temelde, bir insanın yapması gerekenle aynıdır. hepimiz anlamaya çalışıyoruz, aklımızı kullanmaya çalışıyoruz. kendimize, dünyaya, bir allaha (bir her şeyin nedenine), herhangi bir bağlama - kavramlar dizgesine inanmaya çalışıyoruz. bu inancı sürekli yeniden kuruyor ve yeniden yapıyoruz. zira insan her saniye değişir ve kendisini hep yeniden yapar : içerisinde yaşadığı dünyayı algılama biçimimiz ve bilgimiz sürekli değiştiğinden. kurduğumuz dünya, yaşadığımız dünyadır. kavramlarımız, kendimizle, ötekiyle, toplumla, evrenle, allahla nasıl bir ilişki kuracağımızı belirler. fakat iş burda bitmez. bir gün uyanır ve işe gidersiniz, birisi size rüşvet teklif eder; kabul edecek misiniz, etmeyecek misiniz ? mesleğiniz rüşvetin su olup aktığı bir meslek olabilir, öyleyse bu işi bırakacak mısınız ? patronunuz hakkınızı gasp ettiğinde sesinizi çıkaracak mısınız, patron olduğunuzda çalışanlarınıza kötü davranacak mısınz, allahınız bir mi yoksa para, makam, güç bunun yerini mi alacak yahut sizin putlarınıza mı dönüşecek ? bütün bunlar yaşandıktan sonra kavramlarınızı ve dünyanızı yeniden kuracaksınız.
ben denedim, okunabiliyor. fakat bunun için hareketli bir araçta kitap okuma yeteneğinizi epey geliştirmeniz gerekir. zorluk sıralaması şöyle : vapurda kitap okumak < metroda kitap okumak < iett yeni otonüslerde kitap okumak < ikarusta kitap okumak < metrobüste kitap okumak. ben son aşamaya ulaştım, fakat yıllardır bu yöntemler bir kız tavlayabilmiş değilim. (birkaç kızla konuştuğum oldu.) benim yeteneksizliğime de verebilirsiniz.
asıl soru: metrobüste değilken kitap okuyor muyuz ?
şaşırılmamalıdır. bir kitabın anlattıklarından çok, okunduğunda okuyana kazandıracağı sevapları, o kitabı okurken etrafımızda toplanacak melekleri önemsiyor, o kitabı okunacak bir yere değil tozlanmayacağı bir yere ve yükseğe koyuyorsak; bu müftünün (kutsal) kutlu doğum haftası (kutsal) pastası kesmesine de kızmayacağız. hep aklımızı kullanmalı ve sakin olmalı. bu kitabın algılanışı hep beraber bizim tarafımızdan bu noktaya getirildi. şu yaklaşım tehlikelidir : bu gerçek islam değil. islam allahın katından dünyaya inmiştir, ilahi bir boyutu vardır fakat dinin idraki her dönemde değişir. müftüyü suçlamaktansa, şöyle düşünmeli : biz bir müftünün bu hareketi rahatça yapacağı noktaya nasıl geldik? olayda müftünün hadsizliği olsa da tüm suç onun değil. bu kitabı bir büyü kitabı haline getirildi. aynı hocalar işid'i de yarattılar ama bugün bu gerçek islam değil diyorlar. allah hepimizin aklını bilesin.
maaşını devletin vermesi doğal değildir. bütün müslümanlar imam olmalıdır. bütün imamlar istifa etmelidir. arapça bilmek kimseyi kimseye üstün yapmaz. arapça bildiği için kimse kimseye artistlik yapmamalıdır. birbirimize güzel şeyler anlatmalıyız, birbirimizi akla, iyiye, güzele davet etmeliyiz. dinin dili olmaz. insanı kızdırıyorlar.
ilkokulda simit ayran yiyorsanız; lisede en fazla döner ayrana terfi edersiniz. mcdonalds'ın kampanyaları sayesinde hamburger kolaya terfi edilmez, bu daha ucuzsa zaten bunu tercih etmek zorundasınız. eğer ilk okulda tutku kola yapacak paranız varsa, handmade burgerler yakındır...
doğrudur, fakat ben buna rağmen kitap okuyorum. hatta bazen bir kütüphaneye gidip kızlara asıldığım da oluyor. umutsuzluğa rağmen devam etmeliyiz. gerçekleri kabul etmeliyiz. şu anda ülkemizde ve dünyada, eğitim toplumsallaştı fakat entelektüel faaliyet gözden düştü. bunun birçok sebebi var: popüler kültürün yükselişi, fanatik - popüler siyaset pratikleri, televizyonun beynimizi öldürmesi, temel eğitimin beynimizi kullanamyı değil kullanmamayı ve rahat olmayı bize öğretmesi, bir valinin özerk olması gereken bir eğitim kurumunda bir öğretmeni azarlayabilmesi (bunlar muhafazakarım derler tarihimizi bilmezler, bugünkü eğitim kurumlarının karşılığı olan medreseler selçuklular tarafından kuruldu ve osmanlıya aktarıldı, buradaki büyük alimler bu kurumları politikadan bağımsızlaştırmak ve istidlali / rasyonel düşünceyi yaygınlaştırmak için büyük çaba harcadılar, vakıf kurdular, fıkıha bununla ilgili yasalar koydular), satış stratejileri, dinin rasyonel yönünün yadsınması ve bir duygu işine indirgenmesi...
sakin oluyorum ve niyet okuyorum: 'ahmak' (öteki) 'türbanlıların benim hayatıma müdehalesi' = ben türban konusunu tartışmak niyetindeyim ama karşımdaki kesime karşı öfke doluyum, dahası bu konuyu tartışamayacağımızı düşünüyorum, çünkü türkiyedeki halihazırda durum belli, hem müslümanlar hem laikler hem diğer tüm kesimler öyle bir noktaya geldik ki, hiçbir konuyu tartışamıyoruz, çünkü tartışma adabını bilmiyoruz, düşünce nedir bilmiyoruz, düşünceyi islami yapmaya çalılan islamcılarımız var ve düşünce bir araçtır, islami olamaz, öte yandan islamın bizim hayatımızı tehdit eden bir öcü olduğunu bizi geriye götürdüğünü düşünen dogmatik sekülerlerimiz var, bunlar da islami bir ağızdan (islami ağız olmaz) ve islami bir akıldan ( tekrar : islami akıl da olmaz) çıkan her fikrin çürütülmesi gerektiğini düşünüyor oysa düşünce ve duygu ayrı şeylerdir. açık olmalıyız. sakin olmalıyız. bu ülkeden ne biz gitmeliyiz, ne başkasına git demeliyiz. ortada yüz yıllık cumhuriyet deneyimi ve bunun öncesi var. bunu sahiplenmeliyiz. araştırmalıyız, tartışmalıyız. ülke olarak ergenlikten çıkamıyoruz.
intihar etme eyleminin, sizin dışınızdaki insanlar için önerilemiyor oluşu. evet, doğrudur, intihar etmek pek çoğumuzun aklına zaman zaman düşüyor. (en azından 90 kuşağı sonrası için durum bu. çalışma grubum : ben ve arkadaşlarım. 90 kuşağı öncesi için durumu bilmiyorum.) evet, intihar edelim. bazılarımız, mesela cioran: bu fikirden ailemizde oluşturacağı üzüntü sebebiyle vazgeçiyor. felsefeci, gerçekten de ailesi hayatını kaybettikten sonra intihar etti. (çocuğu yoktu.) harbi bir insandı. öldükten sonra arkamızda bıraktıklarımızı önemsemeyelim, pekala, bunu da geçelim. ne de olsa gitmekteyiz. intihar edelim. peki güzel kardeşim! annemizin babamızın arkadaşlarımızın bizim arkamızdan üzülmelerini de önemsemedik de, kendimize şunu da sormadan gitmemeli: bu insanların hiç mi derdi yok? babamız, annemizle kavga ettiği bir aralık, aynı gün diyelim ki işinde de patronuyla kavga etmiş ama çoluğu çocuğu var diye posta koyup istifa edememiş, işten çıkınca bir iki bira içeyim demiş ama o gün kayınvalidesine gitmek zorunda, içememiş, üstelik daha dünkavga ettiği aşırı tripli bir kadınla... diyelim ki o gün yatmadan önce intihar etmeyi düşünmüş. bu adam o gün intihar etmediyse bizi ondan daha özel kılan ne olabilir ? kibir mi, boşluk mu, sevdiğimiz kadının gitmesi mi, işten kovulmak mı... intihar eylemi kendimiz dışındaki bir insan için önerilemez, evrenselleştirilemez, çünkü yaşama içgüdüsüyle karşıttır, var olmayı inkar eder... manas destanından aktarıyorum. yaratıcı tanrı şöyle uyarır : 'var olana yok deme. var olana yok diyen de yok olur.' intihar etmek bir fantezidir, yaşama herhangi bir anda coşkulu bir evet diyemeyen biz 90 kuşağı sonrası için coşkulu bir hayırdır, savunulmalıdır, fakat uygulanmamalıdır. bırakalım zayıflık bizim şanımız olsun yenilelim. dücane cündioğlu: '...fikrim beni yorarsa acz benim şanımdır, keremini üzerime dökerse, lütuf O'nun şanıdır...'