Başbakanlık konutunda hafta sonları halka açık mangal partisi vermek. zengin olanları kovar sadece fakirlerle mangal yerdik. sucuk da olacak. her şey bedava.
son üç beş aydır şu kunduraya benzeyen moda olmuş ayakkabıları giyen kızlardan kaçıyorum. Allah aşkına o nedir? Kadınların kendi aralarında nasıl zevksiz bir güzel görünme yarışları var da onları giyebiliyorlar anlayamıyorum.
çoğu kimsenin zaten "türkiye gelişsin" diye bir tasası yok. Kimisi makam sevdasında, kimi para pul manyaklığında, kimi de milletin kanını emme yollarını aramakta. teknoloji, bilim, sanayi... bunlar elbette önemli ama kafa bozuk olduktan sonra bunlar bir halta yaramaz.
hükümeti, rte'yi, akp'yi seven bir arkadaşla dün bir yerde oturduk havadan sudan muhabbet ediyoruz. Sohbet ettiğim insanların siyasi, ideolojik tercihleri beni enterese etmediğinden en sağcısından en solcusuna kadar herkesle oturup konuşurum. Benim herhangi bir partiye sempatim yok ama iktidarın herkesi kutuplaştırdığını düşündüğümden onlara karşı antipatim var. Neyse bunlar değil konumuz. oturduğumuz yerdeki televizyonda birden bu haber çıktı. Bir hoca öğrencinin kafasını tahtaya sürüyor. Bir öğrenci de belli ki korka korka arka sıralardan onu çekiyor. ikimizde aynı haberi izledik. sonra aramızda şöyle bir diyalog gerçekleşti:
arkadaş: şerefsiz ya...
ben: hakkatten yapılır mı bu?
Arkadaş: alıp döveceksin böyle çoçukları.
ben: hangi çoçuk?
Arkadaş: videoyu çeken öğrenci var ya. işte onu.
-!?
Ben şoka uğradım tabii. yani bu nasıl bir zihniyettir ki öğrencinin kafasını tahtaya sürten hocada değil de onu kamerayla çeken öğrencide suç buluyor. gerçi ne beklenir ki, geçen sene yapılan yolsuzluk operasyonlarında da polisleri suçlamamış mıydı aynı zihniyet? bir tane iktidar destekçisi çıkıp da "hırsızın hiç mi suçu yok" dememişti. Durumumuz budur. Arzederim.
Rivayet odur ki kant güzellik felsefesini ortaya koymazdan önce gelip şöyle bir izmir turu yapmış. Sonra demiş ki "evet bütün herkesin ortak bir 'güzel'i olabilir" sonra ortaya, o hepimizin bildiği felsefesini çıkartmış.
ne zaman bu köprüyle ilgili bir haber duysam beynim kendini formatlıyor, her defasında "abd'de miydi japonya'da mıydı Bu köprü" diye şaşırıyorum. Başka bir isim bulsalardı daha iyi olabilirdi.
şimdi var mı bilmiyorum ama eskiden "tek" satan büfeler olurdu. Bir dal sigara başına 15-20 kuruş kar koyarak satarlardı. Aslında "tekçilik" pek para etmese de sigara tiryakileri veya efkarlılar(genelde buraya düşenler parasız liseliler oluyor tabii) için güzel oluyordu. Efkarlanınca sigara içmesen de git bir tane al tüttür. ne âlâ!
Geçen gün bir bankta otururken yanımıza bir genç geldi. Yanımda sigara tellendiren adama yaklaşıp Elindeki 50 kuruşu uzatarak "abi bir dal sigara versene aha bu da parası" diye sigara istedi. doğal olarak adam sigarayı beleşe çoçuğa verdi, gittikten sonra çoçuk hakkında çok bilmişler gibi adamla analiz yaptık.
özet: içmeyin şu zıkkımı. Gidin kenger sakızı alın onun bağımlısı olun.
uzun bir süredir malum içecek için kullanılmasına rağmen hala ismini söylerken "ulan başka bir isim bulamadınız mı şuna" diye sitem ediyorum. içindekine alıştım ismine Alışamadım.
telefonumdaki en yararlı uygulamaların başında geliyor. bunu iöyle açıklayayım: sanki bir çoçuğum var ve onun hem kendisini hem de çevresini mutlu harika bir yeteneği var. böyle acaip bir şey.
Hiç unutmam bir kış günü epey kar yağmıştı. Biz tüm çoçuklar mahalledeki yokuşun başında durmadan kayıyorduk. Sonra bizim mahallede yaşayan fakir ailenin bizim yaşımızda olan çoçuğu da kaymak için çıkageldi. Baktık üzerinde fenerbahçe forması ve şort var. Kar bir metreyi geçmiş lapa lapa yağıyor, Hava -5 -10 derece! Biz şaşırdık "bu ne hal olum?" diye sorunca bize fenerbahçe sevgisini anlatmaya başlamıştı. Tabii çoçuk aklı biz de yedik. O çoçuk o gün titreye titreye bizimle kaymıştı. ne zaman aklıma gelse gözlerim dolar.
Geçen haftalarda ülker tarafından hisselerinin halka açılacağı ilan edilmişken son anda ülker bünyesinde bulunan ak gıda(süt, yoğurt, peynir kaşar peyniri gibi 5 farklı marka altında sattıkları 339 ürünleri var) , Fransız Groupe Lactalis'e satıldı. bu mis süt'te o ak gıdanın ürünlerinden birisi. Ülker'in olan Şok marketler zincirine girerseniz bu 'mis'in ürünlerinin baş köşelerde olduğunu görürsünüz.
yalnızca bir tane mutlu insan tarafından yanlışlanabilinecek bir önerme. Fuzuli bu önermenin farklı bir varyasyonunu 500 sene evvel şöyle dile getirmiştir:
derdime vâkıf değil cânân beni handân bilir/ hakkı vardır şâd olanlar herkesi şâdân bilir.
'Popüler' ve 'kültür' kavramlarının aslında bir araya getirilmesi yanlış. Popüler insanların ilgisine göre artan geçici şeylerdir. Kültür ise daha kök salmış, kalıcı ve ananevi birikimdir. yani buna göre 'popüler kültür' kavramı özünde tezatlık barındırdığı için yanlış olur. manayı tam karşılayacak kavram tam olarak nedir bilmiyorum ama 'popülarite' belki yetmese de ucundan kıyısından doğru olarak o manaya ulaştırabilir.
'popüler kültür'den uzak durmak normal olmamak için anormallik yapmaya benziyor artık. Bu öylesine yaygınlaştı ki artık anormallik pekala çok normal olarak görülebiliyor. demek istediğim şu: bir şeylere tepki olarak bir şeylerden uzaklaşmanın ve bir şeylere yakınlaşmak pek sağlıklı olmayabilir. Tepkiler süresi dolunca yerini boşluğa bırakabilir. Buna en güzel çare insanın kendisi olması için çaba göstermesidir. Ne popülerle hemhal olmak ne de popülariteden uzak durmak çare olmaz. insanın kendi iradesi iki yön arasında bir y ön çizebilecek kabiliyettedir. Tabi bunu keşfetmek büyük maharet ister.
Çok seneler önce, yaklaşık bir sene boyunca devam eden polisiye roman okumalarımın ilk kitabıydı. polisiye ile uzaktan koklaşmamız bile bu kitaptan önce olmamıştı. Bu kitapla birlikte polisiyeye karşı önyargılarım kırıldı. Grange'ın kızıl nehirler'den sonra en kaliteli bulduğum kitabıdır.
senelerdir güzel ülkemizin güzel insanlarını robot gibi ekran başına kilitleyen saçma sapan yarışma programı. bu ve benzeri programların modern mankurtlaştırma projeleri olduğunu düşünüyorum. Mankurtluğun kabul edilebilir bir biçimde insanların zihinlerinde yer etmesi, bu tür güzelim(!) yarışmalar sayesinde gerçekleşiyor. Biraz popüler bir söylem ama hakikaten şu yarışmaya insanlarımızın, basının, sosyal medyanın gösterdiği ilgi alaka bu ülkenin içler acısı halini gösteriyor. sanatın, bilimin neden gelişmediğini uzun uzadıya sosyo-politik izahlarla anlatmaya gerek yok. Şu yarışma programı ve yayınlandığı günlerde en çok izlenilen programların arasında çoğu zaman yer etmesi sonra da en çok konuşulan konulardan biri olması durumu açıklamaya yeter de artar.
ortaokulun son senesiyle birlikte lise yıllarımı işgal eden yazı tabanlı online bir mafya oyunu vardı: omerta. bu şehir orada bütün mafya ailelerinin gözdesiydi. Kumarhaneler, batakhaneler, suç yuvaları, hırsızlar, mermi fabrikaları... bir hayli kötü bir şöhreti vardı. aklıma ta o zamanlarda böyle kazındı.
Ne zaman bir esnaf lokantası veya kıyıda köşede kalmış bir otel görsem aklıma gelen filmdir. Dertli bir Otobüs yolculuğu sırasında da akla gelmeyle insanı tutup sebepsiz bir hüznün kucağına atabilir.
Ekmek teknesi'ndeki 'kirli' karakteri ile efsane olmuştur. üzerinden 10 seneden fazla zaman geçti hâlâ capcanlı kafamda duruyor o tip. Artık hiç bir dizide oynamasa hatta televizyonda görünmese bile kendisi unutulmaz.