Scipio
263 (çağından bir adım önde)
beşinci nesil yazar 1 takipçi 8.90 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    bir oğlak burcu kadını olsa da yesek

    2.
  1. izmir-buca'da yapılan çevirmeleri akla geldiğinde söylenen söz. burcu mu? ne burcusu la? burcu ne arar pazarda?

    (bkz: oğlaktır o oğlak)
    2 ...
  2. müverrihzade kethuda efendi

    2.
  3. facebook grubu da kurulmuş bilge. verdiği cevapların yanı sıra tevazusuyla da dikkat çekiyor efenim.
    0 ...
  4. mürteci

    8.
  5. izmir'e gelip manita bulamayınca, şehre "amaan bu şehir de çok ruhsuz ya" diye bok atmış adam. kendisini kınıyorum. bi dahaki sefere manitaları da alıp gelicem, hemen başlar o zaman "oo hacı izmir gibisi mi var allaseen" demeye.
    1 ...
  6. müverrihzade kethuda efendi

    1.
  7. 6000 yıldır yaşadığını iddia eden tarihçi. Merak edilen sorulara falan yanıt veriyor internette. Truvalılar Türk değilmiş mesela yıkıldım *
    http://www.formspring.me/Muverrihzade
    0 ...
  8. osmanlı nın yağmacı bir devlet olması

    20.
  9. bizlere ayrıca, "üretimi olmayan" ve "osmanlı'nın tek gelirinin savaş ganimetleri olduğu" gibi inanılmaz bir cehalet birikimini de göstermiş olan olgu. sağolsun arkadaşlar yazmışlar. nereden duyuyorlarsa böyle şeyleri. "üretimi olmayan" osmanlı imparatorluğu'ndan sizler için geliyor:

    (bkz: tımar sistemi)
    (bkz: iltizam)
    (bkz: saliyane)
    (bkz: ticaret)
    (bkz: iaşe)
    (bkz: yok artık lebron james)

    arkadaşlar, osmanlı'nün üretimi, özellikle klasik dönem baz alındığında "iaşe" ye dönüktür ve bununla sınırlıdır. yani "doyurup beslemenin" dışında ekstra bir üretim genelde yoktur ya da azdır. dolayısıyla pazar malları da sınırlıdır. savaş ganimetleri dediğiniz şey koca imparatorluk ekonomisinin yüzde beşini dahi oluşturmaz. neyden bahsediyorsunuz ki? nerelerden ediniyorsunuz bu bilgileri anlamadım? asya hun devleti ya da moğol imparatorluğu falan değil bu yağmayla doyursun kendini. 600 yıl savaş ganimetleriyle yaşamış bir imparatorluk öyle mi? hımmm evet evet bravo ya. binlerce kilometrelik kervan yolları, alınan gümrük vergileri, yüzbinlerce kilometrekarelik toprak, tımar sistemi, ürün ve raiyyet rüsmunun dışındaki mukaataa gelirleri, saliyaneli eyaletlerin gelirleri, tâbi devletlerin vergileri, çeşitli gayrimüslim rüsmu, pire, izmir, tire, istanbul, selanik, dobruca, sivastopol, iskenderiye gibi avrupa ve akdeniz dünyası'nın zamanındaki en önemli liman kentlerinin ticaret gelirleri, korsanlık faaliyetleri v.s... say say bitmez bunlar beyler. koskoca bir imparatorluğun iaşesinden bahsediyoruz. bir üretim tarzından, roma tipi bir imparatorluktan bahsediyoruz yahu. bozkır imparatorluğu mu bu?

    efendim ayrıca bakın, sırf bu "üretim sistemi" üzerine sayfalarca malumat bulabilecğiniz iki ciltlik çok şahane bi eser var. eren'den çıktı, halil inalcık'ın editörlüğünü ve yazarlığını yaptığı "osmanlı imparatorluğu'nun ekonomik ve sosyal tarihi". orda ayrıntılı ayrıntılı anlatır bütün ekonomik ağı hem klasik dönem için hem sonrası için.
    4 ...
  10. osmanlı nın yağmacı bir devlet olması

    11.
  11. söz konusu "yağma" savaş sonrası "alanda" ya da fetih sonrası "şehirde" yapılansa, osmanlı'ya mahsusmuş gibi gösterilmesini anlayamadığımız durumdur bu. garip bir tanımlamadır. sanki osmanlı imparatorluğu'nun dört bir yanda at sürdüğü dönemdeki diğer devletlerin hepsi bu işi yapmıyordu gibi...

    arkadaşlar, bir kere şu konuda anlaşalım. ortaçağ ve hatta yeniçağ'ın sonlarına kadar savaş sonrası "yağma" gayet normal, olağan ve savaşın kazanan tarafı için oldukça "meşru" bir uygulamadır. siz hiçbir askeri orda babanızın hayrına savaştıramazssınız. yağma denen şey, osmanlı'dan avrupa devletlerine, fars'tan arabistan çöllerine her yerde olmuştur. hangi dinden, topluluktan olursa olsun yağma, savaş sonrası için beklenen-olması gereken bir uygulamadır. fatih, istanbul'un fethinden sonra şehrin 3 gün yağmalanmasına müsaade etmiştir. bu orada savaşan askerin o dönem şartları açısından "hakkı" olarak algılanmaktadır yani. bu işin dini-dili yoktur. yani demem o ki, olayın acımasızlıkla, gaddarlıkla yok efendim barbarlıkla falan ilgisi yok.
    4 ...
  12. istanbul a pikachu diyen kişi

    1.
  13. dersim'e tunceli diyen ya da tunceli'ye dersim diyen kişiden farklıdır. çünkü bu iki isim de aynı yeri ifade eder. Aynı izmir-Smyrna gibi. Ya da Eskişehir-Sultanönü gibi. Olmadı Diyarbakır-Diyarbekir gibi.

    istanbul'un da bir sürü ismi var. Byzantium, NovaRoma, Konstantinapolis, Konstantiniyye, Payitaht v.s... Peki insanlar buraya ne diyor, istanbul. Resmi olarak "istanbul" olduğundan değil, belleklerde öyle yer aldığından. Bir bölgenin, kentin, yörenin insan zihnindeki, tarih belleğindeki en belirgin adı neyse o söylenir, dillendirilir. Yani demem o ki şimdi izmir'in adını değiştirip başka bir şey koysalar herkes izmir'i kullanmaya devam eder. Ben şehrime ilgisi olmayan başka bir şey demem. Çünkü önemli olan bizim belleğimiz, yaşadığımız kentin kimliğini bizlerin, yani o kentin sakinlerinin nasıl tanımladığıdır.
    0 ...
  14. tunceli ye dersim diyen kişi

    111.
  15. "dersim" adının yalnızca pkklılarca ya da kürtlerce kullanıldığını sananların, "kürt faşisti" olmakla suçladığı kişi. zaten onlara göre sen dersim diyorsan pkk lısın. kürt bile mi değilsin, ayrılıkçı bile mi değilsin aslında. ne önemi var? dersim diyorsun sen kardeşim. "devlet ne derse-ne yaparsa doğrudur" mantığında olan gaflet uykusundaki arkadaşlara sesleniyorum, korkmayın dersim'e dersim demekle ülke bölünmez. aksine gönüllerde saygı uyandırırsınız, iade-i itibarınızdan dolayı.

    aslında şahane bir algı örnegi vermiş arkadaşlardan birisi. hep beraber izliyoruz, adeta antikçağ ışığı:

    "şimdi resmi olarak istanbul'un ismini değiştirip pikacu yapsınlar derim ben bu pikacu'yu. valla derim."
    0 ...
  16. tunceli ye dersim diyen kişi

    109.
  17. orjinal halini tercih eden kişidir. olayı "pekaka sempatizanlığı başka bi açıklaması yok" şeklinde değerlendiren arkadaşlara sormak lazım. yıllardır yaşadığınız kentin adını değiştirmeye kalksalar, "ooh şahane oldu. devletimiz bilir ne isim koyacağını" dersiniz zaten eminim. gerçi olayı böyle bi algıyla süzen bi insana hiçbir şey "sormamak" lazım aslında ya. şu her fırsatta atatürk'ten referans alan arkadaşlar da üşenmeyip bi nutuk'u açsınlar. dersim'e ne deniyomuş görürler orda.
    0 ...
  18. 10 ekim 2009 türkiye ermenistan anlaşması

    1.
  19. ırkçı ve milliyetçi duyguların hezeyanına kapılmışlarca, içeriği-miçeriğinin hiç de önemli olmadığı, yalnızca karşı çıkılması gereken anlaşma. neden? çünkü ermenistan, çünkü ermeni. düşman yani. traji-komik olan şu, her iki tarafın milliyetçileri de başbakanlarını "hainlikle" suçluyorlar. aynı şimdilerde flamalarından düşürmedikleri hrant dink'i bir zamanlar "hainlikle" suçlayan ermeni diasporası ve türk milliyetçileri gibi. traji-komik öyle değil mi?

    barışın ya da diplomasinin bedeli budur işte. başbakanın-akepe'nin hastası falan değilim. sorun bu da değil zaten. sorun; çözümün ve diyaloğun yanında mı olacağız, yoksa "ermeniiğğ düşmaağğn ihaneeğğt" diye salya saçarak böğürenleri mi pohpohlayacağız. işte sorun bu.
    3 ...
  20. nazlı nın tek eğlencesinin kekstra olması

    26.
  21. nazlı'ya mı acısak, kekstraya mı küfretsek bilemediğimiz durum. nazlı'nın ciddi bir psikiyatrik tedaviye ihtiyaç duyduğu ise kesindir.
    0 ...
  22. yunanistan ın bize ait değerlere sahip çıkması

    5.
  23. ege çanağında tam bin * yıldır birlikte yaşayan iki halkın ortak değerlerinin olup olamayacağı üzerine kafa dahi yoramayacak adamların anlayamadıkları durum.

    "aha işte çalıyolar değerlerimizi. bizim bunlar onların değil" di mi arkadaşlar?
    2 ...
  24. age of empires 2

    21.
  25. henüz birer ergenken çeşitli efsanelerine maruz kaldığımız oyun. sırf bu efsaneler yüzünden persleri almayı yasaklardık birbirimize. halbuki filleri yerle yeksan etmek o kadar da zor değildi. hatta küçük çapta bir fil ordusu tertip eden bir oyuncu için felakete varacak bir hamleydi bu. zira filler yavaş olduklarından büyücüler tarafından daha menzilin yarısını bile geçemeden karşı saflara çevriliyorlardı. yani fil avantajı yok olduğu gibi dezavantaja dönüşüyordu. ha yok hacı ben illa öldüreceğim diyorsanız her fil için yaklaşık 7 kişilik bir spearman takımı yeterli oluyor.

    o değil de hala oynuyorum ben age of kings'i. şansını denemek isteyen arkadaşlar mesaj atsınlar*
    5 ...
  26. pelin batu ve murat bardakçı ile aynı evde kalmak

    1.
  27. devamlı ayar yemek devamlı ayar yemek. evet tam olarak bu. murat bardakçı'nın "ulan o tabaklar öyle mi yıkanır?!" nidaları eşliğinde pelin'le birlikte küfürler mırıldanmak. zaten hemen samimileştim pelin falan. fırsat bulunduğunda murat abiyi bikaç günlüğüne erhan afyoncu'ya yollamak. Pelin batu'yla başbaşa kalmanın yollarını aramak falan.
    2 ...
  28. cassio lincoln vurdumduymazlığı

    1.
  29. sözleşmesi feshedilip ziktir edildiğinden, artık çok da fifidir.
    0 ...
  30. yavuz sultan selim in kürt şiiri

    20.
  31. osmanlıca dediğimiz osmanlı türkçesini, farsça ve arapçadan mürekkeb bir başka dil zannedenlerin, o dönemdeki türkçe konuşma diliyle, yazışma üslubunun farklılığını, hatta diyalektik farklılıkları bile "başka dillerin farklılıkları" zannedenlerin türkçe bilmediğini iddia ettiği* padişahın yazmadığı şiir. yavuz'a ait değildir ilgili şiir. bu adamın divanı var açın okuyun.
    2 ...
  32. galatasaray

    1817.
  33. (bkz: kıytırık transfer)
    (bkz: sanırım bize bir şey anlatmaya çalışıyor)

    (bkz: elano blumer)
    (bkz: leo franco)
    (bkz: abdul kader keita)
    (bkz: frank rijkaard)

    işte böyle kıytırık transferleri olan takım. reykart kim lan? ha? kim ki lan bu? ne olmuş yani beş yıl barça'yı çalıştırıp iki la liga, bir şampiyonlar ligi şampiyonluğu yaşatmış diye? ha? iyi olsa barcelona bırakır mıydı? * *
    elano da kimmiş? milan istiyomuş da bilmem ne de. milan takım değil ki. keita da adam olsa lyon'a değil real madrid'e giderdi di mi di mi?
    6 ...
  34. baciyan i rum

    6.
  35. aşıkpaşazade tarihinde geçen bir kadın birliği. aşıkpaşazade abimizin anlattığına göre yarı-militarize kadın güvenlik birimleri oluyor bu ablalarımız. amazonlardan yadigar.* yalnız başka hiçbir kaynakta geçmiyor. ne sonrasında ne öncesinde. tek bir yerde dahi yok. şimdi kalkıp neşri'de de var kardeşim aha işte demeyin. neşri birkaç orjinal bölüm haric aynen nakilde bulunur aşıkpaşazade'den zaten. yani muhtemelen bir aşıkpaşazade senaryosu ile daha karşı karşıya olabiliriz. ne de olsa kendisi ahilerin son uzantılarındandır, kuruluş dönemine yakınen tanıklık eden ataları arasından. kendisi çok mühim bir zat. dikkatli okunmalı. inalcık hoca ne diyor, ilim adamını diğerlerinden ayıran özellik dikkattir. *
    2 ...
  36. elano ya seks tuzağı

    17.
  37. büyütülmesine gerek olmayan bir olay.

    aranızda kaç kişi masturbasyon yapmıyor ya da hiç porno film falan izlememiş. ya da müstehcen konuşan yarı çıplak bir kadından etkilenmeyeneniniz var mı aranızda?

    tek fark, bunların kameraya yansımış olması. elano'ya seks tuzağıymış. lan bi kere ortada seks yok bu bir, ikincisi bi adamın görüntülerinin internette yayınlanması kime ne faide getiricek, bunun neresi tuzak?

    edit: arkadaşlar elano'ya tuzağı hazırlayan kadını buldum. az evvel entrymi eksiledi. sanıyorum "ulan ben tuzağın kralını yaparım dümbük" demek istiyor. *
    6 ...
  38. kürdistan

    349.
  39. bir ülke ya da devlet değildir. bir bölge ismidir. en azından 16.yy'dan beri kullanılır. yani o ismin geçtiği benim bildiğim ilk kayıt o döneme ait. o da evliya çelebi seyahatnamesinden. yani böyle bir yer "var". -stan eki zaten farsçada çokça kullanılan bir "yer" eki. dolayısıyla kürt bölgesi yerine kürdistan demenin kimseye bir zararı yok.

    "memalik-i azimdir, bir ucu canib-i şimalde diyar-ı erzurum'dan diyar-ı van'dan diyar-ı hakkari ve cizre ve imadiyye ve musul ve şehrezül ve harir ve ardalan ve bağdad ve derne ve derteng ve ta basra'ya varınca yetmiş konak yer kürdistân u sengistân add olunur kim ırak-ı arab ile âl-i osman mabetûlu gibi vâsi değildir. canib-i şarkisinde acem hududunda harir ve ardalan'dan hâk-i şam ve hak-i ırak-ı arab ki hak-i haleb'dir ol hak-i pakeyne varınca kürdistân'ın arzı yigirmi ve yigirmi beş konak ve ednası onbeş konak yerlerdir ammâ bu kadar ülkeler içre beş kere yüz bin tüfengendaz ümmet-i muhammed şafi'îyyül-mezheb vardır. ve cümle yedi yüz yetmiş altı parê kal'a add olunur kim cümle imardır."
    *

    not: evet efenim, kötüleme sonrası anlıyoruz ki buraya endonezya diycez. *
    2 ...
  40. kız verip üstüne bir de para vermek

    3.
  41. elano blumer

    15.
  42. (bkz: anam coştu lan bunlar)

    gerçekten rüya gibi bir transfer kendisi. hayır bayanlar baylar yanlış anlaşılmasın. yani galaksinin en iyi futbolcusunu almadık zaten. yalnız kulübün içinde olduğu bunca meşakatli süreç dahilinde oluşturulan kadronun, yapılan transferlerin güzelliğine şaşırıyor insan. o yüzden rüya gibi diyorum. yahu takım borç içinde yüzüyor, stad projesi bir türlü istendiği gibi gitmiyor, dünya ekonomik kriz içerisindeyken kaynaklar yaratılmaya çalışılıyor. lincoln denen manyaktan kurtulmamızın maliyeti bile belli değil daha. yahu keita, rijkaard, elano... bunlar nasıl geliyolar lan buraya. bütün bunların çok az açıklaması olabilir. birincisi, galatasaray gerçekten bir dünya markasıdır. ikincisi de haldun biliyo bu işleri be abi!

    son söz yerine: allah!
    26 ...
  43. çubuğum yok yol üstüne uzadam

    1.
  44. bir rumeli türküsü olup, çeşitli versiyonları mevcuttur. okan murat öztürk abimiz yanılmıyorsam "aşk adamı söyletir" adlı albümünde icra etmişti bu türküyü. böyle güzel bir icra, böyle derinden işleyen bir düzenleme az bulunur vesselam. nasıl bir duygu yoğunluğudur kardeşim bu, bencilliğin bu kadarının hak olduğunu düşünürken, nasıl bir tevazudur: "çöz yarim yazmayı boylu boyunca/ben saramadım eller sarsın doyunca." çaresizliktir: "menendin* yok seni kime benzedem?"

    okan murat abi'nin söylediği haliyle şöyledir:

    çubuğum yok aman yol üstüne uzatam
    takatim yok yar yolların gözetem
    menendin yok aman seni kime benzetem

    çöz yarim yazmayı boylu boyunca
    ben saramadım eller sarsın doyunca

    yine derdim aman arttı gönül dayanmaz
    dağlar engel yollar yare ulaşmaz(kavuşmaz)
    buna sevda aman derler sitem götürmez

    ya sen gel buraya ya ben varayım
    elmas kadehleri ben doldurayım

    çöz yarim yazmayı boylu boyunca
    ben saramadım eller sarsın doyunca
    1 ...
  45. amerikan güreşinin gerçek olmadığını anlayan kişi

    2.
  46. çok da üzerine gidilmemesi gereken kişidir. çünkü bir vakte kadar bu amerikan güreşi denen şey hakikaten "gerçek" olarak icra edilmiştir. netekim sonradan yasaklanmış, işin gösteri kısmı kalmıştır geriye.
    4 ...
  47. sabri nin real madrid e göz kırpması

    19.
  48. üç vakte kadar madrid'de kötü şeyler olacağının kanıtıdır. c.ronaldo'nun ayakları falan bağlanabilir örneğin. öyle demeyin kelebek etkisi demişler.
    2 ...
  49. demokrasi

    276.
  50. farklı düşünenlerin birbirlerini anlayıp, birbirlerine tahammül edebilme sanatıdır. kısacası öküzlere göre değildir.

    günümüzde ise yurdun dört bir yanından, türlü siyasi ve sosyal sınıf ya da kültürel daireden gelen herhangi bir insanın şirin görünmek için çiğner gibi yaptığı sakızın adıdır. her yere atatürk portresi falan asılır ya hani. hah bu da onun gibidir. illa bi "demokrasi" de bi yerde. zaten ne kadar çok deniyorsa o oranda yoktur ya o şey. neyse...
    0 ...
  51. osmanoğulları

    4.
  52. 13.yy sonları ile 14.yy başlarında anadolu'nun kuzey batısında ertuğrul önderliğinde kurulmuş ve muhtemelen kendisine oranla daha doğuda bulunan, aynı zamanda konya sultanlığınca da meşruiyeti tanınmış bir hâmil beyliğe tâbi olan siyasi teşkilatlanmadır. bu da muhtemelen kastamonu ve çevresinde bulunan çobanoğulları beyliği'dir. 1309'da da osmanoğulları çadırları marmara'ya kuradursunlar, bu beylik candaroğulları tarafından ham yapılmıştır. böylece osmanlılar'ın tâbilikleri de resmen düşmüş olmaktadır.* bu dönem hakkında yorumlarda ve tespitlerde bulunmak oldukça zor. zira bırakın osmanlı'yı ne bizans ne de islam dünyasında bu dönem anadolu'su -yani o zamanın deyişiyle "rûm diyarı"- hakkında çok fazla bilgiye sahip olamıyoruz. en erken ulaşabildiğimiz metinler 15.yy'da yazılmış olan tevarih-i âli osman olarak bildiğimiz menkıbe ve gazavatname ayarında yarı efsanevi kronolojilerdir. en başta aşıkpaşazade gelir ki o da bildiklerini "yahşi fakih" adlı bi amcamızın anlattıklarına dayandırır sözde. dikkatle okunması gereken bir kişidir. zira hem mensub olduğu gelenek hem de kullandığı terminoloji açısından metininde tutarsızlıklara neden olmuştur. döneme ait bir başka tarihçi neşri olmakla birlikte bizim âşıkpaşazade'den farklı çok şey anlatmamıştır.

    malumumuzdur ki, bu konuda en tartışmalı ve dahi taşşaklı konular arasında "osmanlılar kimdi? dinleri gerçekten islam mıydı? nası böyle büyük bir imparatorluk haline gelmeyi başardılar?" gibi hususlar ön plana çıkar. hepsine salt ve pürüzsüz yanıtlar vermek çok zor. ancak en azından akıldaki soru işaretlerini eldeki veriler ve tarihsel yorumlama yetileriyle sona erdirebiliriz.

    evvela kimdi bu osmanlılar? osman ve dahi ataları kimlerdi? osmanlılar, moğol baskısı ile anadolu'ya gelmiş pek çok türkmen kabilesinden bir tanesiydi. 13.yy'ın ortalarında bu topraklara yol almışlardı gündüz önderliğinde. gündüz bizim ertuğrul gazi'nin babası, yani osman'ın da dedesi oluyor. daha doğrusu tevarih-i âli osmanlardaki hemfikir şecere bize öyle diyor. kayı mıydılar, bozok muydular işte orası biraz şaibeli. döneme ilişkin anlatılar sunan metinlerin en erken örnekleri dediğimiz gibi 15. yy'a yani hemen hemen osman bey'den 150 yıl sonrasına dayanıyor. aradan çok sular akmış, çok defterler düzülmüş. 15. asırda artık osmanlı devleti rumeli ve anadolu'ya çoktan hakim olmuş ve ortadoğu coğrafyasının en belirgin güçlerinden birisi haline gelmiş. istanbul alınmış, roma geleneği sahiplenilmiş, hem sosyo-ekonomik reformlar hem askeri dönüşümler hem de yönetimdeki köklü devrimler ile birlikte artık bir imparatorluk ortaya çıkmış vaziyette. bu da çok açık ki, aşıkpaşazade'nin ve daha nice tevarih-i âli osman'ın 15.yy algısıyla 14.yy'ı anlatmasına sebep olmuş. bu da başta bahsettiğimiz sakatlıklara vesile olmuş falan. şimdi şunu gayet net söyleyebiliriz ki, osmanlılar'ın "bozokların kayı boyundan geliyoruz" iddiası bütünüyle 15.yy'da uydurulmuş ve geçmişe giydirilmiş bir kılıftır. taa hazret-i nuh'a dek dayandırılan şecere de bu kılıfın bir parçasıdır. zira yüce osmanlı, böylesine büyük olduğu bir devirde kendisine kutsal ve efsanevi bir geçmiş yaratmalıdır ki, ayakları yere sağlam bassın. alelade bir devlet değil, büyük oğuz han'ın mirası ve dünyanın elması olduğunu kanıtlasın. yıldırım'ın fetihlerine, anadolu beyliklerinin "gayri meşru işgal" gerekçesiyle karşı çıkışlarda bulunmaları da, memlük hakimiyetindeki halifeden "sultan" ünvanı istenmesi de bu sürecin bir parçasıdır. özetle osmanlılar muhtemel bir oğuz bağı olduğu kesin olmakla beraber, kayı değillerdir.

    peki ya müslüman mıydılar? ya da ne derece öyleydiler? kimi tarihçiler ve osmanlı'nın kuruluşu üzerine kafa yoran bazı yerli ve ecnebi araştırmacılar osmanlılar'ın anadolu'ya geldiklerinde hala bütünüyle "şaman" olduklarını ve müslümanlaşmalarının şeyh edebali ile kurulan kurumsal temaslar sonucu olduğunu söylerler. kimileri ise osmanlılar'ın daha evvel moğollar'dan kaçma sürecinde anadolu selçukluları ile bulundukları temaslar zamanında islam'ı seçmiş olduğunu iddia ederler. aslında bu konuda ayna misali net bir şey göstermek mümkün değil. ancak dedik ya, kafa karışıklıkları kalmasın ortada. osmanlılar islam dini ile ilk defa şeyh edebali zamanında falan karşılaşmamışlardır. bunu söylemek fazla zorlama olur. defalarca selçuklularla ve müslüman olmuş az sayıdaki türkmen gruplarıyla temasları olmuştur bundan önce de. ancak ne ara müslüman oldular bunu söylemek biraz zor. osmanlılar anadolu'ya geldiklerinde halihazırda müslümandırlar yüksek olasılıkla. ancak bu müslümanlık, bugünkü mânâda sünni bir müslümanlık olarak kesinlikle algılanmamalı. o dönemde pek çok türkmen aşireti gibi onlar da şaman gelenek ve inançlarını hâlâ sürdürüyorlardı. islam'la sıkı sıkıya ilinti kurmaları ise şeyh edebali'nin temsil ettiği âhiler ile olduğuna göre, vefaî tarikatına mensub ve islam'la bağı oldukça gevşek olan bir takım çevrelerle kurumsal anlamda ilk dînî temasları sağladılar. yani islam'ın "layt" vizyonu içerisinde şaman geleneklerini de devam ettirerek bizans dünyasına giriverdiler. dolayısıyla kendilerine has bir "türk islamiyeti" çerçevesinde şekillendiler. şeyh edebali ve osman arasındaki şu meşhur "kutsal kitabı görme ve tanımama" hadisesi de her ne kadar bir aşıkpaşazade tevatürü de olsa, o dönemdeki türkmen aşiretlerinin ne derece "müslüman" olduklarıyla ilgili çok önemli bir ipucu verir.

    bu arada osman'ın hakiki ismi de "otman" ya da daha akla yatkın haliyle "ataman"dır. dedesi gündüz*, babası ertuğrul olan bir türkmen'in ismi nasıl oluyor da bir arap-islam ismi oluveriyor, anlamak güç. e osman'dan da en nihayetinde ilk kez 15.yy metinlerinde "osman" diye bahsedildiğine göre olayı anlamak lazım.

    peki bu beylik ne oldu da bu kadar koca bir imparatorluk haline geldi? onu da birileri hatırlatsın, başım gözüm üstüne başka bir entry'de açıklayayım. dimağım şaşacak.

    ultrasonik not: "lan o kadar okudum yine de bi halt anlayamadım bu dallamadan" diyenleriniz için görülmemiş hizmet; bakınız: (#5695640) * *
    1 ...
  53. osmanoğulları ve ilk dönem meşruiyet sorunu

    1.
  54. osmanoğulları hariç tutulduğunda tüm anadolu beyliklerine, ellerinde bulundurdukları topraklar mülk olarak verilmişti. yani karamanoğulları, germiyanoğulları, candaroğulları, aydınoğulları gibi beylikler, kutsal bir soydan/gelenekten gelen ya da geldiği var sayılan anadolu selçuklularınca* temlik edilmiş topraklara sahiptiler. yani o topraklar üzerinde "kutsal bir hanedanın imtiyazından ötürü" meşru bir hakimiyetleri vardı. yani günümüz hukuku gereği bir devletin tanınması için nasıl bazı kıstaslar varsa, o zaman için de kutsal bir kökenden gelmek tanınma konusunda bir meşruiyet aracıydı.

    osmanlı beyliği ise kuzey batı anadolu'da, eskilerin deyimiyle anadolunun garb-ı şimalinde bizans imparatorluğu ve selçuklu toprakları arasında kalmış bir bölgede yerleşmişti. fark şuydu ki, osmanlılar'a selçuklu sultanınca yapılmış bir temlik söz konusu değildi. sadece siyasi otorite boşlugundan ötürü osmanlılar o bölgede tutunabilmişler ve zayıf bizans toprakları aleyhine yayılabilmişlerdi. osmanlılar'ın yıldırım bayezid'e kadar beylikler üzerine fütühat hareketinde bulunmamasını günümüz orta öğretim ders kitapları "ilk dönemler osmanlılar, anadoludaki beyliklere karşı dostça bi siyaset izlediler, niye ? dostluk,kardeşlik ehehe." şeklinde saçma bir şekilde açıklamış bulunmaktadır. halbuki bunun sebebi bahsettiğimiz meşruiyet problemidir. tüm bu beylikler ellerindeki toprakları genel geçer bir hukuka göre ellerinde tuttuklarından, yani kutsal bir kandan gelen oğuz geleneğinin temsilcisi olan anadolu selçuklularınca verilmiş topraklara sahip olduklarından, osmanlılar'ın bu beyliklere fütühat hareketinde bulunmaları asla kabul edilemez bir durumdur.

    işte yıldırım bayezid'in otokrat politikası ile birlikte anadolu beyliklerine yönelik bir fetih hareketi söz konusu olunca, tüm beylikler duruma tepki göstermiş ve anlayacağımız dilden yıldırım'a haklı olarak; "bre melun. sen kimsin, hangi soydan gelirsin de, oğuz evladı selçuklunun bize temlik ittüğü toprağa tecavüz edersin. tez durul gafil!" demişlerdir. timur da akabinde bu problemi kullanıp; "merak etmeyin yigitler, ben bu yıldırım'ı alaşağı eder, imanını gevretirim, torpahları da size geri verirün gayrıı" demiştir. böyle bir ortamda da yıldırım, kendi iktidarını meşru gösterecek yollar aramıştır. peki neler yapılmıştır?

    öncelikle diğer beylikler gibi osmanlıların da oguz ailesinden geldiğini ispat etmek adına bir "kayı boyu menkıbesi" uydurulmuş, yazılmıştır. böylece osmanlılar'ın da kutsal bir kandan geldiği ve iktidarda hak sahibi olduğu iddia edilmiştir. bir ikincisi, söğüt'ün bazı hükümranlık hediyleriyle osmanlılara verildiği, çadır,sancak, taht gibi saltanat alametlerinin osmanlılara gönderildiği savı dönemin tevarih-i ali osman yazarlarınca uydurulmuştur. böylece osmanlılar'ın, "sahibi oldukları toprakları aslında haklı olarak ellerinde tuttukları" savı oluşturulmuştur. hatta yıldırım bunlarla da kalmayıp, memlük sultanı korumasındaki halifeye elçi yollayarak kendisine sultan ünvanının verilmesini istemiş, ancak memlüklülerin engellemeleriyle bunu elde edememiştir.* kuşkusuz "saltanat" da o dönem konjonkturu açısından önemli bir meşruiyet aracıdır.

    işte tüm bu çabalar, "kayı boyundan geliyoruz" hikayeleri bu meşruiyet sorunundan ötürü kaynaklanan şeylerdir. dikkat edilirse 15.yy sonlarından itibaren bu tür zorlamalara rastlanılmaz. tezler çoktan yazılmış ve genel geçer kabul edilmiştir. artık meşruiyetin sağlanması problemi kalmamış yalnızca bu meşruiyete bir kılıf uydurulması söz konusu olmuştur. bu da gerekli rötuşlarla halledilir zaten.

    *
    5 ...
  55. raiyyet

    1.
  56. efendim raiyyet dediğimiz birim, reaya denilen şeyin tekilidir. hükümdara tâbi vergi veren her bir kişidir yani.
    0 ...
  57. tımar sistemi

    3.
  58. osmanlı imparatorluğu'nda geçimlerini veya hizmetlerinden ötürü ortaya çıkan masraflarını karşılamak üzere bir kısım görevlilere* tahsis edilmiş olan vergi gelirleri şeklinde işleyen toprak sistemi. rahmetli ömer lütfü barkan ise osmanlı tımarını daha açık bir şekilde; "osmanlı'da görevlilerin, devlet adına görmüş oldukları hizmetleri karşısında maaş yerine kendilerine verilen vergi toplama hakkı" diyerek açıklamıştır.

    kısacası bu sisteme göre belli bir miktar toprağın vergi toplama hakkı bir sipahiye verilir, sipahi de topladığı vergiler karşısında devlete gerektiği vakit, beslediği askerleriyle destekte bulunurdu. tımar sahibi, ne tımarı dahilindeki toprakların, ne de bu toprakları işleyen köylünün vermekle yükümlü olduğu resimlerin* mülkiyetine sahipti. sadece devlete ait vergileri, kendi namına toplayabilme işini yürütüyordu. bu bir maaş mahiyetindeydi. nitekim 17.yy'a değin nakit ekonomi gelişmediğinden ve para naklinin ulaşım güçlüklerinden kaynaklı olarak çok zor olacağından dolayı, devlet maaş yerine böyle bir uygulamaya gidiyordu. sipahinin sahip olduğu hak ve yükümlülüklerin devredilmesi, tımarın satılması, vakfedilmesi ya da başka bir yolla herhangi birisine doğrudan intikali söz konusu değildi. zira belirttiğimiz üzere tımar sipahiye temlik değil tevcih edilirdi. yani toprakların mülkiyeti devletindi. yalnızca sipahi öldüğü vakit tımar erkek evlatlarından birisine kalabilirdi. sipahi ayrıca belli bir miktar akçelik tımarı aldığına dair bir berat sahibi olurdu.

    tımar sisteminin tarihsel menşei konusuna geldiğimizde ise, iran-moğol devlet müesseseleri, türk-hakanlık geleneği, islam ve roma devlet geleneği gibi birçok kaynaktan beslenen osmanlı devleti için örnek ve köken teşkil edebilecek çok sayıda yapıya rastlıyoruz. ta ki perslerin satraplıklarından selçukluların iktasına kadar pek çok benzer birim olduğunu görebiliriz. bunların arasında da en çok dikkat çekeni, osmanlı'ya olan yakınlığı da göz önünde bulundurularak bizans pronoialarıdır. selçuklu iktası da tımara büyük oranda kaynaklık etmiş olsa da, iktada topraklar mülk olarak verildiğinden, tımar sistemindeki işletim anlayışından farklıdır.

    tımar sistemi içinde köylüden alınan vergileri ise çift resmi, öşür ya da haraç, maktu vergiler ve işlenen suçlardan alınan vergiler olarak sıralamamız mümkündür. çift resmi ya da raiyyet rüsmu dediğimiz vergi, tımardaki şahsi vergiler sınıfına girip kişinin statüsüne göre değişmektedir. örneğin tam çiftlik işleyen birisinden 22 akçe alınırken*, yarım çiftlik işleyenden 11 akçe alınmaktaydı. kişi evli ancak arazisi yoksa yani bennak ise, bundan daha azı, mücerred dediğimiz bekarlardansa daha da azı alınırdı. haraç ve öşür de bildiğimiz üzere üretilen hububattan oransal olarak alınan vergiydi ve genel olarak ayni olarak ödenirdi. maktu vergiler dediğimiz vakit ise, hububat üretimi dışındaki bağça ve bostanlardan, koyundan, sürüden*, yaylak kullanılıyor ise yaylaktan, zeytin ağaçlarından ve hatta arı kovanlarından alınan ekstra vergiler akla gelmektedir. son olarak işlenen suçlardan alınan vergileri ise şu şekilde özetleyelim: efendim diyelim ki birimizin hayvanı kaçtı ve kayıp olduğu süre boyunca başka birimizin işlediği toprağa zarar verdi ve nihayet bulundu. bulunduğu zaman kadı karşı tarafa tazminat bağlayabileceği gibi sipahi de gelip verilen zararlar oranında belli bir miktar para alabilmektedir. ayrıca bir de vergiden muaf sınıflar vardı. bunların başında hz.ali ve hz.muhammed soyundan geldiğine inanılan şerif ve seyidler geliyordu. ya da ırgat yardımıyla toprak işletmediği sürece bive denen dul kadınlardan, emekliliğe ayrılmış olan kişilerden* ve çoluk-çocuktan vergi alınmazdı. cüzhanlardan* ve duabuyanlardan* da vergi esirgenirdi. ayrıca imamlardan da şahsi vergiler alınmazdı. yok "ben illa toprağımı sürerim" diyen imam olursa da, paşa paşa öşürünü öderdi.

    sipahi, kendisine tevcih edilen tımarın vergi büyüklüğüne göre devlete asker yetirirdi. sefer zamanında askerin toplanması için bir yer belirlenir, tüm sipahilerin beraberlerindeki cebelüler ile burada belirlenen zaman içinde bulunması beklenirdi. eğer 3000 akçelik bir tımarınız varsa bir zırhlı askeriniz* ve atınızla gelirken, 5000 akçelik bir tımarınız olduğunda bu tutar 2 zırhlı asker, 2 at ve 2 çadıra, 20.000 akçelik bir tımarınız olduğunda da 5 mükemmel zırhlı asker, 5 at, 5 çadıra* çıkabilmekteydi. herkes belirlenmiş olan merkezde toplandığında sayım yapılır ve gelmeyenlerin tımarları ellerinden otomatikman alınır ve gelenler arasında pay edilrdi. seferde yararlılık gösteren askerlere ise yaptıkları işe göre meblağı değişen ve terakki denen prim ödenirdi. tımarlı sipahilerin ve yanlarındaki askerlerin oluşturduğu eyalet ordusu, 1527-28 mali bütçesine göre 80.000 civarındaydı. aynı dönemde merkezdeki kapıkullarının sayısı ise 27.000 civarındaydı. böylece eyalet ordularının, osmanlı askeri gücü açısından ne derece önemli olduğunu da anlamış bulunuyoruz. merkezdeki orduların tersine bu tımar askerlerinin mali yükümlülükleri tımar sahibine ait olduğundan, devlet ekonomik açıdan da kayda değer bir yükten kurtulmuş oluyordu böylece.

    *
    1 ...
  59. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük