bir ideolojiye kendini ait hissetmek sadece o ideolojinin izin verdiği sınırlar çerçevesinde zihni, zekayı kullanmayı sağlar ve nitekim zeka sınırlandırılmış kendine sınırlar koymuş olunur.. oysa ki kendini bir ideolojiyle sınırlandırmamak geniş bir bakış açısı ve zekayı daha verimli daha geniş çerçevede özgürce kullanma fırsatı sağlar..
'imkansızı iste olsun' , 'inanmak başarmanın yarısıdır', 'zekanızı sınırlandırmayın' bu ve bunun gibi cümleler ilkokul çağından beri vurgulanmadı mı bize hep? daha sonra da 'bir ideolojiyle kendinizi kısıtlayın', 'seçim yapın' dediler; 'artık reşitsiniz' vs.. bu ve bunun gibi birçok çelişkilerle büyüdük, büyüyoruz..
insanın kendini sınırlandırması aslında bir nevi cezadır.. çünkü insanoğlunun doğasının
özünde sınırlandırmamak vardır kendini aslında. en basitinden düz mantıkla düşünürsek tarihe baktığımız zaman bütün devletlerin hep sınırları genişletme daha geniş alanlara yayılma isteği vardır.. peki neden? neden sınırlarını genişletmek istemişlerdir, kendilerini kısıtlamaktan ziyade? çünkü insanız ne de olsa manevi maddi daha da büyümek sınırlarımızı aşmak, gelişmek isteriz.. basitçe görüldüğü gibi kendini sınırlandırmak doğamızda yok aslında..
lakin ''bütün ideolojiler zararlı mıdır'' gibi bir düşünce de ayrı bir tartışma konusudur..
insanlara göre giyinmek çıplak gezmemek olumlu bir erdemdir. ama uzaylılara göre çıplak olmak o kadar da garip bir şey olmayabilir.
-hayri abi iniyo muyuz dünyaya?
+iniyoruz mahmut hazır 3,2,1 ...
-abi duuurrr!
+noldu lan yine amk!!
-abi külot, don neyim giyelim üstümüze başımıza
+niye lan?!
-abi ne bulsalar zikiyolarmış orda dayıoğlu söyledi kör kurşuna gitmeyelim sonra.
+oha lan çelik külot yaptıralım hemen bizim demirci cimşitten..
-tamam abi.
cezmi ersöz' ün nadide güzellikte şiirlerinden birini anımsatan söz öbeği.
SUSUYORSAM BiL Ki
Kıştı, çok ağır bir kış
Tren Bingölde yavaşladı,
durdu sonra, durdu zaman
sonra kalktı.
Pencereden baktık,
Rayların önünde kara batmış
bir adam vardı.
Düştü trenin önüne
o gitti, biz gittik.
Bizi Muş istasyonuna getirdi
bir gece
Adamın işi buymuş
çığ düşerken haber verirmiş
makinistlere
gecelerce, günlerce
trenlerin önünde yürürmüş.
Ve hiç konuşmaz,
hep susarmış
konuşursa çığ düşmesinden
korkarmış
içine atarmış yıllardır
biriken aşkına.
Ben de susuyorsam bil ki,
senin, benim önünden gidiyorum,
karlara bata çıka
trenlerin önünden giden
o adam gibi.
Susuyorsam bil ki
çığ düşmesin diye,
sana, bana aşkımıza
elektrikli süpürge sesi dinleyip rahmindeki o huzuru hala tadabiliyorum anneciğim anlatılamaz bir haz, duygu bu. tanrıyı anlamak gibi; kendinden, canından bir parça...
konuşarak anlatamam bilirsin sana sevgimi, yazarak anlatmak kolaydır derler... ama yazarak anlatmak da mümkün değil ki sana olan sevgimi babam benim... ama sen anlarsın yine de beni, bilirim hissederim canım babam...
beklentiyi sıfıra indirgemek kendini kabulleniştir, direnmemektir..
mevlana' nın yegane mesajlarından biridir kabullenmek ve sıfırlanmak insanın kendini bulması yolunda, tıpkı yeni yaratılacak bir melodi, bir müzik gibi önce sessizlik hakimdir ve bir anda o sessizlik içinden anlam bulur ortaya çıkar eşsiz melodi...
sessiz olmadan içini dinleyebilir mi insan? nasıl anlamlandırabilir kendini? kendini, içini dinlemeyen, anlamayan insan başkalarının uzantısı yansıması olmaya devam eder ve taklitçi bir yaşam biçimi sürdürür kendisi olamamıştır çünkü olduğunu sanmaktadır...
o değil de ortaokul dönemlerinde kantine gidip de elinizi cebinize sokup şöyle bi karıştırıp bulduğunuz 2,3 kuruş bozukluğu heyecanla denkleştirip o nefis o muazzam tada sahip tostlardan 1 çeyrekcik almanın ağızda bıraktığı haz inanılmazdır;
içinde bildiğiniz 2 sucuk, bir minik kaşar parçası vardır belki efenim ama bir daha hayatınız boyunca o lezzette bir tost bulamazsınız istesenizde o orda kalmıştır o an, güzeldir, hoştur, çocuk olsak da yine yesektir...
-selam, ne haber, özlemiştim seni.
-selam ne haber, özlemiştin beni.
-selam ne haber, özlemiştim beni.
-selam ne haber, özlemiştim onu.
-selam ne haber, özlemiştin beni mi?
-selam ne haber, özlemiştim kendimi.
-selam ne haber, özlemiştim hepsi bu.
- mu?
-ben senin beni sevebilme ihtimalinin, türevinin, kombinasyonlarının, bilinmeyen denklemlerinin cevabını gözlerindeki ışığın denize vuran yakamozunun berraklığı kadar istediğimi anlatmam için; gökyüzünün ortasında bir kuş gibi asil kanat çırpışlarının havada yaptığı kıvrımlar resimdeki fırça darbeleri gibi ne eksik ne fazla olduğu gibi tıpkı eli kulağa arkadan dolandırıp tutmak gibi soylu harflerin soyulmuş elbiseleri gibi sana dokunmak bir kuş gibi...
prezervatifi üreten fabrikadaki işçiyle aynı piyasaya fakat zıt etkiler yapma amacıdır..
üretici ve tüketici döngüsünün devamlılığı için gerekli davranıştır. kız, erkek, orangutan, iguana almış ne fark eder yahu amaç denilen kavram zaten tek bir sebep değil midir özneleri tek başına irdelemek gereksizdir..
böyle cahil insanların bolca olduğu zihniyet bakımından geri kalmış ülkelerin çoğunda kalıcı çözümler yerine bu ve bunun gibi sadece günü kurtarmaya yönelik çözümler her zaman olmuştur..
ha iyi mi olur kötü mü onu bilemem, bildiğim şu ki; bu zihniyetle, kalıcı çözümler üretebilen cehaletin azaldığı ve gelişime açık, eğitimli bir toplum olmadıkça,
''pembe metrobüsten inildikten sonra da eli bir yerlerinde bekleyen sapıklar mutlaka olacaktır''...
selam, naber? sayılar nasıl oralarda? farklarını toplayabildin mi? beni soracak olursan bölündüm, toplandım, çarptım çıkarmadan çarpanlarıma ayrıldım; sonunda kendime eşitledim. x, y, z ler nasıl gözlerinden öperim hepsinin tek tek..
denklemlerinin etkisiz elemanı nasıl? etkisizliği her şeyi etkilemesindenmiş bunu öğrettin.. tüm açılarından öptüm canım 2 kere 2 nin 4 ettiği gerçekliği gibi soyut bak kendine...
bir yağmur damlasının toprağa düşme anı, rüzgarın saçınızı hafiften okşaması, hiç tanımadığınız simitçiye hal hatır sormak, ön koltukta annesinin kucağındaki bebeğin size bakıp gülümseyişleri, bulutların şekli, hayata dair herkesin göremediği minik her doğal ayrıntı...
değişik, gırtlaktan kadife bir sesi var herifin.. lakin bir filmde, popüler herhangi bir şeyde aman bir şarkı çalmasın anında piyasa edilir; bu olaydan haz almıyorum şahsen daha çok keşfedip o sesin ruhuma hitap edip etmediğini deneyimlemeyi tercih ederim... bana ne milyonların dilinde sakız olan bir şarkıdan, ama dinlerim de yeri gelince piyasa etmeden...
ayrıca müzik ve şarkı için reklam anlamsız bir şey.. çünkü o bir alışkanlık olduğu için dinlersin orada burada televizyonda her yerde reklamı olduğu için diline dolanmıştır.. oysa karşı köyde ıslığıyla bir şarkı söyleyen çobanın doğallığı hissettirir o müziği ruhuna...
tabii ki yarım olur.. tam güneş gören var mı hatta ağzı gözü vardır gülümser, istediğin şekle sokarsın dünyayı çocukken.. yoksa çocuk olmanın ne anlamı kalırdı...