aldığımdan beridir yani bir yıldır uğraşıyorum çökertmeye veledin biri sadece bir saat içerisinde çökertmeyi becerdi.helal olsun şapka çıkartıyorum. yanarım da giden datalarıma yanarım.
Bir gün insan virgülü kaybetti.O zaman zor cümlelerden korkar oldu ve basit ifadeler kullanmaya başladı..cümleler basitleşince düşünceler de basitleşti.
Sonra ünlem işaretini kaybetti.Alçak bir sesle ses tonunu değiştirmeden konuşmaya başladı.Artık ne bir şeye kızıyor ne de bir şeye seviniyordu.Hiç bir şey onda en ufak bir heyecan uyandırmıyordu.
Bir süre sonra soru işaretini kaybetti ve soru sormaz oldu.Hiçbir şey onu ilgilendirmiyordu:ne evren ne de dünya ,ne de kendi apartmanı umurundaydı.
Bir kaç sene sonra iki nokta üst üste işaretini kaybetti ve davranış nedenlerini başkalarına açıklatmaktan vazgeçti.
Ömrünün sonuna kadar elinde yalnız tırnak işareti kalmıştı.Kendine özgü tek düşüncesi yoktu.Yalnız başkalarının düşüncelerini tekrarlıyordu.Düşünmeyi unuttu ve böylece son noktaya ulaşmış oldu.
Kanevski.
dinlenme tesisinin tuvaletinde huşu içerisinde görevimi yerine getirirken dış mihraklardan ya da benden kaynaklı seslerin kesildiği bir andı.
"tık tık tık" ritmik topuk sesleriyle zihnim canlandı bir anda hemen telaş içerisinde telefonuma davrandım.insan neden telefonuna davranır onu da bilemem."servis yok" yazısı beni altıma sıçırttı desem yalan olur ama klozetin fırlatma pimi olsa düşünmezdim bir saniye bile."tık tık" sesleri gittikçe daha net duyulmaya başladı ve tam benim mahremimin önünde durduğunda dışarıdakinin terminatör olduğunu ve benim de insanların gelecekteki lideri olduğuma emindim.aldığım nefesi ses çıkartmamak için anüs boşluğundan yolluyordum adeta.çıkarmak istediğim tek ses kelime-i şehadetti ve onun da yeri değildi aq.anlayacağınız boktan bir durumdu.ölüm sessizliği bu olsa gerek.daha sonra gariptir ki o "tık tık tık" sesleri yavaşça azalmaya başladı ve bitti.
yanılmışım...
bir diziye başlarsın başlarda güzeldir her şey fakat daha sonra bu güzel miymiş bana bu mesajı vermeye mi çalışmış ne yapmış ne b.k yiyecem ben şimdi kapatayım mı diziyi ? tuvalete şimdi mi gitsem bu bölüm bitince mi? skolfiyıld bu bölüm sevişir mi acaba? yemek mi yesem ?
gibisinden insanın kendisinin bile duymakta zorluk çekebileceği beyinle bağlantısı olmayan soruların sorulduğu ruh durumudur.
(bkz: mal moduna almak)
bu sigarayı sarmadan önce s.kimize taşağımıza sürdük!
iç bok var!
temiz hava sahası için sen ne yapıyorsun!
sigara içmenin cezasına 50 kuruş indirim yaptık!
içkiyle beraber kullanıldığında damarlara zarar vermez!
cennet için express seferler!
aile fertlerimin tüm sakladığı şeyleri bulmadaki ustalığımı referans göstererek yer arayan arkadaşlara tavsiye edebilirim ki saklamak istediğiniz dosyaları masa üstüne koyun.ismini bile değiştirmeden.insanlar bu tür şeylerin masa üstünde olmasını beklemediğinden merak edip de tıklamıyor dahi.sadece arama motorundan bulunmaması için uzantısını değiştirin ve izlerken uygun formata çevirin.iyi seyirler....
görgüsüzlüğün bir boyutudur.santimmiş.ben senin abdurrezzak olan ismini abdur diye çağırıyor muyum.
efendim böyle insanlar en kısa yoldan toplumdan men edilmeliler.
böyle insanları önce öldürüp sonra şeyini keseceksin.santim miş yahu.kilometre olsa anlarım zaten göt kadar bi uzunluk daha neresini kısaltırsın ki.
öss hazırlık döneminin sonlarına doğru gevşekliğin bünyemize hakim olduğu bir zamandı.dershanedeki denemelerde herkes optik forma takma isimler yazıyordu.ben de kurt cobain' i seçmiştim.severdim de.
denemede birinci olmuştum dersane müdürümüz dersanenin geniş koridorlarında bağıra bağıra
-yaw bu kurt çoban kim ?
diyordu.
o benim diye haykırabileceğim bir durumdayken utancımdan sesimi çıkaramamıştım.O idol seçtiğim karizma şahsiyet ne hallere dönüşmüştü.
şimdi burada gururla söylüyorum ki o kurt çoban benim.
onu ilk gördüğüm zamanı hatırlamıyorum da tereddütsüz ,sağlam adımlarıyla cennetten kovulduğu belliydi.yasak meyveyi yediği için olduğunu sanmam ama muhtemelen usturuplu bir entry sonucu şikayetten atılmıştır.
küçükken altın günlere giderdik beraber.benim erkek çocuğu olmam biraz garip karşılanırdı ama onunla her yere gelirdim hiç düşünmeden.Aradan yıllar geçmesine rağmen yanında çocukluğumu koruyabildiğim, ender kişiliktir.
eskitilmiş zamanın kayda değer parçalarından bir tanesinin eşsiz deminin etkidiği bir yaz akşamında derenin hemen yanındaki kırmızı ,çarpık parçalı yapılı çatısının altındaki sarı şekilsiz bacaklı kırık taburemde otururken,eşsiz güzellikteki sarı papatyaların açtığı rahatlatıcı bir bahar gününde, kırda yalnız ve çaresiz kapana kısılmışçasına doğan bir dağ kırlangıcının güneşi ilk defa gören beyaz ürkek tüylerinin rüzgarda dalgalanmasının hayata karşı ne kadar da manidar olduğunu düşünürüm.
arkadaşlarımla beraber gençlik dönemlerimden birinde pornografi kültürümüzün temel taşlarını oluşturduğumuz günlerden bir tanesinde beklenmedik bir zamanda ağabeyim içeri girer ve tabi hemen kanal değiştirilir.
insanı çileden çıkaran tamlamalar vardır ya hani. üniversitedeyken de iş hukuku kitabında aynen şöyle bir tanım okumuştum.bu tanım benim bu başlığı açmama asıl sebeptir.
Alt işveren kavramı: Bir iş yerinde ,iş yerinde ürettiği mal ve hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerde veya asıl bir işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu iş yerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile işe aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir.
benim felsefeye başlangıcım çoğu insan gibi sofinin dünyası gibi açıklayıcı bir kitapla olmadı.kendi sorularımı kendim buldum desem yeridir.aslında olay biraz trajikomik gelişti.olayı anlatmam beni pek utandıracak ancak yine de deneyeceğim.
hayatımdaki en huzurlu olduğum anlardan bir tanesinde tuvalette düşüncelerimle baş başa beklerken tuvaletin kapısı ardına kadar açıldı.kapının ardına kadar açılmasına neden olan bu zamansız kişi ninemden başkası değildir.ninem yaklaşık yarım dakika boyunca bana ve içinde bulunduğum durumun vahametini anlamaya çalıştıktan sonra ama yavrum sen miydin?diyerek kapıyı kapattı .cevabını vermekte hala zorlandığım bu soruyla felsefeye tanışmamın sorusudur.
bir gün okuldan eve geldim ve evde kimseyi bulamadım.hemen babamı aradım ve bir cenaze için şehir dışına çıktıklarını ve onları beklememem gerektiğini söyledi.o aksam her ergenlik çağına giren bir genç gibi zamanımı dolu dolu geçirirken beklemediğim bir anda telefon çaldı.alt katta oturan dedemle aramda şöyle bir telefon konuşması geçti.
dedem:napıyon
ben:iyiyim oturuyorum
dedem:yalnız mısın?
ben:evet tek ben varım..
dedem:annenler nerede?
ben:onlar ankaradalar
dedem:annenler ankarada değil!!!
dıtt dıtttt
büyük babam böyle gizemli bir şekilde telefonu suratıma kapattıktan sonra ne uyuyabildim ne ergenlik çağı girişimlerime devam edebildim. aklımdaki paranoyalara ve kurduğum kaza kurgularına mı yanayım yoksa ertesi gün aileme ulaşıp her şeyin yolunda olduğunu öğrendiğim zamanki fark ettiğim yiğit özgür karikatürü tadındaki bir karakter olan dedeme mi güleyim bilemedim.
gündelik yaşamlarımızda öyle anlamsız olaylar yaşarız ki gülsek mi ağlasak mı karar veremeyiz.ben de o anlardan bir tanesini anlatacağım.
babam bir nisan gününde sabahın 5 i gibi tüm ev ahalini uyandırıp arıcılık işine gireceğini bildirir.babamın daha önceki iş girişimlerinden hiç bahsetmeyim.işin ilk zamanlarında 6 kovan ,çıta ve bir sürü arıcılık malzemesine bir dünya para dökmüştü.daha sonraki yıllarda arı miktarının artıp masraflarının azalmasını beklerken eve yiyecek balı bile dışarıdan almaya başladık.arıdan alamadığımız balın yanında harcanan emeği hatırladıkça hala içim parçalanır.
o çileli günlerden bir tanesinde babam sevgili abimi de yardım için yanında götürür.babamın, arıya ilk defa giden abime ,işle ilgili prezentasyon vermesini bırakın,babamın o sıralar pitbul cinsi bir köpek bile ayağından ısırsa umurunda olmazdı şüphesiz.işe bu derecede sıkı odaklanması daha sonrasında aileye bir sürü zarar getirmiştir ama bunu anlatmayacağım.lafı uzatmadan olaya geçeyim.sevgili abim babamın yaptıklarını taklit ederek işe girmeyi planlamaktadır.abim arıcı maskesini takıp ta kovanların yanına neal amstrongun aya ilk ayak bastığındakine benzer bir edayla bir yürüyüşü vardı ki görmeliydiniz. sanki uzayda tatlı su bulmuş. bunun 10 dk sonrasında yani arı kovanının kapağı açıldıktan sonra amaçsızca sağa sola kaçan bu cisim de abimden başkası değildir.maskeyi taktıktan sonra maskenin alt tarafını da pantalonunun içine koymasını babamdan bekleyen abim bu eylemi kendi de akıl edememiştir.ağabeyim 17 yerinden sokup da yüzüklerin efendisindeki garip yaratıklara benzer bir şekilde eve gelip de olayı ev ahaline anlattığında olayın canlı şahidi olmama rağmen şaşkınlığımdan hiç bir şey kaybetmeden ağabeyimi dinlemiştim diğer aile fertleri gibi.
o haline mi üzüleyim yoksa film tadındaki bu trajikomik olaya mı güleyim bilemedim.
büyük balkonlar, özellikle iç anadolu ve doğu anadolu bölgelerinde olmuşken büyük olsun mantığıyla yapılan kullanışsız yapılardır. daha da ayrıntıya girersek işlev olarak, büyük balkonlar; gece evin içinde yatılamayacak kadar sıcak olan bölgelerde ya da aktif olarak kullanabilinen bölgeler için idealdir. fakat özellikle iç anadolu bölgesindeki büyük balkonlu evlere baktığınızda göreceğiniz manzara toz ve kullanılmamaktan paslanmış balkon kilitlerinden başka bir şey değildir. balkonda kokulu bir şeyler pişirmeyi etik bulmayan toplum yapısı akşamları balkonda oturmayı dahi müsaade etmemektedir. ancak geceleri balkonda yatma işini biraz abartmış olabilirim. tabi ki de imkansız bir durum değil ancak sabah uyandığınızda sağ tarafınıza gelen kalıcı felçle mutlu mesut bir hayat geçirmeye razıysanız ya da 2 kat yorganla, elyaf ya da hayatta kalmanızı sağlayabilecek dağcılık malzemeleriyle doğaya adaptasyonunuzu sağlayabilecekseniz yatmanızda hiç bir sorun olamaz.
şimdi iç anadolu bölgesinde yaşayan vatandaşa soruyorum bu kadar laftan sonra ne tür bir balkon istersin?
- olmuşken büyük olsun.
çocukluğumda benim için en değerli olan şey güneş gibi parıldayan bir günde dışarı çıkmaktı.Arkadaşlarımla kavga edip sonrasında babalarından sırasıyla dayak yemek de hobilerim arasındaydı. ettiğim küfürleri de aynısı gibi iletmeseler sadece güzel anıları hatırlardım muhtemelen.
rüya gibidir çocukluklarımız, nasıl geçtiğini anlayamayız hala. belki geriye kalan birkaç acı tatlı hatıradır damağımızdaki tat . yaşam mücadelelerimizin anlam kazanmadığı zamanlardır.hayatımızdaki rekabet ta çocukluğumuzda başlar değil mi?
bir de rekabetin çoğullaştığı anlar vardır.mahalle maçlarından bahsediyorum. mahalle maçları kavga etmediğimiz dönemlerde mahalleler arası rekabetin en kolay yoludur. öyle mahalle maçı deyip geçmeyin. mahalle maçları bir erkek çocuğu için her şeydir benim yetiştiğim yerde.erkekliğini kanıtlaman için bir fırsattır.arkadaşların tarafından gördüğün saygının başarınla orantılı olarak değiştiği bir arenadır.bir de olayın gurur tarafı vardır hani.on haneden oluşan ,çöp arabasının en son ii. dünya harbinde geldiği ve içinde eğlenceye dair en göze çarpan şeyin silindir şeklindeki tezekler olduğu bir mahalleyle gurur duymaktır yeri geldiğinde.bu gurur öyle hafife alınır bir şey değildir şüphesiz.olayın aslı ,kimin borusunun öttüğüdür. belediyenin çöplüğünde top oynama hakkını kimin kazanacağıdır bu.yenilmemelisiniz.acı yok,his yok,sadece öfke ve kafanda tekrar eden cümleler vardır.
maçlar düello şeklindedir. aşağı mahallenin ,en kavga etmeye müsait ve tipi en bozuk ,hani ilk defa gördüğünüzde bile gıcık olacağınız tiplerinden biri gelir ortalığı kızıştıracak ve belediye çöplüğünde yani kutsalımızda top oynamaya dair bazı yersiz şeyler söyler ve gider. ilk kurşun sıkılmış savaş kaçınılmazdır artık. bir telaşe alır sokağı baştan aşağı. o saatten sonra bize savaşacak değil ölecek adam lazımdır. içinde bulunduğu durumun imkan ve şeraitini düşünmeyecek cengaverler lazımdır bize. arkasından gelecekler için zaman kazanacak türden birileri. midesindeki kan kokusundan ağzından kelime-i şehadetle ortalığa yayan bir gurup kahramandır onlar.hani çok da organize değillerdir ya. bilirsiniz savaş açılan ülke açısından savaşlar, genelde zamansız ve plansızdır.
takımlar forvetler ve bir tane kaleciden oluşur. kaleci takımın komutanıdır.takım yense de yenilse de her zaman sorumluluğu üstlenebilecek birisi lazımdır çünkü.pek de toptan anlamaz ya.
maç başlamadan ölüm antları içilir ve o antlar sırasında savaşçıların ortalama 130 cm olan boyları maç sonuna kadar 200 cm e kadar çıkmıştır ve savaş sonuna kadar her bir savaşçını merkezkaç kuvvetinden dolayı top için kullandığı ayağı, diğerine göre 2 cm daha uzamıştır.yaklaşık 8 saat süren ,sahanın her yerine amaçsız koşan insanlardan oluşan,maç, yerini dirence bırakmıştır.sadece güçlü olanların varlığını devam ettirdiği bir adaptasyondur bu .hayatın kendisidir bir yandan.
yenmek amaçtır ancak yenilmekte bir son değildir. bu sadece yeni mücadelelerin habercisidir.
yenilen takımın kavga çıkarması ve ailelerin devreye girmesi ve bunların kendini devamlı olarak tekrar etmesi kaçınılmazdır.
tüm bu mücadeleler , üzerine su içmeye kıyamadığımız, çocukluğumuzdan kalan damağımızdaki tatlardır.