akdeniz dünyası ile ilgili kitaplarında niyazi berkes ve öğrencilerinn çalışmalarından övgü ile bahseden annales okulundan büyük tarihçi. lakin kitaplarında kendisinin de ifade ettiği gibi-yazdığı dönemde- özellikle- (bkz: ii. philip döneminde akdeniz ve akdeniz dünyası)-isimli eserinde osmanlı tarihi alanındaki araştırmaların yetersiz olduğunu ama umut verici şekilde ilerlediğini belirtmiştir kitabın geneline bakıldığında özellikle osmanlı ve ispanya imparatorluklarını karşılaştırmalı ve oldukça başarılı bir analize tabi tutmuştur diyebiliriz.
kendilerinin venedik ile her daim yakın ilişkileri olmuştur. keza Fatih'in italya'ya saldığı korku[ki daha sonra italyanın güneydoğu ucu olan otoranto zaptedilecektir] bu ülkeyi bu tip arayışlara itmiştir. aynı zamanda Uzun Hasan'a ait venedik arşivlerinde de bir portre vardır.
"dil devrimi" değil dil "devirimi"dir. o kadar fikir ortaya atılmasına rağmen salt özcülerin bu konuda galip çıkıp dilin doğası dikkate alınmadan bazı bilimsel ve felsefi terimler konusunda diretmeleri işi çığırından çıkılmaz bir noktaya sokmuştur.
eskişehir ilinde bol bol bulunan insan türüdür. hatta hatta belirli dönemler halinde eskişehir'de pikniklere gitmektedirler. bu nedenle bu tarihlerin gayet iyi kestirilip kendileri ile en kısa sürede pişti olunması tavsiye edilir.
(bkz: porsuk nehrine kaçan top)
bir okul bahçesinde 10 yaşındaki çocukla top oynayan 25 yaşında bir çocuk görüyorsanız bilin ki o abidir. ha bir de keten pantolon, ince oduncu gömleği onun altına beyaz spor ayakkabı, böyle hafif hint modeli bir giysi cemaat olarak tercih nedenidir. aksesuar olarak bıyık bırakma ise-cemil ipekçi ve ülkücü modeline kaçmadan(keza ikisi de caisn't)-kırçıl bir hava verilerek bırakılır. bu ise kişinin yavaş yavaş evlenme modeline girdiğinin yakında da kitap okumaktan gözlerin bozulup hafif kalın bir gözlük kullanmak suretiyle klasik dernekçi havasına bürünüldüğünün bir kanıtıdır.
söylentiler ve muhteşem hayatındaki spekülasyonlara göre "ümit özat"ın üvey kardeşidir. Kölne'e giden şaşı kaptanın eksiliğni hissetttirmemek için sürekli sahaya dalıp 30 cm'lik keser sapı kebelek* bıçağıyla karşı takım taraftarları ve saha içindeki futbolcuları tedirgin etmektedir. bir de bizim gecekondu stadda 7 kilo 3 litre su içerek ortalığı tozu dumana katmıştır.
ha bir de holywood yıldızı olmaya adaydır. yakında fenerbahçe cumhuriyeti adına vietnam'ı işgal eder de helikopterden helikoptere atlarken şarjör değiştirirken gördüğünüzde şaşırmayın.
ciddi analmda psikanalitik etkilere bulanmış bir micheal powel filmi. Pshyco'nun çekilmiş olduğu dönemde çekilmesi itibariyle baya etkilendiğine dair bir izlenim oluşabilir ki aslına bakarsanız "voyeurism" kavramı bu filmin temel noktasıdır.[pshyco'da belirli bir noktada "seksuel assault"un uzantısı niteliğinde bir gerçeklik kazanmıştı ve marion'un öldürlmesi ediminde asıl katalizöre sahip olan aktiviteydi] zaten belki de bu benzerlikten dolayı film "very british pshyco" olarak nitelendirilmiştir.
lakin burada fetiş kavramı daha çok vurgulanmıştır. Kahramanımız için kamera "saf nesne"dir yani değiş tokuşl edilemez niteliktedir. bir başka nokta ise onun fetişleştirilmiş olduğudur. genellikle fetişistlerin fetişleştirdikleri aparat ya da araçlar onların ellerinden alındığında kendilerini güvensiz hissederler. aynı olgu bu fimde de Mark Lewis'in kamerası elinden alındığında ortaya çıkmaktadır. bunu ise klasik olarak ulysses'deki mr bloom fetişizmi ile karşılaştırlabilir. aynı kameranın bir tatmin objet'i olduğu ve kameranın sacayaklı yapısından da anlaşılabilir. burada fallik obje lkkameranın ön ayağıdır, ve kahramanımızın "voyeuristic sadizm"i bu şekilde simgeselleştirilmiştir.
hafif down sendromu izleri taşıyan biraz sorunlu olduğunu düşündüğüm seksi kişilik. bu down sendromu ve bu "kendinden menkul ötekilik" kendisine daha çekici ve aynı zamanda esmerlerde pek bulunmayan ayrıksı bir çekicilik kazandırmakta. son olarak, popüler kültürün testesteron kaynağı olma dışında-ki klip insanı baştan çıkarmaktadır- gece külüpleri için iyi bir geçim kaynağı olmuştur.
sadri'nin her şiiri gibi topkapı-vezneciler hattından çalıntıdır(erdem bayazit, necip fazıl vs şairlerinden okuduğu şiirleri kesinlikle bu yorumdan bağışık tutmaktayım).
anlaışlması zor olan aforizmalardan oluşsa da "metnin hazzı"nın tekrar okumalarla güçlendiği bir kitaptır. Ek olarak her ne kadar matrix'in fikir babası ve ilham kaynağı olsa da matrix'in yönetmenleri baudrillard'ı anlayamamışlardır.
klasik bir similasyondur[çünkü gerçeği gizler]. insanın yüzünün anlamsızlığını saklar[bir noktada şen yüzlere eğreti duran sanal anlam ihraç eder]. lakin makyajın gerçeği gizlemiş olması onu sahte yapmaz, sahteden daha sahte hala getirir.
neoklasik tiyatro ile sınırlanmayacak nitelikte çağların ötesine seslenebilen oyun yazarıdır. bu nedenle Fransa'da uzun süre sansürata uğramıştır.
(bkz: La rouge at la noir)
genç yaşında geçirdiği trafik kazasıyla eski ününe kavuşamayan sinemanın sorunlu, sıkıntılı genç karakteri. Hitchcock'un "i confess" filmindeki rahip rolü ile gönüllerde taht kurmuştur.
zamana göre değişiklik gösteren bir olgudur. sinema tarihinin ünlü simalarından montgomery clift'in geniş pantolon giydiği dönemlerde moda olan akımdır.
(bkz: sinema tarihinin geniş pantolonlu çocuğu)
geceleri köpekler ciyaklarken, murat 131'ler ile mahalle arası delikanlıların piyasa yaptığı dönemlerde çalan sevgili hakkı abimizin bariton sesiyle dinlediğimiz kült şarkısıdır. şiir içermemesi şarkı adına bir eksikliktir.
hemen hemen her konuda söyleyecek lafı olan üslup açısından da 3 seri yayımlanan anılarında aforizmayı düşünceleri iletmede önemli bir araç olarak seçmiş "postmodernliği reddeden" fransız düşünür ve iletişim kuramcısıdır.