Ne konuşuyor bu insanlar böyle. Dudak hareketleri ve uğultudan ibaret bütün söyledikleri. Her zamanki gibi anlamış gibi yapıp gülümsüyorum. iki kelam da ben etsem, kelimeleri nereye koyduğumu bulamıyorum. Hem şu boğazımdaki düğüm... Bütün karmaşayı yutkunarak uzaklaşıyorum kalabalıktan. Sessizliğe yürüyorum. Adımlarım yine karıştı birbirine. Yetişmeye çalıştığım bir yer yok. Beynime hücüm eden binlerce düşünceyle yarışmak için bu kadar hızlı yürüyor olmalıyım. Sanki ben yürüdükçe nefes nefese kalan onlar. Daha hızlı yürürsem atlatabileceğimi sanıyorum. Yanılıyorum. Galibiyet her zamanki gibi onların. Aldırmıyorum. Aslında hiçbir şeye aldırış ettiğim yok ya. Birileri el birliğiyle umursayabileceğim her şeyi almış yerine bolca nefret, hayal kırıklığı ve umarsızlık bırakmış. Ha bir de başımın üzerinde eğri büğrü kırmızı bir tahta varmış, midemde de gri yağmur bulutları. Onlardan kurtulduğumda iyi olacakmışım. Gitmeleri çok zaman alır mı ki? Neyse ben bunlara da aldırmıyorum aslında. Şu az önümdeki balık tutan amcanın da da pek aldırdığı yok sanki oltasına takılacak olan balıklara. Oltayı denize salışından belli; kendince çözmüş hayatın anlamını. "Tutacağım balıkların bir önemi yok ki evlat, şu bekleyiş her şeye değer" diyecek eminim sorsam yüzündeki umarsızlığın nedenini. Sormuyorum. Hızlıca geçip gidiyorum yanından. Bankta otururmuş birasını yudumlayan genç çocuk belli ki sevgilisinden ayrılmış. Az ilerde oturan birkaç genç de içki masasında dünyayı kurtaranlardan. Efkarla sigarasını tüttüren balıkçı adamın ekmek kaygısı var gözlerinde. Evin kirasını geciktirmiş bu ay, sonra çocuklarının okul masrafları. Sonra binlerce sonra var art arda sıralanabilecek.
Artık değişmesi gerek bir şeylerin. Bir kafede garsonluk yapsam mesela; onu da beceremem. Siparişleri birbirine karıştırırım. Ellerim titrer, cam kenarındaki masada arkadaşlarıyla sevgilisini çekiştiren cilalı kadının üzerine kahve dökerim. Kadın basar yaygarayı. Patron beni yaka paça dışarı atar. Eeeeh ben çok fazla oldum artık biliyorum. Biliyorum ve susuyorum...
Modern zamanın modern insanları tarafından yitirildi aşk, üstüne yüklenen anlamların altında ezildi, somutlaştı. Geçici tutkuların, kirli gecelerin sabahında tüketildi ve arkasına bile bakmadan uzaklaştı modernliğin samimiyetsizliğinin esiri olmuş insanlığın arasından. Ondan geriye sadece kırıntılar kaldı kırıntılarla yetinmeyi bilen kalplere. Yetinmeyenlerse taş kalplilikle, kendini beğenmişlikle suçlandı çoğu kez. Alay konusu oldu yalnızlıkları...
Soyuttu önceleri aşk, etten kemikten değildi; pahalı hediyelerle, şuursuzca ortaya dökülen ucuz hitaplarla ölçülmezdi değeri..
Ortak ihtiyaçların bir araya getirdiği modern zaman aşıkları; bedenlerini ve egolarını tatmin etmek adına acımasızca kirlettiler ruhlarını... Sahte cümlelerden, çirkin kahkahalardan, soğuk bakışlardan, alışkanlıklardan, yalnızlık korkusundan ve ruhsuz sevişmelerden ibaretti yere göğe sığdıramadıkları büyük aşkları.. Oysa akıllarda hep başkaları vardı. Hep daha iyisi, daha güzeli, daha yakışıklısı, daha zengini, daha kültürlüsü ve daha daha sahip olamadıkları başkaları.. Muhtemelen bu yüzdendi yanlarında onsuz yapamadıkları sevgilileri varken etrafa kesik bakışlar atmaları.
Kadınlar hep daha çok erkek tarafından sevilmeyi istedi, erkekler hep daha çok kadına sahip olmayı. Kalpler yerine egolar çarpıştı... Mağlup olan hep aşktı ...
Ve gün geldi içi boş kelimelerle süsledikleri büyük aşklarına kısa mesajlarla son verdiler. Her biten ilişkinin sonrasında kurulan içki masalarından zehirli cümleler saçıldı etrafa... Ve ertesi gün hiç vakit kaybetmeden başka bir bedenin kollarına bıraktılar kirlenmiş kalplerini..
Ve aşk yenik düştü zamana, yenik düştü; içindeki boşluğun geçici şuursuzluğunun adını aşk koyanlara...
ne istediğimi bilmiyorum ama neyi istemediğimi çok iyi biliyorum. bir çıkarma işlemiyle her şey çözülecek gibi görünse de, bir şeyler hep eksik kalıyor ve ben gittikçe eksiliyorum...
Acıbadem Maslak Hastanesinde yatan 7 yaşındaki lösemili çocuk hastamız için acil AB RH+ kana ihtiyaç vardır.
Vericinin erkek olma koşulu aranmaktadır.
Son bir ay içinde aşı yapılmamış,
çok ciddi rahatsızlığı olmayan (hepatit vs.) ,
damar yolu kan almaya uygun.
(Son iki günde 50 kişiden sadece 5 kişinin kanı uygun bulunmuştur. Durum acildir. Nasılsa birileri gider düşüncesiyle ertelemeyelim lütfen.)
Babası Metin Seyit
GSM:538 700 66 47
Acıbadem -Maslak Hst. B BLOK. 1.KAT 4131 NOLU ODA
--spoiler--
içimde yalnız olmamı isteyen biri var sanki, etrafımdaki insanları uzaklaştırmak için elinden geleni yapan... söylemek istemediklerimi söyletiyor hep, yapmamam gerekenleri yaptırıyor. daha da kötüsü; doğru olanın bu olduğuna, hayatıma böyle devam etmem gerektiğine inandırıyor beni. çaresizce inanıyorum, inanmazsam korkularımla yüzleşmek zorundayım biliyorum.
bilmek iyi bir şey değil sanırım, insanı hep mutsuz ediyor...
uyumayı kaçış yolu olarak görmeye başladığımdan beri sürekli uyuyorum, uyandığımda bir şeylerin değişmiş olacağını umarak. fakat; uyanıyorum ve görüyorum ki değişen bir tek zaman onun dışında her şey aynı, ben aynıyım. biliyorum bir şeyleri değiştirmek için önce kendimi değiştirmem gerek, benim bunu bile yapmaya gücüm yok. uyuşmuş beynimle dolaşıyorum evin içinde. aynada, uyumaktan şişmiş suratım ve darmadağın görüntümle göz göze geliyorum ve lanet ediyorum kendime. hayat gittikçe anlamsızlaşıyor dünya üzerinde boşuna yer kapladığımı düşünmeye başlıyorum. elim kolum bağlı, bekliyorum sadece, neyi beklediğimi bilmeden...
- olum koşun lan hostes buldum
- hani lan nerde
- hmmm.. bizim bildiğimiz hosteslerden değil imiş kendisi
- taş gibi değil mi yani?
- yok lan o anlamda demedim taş gibi olmasa asılırlar mıydı hiç?
- haklısın abi biz de asılak o zaman
kuzgun içinde neler var?
dünyada üzgün olmaya değer ne var?
gemilerle kalkardın, güneşlerle her gün batardın
ne yüzün var
üzgün bir yaz günü dışarı bakardın içinden
dışarı bakardın, dışarda neler var?
sözlerine ve klibine bakılacak olursa; adının "seksten öte" olarak değiştirilmesi gereken şarkı... ama hakkını yememek lazım güzel yorumlamış evet. yine de söylemeden edemeyeceğim; o nasıl iğrenç bir kliptir öyle ya.
Muhteşem cevap: şimdi; karacaoğlanın şiirlerinde, Fuzuli'nin etkilerinin görülmemesinin bir çok sebebi olabilir; belki onun tarzını beğenmiyodu. ya da Fuzuli'nin kendinden sonraki bir çok şairi etkilemesini de çekememiş olabilir. Zaten bu şairler çok kıskançlarmış. Hem Aşık Ömer'in şiirlerinde Fuzuli'nin etkisi bu kadar çok görülüyosa demek ki onun bunun tarzından kopya çekip kendine başarılı şair imajı veriyomuş. şair olacaksın madem, kendin ol, özgün ol. ne diye elelami taklid ediyosun. sonra böyle arkandan konuşurlar işte; Fuzuli'den etkilenmiş diye.
çok merak ediyorum bu seyyar pilavcının etrafındaki kalabalığın nedenini. çok güzel pilav yapıyor olsa gerek; ne zaman görsem istisnasız en az bi on kişi oluyor başında. her gün ordan geçmeme rağmen bi gün yemek fırsat olmadı ama en kısa zamanda bu pilavcının ve etrafındaki kalabalığın sırrını çözmeyi düşünüyorum hadi hayırlısı...
artık gerçekten varolduğuma dair inancımı yavaş yavaş kaybettiğim, ayaklar altına alınmış, kirletilmiş, gerçek anlamını yitirip; basitleşmiş kavram.
soruyoum size;
"yalnız kalmayayım, en güzel yaşlarımı boş geçirmeyim, bi de bununla deneyeyim, hayatıma renk gelsin, oyalanayım" gibi saçmasapan nedenlerle; bedeninizi ya da egonuzu tatmin etmek için, hayatınıza soktuğunuz kişilere gerçekten aşık mısınız yoksa yalnızca, kendinizi mi kandırıyorsunuz?
serdar ortaç ve demet akalın şarkılarındaki gibi basit ve yüzeysel aşk anlayışınız, saçmasapan çarpık ilişkilerinizle sadece kendi ruhlarınızı kirletmekle kalmayıp; aşkı da kirlettiniz, alın sizin olsun... orda, burda yiyişerek doya doya yaşayın aşkınızı...
"müzik ruhun gıdasıdır" sözündeki müzik kavramını en iyi yansıtan, gerçekten de ruhumuza ilaç gibi gelebilecek bestelere imza atmış,fransız müzisyen...