dün bostancıdaki evimden çıktım, birinci köprüden geçip bahçeşehir tarafına gideceğim. tam altunizade sapağının oraya geldim, kafamı sağa çevirmemle altunizade köprüsünün düzlüğündeki çayırda golf oynayan adamları görmem bir oldu.
şimdi dşünüyorum, ben bu çayırda piknik yapanı gördüm, yiyişeni, çişini yapanı ve hatta uyuyanını gördüm. ve bunların hepsini alt-sınıf hareketi olarak kabul edip, hafif bir kendini beğenmişlikle belki; gülüp geçtim.
ama üst sınıf eğlencesi olarak bilinen, sopaları için bile belli bir alımgücü gerektiren golf oyununu tem kenarında, halka açık bir alanda, deliksiz olarak oynayan pinpon amcayı anlayamadım.
2. köprünün ortasında koşuşan tavuk bile gördüm; ama böyle bir şeyii göreceğim kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.
Bu ara havalar çok sıcak. gerçekten bak. belki haberin yoktur diye söylüyorum, cehenneme gitmeden ilk denemeleri burada yapıyoruz. ön izleme gibi bişi.
Her zaman arabamızla gezemediğimizden, arada bir halkın arasına karışıp; otobüs olsun, denizotobüsü olsun, dolmuş olsun, bu araçları kullanıyoruz.
Haliyle sıcaklardan bunalım bir şişe su edinme ihtiyacı duyuyoruz. Ve söz konusu taşıma araçlarının olduğu büfeye gidip su almak istiyoruz. Amca hemen bir şişe su çıkartıyor. Ama bir bakıyoruz ki Hamidiye Su. işletmesi belediyenin elinde olan, vücudun ihtiyacı olan ve sert su olarak anılan suyun yerine, içerisine temizletilmiş kuyu suyu olan yumuşak suyun doldurulduğu Hamidiye Su!.
Başka marka alabilir miyim diyorsun, karşılığında sakin sakin, belediye sattırmıyor başka su diye cevap geliyor.
Olur mu öyle şey dedim. Beşiktaştaki büfeciye, yalannn söylüyorsun tadında bir bakış atıp yoluma devam ettim. Sonra bir kaç gün sonra Kabataş iskelesindeki büfeden su istedim, Hamidiye uzattı, başka yok mu diyince - dışarıda dolap olmasına, dolap ağzına kadar hamidiye su ile dolu olmasına rağmen- el altından istediğim marka suyu uzattı. Sordum neden böyle? Belediye sattırmıyor abla dedi. Bostancıdaki 202lerin kalktığı büfeciye sordum o da aynısını söyledi.
Zamanında bir organizasyon için 1 kamyon su almam gerekmişti. Fiyat araştırmasını yaparken diğer markaların hamidiye su dan daha ucuz olduğunu öğrenmiştim. Demek ki büfeciler kar için bunu yapmıyor. Adam istemez mi daha çok kazanmak? Sanırım belediye duraklarının orada durma karşılığında, ya da ne bileyim akbil bayisi olma karşılığında bu duruma boyun eğiyorlar.
Yeni dönemde herşeyin el altından hile, hurda zorlama ile yürüdüğünü biliyorum da, bu kadar aleni şekilde yapılmasını anlamıyorum.
yıl olmuş 2009, futbol denen sporun nice gençler, nice evlilikler feda edilmiş. yıl 2900 olsa ne çare yine futbol uğruna ne aşklar bitecek, ne kavgalar çıkacak daha.
tamam genel hatlarıyla anlıyorum , sonuçta belli bir zekam var. 22 kişi,3 hakem, bir adet de top. ofsaytı merak ettiğim için öğrendim, gayet kolay bişi sanırım teoride. babam bir futbol klubünde profesyonel olarak yöneticilik yaptı. hani bir ilgim de var. ama sevmiyorum. sevmek zorunda da değilim.
ama anlayış gösterebiliyorum. ev geçindirmenin yükünü iyice öğrendiğim şu günlerde, insanın stres atma isteğini çözebiliyorum, erkeklerin erkek erkeğe toplanıp geyik yapma isteğini de makul buluyorum.
ama kendi şahsım adına bir kadın olarak küfrederek kendimden geçmeyi, erkeklerle bir olup hadi yavrum falan demeyi anlamıyorum.
geçen gün futbol fanatiği bir kız arkadaşımla konuşurken bir erkekle bir kadını ortak paydada buluşturabilecek en önemli olgunun futbol olduğunu söyledi. düşündüm taşındım makul geldi. ama yine de olmuyor.
bir kızın nası koduk ama tadında geyik yapmasını kafam almıyor.
netice itibariyle futboldan alınan zevki anlayamayan kızlardır. şahsımın da üye olduğu topluluktur.
boğaz köprüsünden, tem den, e-5 ten geçerken yolun ortasında görülen telef olmuş ve oraya nereden geldiğini anlayamadığımız kedilerdir.
eskiden kediler mart ayında çiftler iki ay sonra doğur mantığıyla yaşardı. bu aralar dünyanın çivisinin çıkmasından mıdır nedendir bilmem; memleketimde sürekli bir yavru kedi yoğunluğu var.
yavru olmalarından mütevvellit üşüdüklerinden midir; yoksa kuytu köşeye saklanmak hoşlarına mı gidiyor bilemiyorum ama tekerlek üzerlerine, motor kapaklarının içine, egsoz borusunun üzerine yerleşiyorlar.
bugün de işyerimin kapısındaki yoğun miik miyav miyk gibi seslerin sahibini ararken şu anda yanımdaki sepetin içinde uyuyan kediyi, motor kapağının içinde motorla bağlantı kabloları arasında sıkışmış şekilde bulduk.
diyeceğim o ki; sevseniz de sevmeseniz de minik bir varlığa zararınız dokunmasın isitiyorsanız, arabaya binmeden tekerleklere ayakkabınızın burnuyla hafifçe vurun, motordan kedi sesi geliyor mu bakın; ön kaputa bir vuruverin. o da can.
istanbul ticaret üniversitesi dış ticaret bölümü öğretmeniydi. Ticarete gidenler bilirler; ibrahimm hoca sadece bir bölümün hocası değildi. hepimizin tonton amcasıydı.
ölümünü enteresan bir biçimde facebooktan öğrendim.
belki ölmünü sözlükten öğrenenler de olacaktır.
inançlı bir adamdı. onun için inandığı allah rahmet eylesin.
hele bi gelin yamacıma, dinleyin serenity ablanızı. ayrımcılık başlıklarından ne kadar tiksindiğimi bilirsiniz efendim; ama bu gidişe biri dur demeli, kadınların ve erkeklerin geleceği için bu adımı atmalıydı.
gotik kıyafetleri;
tabi ki bu bir zevk meselesidir kimbilir kimisi file çorap üzerine giyilmiş fosforlu etekleri beğenir, belki de bu konuyu gotik götü kişisine sormak lazım. gotiklerin belli bir alanı üzerinde uzmanlaşmış olsa da; en azından bir gotiklik var içerisinde. netice olarak efendim; kadın dediğin bir güzellik abidesi bile olsa bu takımın içersinde ancak kabus olur kabus.
kısa bluz-tayt-füzo;
milli izmir kıyafeti olan bu rezaleti kimse giymemeli. dar tayt giyersin mahrem yerinde bir üçgen oluşur gel de bak dedirtircesine, bir de kısa bluz giydiysen üzerine ooh gelsin geyikler. her yer meydanda ne bir estetik kaldı ne bir güzellik. yazık oldu.
füzo; böyle bir rezalet böyle bir kabus malzemesi olamaz. dar tayt yine uzun bluzla falan güzel bacaklarla güzel duruyor da; bu füzo denen kabus ne dar bişi ne de bol. ayaklardan bütün; insanı yaratık gibi gösterir. felaket. kaç kaç kaç.
kot takımı
bunu giyen kimse kalmadı kız çocuğum, erkeklerin zaten giymemesi lazım da; kadınların hiiiç giymemesi lazım. gidip d&g al istersen; kot takımı felaket bişidir. insanı bir garip gösterir nedense; bir bütünün içinde yok olmuş gibi. hele bir de bolsa aboov. kaaç kaç kaç.
şimdilik aklıma gelen, gözümde canlandığında midemi ordan burdan kaynatan kıyafetler bunlar. tiksinmeyin benden ey dostlar, genç nesile yardımcı olalım, erkeklerimizin ve kadınlarımızın göz zevklerini koruyalım.
hayatla kavgası olan adamlardır bunlar. hep daha iyiyi, daha güzeli ararlar. başkasıyla değil kendiyle de aynı yarış içerisindedirler. ne yaparsan yap yaranamazsın, çünkü o kendine hiç yaranamamıştır.
burda bahsedilen adamlar aha da yattık, gitti başkasına vay benim gençliğim, ben sevdim o sevmedi beni ühühüh tadında bir yakarışın öznesi değildirler. beklentisizliğin kıymetini bilmeyen adamlardır burada özne.
yalınca kendini ortaya koyarsın, seveceksen seversin, karşılık beklemezsin. aptal değilsindir ya karşıdan bişey beklemesen de varsa bişiler, bir gıdım bile olsa hissedersin.
şu veya bu şekilde hisleri silinir, kendileriyle ya dertleri; seni üzmemek, kırmamak için nazik kelimelerle yeter derler. sebep aranmaz, kabullenilir bu adamların lafları. çünkü önemli olan o dur. onun mutluluğu ve rahatlığıdır.
çekilir gidersin kadir kıymet bilmeyen adamın hayatından. o seni düşünür. ama aslında onu düşünen sensindir.
geriye acı bir histen çok acı bir tat kalır. kendine duyduğun kızgınlığın tadıdır o.
dünden beri önümde uygun adım yürüyen olaylar zinciri.
zamanında bir kaza yaptım. 1. köprüden çıkıp levent sapağına doğru giderken, çalan telefonu açıcam diye şekilden şekile girip direksyon hakimiyetini kaybettim ve levent duraklarının duvarına çarptım. kazada benden başka kimsenin suçu yok. kabul.
söz konusu duvar için kamu davası açıldı cezamıda adalet için hızlı sayılabilecek bir zamanda sonuçlanan davayla ödedim. bunu da kabul.
ama geçen gün o duvarın önünden geçerken farkettim ki artık o duvar yok. kendimi öldürmeye çalıştım, üstüne dünyanın cezasını ödedim ve devlet kara yolları benden parasını çatır çatır aldığı duvarı yıkmış. ne diyim ne edeyim nerelere gideyim.
***
alışveriş yaptım. beğendiğim birkaç parça ürünü aldım, eve giderken başkasıyla torbamın karışmış olduğunu farkettim. aynen aldığım yere geri döndüm ve insan gibi durumu açıkladım. kasadaki kadın kimsenin benim eşyalarımı geri gelmediğini, elimdeki ürünlerin aldığım ürünlerden daha pahalı oldukları için şanslı olduğumu, istersem kendi ürünlerimi alıp üzerinde kalan parayla alışveriş yapabileceğimi söyleyip beni delirtti. haram helal kavramı kalmamış insanlarda onu da öğrendim. iyi oldu.
***
balıkçının son balıklarını alırken gündüz bunları 3 katı fiyata sattım kısmetliymişsin abla diyen adamın balıklarını aldığıma pişman oldum. gittim kedilere verdim, kediler doydu.
24 seneyi bitirdiğim şu hayatımda geçmişe dönüp bakıyorum, şimdiki günlerime bakıyorum ve hep aynı gerçeği görüyorum. 24 senedir her zaman iniş çıkışlar olmuş, kazanılanlar kaybedilenler olmuş..
hep olanlardan ders çıkarmışım. aynı hatayı ikinci kez yapmamak için çabalamışım. aynı hatayı tekrarladığımda kendimi affetmesini bilmişim.
iyi insan olmaya çalıştım hep. başkaları için değil sadece kendim için. gece yastığa kafamı koyup duamı etmeden önce vicdan muhasebesini rahat verebilmek için. sabaha çıkamasam arkamda özür dileyecek kimseyi bırakmamak; sabah kalktığımda yanımda bulamayacağım insanların arkasından pişmanlık duymamak için.
arkadaşlarım oldu, yaşımın gerektirdiğine göre basbaya az sayıda sevgilim oldu. hala arkadaşlarım yanımda, sevgili dediğin yok ama olur işte..
neyse hayatımı gözden geçirmiyorum da; geçen gün bir tanıdığım kızla konuştum, sevgilisinin taktığı pırlantadan, aldığı arabadan ve onu ne kadar mutlu ettiğinden bahsetti. kimseye parası için birlikte demek ha vaaay demek istemiyorum ama insan ilişkisini bunlarla mı anlatır? benim bildiğim şunu yaptık, şöyle eğlendik şöyle kavga ettik ne bileyim hissi durumların özeti geçilir arkadaşa..
aynı gün bu kızla ortak bir arkadaşımızla buluştuk ve ben bunu ona söyleyince uzun uzun baktı ve hatalısın dedi..
hayat artık senin gibi salakların anladığı mutluluk ve huzur odaklı bir hayat değil. sen hayattaki mutlulukların içten geldiğine inanıyorsun. yanlışsın. hayattaki mutluluğun gösterdiklerin kadardır. araban, paran, güzelliğin. Sen hepsine sahip olduğun halde göstermiyorsun, kullanmıyorsun, seni daha iyiye -daha büyük zenginliğe, güzel çocuklara- taşıyacak adamı aramıyorsun. insanları aptalsa adam yerine koymuyorsun, aptalın seni daha çok göstereceğini, parlaklığına parlaklık katacağını anlamıyorsun. yaslanmak kolaylıktır ve dik durmanı sağlar dedi..
tokat gibi çarptı yüzüme laflar. yanımdaki insanın da böyle düşünmesi önce sarstı beni. sonra düşündüm yaslanarak dik durmak mı önemli olan yoksa sadece dik durmak mı?
ben hep yanımdakiler düştüğümde beni tutsun, ben de onlara aynı şekilde destek olayım derim. ama düşmemek için çabalar, kendi başıma dik durmayı yeğlerim. yaslanmak değil önemli olan dik durabilmek.
ama belki de birbirinden kuvvet alarak birbirinin gücünü kullanarak dik durmaktır esas olan.
evet bir eski sevgili başlığı ile karşı karşıyayız ey yoldaşlar. konumuz çok eski olmuş bir sevgilinin adı bile bilinmeyen yeni kız arkadaşının cinnet geçirip tacizkar hareketlerde bulunması.
gündüzün bir vakti sakin sakin oturuyorum, sevdiğim bir insan kişisi ile tatlı bir geyik yapmışım, işlerim bitmiş günün dinlendirici bölümü ile ilgileniyorum telefonum acı acı -melodik çalar aslında- çaldı.
arayan kız gayet çıldırmış bir ses tonuyla kendisini eski sevgilinin kız arkadaşı olarak tanıttı ve benimle görüşmek istediğini belirtti. - yazarın notu: ayrılma üzerinden yaklaşık 3 sene geçmiş ilk başta kim olduğu tarafımdan idrak edilememiştir.-
- alo ben ayşe
* efendim ayşe hanım. arama nedeninizi öğrenebilir miyim?
- sen dün gece benim sevgilimle mi beraberdin?
* pardon?
- yani ben bıktım senin ismini duymaktan. aşkınız bitmediyse aranızdan çekileyim. naparsanız yapın. bla bla bla bla...
*ayşe hanım ben 1 yılı aşkın süredir sevgilinizi görmüyorum. ki görsem bile sizinle bu konuyu neden konuşmam gerektiğini anlamıyorum. beni rahatsız etmeyin lütfen.
* ya bak gerçekten numara yapma aranızdan çekilebilirim.
- iyi günler ayşe hanım.
konuşma tamı tamına böyle. şimdi bakıyorum bakıyorum, herhangi bir kızın beni arayıp bunları söyleme hakkını kendinde nasıl bulduğuna inanamıyorum.
aslında bir kızın sevgilisinin telefonunu karıştırmasını, bir numaraya ulaşıp o numarayı kaydedebilmesini, hiç bir delil ya da delil olabilecek bir konuşma, mesaj bile yokken azimle arayıp hiç tanımadığı bir kıza bunları söyleyebilme hakkını kendinde bulabilmesini enteresan duygularla izliyorum.
bu arada eski sevgili arandı bu ayşe hanımın amacının ne olduğu ve benim adımın nasıl hala geçebildiği soruldu. basit bir özür cevabıyla karşılaşıldı ve konu kapandı.
hayır yarın öbür gün ben erkek arkadaşımlayken adam yine birlikte yaşadıkları eve gitmese ve kız yine arayıp üstüme saldırsa nasıl açıklarım?
empati yapmayı bilirim de bu olayda bir lokma bile kendimi kızın yerine koyamıyorum.
bu kız gibi yapanı varsa, bu işlerden anlayan varsa bir zahmet bana bir yol göstersin. ufkumu açsın, bilinçlendirsin beni.
hayatın anlamsızlığının kanıtı; bir kadın hikayesi
bir gotik kız özentiliğinde değil; müslüm babanın sesi ile kendini jiletleyenler gibi değil; okumuş aklı başında bir insan evladı olarak ben bugün bunu kabullendim. hayat anlamsızdır.
polyanna saçmalıklarının hiçbir anlamı yokmuş. Ya da var da ben bunu anlayabilecek tutarlılıkta değilim şu an.
Bir arkadaşım var 38 yaşında genç bir kadın. 1998 senesine kadar karadenizin bir köyünde yaşamış; 1998 yılından beri bir hiçten varolarak iyi bir ajansın müşteri temsilcisi olmuş bir kadın. Ömrünce evlenmemiş, ailesine bakmış, hep sağlam iyi insan olarak tanınan bir kadın. Bizim gibi yarım g.t değil. Sapasağlam. Hastalığa, aşk acısına, yokluğa, dişli müşteriye kendini bırakmayan bir kadın.
Bu kadın 1 sene önce başağrısından şikayetle doktora gidiyor. Beyin tomografisi tertemiz bir gıdım bir şey yok. Stres nedenli diyor doktor; psikiyatr servisine gidiyor. Haplar, telkin falan derken biraz toparlanıyor.
Aynı kadın 2 ay önce sinir krizi diye tanımlanan, sonra bir kerelik sara diye teşhis konulan bir dert geçiriyor. Tomografi çektirmiyor doktor gerek yok diyor. Psikolojik diyor. Tekrar haplar vs.
Bu kadın geçen hafta cuma günü şirkette rahatsızlandı. Midesi bulanıyor, başı ağrıyor.. Migren dedik. Nane limon kaynattık, ilaçlarını verdik. Cumartesi günü aynı kriz tekrar olunca doktora gitti. Pazartesi beyin tomografisi ve mr için hastahaneye yattı.
Pazartesi akşamı beyinde ödem dediler; alınacak ama bir süre konuşamayacak dediler.
Salı sabahı tümör var. Ameliyattan sonra hiç konuşamayabilir dediler.
Çarşamba günü oluş hızından, şeklinden ve yapısından anlaşıldığı kadarıyla habis tümör dediler. Acil ameliyatla 4-5 ay ömrü var. Ameliyatsız 1 ay sonra ölecek. Önce konuşamayacak, sonra felç olacak ve gidecek...
Bütün bu aşamalarda yanındaydım. Perşembe günü hep eli elimdeydi. Çıkayım doğuracağım dedi. Evlenmeyi beklemeyeceğim, korktuğum köpekleri seveceğim dedi. Saçları ameliyat için kesilirken yılların emeği bir anda yitti gitti dedi. Her cümlesine gülmek, umudunu ayakta tutmak zorunda, acı içinde geçti o gün.
Başında ne dert olduğunu bilmiyor, ödem var geçecek zannediyor. Ameliyattan sonra bir süre konuşamayacağını düşünüyor. Gerçekleri söyleyecek ne halimiz var, ne de iznimiz. Doktorlar moral önemli ameliyat bitene kadar söylemeyin dedi.
Şimdi ameliyatta. gece onda umarım yaşayarak çıkacak..
Bir hafta önce; genç, güzel, hayat dolu ve önünde bir gelecek olduğuna inanan kadın ertesi hafta, bir daha yaşadığı sürece konuşamayacak ve zaten çok da yaşayamayacak; kalan ömrünü tedavilerde geçirmek zorunda kalacak; herkesin acıma duyduğu yitip gidecek bir hasta oldu...
Hayat anlamlı, herşeye rağmen güzel diyen salak Pınar, bunları gördükten sonra bu satırları yazacak eforu bile sarfetmek istemedi. Hayat anlamlı falan değil, yaptığın yanına kar kalıyor. Boşuna yaşamamak, ertelememek lazım.
Başınız ağrıdığında doktora gitmemezlik etmeyin bir de noolur...
Laleli harikalar diyarının enteresan bir üyesi, yılların en çakal zencilerinden birisidir.
Lalelide sürekli yabancılarla yapılan alışverişler sırasında dükkana bir türk asıllı girdiğinde; memleketlim mantığıyla mıdır nedir daha ucuz fiyat verilir. Bu bir kural olmasa da genelleme yapılabilecek kadar çok yaşanan bir durumdur.
Günlerden bir gün dükkanda oturmaktayız. Kapıdan bir zenci girdi. Ama adam zenci kavramının tam tanımı. Simsiyah bir ten, uzun boy, kas yapısı falan adam silme zenci. Arap bacı gibi selamın aleyküm deyişi var ki evlere şenlik.
-şelamüyn alaykhum
adam içeri girdi fiyat soruyor şu ne kadar bu ne kadar. Konuşmanın bir yerinden sonra ingilizce sormaya başladım çünkü adamın türkçesinden bir gıdım bişi anlaşılmıyor.
Nerelisin diye sordum. Ka.. diye başladı. Sonra bir an durdu. Kayseri! dedi. Adama bakıyorum, türkçesine bakıyorum, ingilizcesine bakıyorum... Adam samimi olarak kayserili olduğuna beni temin etmeye çalışıyor. Fiyat politikamı memleketli olmamız üzerine kurmam için de rica ediyor.
Uzun ısrarlardan sonra anlaşıldı ki; arkadaşa birisi türküm dersen hele kayseriliyim dersen çok ucuz fiyat alırsın demiş. O günden sonra da amerikan asıllı genç zenci bildiğin kayserili olmaya karar vermiş.
bir çeşitkredi, birçeşit benzerler arasında öne çıkma durumudr.
hayatta var böyle birşey. hatta anne- baba, doğulan ve mensup olunan ırk ve doğuştan gelen zihinsel- bedensel özellikler dışında hemen her şeyde bir tercih hakkımız var. en azından pratikte.
bugün bakıyorum da herkes birbirinin bir şekilde tercihi olmuş. sevgilini seçerken o anki en uygun şartlara göre onu tercih ediyorsun, işini seçerken elindekilerden en uygununu tercih ediyorsun. su yerine kola içip içmemek bile tercih olmuş.
halbuki bu tercih meselesi hayatı hakikaten zora koşuyor. düzenlenmiş, belki söz hakkım olmayan bir hayat istiyorum bazen. ikilemlerde kalmaktan, her hakkın ve tercihin bir bedeli olmasından sıkıldım. başkaları seçsin, başkaları yaşasın ve ben boyun eğeyim istiyorum.
elit şımarıklığı belki. herkes ömrümün bir yerinde köyde yaşamaya özenir ya o hesap bu da.
nerden çıktı desem.. tercih oldum ben hayatımda belki ilk defa. ya da şöyle diyeyim, tercihlerden biri olduğumu farkettim yakın zamanda. o var ama sen de çok iyisin. bir seçimin seçeneği oldum sanki. herhangi bir soru gibi.
iğrenç bir hismiş öğrendim. bunu duyduğumdan beri kurdum da kurdum. sonra geldim sözlüğe yazdım. *
yani demem o ki iğrençmiş tercihedilebilirliğin tercih seçenklerinden biri olmak. bugüne kadar kimi tercih seçeneği yaptıysam özür dilerim.
ajda pekkan ın son albümünde 2 kere yer alan (biri remix) parçadır. böyle güzel işte;
kalbimin içine gir bak, senden ne kalmış ki?
yıkık dökük ev gibi sana yer kalmamış ki...
gözlerime iyi bak, görüyor musun seni?
eskiden gayet netti şimdiyse flu gibi...
bazen aşk yetmiyor bazen...
öleceğim aklıma gelirdi, ayrılıksa katiyen...
ne kadar iyi niyetliydik ikimizde başlarken.
dedim ya, sevgilim aşk yetmiyor ki bazen...
hayatta her şey senin istediğin gibi olmuyor,
bu yüzden nice aşklar mutlu sonla bitmiyor,
hayatta her şey senin istediğin gibi olmuyor...
bu yüzden nice aşklar flu gibi netleşmiyor...
Mat Kearney Şarkısı. Grey's Anatomy Original Soundtrack Volume 3 te boy göstermektedir. sözleri pek bir etkileyicidir;
Breathe in,breathe out
Tell me all of your doubts
Everybody bleeds this way, just the same
Breathe in, breathe out
Move on and break down
If everyone goes away, I will stay
We push and pull
And I fall down sometimes
And I m not letting go
You hold the other line
Cause there is a light in your eyes, in your eyes
Hold on, hold tight
If I m out of your sight
And everything keeps moving on, moving on
Hold on, hold tight
Make it through another night
In every day there comes a song with the dawn
We push and pull
And I fall down sometimes
And I m not letting go
You hold the other line
Cause there is a light in your eyes, in your eyes
There is a light in your eyes, in your eyes
Breathe in and breathe out
Breathe in and breathe out
Breathe in and breathe out
Breathe in and breathe out
Look left, look right
To the moon and the night
Everything under the stars is in your arms
Cause there is a light in your eyes, in your eyes
There is a light in your eyes, in your eyes
There is a light in your eyes, in your eyes
**
tamamen işini bitirmek amacıyla yapılan azimli insan eylemi.
yakalanmayacağımıza, dini inançlara, vicdan denilen kavrama yenilmesek belki de zevkle yapılacak eylem.
**
çok eski bir efsanedir.
denir ki; annelerin gözlerinden düşen her damla gözyaşı kaf dağının arkasındaki bir gölde toplanır. bu gözyaşları dünyanın hem en güzel hem en lanetli hazinesidir. annelerin çocukları için döktüğü gözyaşları güzelleştirirken, çocuklarının döktürdüğü gözyaşları lanetlermiş.
hayatın bir gerçeğini açıklayan cümledir. varlığı ile göz dolduran, bir faydası olan insanların hep vakitsiz terkedip gitmesidir sözkonusu olan.
varlığının eksikliği duyulacak olan hep erken gider.
örnek olarak sarıyer sahilde yürürken; kız arkadaşının boynuna bir kolunu sarmış ve sözkonusu kolun eliyle kızın çenesini tutup kendisine baktırarak yürüten aşmış kroyu gösterebiliriz.
* erkek milletinin ideali olan hatun tipidir. söz konusu ukde cici kız/kadın sınırlamasına girmediği için hem cinsel hem de yaş grubu açısından geniş bir yelpazeye hitap etmektedir.
ayrıca uktecinin notu olayı kısaca özetlemektedir..
**
oldukça basit bir kavramdır. kendi üretiminiz olan ürünü kendiniz ya da ailenizin giyebileceği, yiyebileceği, içebileceği kısaca kendinizin tüketmekten çekinmeyeceği şekilde üretmek, bunu yaparken aynı zamanda başkasının da hakkını yemeden yapma eylemidir.