eskitilmiş zamanın kayda değer parçalarından bir tanesinin eşsiz deminin etkidiği bir yaz akşamında derenin hemen yanındaki kırmızı ,çarpık parçalı yapılı çatısının altındaki sarı şekilsiz bacaklı kırık taburemde otururken,eşsiz güzellikteki sarı papatyaların açtığı rahatlatıcı bir bahar gününde, kırda yalnız ve çaresiz kapana kısılmışçasına doğan bir dağ kırlangıcının güneşi ilk defa gören beyaz ürkek tüylerinin rüzgarda dalgalanmasının hayata karşı ne kadar da manidar olduğunu düşünürüm.
benim felsefeye başlangıcım çoğu insan gibi sofinin dünyası gibi açıklayıcı bir kitapla olmadı.kendi sorularımı kendim buldum desem yeridir.aslında olay biraz trajikomik gelişti.olayı anlatmam beni pek utandıracak ancak yine de deneyeceğim.
hayatımdaki en huzurlu olduğum anlardan bir tanesinde tuvalette düşüncelerimle baş başa beklerken tuvaletin kapısı ardına kadar açıldı.kapının ardına kadar açılmasına neden olan bu zamansız kişi ninemden başkası değildir.ninem yaklaşık yarım dakika boyunca bana ve içinde bulunduğum durumun vahametini anlamaya çalıştıktan sonra ama yavrum sen miydin?diyerek kapıyı kapattı .cevabını vermekte hala zorlandığım bu soruyla felsefeye tanışmamın sorusudur.
bir gün okuldan eve geldim ve evde kimseyi bulamadım.hemen babamı aradım ve bir cenaze için şehir dışına çıktıklarını ve onları beklememem gerektiğini söyledi.o aksam her ergenlik çağına giren bir genç gibi zamanımı dolu dolu geçirirken beklemediğim bir anda telefon çaldı.alt katta oturan dedemle aramda şöyle bir telefon konuşması geçti.
dedem:napıyon
ben:iyiyim oturuyorum
dedem:yalnız mısın?
ben:evet tek ben varım..
dedem:annenler nerede?
ben:onlar ankaradalar
dedem:annenler ankarada değil!!!
dıtt dıtttt
büyük babam böyle gizemli bir şekilde telefonu suratıma kapattıktan sonra ne uyuyabildim ne ergenlik çağı girişimlerime devam edebildim. aklımdaki paranoyalara ve kurduğum kaza kurgularına mı yanayım yoksa ertesi gün aileme ulaşıp her şeyin yolunda olduğunu öğrendiğim zamanki fark ettiğim yiğit özgür karikatürü tadındaki bir karakter olan dedeme mi güleyim bilemedim.
büyük balkonlar, özellikle iç anadolu ve doğu anadolu bölgelerinde olmuşken büyük olsun mantığıyla yapılan kullanışsız yapılardır. daha da ayrıntıya girersek işlev olarak, büyük balkonlar; gece evin içinde yatılamayacak kadar sıcak olan bölgelerde ya da aktif olarak kullanabilinen bölgeler için idealdir. fakat özellikle iç anadolu bölgesindeki büyük balkonlu evlere baktığınızda göreceğiniz manzara toz ve kullanılmamaktan paslanmış balkon kilitlerinden başka bir şey değildir. balkonda kokulu bir şeyler pişirmeyi etik bulmayan toplum yapısı akşamları balkonda oturmayı dahi müsaade etmemektedir. ancak geceleri balkonda yatma işini biraz abartmış olabilirim. tabi ki de imkansız bir durum değil ancak sabah uyandığınızda sağ tarafınıza gelen kalıcı felçle mutlu mesut bir hayat geçirmeye razıysanız ya da 2 kat yorganla, elyaf ya da hayatta kalmanızı sağlayabilecek dağcılık malzemeleriyle doğaya adaptasyonunuzu sağlayabilecekseniz yatmanızda hiç bir sorun olamaz.
şimdi iç anadolu bölgesinde yaşayan vatandaşa soruyorum bu kadar laftan sonra ne tür bir balkon istersin?
- olmuşken büyük olsun.
Yararına diye düşünülüp yapılan şeylerin işe daha çok zarar vermesi durumunu niteleyen yöresel bir deyimdir.
(bkz: The Big Lebovski) (bkz: John Goodman)