir husus, örneğin Isaac Newton'un söyledikleri sonradan yanlış çıktı, daha doğrusu bulundu diye değerli bilim adamını da aşağılayamayız. Bilime yaptığı katkı aşikârdır...
Ayrıca, her ne kadar Atatürk'ün kendisine ait olmadığı ispatlansa da, şu söz de kendisi ile bağdaştırıldığı için belirtmek isterim.
“Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin”
duramam burada ben, duramam çünkü her günüm bir olay
aramam kimseyi, koyamam yerine sanki öyle kolay
taşlar düşüyor dağlardan, uyandım boş uykulardan
sen hangi eylül, ben hangi başak?
istanbul’dan evden bezdim, ülkenin her yerini gezdim
Aydın, izmir, Afyon ve Uşak
en son da Bodrum; orada biraz durdum
ilk gençliğimde yeni uzamış saçım ve güneş gözlüğüm
nasıl kendini beğenmiş, ağzımdan küfür eksilmezmiş
ama güzel gözlüyüm…
yıllar geçmiş tek nefeste, ruh bedende pür hevesle öğüt veriyor
aslında bütün yük bende, ruh ağırlık bu bedende, gücüm yetmiyor
ondandır ki sustum; artık çok yoruldum
şehre yeni geldim bu akşam,
kararlarım var rakıyı bırakıcam
yaramıyorsa içmicen başkan
Yürütme erkanının başkentte olması gerektiği için bakanlık oradadır. Orman olmasına gerek yok. Ayrıca Atatürk Orman Çiftliği de literatürde ormandır ve Ankara'ya aittir.
Hatıralarımda üç sene önce yapılmış olan bir projeyi canlandırdı başlık... Filmler ve Filimler platformunun daha ilk zamanları, henüz sadece Facebook üzerinden paylaşım yaptıkları aile dönemlerimiz... Yıl 2015, F&F bir yarışma yapacağını duyurdu, kısa film yarışması. Bu yarışma için projeler gelmeye başladı. Birçok güzel proje gelmişti ama projelerden biri başlıkla ilintili. Semih Ellialtı diye görme engelli bir ağabeyimiz hazırlamış projeyi. ismi, "Bugün Rüyanda Ne Duydun?" Oldukça etkileyici bir projeydi diye hatırlıyorum. Başlığı görünce internet üzerinden kendisi ile ilgili yeniden bir araştırma yaptım ve kısa filmler çekmeye devam ediyormuş. Güzel bir perspektifi var, bakmanızı öneririm..
Bahsettiğim "Bugün Rüyanda Ne Duydun" adlı kısa filmin izlenilebilir linki:
Biraz reklam gibi oldu fakat kendisi ile tanışmıyoruz, sadece azmi ve başarısı ilgimi çektiği için, bu başlığı görünce de ta üç yıl önceden izlemiş olduğum bir kısa filminden aklıma gelmesinden mütevellid paylaşmak istedim sizlerle...
Alman literatüründe somut olarak satranç oyununda soyut olarak da bazı edebi ürünlerde kullanılır. Somut mânâsı; satranç oyununda; oynanacak hamleden hemen sonraki rakip hamlenin mat durumu oluşturmasını engellemenin hiçbir yolunun olmadığını ifade eden terimdir.
Soyut mânâsı; kişinin hayata dair hiçbir umut beslememesi, gelecek hakkında olumlu bir şey olacağına inanmaması, ya da artık bunları umursayamayacak bir zihne sahip olmasını -biraz da nihilizme yaklaşan bir durumu- ifade eden terimdir.
Okuldan atılan her sözlük kullanıcısının arama yerine "okuldan atılmak" diye yazıp kendi durumunu anlattığı eylemdir. Vakit bulunca ben de yazacağım bu günü, durun durun...
Bir insan; hangi ırka, sosyal statüye, masumiyet karinesi(presumption of innocence)nin herhangi seviyedeki ihlali durumuna sahip olursa olsun, ölüme layık görülmesi veya kişinin ölümünden zevk alınması vicdan dışıdır.
Ölüm, modern hukukta ve bilhassa sosyolojide bir ıslah yöntemi değildir. Ölümün olağan dışı hâllerdeki zuhuru, her dönemde, gerek sosyologlar, gerek felsefeciler, gerek toplum aydınları tarafından eleştiri konusu olmuştur.
Şu durum da oldukça gerçektir: ölümlerden haz alınması, devletlerin bekası için kaçınılmazdır. Devletler, bu hassasiyetleri kullanarak beslenir. Bu, milliyetçilik ve dinde tutuculuk (muhafazakarlık) kavramları ile bütüne ulaşabilir. Irk düşmanının veya din düşmanının ölmesi, halka zevk verir. Bu “başarıyı” elde eden devlet, güçlenir ve taraftarlarının desteklerini daha da pekiştirmekle birlikte yeni taraftarlar kazanır. Böylelikle hem savaşta başarı elde etmiş olup diplomasi yönünden bir kazanca ulaşmış devlet, halkın milliyetçilik, dincilik vb. hassasiyetlerini kullanarak bağlılık şuurunu da canlı tutmuş olur.
Irkımızı seçemediğimiz için, bu konuda tutuculuk yapmak da oldukça mantıksızdır. Hele ki, insan hayatı söz konusuysa…
Toplumun tüm alanlarında, insan pragması gözetilir. Bir hayata sahip olmanın ulviyetinin bilgisine erişmiş her ferd, bu şeyi kutsal saymış ve işini bu doğrultuda yapmıştır. Tıbbın babası Hipokrat, hukukun babası Grotius, sosyolojinin babası Comte, felsefenin babası Sokrates, eğitimin babası Comenius, siyasetin babası Maurice Duverger ve daha niceleri ışığında aydınlanmış her alan adına edilen her yeminde ve öğretilen her doktrinde din, dil, ırk kavramlarının, o işi yapmanın önüne geçmeyeceğine ve o iş yapılırken, bu tür şeylerin işin usulüne, muamelesine etki edemeyeceğine ve bunun gerekliliğine özellikle vurgu yapılır. Topluma yön veren ve nispeten daha fazla söz hakkına sahip olan kesimlerin de doktor, hukukçu, siyasetçi, öğretmen, sosyolog, psikolog vs. olduğunu göz önünde bulundurursak, “aşırı milliyetçilik- tutucu dincilik” kavramlarının çökmesi gerektiğini bir kez daha görürüz. Çünkü toplumu oluşturan, besleyen, ona öğreten, onu koruyan, onu savunan kişiler bu kişilerdir. Her şey toplumdan oluşur ve yine her şey kendinden oluşan “yeni kendine” maruz kalır. Toplum nasıl oluşur, gelişir, düşünür ve ne olursa, bu oluşan şeye maruz kalır.
insanların bu tür stratejik ve çok yönlü oyunlardan kurtulması ancak bilim, felsefe, sanat uğraşlarıyla ilgilenildiği takdirde mümkündür. Şayet bunlar “her şeydir”. Güncel olayları bilmek ve anlamak için; yakın tarihi, öncesini, objektif şekilde sorgulayabilmek ve kişisel mukayeselerle muhakemelerde bulunmak gerekir. Felsefe ile onu yorumlamak gerekir, bir milleti tanımak için onun sanatını bilmek gerekir…
Siyaset felsefesinde de sıkça üzerinde durularak tartışıldığı üzere, toplum-devlet hiyerarşisinde oluşan bilinçsiz bağlantı hareketleri -özellikle bu günlerde sergilenen nefret tavırları- herkesin başını ağrıtacaktır.
Bir insan; hangi ırka, sosyal statüye, masumiyet karinesi(presumption of innocence)nin herhangi seviyedeki ihlali durumuna sahip olursa olsun, ölüme layık görülmesi veya kişinin ölümünden zevk alınması vicdan dışıdır.
Ölüm, modern hukukta ve bilhassa sosyolojide bir ıslah yöntemi değildir. Ölümün olağan dışı hâllerdeki zuhuru, her dönemde, gerek sosyologlar, gerek felsefeciler, gerek toplum aydınları tarafından eleştiri konusu olmuştur.
Şu durum da oldukça gerçektir: ölümlerden haz alınması, devletlerin bekası için kaçınılmazdır. Devletler, bu hassasiyetleri kullanarak beslenir. Bu, milliyetçilik ve dinde tutuculuk (muhafazakarlık) kavramları ile bütüne ulaşabilir. Irk düşmanının veya din düşmanının ölmesi, halka zevk verir. Bu “başarıyı” elde eden devlet, güçlenir ve taraftarlarının desteklerini daha da pekiştirmekle birlikte yeni taraftarlar kazanır. Böylelikle hem savaşta başarı elde etmiş olup diplomasi yönünden bir kazanca ulaşmış devlet, halkın milliyetçilik, dincilik vb. hassasiyetlerini kullanarak bağlılık şuurunu da canlı tutmuş olur.
Irkımızı seçemediğimiz için, bu konuda tutuculuk yapmak da oldukça mantıksızdır. Hele ki, insan hayatı söz konusuysa…
Toplumun tüm alanlarında, insan pragması gözetilir. Bir hayata sahip olmanın ulviyetinin bilgisine erişmiş her ferd, bu şeyi kutsal saymış ve işini bu doğrultuda yapmıştır. Tıbbın babası Hipokrat, hukukun babası Grotius, sosyolojinin babası Comte, felsefenin babası Sokrates, eğitimin babası Comenius, siyasetin babası Maurice Duverger ve daha niceleri ışığında aydınlanmış her alan adına edilen her yeminde ve öğretilen her doktrinde din, dil, ırk kavramlarının, o işi yapmanın önüne geçmeyeceğine ve o iş yapılırken, bu tür şeylerin işin usulüne, muamelesine etki edemeyeceğine ve bunun gerekliliğine özellikle vurgu yapılır. Topluma yön veren ve nispeten daha fazla söz hakkına sahip olan kesimlerin de doktor, hukukçu, siyasetçi, öğretmen, sosyolog, psikolog vs. olduğunu göz önünde bulundurursak, “aşırı milliyetçilik- tutucu dincilik” kavramlarının çökmesi gerektiğini bir kez daha görürüz. Çünkü toplumu oluşturan, besleyen, ona öğreten, onu koruyan, onu savunan kişiler bu kişilerdir. Her şey toplumdan oluşur ve yine her şey kendinden oluşan “yeni kendine” maruz kalır. Toplum nasıl oluşur, gelişir, düşünür ve ne olursa, bu oluşan şeye maruz kalır.
insanların bu tür stratejik ve çok yönlü oyunlardan kurtulması ancak bilim, felsefe, sanat uğraşlarıyla ilgilenildiği takdirde mümkündür. Şayet bunlar “her şeydir”. Güncel olayları bilmek ve anlamak için; yakın tarihi, öncesini, objektif şekilde sorgulayabilmek ve kişisel mukayeselerle muhakemelerde bulunmak gerekir. Felsefe ile onu yorumlamak gerekir, bir milleti tanımak için onun sanatını bilmek gerekir…
Siyaset felsefesinde de sıkça üzerinde durularak tartışıldığı üzere, toplum-devlet hiyerarşisinde oluşan bilinçsiz bağlantı hareketleri -özellikle bu günlerde sergilenen nefret tavırları- herkesin başını ağrıtacaktır.
Bir insan; hangi ırka, sosyal statüye, masumiyet karinesi(presumption of innocence)nin herhangi seviyedeki ihlali durumuna sahip olursa olsun, ölüme layık görülmesi veya kişinin ölümünden zevk alınması vicdan dışıdır.
Ölüm, modern hukukta ve bilhassa sosyolojide bir ıslah yöntemi değildir. Ölümün olağan dışı hâllerdeki zuhuru, her dönemde, gerek sosyologlar, gerek felsefeciler, gerek toplum aydınları tarafından eleştiri konusu olmuştur.
Şu durum da oldukça gerçektir: ölümlerden haz alınması, devletlerin bekası için kaçınılmazdır. Devletler, bu hassasiyetleri kullanarak beslenir. Bu, milliyetçilik ve dinde tutuculuk (muhafazakarlık) kavramları ile bütüne ulaşabilir. Irk düşmanının veya din düşmanının ölmesi, halka zevk verir. Bu “başarıyı” elde eden devlet, güçlenir ve taraftarlarının desteklerini daha da pekiştirmekle birlikte yeni taraftarlar kazanır. Böylelikle hem savaşta başarı elde etmiş olup diplomasi yönünden bir kazanca ulaşmış devlet, halkın milliyetçilik, dincilik vb. hassasiyetlerini kullanarak bağlılık şuurunu da canlı tutmuş olur.
Irkımızı seçemediğimiz için, bu konuda tutuculuk yapmak da oldukça mantıksızdır. Hele ki, insan hayatı söz konusuysa…
Toplumun tüm alanlarında, insan pragması gözetilir. Bir hayata sahip olmanın ulviyetinin bilgisine erişmiş her ferd, bu şeyi kutsal saymış ve işini bu doğrultuda yapmıştır. Tıbbın babası Hipokrat, hukukun babası Grotius, sosyolojinin babası Comte, felsefenin babası Sokrates, eğitimin babası Comenius, siyasetin babası Maurice Duverger ve daha niceleri ışığında aydınlanmış her alan adına edilen her yeminde ve öğretilen her doktrinde din, dil, ırk kavramlarının, o işi yapmanın önüne geçmeyeceğine ve o iş yapılırken, bu tür şeylerin işin usulüne, muamelesine etki edemeyeceğine ve bunun gerekliliğine özellikle vurgu yapılır. Topluma yön veren ve nispeten daha fazla söz hakkına sahip olan kesimlerin de doktor, hukukçu, siyasetçi, öğretmen, sosyolog, psikolog vs. olduğunu göz önünde bulundurursak, “aşırı milliyetçilik- tutucu dincilik” kavramlarının çökmesi gerektiğini bir kez daha görürüz. Çünkü toplumu oluşturan, besleyen, ona öğreten, onu koruyan, onu savunan kişiler bu kişilerdir. Her şey toplumdan oluşur ve yine her şey kendinden oluşan “yeni kendine” maruz kalır. Toplum nasıl oluşur, gelişir, düşünür ve ne olursa, bu oluşan şeye maruz kalır.
insanların bu tür stratejik ve çok yönlü oyunlardan kurtulması ancak bilim, felsefe, sanat uğraşlarıyla ilgilenildiği takdirde mümkündür. Şayet bunlar “her şeydir”. Güncel olayları bilmek ve anlamak için; yakın tarihi, öncesini, objektif şekilde sorgulayabilmek ve kişisel mukayeselerle muhakemelerde bulunmak gerekir. Felsefe ile onu yorumlamak gerekir, bir milleti tanımak için onun sanatını bilmek gerekir…
Siyaset felsefesinde de sıkça üzerinde durularak tartışıldığı üzere, toplum-devlet hiyerarşisinde oluşan bilinçsiz bağlantı hareketleri -özellikle bu günlerde sergilenen nefret tavırları- herkesin başını ağrıtacaktır.
Bir kere "%99'u Müslüman olan" ifadesi yanlıştır. Bunun dışında, TAPDK dağıtımındaki sigara ve alkolden vergi alan ve dağıtımını üstlenen, binlerce resmi genel evi ve ruhsatlı fahişesi olup bunlardan vergi alan bir devlet sisteminde faizin serbest olup olmadığını veya bunun meşruiyetini tartışmaya gerek bile yoktur. islami fıtrata uygun bir ülke değiliz, net.
Önemli olan kimin "Hayır." dediği değil, n'için hayır dediğidir.
Savunacak bir şeyleri olmadığı için, taşlama yapıyorlar akıllarınca, bizim masum koyunlar da "Bak Pkk hayır diyor, demek ki hayır kötü bir şey" deyip balıklama atlıyorlar.
muhammed'in kendi safına çekmek istediği bedevilerin boşu boşuna canlarını vermek istememelerine karşılık, uydurduğu bir mertebedir. "bu yolda ölürseniz cennet'te huri verilecek, bolluk olacak, şöyle olacak, böyle olacak..." diyerek ortaya çıkarmıştır. işe yaradıktan sonra, erler arasında yayılıp, dillendirilmiştir. hiçbir dayanağı olmayan, islâmi literatürde bir sıfat/makam/mertebedir.
Muhammed'in kendi safına çekmek istediği bedevilerin boşu boşuna canlarını vermek istememelerine karşılık, uydurduğu bir mertebedir. "Bu yolda ölürseniz Cennet'te huri verilecek, bolluk olacak, şöyle olacak, böyle olacak..." diyerek ortaya çıkarmıştır. işe yaradıktan sonra, erler arasında yayılıp, dillendirilmiştir. Hiçbir dayanağı olmayan, islâmi literatürde bir sıfat/makam/mertebedir.
1695 - II. Ahmet'in ölümüyle II. Mustafa Osmanlı padişahı oldu.
1785 - Georgia Üniversitesi (Amerika Birleşik Devletleri) kuruldu.
1880 - Thomas Edison elektrik ampulünün patentini aldı.
1901 - Alman Çeşmesi açıldı.
1915 - Amerika Birleşik Devletleri deniz kuvvetleri Haiti'yi işgal etti.
1918 - ABD'li romancı Edgar Rice Burroughs'un yarattığı 'Tarzan'ı konu alan ilk film, 'Gorillerin Tarzan'ı' (Tarzan of the Apes) adıyla ABD'de gösterime girdi. Oyuncu Elmo Lincoln, beyazperdenin ilk Tarzan'ı oldu.
1923 - izmir'e gelen Mustafa Kemal Paşa, Karşıyaka'da trenden inerek, Ege gezisine başladığı gün (14 Ocak) ölen annesinin kabrini ziyaret etti.
1926 - John Logie Baird ilk televizyon yayınını gerçekleştirdi.
1934 - Fransa'da Camille Chautemps istifa etti, yeni Hükümeti, Édouard Daladier kurdu.
1934 - ipek Film Stüdyosu senaryo yarışması açtı.
1937 - Cenevre'de Milletler Cemiyeti toplantısında Hatay'ın bağımsızlığı kabul edildi.
1940 - Milli Koruma Kanunu Resmi Gazete'de yayınlandı.
1941 - II. Dünya Savaşı'nda ingilizler Eritre'ye girdi.
1943 - Varlık Vergisini ödemeyen mükellefler, borçlarını "bedenen çalışarak ödemeleri" için çalışma kamplarına gönderildi. Tümü istanbullu gayrimüslimlerden oluşan 32 kişilik ilk kafile Aşkale'ye doğru yola çıktı.
1945 - Sovyetler Birliği'nin Kızıl Ordu birlikleri, Polonya'da Almanya'nın kurduğu Auschwitz-Birkenau Toplama ve imha Kampını ele geçirdi.
1947 - Öğretim kurumları dışında din eğitimine izin verildi.
1948 - ilk teyp satışa çıktı.
1954 - Köy enstitüleri ile ilk öğretmen okullarını "ilk öğretmen okulları" adı altında birleştiren yasa Meclis'te kabul edildi. Böylece Köy enstitüleri kapatıldı.
1954 - Millet Partisi kapatıldı; din esasına dayanan ve amacını gizleyen bir parti olduğu iddia edildi, yöneticileri de birer gün hapis ve 250'şer kuruş para cezasına çarptırıldı.
1956 - Yabancı petrol şirketi Mobil, Türkiye'de petrol arama ruhsatını alan ilk firma oldu.
1958 - Kıbrıs'ta 10 bin Türk "taksim" lehinde gösteri yaptı. ingiliz askerleri topluluğun üzerine zırhlı araçlarla yürüdü, yaralananlar oldu.
1965 - Ord. Prof. Ali Fuat Başgil'in 5 yıl hapsi istendi. Ali Fuat Başgil isviçre'de Fransızca olarak 27 Mayıs Askeri ihtilali adlı bir kitap yayınlamıştı.
1967 - Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencileri yeni yönetmelik hükümlerini protesto için boykota başladılar.
1967 - Apollo-1 uzay aracı, Kennedy uzay merkezinde test edildiği sırada yandı: Astronotlar Gus Grissom, Edward Higgins White ve Roger Chaffee hayatlarını kaybetti.
1969 - istanbul Aksaray'daki Küçük Opera Tiyatrosu tamamen yandı.
1969 - Teksif Sendikası'na bağlı 5 fabrikada daha grev başladı. 7915 işçi işi bıraktı.
1971 - Türkiye işçi Partisi Amasya il Başkanı Şerafettin Atalay öldürüldü.
1972 - Süleyman Demirel, "Rejimi değiştirme gayreti siyasi suç değildir" dedi.
1973 - ABD ve Vietnam ateşkes anlaşması imzaladı.
1973 - Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve Konsolos Bahadır Demir Ermeni örgüt ASALA tarafından öldürüldü.
1980 - Beyoğlu'ndaki tarihi Markiz Pastanesi kapandı. Markiz, 23 Aralık 2003'te yeniden açıldı.
1983 - Dünyanın en uzun (53,9 km) denizaltı tüneli olan Seikan Tüneli açıldı. Tünel Japonya'nın Honshu ve Hokkaido adalarını birbirine bağlıyor.
1984 - Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz'ü öldürmekten sanık ibrahim Çiftçi hakkındaki ölüm cezası kararı yargıtayca bozuldu. Altı yıldır tutuklu bulunan ibrahim Çiftçi tahliye edildi.
1988 - Server Tanilli'nin Nasıl Bir Demokrasi istiyoruz adlı kitabı toplatıldı.
1991 - Somali diktatörü Siad Barre isyancıların Başkent Mogadişu'yu ele geçirmesi üzerine ülkeden kaçtı.
1994 - içişleri Bakanı Nahit Menteşe istanbul Kumkapı Polis Karakolu'nda gözaltına alınan Vakkas Dost isimli vatandaşın polis memuru Nurettin Öztürk tarafından dövülerek öldürüldüğünü açıkladı.
1994 - Özgür Gündem gazetesinin Ankara temsilciliğinde patlama oldu. Gazetenin Ankara Haber Merkezi'ne de molotof kokteyli atıldı.
1995 - Eylül 1994'ten beri Paris'te cezaevinde bulunan Dev-Sol lideri Dursun Karataş 1995'te serbest bırakıldı. Dursun Karataş sahte kimlikle Fransa'ya giriş yaparken tutuklanmıştı.
1995 - Çocuk Hakları Sözleşmesi Türkiye tarafından çekince koyularak kabul edildi.
1996 - Bodrum açıklarındaki Kardak kayalıklarına Yunan ve Türk gazetecilerin ayrı ayrı bayrak dikmeleri Türkiye ile Yunanistan arasında gerilim yarattı.
1996 - Bursa'da 1963 yılından beri hizmet veren Teleferik, özelleştirildi.
2000 - Kamuoyunda, ikinci Manisa davası olarak bilinen 10'u tutuklu 14 sanığın yargılandığı ve Yargıtay tarafından iki kez usulden bozulan davada, sanıklar, 2 yıl 6 ay ile 15 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldı.
2010 - Apple'ın patronu Steve Jobs, aylardır beklenen taşınabilir bilgisayar ve akıllı telefon arası çok fonksiyonlu tablet bilgisayarı iPad'i tanıttı.
Doğumlar
1756 - Wolfgang Amadeus Mozart, Avusturyalı besteci (ö. 1791)
1823 - Edouard Lalo, Fransız besteci (ö. 1892)
1832 - Lewis Carroll, ingiliz yazar, matematikçi ve mantıkçı (ö. 1898)
1859 - II. Wilhelm, Almanya imparatoru (ö. 1941)
1881 - Sveinn Björnsson, izlanda'nın ilk cumhurbaşkanı (ö. 1952)
1910 - Edvard Kardelj, Yugoslav Marksizminin kurucusu, devrimci siyaset adamı (ö. 1979)
1919 - Hüseyin Peyda, Türk sinema oyuncusu (ö. 1990)
1921 - Donna Reed, ABD'li oyuncu (ö. 1986)
1924 - Rauf Denktaş, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kurucusu ve siyasetçi (ö. 2012)
1931 - Gazanfer Özcan, Türk tiyatro ve sinema sanatçısı (ö. 2009)
1932 - Boris Anfiyanoviç Şahlin, Sovyet jimnastikçi, üç Olimpiyatta altın madalya kazanan ve 10 kez dünya şampiyonu olan (ö. 2008)
1934 - Edith Cresson, Fransa'nın ilk kadın başbakanı
1936 - Samuel C. C. Ting, ABD'li fizikçi, Nobel Ödülü sahibi
1940 - Ahmet Kurtcebe Alptemoçin, Türk siyasetçi, eski Bursa milletvekili ve iş insanı
1944 - Mairead Corrigan, irlandalı sosyal hizmet uzmanı, Katolik ve Protestanları bir araya getiren Barış insanları Örgütü'nün kurucusu ve 1976 Nobel Barış Ödülü'nün Betty Williams'la birlikte sahibi
1944 - Nick Mason, Pink Floyd grubunun bateristi
1948 - Mikhail Baryshnikov, Rus dansçı
1948 - Valeri Brainin, Rus-Alman müzik yöneticisi, müzik bilimci, besteci ve şair
1965 - Oktay Kaynarca, Türk sinema, tiyatro ve dizi oyuncusu
1965 - Attila Sekerlioglu, Türk asıllı Avusturyalı futbolcu ve teknik direktör
1980 - Austin O'Riley, ABD'li çıplak model ve pornografik film oyuncusu
1987 - Lupe Fuentes, ABD'li çıplak model ve pornografik film oyuncusu
Ölümler
1635 - Nef'i, Türk şair (d. 1572)
1851 - John James Audubon ABD'li ressam (d. 1785)
1901 - Giuseppe Verdi, italyan besteci (d. 1813)
1922 - Nellie Bly, ABD'li gazeteci (d. 1864)
1939 - Salih Münir Paşa, Türk diplomat, eski Paris Büyükelçisi (d. 1859)
1949 - Boris Vladimiroviç Asafiev, Rus müzikolog ve besteci (d. 1884)
1972 - Şefik inan, Türk siyasetçi (d. 1913)
1974 - Georgios Grivas, Rum tedhiş örgütü EOKA lideri (d. 1898)
1978 - Uğur Güçlü, Türk sinema oyuncusu (d. 1942)
1983 - Louis de Funès, Fransız sinema oyuncusu (d. 1914)
2008 - Suharto, Endonezya devlet başkanı (d. 1921)
2009 - John Updike, ABD'li romancı (d. 1932)
2010 - Howard Zinn, ABD'li tarihçi (d. 1922)
2010 - Jerome David Salinger, ABD'li romancı (d. 1919)
2011 - Öner Ünalan, Türk yazar, çevirmen ve araştırmacı (d. 1935)
Ülkücü değilim fakat, Ülkücü sizin yolda gidenlere deniliyor, Devlet Bahçeli temsilcinizdir, ülkünüzün mutlak şeyi değil. O gider, başka biri gelir, davanızı devam ettirirsiniz. Ona tapmanız komik.