an itibariyle izleyip hayran kaldığım filmdir. oyunculukların ve sahnelerin harika olması dışında, replikleri ve sürpriz sonu filmi gerçekten anlamlı kılmaktadır. öncesinde nasıl bir ruh halinde olursanız olun film sonunda robbie ve cecilia adına deli gibi üzüleceğiniz kesindir.
filmin sonundaki kitap röportajında ters köşeye yatırılmak ve olabilecek en mutsuz sonu öğrenmeye rağmen hala küçük kıza kızamamak oyuncuların yüzündeki gerçekçi pişmanlık ve acı ifadesinden olsa gerek.
Makyaj Odası Şarkıları albümünde "Sen de başını alıp gitme ne olur" şarkısını söylemiş ve sesinin etkileyiciliğini bir kez daha kanıtlamış yetenekli oyuncu.
"Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar ve hiçbir şeyi istemedim seni istediğim kadar.." sözlerini öylesine vurgulu söylemiştir ki tekrar tekrar duygulandırmıştır.
ikisi de birbirine iltifat etmez, kavga edince barışmaları diğer ilişkilerin barışma süresinin bikaç katını alır, asla yalvardıklarını göremezsiniz, en mutlu oldukları an tıka basa doydukları zamanlar yada sevişme sonralarıdır. mutlu olabilmeleri için ikisinden birinin daha az boğa burcu olması gerekir, aynı kararlılıktalarsa kısa ve geçici olur. *
istanbulda büyümüş olmanın farkına varmaktır. özellikle de anadolu liselerinin birinden yada alman, avusturya gibi özel liselerin birinden mezun olup tıp fakültesine girmişseniz, doğup büyüdüğünüz bu şehrin farkında olmadan size kattıklarıyla, etrafınızdakilerle aranızda büyük uçurumlara neden olduğu anlarsınız.
bolulu hasan usta, özsüt v.b. tatlıda uzman isimler varken bilmek zorunda olmayan kızdır. ayrıca puding yapabiliyorsa dr oetker sağolsun creme ole, sütlaç, supangle v.b. yapılması bir o kadar kolay hale getirilmiş tatlıları da yapabilmektedir. e bu kadarı yeter de artar biledir.
aşk karşılıksızsa ne kadar büyük olsa da karşı tarafın sürekli anlamazlıktan gelmesi, kendisini sevdiğinizi bilip bunu kullanıp isteklerini yaptırması, karşılıksız geçen uzun zamanlar sonra yaptığınız tüm fedakarlıkları ve jestleri size değer vermicek birine yaptığınızı anladığınız an. işte o zaman çat diye bitiyo.
yine beni hayal kırıklığına uğratmış çağan ırmak filmidir. ilk yarı oldukça sıkıcıdır, boşu boşuna anlamlar yükler sonuç tahmini yaparsınız, 2. yarıda ilk yarının anlamsızlığının nedeni verilir ve film durağan tempoyla biter.
--spoiler--
eleştirilerimi önce yazmam gerekirse, sanki kısa metrajlı filmi uzatmak için yan karakterler eklenmiş. umay hanımın büyük bir etkisi yok filmde, biz gizli aşkı kısa bir sahnede egemen'in atacağı bir bakışla anlayabilirdik, uzun salata ve kahve taşıma sahnelerine gerek kalmazdı. sokak çocukları olsun, ofisteki sekreter olsun hikayeyi uzatmak için kullanılmış zorlamalar gibi geldi bana.
beğendiklerim ise filmin 2. yarısında çağan ırmak'ın sizi gülseren yapması. yani iyi ki genç bir gülseren i izlemedik biz, kamera bize döndü ve o olduk. bunun dışında gülseren in annesinin çerçevesinin sus işareti yapması hoş bir ayrıntıydı bence. kadın gerçekten gerdi o sus işaretiyle. ve karakterler arası zıtlık yaşamak da hoştu, yani film boyunca gülseren e tahammül edemeyen benim başına gelenleri öğrendikten sonra sempati duymam, onunla ilgilenen kardeşini başta sevip sonra kızın başına gelenleri saklamalarında yardım ettiklerini öğrenince hayalkırıklığına uğramam v.b.. film sonundaki yemek sahnesi ve sonrası güzel olsa da bu bünye bir çağan ırmak filminden daha mutsuz çıktı.
--spoiler--
pazarlığı yaparken yanında olunmaması gereken annedir. o kendinden geçip fiyatı düşürmeye uğraşırken fazla ilgi çeker ve siz yanında sessiz dursanız da fazlasıyla ilgi çekersiniz. en iyisi o arada kaybolmak ve mağazadan çıktıktan sonra övünmesine izin verip sizin o sırada nerde olduğunuzu düşünmemesini sağlamaktır.
(bkz: secret)
kişisel gelişim kitaplarına inanmıyorum dedikçe "ama bi secret ı oku çok beğeniceksiiin!" yorumu gelir ve kişi sohbeti bitirmek adına aslında okumadığı ama içindeki herşeyi okumuşçasına bildiği bu kitabı okuduğunu söyler. böylece bir secret sohbeti daha başlamadan biter, dakikalar ziyan olmaz.
merlin'e emir verdiği durumlarda attığı alaycı bakışlarla bayan izleyicilere "sen nasıl bişeysin" dedirten oyuncu. genç prens arthur rolünün hakkını vermektedir, diziyi izleme nedenlerinin en büyüğüdür.
dizi başlamadan önce verilen tanıtım filmiyle beni heyecanlandıran ancak bölümlerdeki tempo düşüklüğüyle pazar akşamı 8 ile 9 arasını doldursun diye izlediğim fantastik dizi. ingiliz aksanı, oyuncular ve konunun fantastik oluşu diziyi izlenilebilir hatta takip edilebilir kılmakta.
Günlük, ilkokulda yazı yazmayı öğrendiğimiz gibi "1 hafta boyunca hergün yaşadıklarınızı yazın" ödeviyle yada annemizin aldığı "Bir Genç Kızın Gizli Defteri" serisi kahramanı Serra ile hayatımıza girmiştir. Ancak tespit edilmiştir ki Serra yaşadığı güzel ve mutlu günleri anlatmasıyla kızlar arasında istisnadır.
Kızlar nedense yalnızca platonik aşklarını, aileyle problemlerini, arkadaş ilişkilerini yazarlar günlüğe. Platonikle 5 dakikalık gözgöze gelme sayfalarca yazı konusuyken aşk karşılıklıya döndüğünde kızımız defteri kapatır ve mutsuzluğuyla birlikte tozlanmaya bırakır. Genelde son yazılar çıkmaya başlama akşamının gecesidir, deftere mutlu haber verilir ve günlük alışkanlığı da yalnızlıkla birlikte biter.Kızımız ayrıldığında tekrar eski dostuna geri dönecek, yalnızlığından ve mutsuzluğundan yakınacak, yeni erkekler peşinde koşarken o sayfaları aşk şiirleriyle süsleyecektir.
Ortaokul zamanım boyunca öpüşmenin birbirinin üstüne atlayarak gerçekleştiğine inanmamı sağlayan dizi. ivo ve Milagros bir türlü doğru düzgün birbirlerine yaklaşıp öpüşmediler, hep bi uzun atlama söz konusuydu.
Saatlerce yapılan okul kritikleri, giriş müziğini ezberleme çabası, pilar-ivo-pablo-milagros ve daha nice farklı ad ezberlemeye çalışmak derken yıllarımı ve boş zamanlarımı amaçsızca dolduran pembe dizidir.
1 senelik maaşlarını bayramda herhangi bir otelde bikaç gece şarkı söyleyerek kazanacaklarını öğrendikten sonra aniden aşka gelmeleridir. önlenemez çünkü para gururdan önemlidir, baldan tatlıdır, şarkı söylemek için yetenek gerekmemektedir.
tabii ki polat alemdar. jack bauer en son izlediğimde içinde biyolojik silah olan tüpün yırtılmasıyla son saatlerini geçiriyodu, polat olsa çakardı aşıyı virüs falan kalmazdı vücudunda.
(bkz: 7 numara)
kimsenin hamile kalıp evlenmek zorunda kalmadığı, aynı evde yaşamalarına rağmen kimin eli kimin cebinde oynanmayan bir zamanların eğlenceli dizisi.
1209'da Haçlı ordusu Host ilerlerken Vikont Raymond Roger Trancavel'in topraklarında Katharlar, Sarazenler, Yahudiler ve Hristiyanlar barış içinde yaşamaktaydı. Bunun din savaşı görünümlü toprak savaşı olduğunu farkeden Vikont diğer bölge kralları gibi halkını Haçlılar'a satmamak için oldukça az sayıda şovalyesi ile teslim olmayarak Haçlıların isteklerini reddeder. Bu sıralarda seçilmiş 3 kişi yıllardır farklı bölgelerde yaşayarak 3 özel kitabı korumaktadır. Topraklara gelen savaşla kitapların muhafızları birleşir ancak sırrın devam etmesi için vahşetiyle ün salan Host'dan ve sırrın peşine düşen insanlardan kurtulmaları gerekmektedir.
Kitap, 1209 ve 2005 olmak üzere 2 farklı kadın üzerinden aynı efsaneyi anlatır. Anlatımı kurgusunun karışıklığına göre oldukça yalındır. O dönem konuşulan dil olduğundan, yazar en arkaya oksitan sözlüğü de yapmıştır. Haçlı seferlerini ve dönem halkını oldukça güzel betimleyen yazarın en iyi özelliği de tarihi karakterleri, dönemleri ve yerleri de aynen anlatmasıdır.
Kesinlikle önerilir.
+ süheyla var ya..
- ee?
+ evlenicektik biz. tüm hazırlıkları da yapmıştık ama son anda ailesi sorun çıkardı.
- alevi misin?
+ ..(şaşkınlık)
- kız da sünni?
+ nerden bildin?
- hep aynı..
ereksiyon olamamak. kızlar her an hazır ve nazır oldukları için erkeklerin ereksiyon olamamasını sürekli bir nedene bağlamak isterler, "beni artık çekici bulmuyo musuuun" sorusuyla başlayan anlatma süreci elde her anlamda sıfırla sona erer.