necip fazıl kısakürek'in tartışılan makalesi. daha çok komunistlerin "necip fazıl amerikanın altına yatalım demiş" diye algılamak istedikleri, içindeki iki cümleyi altını üstünü keserek forumdan foruma dolaştırdıkları makale.
Bugün dünya, milletlerin oluş istikameti ve tekevvün hakkı bakımından iki vâhide ayrılmıştır. Sonunda kaba ve basit iki vâhid... Ya Amerikayı tutacaksınız, ya Sovyet Rusyayı; ya demokrasiyi, ya komünizmayı... Bunlardan birine temayül derhal ve kat'i olarak öbürüne aykırılık mânasına gelir. Onun için, en küçük Amerikan aleyhtarlığı, hangi zaviyeden olursa olsun, Sovyetleri desteklemek diye anlaşılır. Bu yüzden komünizmaya zıt bir dünya görüşü kerhen de olsa, Amerikan politikasını korumakla mükelleftir.
ikinci Dünya Harbinden sonra Avrupa medeniyetinin büyük mümessilleri, bir nevi iktisadi ve teknik tabiiyet yüzünden dünya görüşlerindeki istiklâllerini kaybetmişler ve mecburî olarak Amerikan hegemonyası altına girmişlerdir.
imparatorluğunu ve dünya siyasetindeki başbuğluğunu kaybeden şahsiyetli ingiltere, şimdi bütün aksiyonunu ve söz hakkını kaybetmiş mahzun bir ülke halindedir. Almanya, topyekûn varlığıyla ödemek mevkiinde bulunduğu harp felâketini telâfi için, hârika çapında bir kalkınmadan gayri hiçbir gaye sahibi değildir. Avrupa'nın diğer milletleri de, Garp medeniyetini meçhul bir yarına çeken sinsi şartlara karşı, bütün güçlerini, kendi kabukları içinde, ruhî ve iktisadî günü birlik bir ferahlığa yöneltmiş ve dünya politikası üzerinde müessir olmak politikasını unutmuş bulunuyorlar.
Yalnız Fransa (Dö Gol) tecrübesinden sonra bir şahsiyet hummasına düşebildi; ve (frenk) isminin eski temsil hakkı üzerinde yepyeni bir istikamet kolladığını belli etti. Dış politikada ilk defa olarak (Dö Gol)ün; Amerikan hava üslerini Fransadan tasfiyeye kalkması, işte bu istiklâl ve şahsiyet davranışının en bariz işaretidir. Bu işaret, Fransanın artık bir âlet mevkiinden çıkıp, Garp medeniyetini yuğuran şahsiyetli milletlerden biri olmak sıfatını her sahada göstermek ve bütün iç ve dış buhranlarını yenmek istemesinden başka bir maksada yorulamaz.
Hakikat şudur ki, Amerika sadece iktisadi ve teknik üstünlüğü yüzünden, ayrıca hiç bir payı bulunmıyan Garp medeniyetini bütün hakları ve imtiyazlariyle ve açıkgözce nefsine yamamış; ve cihanın komünizma dehşetine karşı kendisini biricik tutamak haline getirmeği bilmiştir. Bu tutamağa el atanlar da, onun iradesine boyun eğmeğe, dünya çapında hiçbir temsil tavrı takınmamaya, şahsiyetsiz yaşamaya ve Amerikalılara mahsus basit ve düpedüz dünyanın bekçiliğini etmeğe mecburdur.
Bu ne boğucu, sıkıcı dünya! Yukarıya tükürsem bıyığım, aşağıya tükürsem sakalım...
Nazariyede materyalist Rusyaya karşı Amerika, cihana öyle ablâk bir çehre vermiştir ki, ikisi arasında sıkışıp kalan Avrupa, evvelâ birincisine, sonra ikincisine karşı (spiritüalist) bünyesini koruyabilmek için ne yapacağını bilememektedir. Birinden korunmanın öbürüne sığınmak şeklinde tecelli eden çaresi, gerçek korunmayı ve şahsiyet müdafaasını büsbütün iflâs ettirici bir durum arzetmektedir.
Bize gelince:
Halk Partisi devrinden beri, mutlak ve mecburi Amerikan siyasetini tutmak, Türkiye hesabına biricik doğru yol... Buna şüphe yok... Cihanın ölüm ve dirim halinde iki yolundan dirim istikametini seçmek milli irade ibresi yalnız bu istikameti gösterdiğine göre, her halde Halk Partisi hesabına büyük bir keşif değil...
Evet, dirim yolu seçildi; fakat bu yolda diri bir anlayış ve şahsiyetli bir tavır gösterilmedi. Vaziyet o türlü idare edildi ki, Amerika bizi cebinde keklik bildi; ve mevzuumuzda, idrâksiz kekliklere mahsus fedakârlıklardan ileriye gitmedi.
Mesele, Amerikan yardımının azlığında çokluğunda değil; Amerika'nın karşısında, yalnız kendi milli tekevvün gayesine bağlı, şahsiyetli bir millet tavrını takınmakta ve ona göre hürmet ve itibar sahibi olmakta... Coğrafya ve tarihimiz, bizi, kapitalizma ve komünizma sistemleri arasındaki nihaî muhasebenin ana rakamını temsil edecek kadar nazik bir makamda bulundurduğuna göre, Amerika'dan bu makamın dolgun hakkını istemek ve nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalıydı. Olmadı; sanki Amerika tarafından boş bir araziye sevkedilmiş ve hudut bekçiliği almış boğaz tokluğuna çalışır bir millet olduk.
Hele lisaniyle, üslûbiyle, tipiyle, ruh haletiyle ve kendine göre kültürü veya kültür iddiasiyle Amerikalının içimize nüfuzu korkunç bir şeydir. Dolar kuvvetine dayanan ve sade Türkiye'de değil, dünyanın her tarafında kendisini hissettiren bu maddî ve aynı zamanda mânevî nüfuz belki Avrupa'nın ruhî sahada baş derdidir.
Zira Amerikalı, eski bir kök ve şahsiyet damarına bağlı olmaktan uzaktır.Garbın milletler katışığından öyle bir melezdir ki, o milletlere ait ruh uktelerini dibinden tıraş etmiş; ve meselesiz, dâvasız, dertsiz, ıztırapsız, yalnız madde hesaplarına bağlı ve beş hasse plânında yaşar bir yeni insan tipi getirmiştir. Bu yeni insan, elektriğin ne demek olduğunu düşünmez veya düşünmekte bir fayda görmez; onu bir ampul içinde zaptetmeği kâfi bulur. Bu yeni insanın hürriyet fikrinden, daha doğrusu insiyakından başka hiçbir ruhi sistemi yoktur. Başı boştur, ilcalarına tâbidir, her kayıttan ve ölçüden âzadedir, manevî sulta ve disiplin boyunduruklarından hiç birinin hükmü altına giremez; hasılı tam mânasiyle tabiat ve madde insanıdır.
Tarih, şahsiyet, ruhî hayat ve mesele sahibi milletler için de böyle bir tip, ancak bozucu ve çürütücü olabilir. Hele yeni bir hayat ve tekevvün arayan ve henüz olamamış bulunan milletler Amerikalıyı örnek aldıkları gün, meydana, bütün lûgatçesi 10-15 kelimeden ibaret, her ân çiklet çiğneyen ve homurtu halinde konuşan ve anlaşan, hiçbir ruhî müeyyideye kıymet vermeyen başı boşlar topluluğundan başka birşey çıkamaz. Amerikalı tipi, kendi vatanında belki her türlü içtimaî emniyet ve murakabeye malik olabilir; fakat taklitçilerinin dünyasında sadece felâkettir. Amerikaya gidip Amerikalı olmak belki iyi; fakat milleti içinde Amerikalılaşmak mümkün olduğu kadar kötü...
Başınızı kaldırıp büyük şehirlerde şöyle bir halimize bakacak olursanız, Amerikanizm denilen âfetin, kılığımızda, meşrebimizde, üslûbumuzda, edamızda bizi kendimizden ne kadar uzaklara götürdüğünü, yahut götürmek istediğini sezersiniz.
Mekteplerimize, gençlerimize, züppelerimize, zevk-u safa hayatımıza; ve oradan müesseselerimize, evet bütün müesseselerimize dikkatle bakınız yeter!
Bir Amerikan gemisinin istanbul'a geldiği gün, şehrin geçirdiği telâşın, (Noel) babanın çıkını etrafında çocuklar geçirmez.
Eğer arada bir kendilerinden şu veya bu tarzda, hattâ bayrağımıza kadar uzanan kabalıklar görüyorsak, bunu, Amerikalının mizacında değil, kendi ruhî zebunluğumuzun muhatabımıza verdiği gururda aramalıyız.
iktisat reçetelerine kadar her şeyi sonsuz cömertliğinden beklediğimiz bir millet fertlerinin bize karşı ulvî hareket etmesini beklemek ve böyle bir istidadı da Amerikalıdan ummak, yerinde sayılamaz.
Bize düşen, kendi kendimize sahip olarak, Amerika'nın ebedî müttefiki, Amerikalının da "Sen sensin, ben de ben" tarzında dostu olmaktır. Amerikalıyı da böylece kendimiz için bir saadet unsuru kılmak... Yoksa belâ haline getirmek değil...
Bunu en küçük milletler yaparken biz yapamazsak hazin olur. Amerika da ancak böyle bir şahsiyete maddî ve manevî itibar biçebilir. Yoksa, gelip geçici menfaatleri bakımından alâkadar olduğu; ve bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açık bacakları arasındaki perspektif içinde mutalea ettiği kadrodan ileriye geçemeyiz.
Dış siyasetimizde Amerikan ve iç bünyemizde Amerikanizm politikasını, kendimizde tecezzi kabul etmez bir şahsiyet vâhidine göre ayarlamakta, devlet ve millet çapında kalkınışımızı kuşatacak derecede büyük ve her işe hâkim bir mâna gizlidir.
Bu mâna ta merkezinden ele geçirildiği gün, Türk ve Amerikan bayrakları, biri şu kadar yıldızlı ve öbürü sadece ay ve yıldızlı, iki ayrı dünyanın iki ayrı ve fakat daima beraber mümessilleri halinde yanyana göndere çekilebilirler.
Necip Fazıl KISAKÜREK
Büyük Doğu Dergisi / Sayı 20 /17.7.1959
Martıların gözlerinden dinledim
istanbul'un boğazı yanmış dün gece
Yıldızlar şahitlik etmiş, güya suçlu benmişim
Oysa can, yemin olsun yanağımdan süzülen denize
Ben bu şehre yüreğimi içirmedim
Göklerden hicran yağdı, istanbul'lu bir geceydi
Yere düşen her damlanın yüreğinde sen vardın
ismin dudaklarımda idamlık bilmeceydi
Yalansa kahrolayım, sen istanbul kokardın
Sevda dediğin gülüm bir busedir dudağımda
Bıçak gibi, yasak gibi, kan gibi...
Utanır, intihar ederdi ölüm,
Hayata rest çekip ağladığımda,
Korkak gibi, tutsak gibi, yaşanmamış an gibi...
Ben lal olmuş bülbülüm, sen deli gülsün bağımda
Toprak gibi, yaprak gibi, candan özge can gibi
Kuş uçmaz kervan geçmez dağımda,
Kah aşkı yağan kar tanesi
Kah Leyla tüten rüzgardın
Zambak gibi leylak gibi,
Sigaramda duman gibi
Sevdiceğim, sen istanbul kokardın
Dayadım ondörtlüyü istanbul'un şakağına
istediğim gül içmekti gözlerinden bir yudum
Seni sordum gündüzlerce bu şehrin her sokağına
Söylemedi, inat ettim gece seni uyudum
Ben bir sana, bir bu şehre gül dedim
Ayla toprak şahittir, şahittir denizle gece
Sensizken, istanbul'da bir kez olsun gülmedim
Yıllar kapımı çaldı, ellerinde vur emri
Yokluğun var sen yoktun, ölüm geldi ölmedim
Ağladım yüreğimde sen, sende divane istanbul
Aşkından hatıra dedim göz yaşımı silmedim
Ben bir sana, bir bu şehre gül dedim
Belki de can ben bu şehri güller için çok sevdim
Gözlerimden dökülen yaş denizi ıslatıyor
Sevda kilim, hasret nakış, gönül derdi dokuyor
Çatlayası deli yürek 'sen sen' diye atıyor
Oy gece gözlüm oy, istanbul SENi kokuyor
ülkemizdeki hafif uyuşturucu kullananların çok sevdikleri, uygulanmasını istedikleri politika. bakmayın lan öyle. ben sadece gözlem/tanım olayına girdim.
--spoiler--
Aydar, şöyle konuştu: "Olay karanlık bir olaydır. Geçmişte de buna benzer bir sürü karanlık olaylar oldu. Bu saldırı bize bu tür karanlık olayları hatırlattı. Ergenekon ve AKP davaların görüldüğü bir dönemde böyle bir saldırı düşündürücüdür. Kürt özgürlük hareketinin bu olayla bir ilgilisi yoktur, PKK ile ilintilendiremezler. Böyle bir anlayışımız yoktur. Bu tür saldırılara karşıyız. Olayın karanlık güçler tarafından yapıldığını düşünüyoruz
--spoiler--
peşin not: bu saldırıyı üstlenmemeleri pkk hakkındaki düşüncelerimizi değiştirmez. it bir kere havlamadı diye itlikten çıkmaz. ancak bu açıklama -gerçekse- manidardır.
şu an, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği Bölüm Başkanı.
cuma'ya gittiğim için kastamonu üniversitesine rektör yapılmadım demiş. ne diyelim hoca'yı tanımasak, inanacağız ama yok kardeşim bu siyasetin de para gibi dini imanı yok.
bu açıklama bugün abdullah gül döneminde yapılıyor. ama olay a. necdet sezer zamanında yaşanıyor. o zaman yapılsa bir anlamı olurdu ağlamanın ama şimdi zamanı değil hoca.
hoca kimlerin gözüne girmeye çalışıyor?
not: sayın safran hocam'dır. hocalığını da adamlığını da iyi bilirim. öptüm.
sıtkı caney'e ait bir şiir. manyak * ötesi güzelliktedir.
Teodora için,
doğdun binlerce sanrı birlikte ördü karanlık saçlarını
oyunlar kurup şehre indin
rüyalarını soyunmak ve bulmak için suçlarını
iyilikten kötülükten çok önce geldin
ne varsa yaşanmamış bildin ne varsa söylenmemiş
açıp kapılarını geldin ve çok güzeldin
güzeldin ve hazırdın dokunaklı her güne ama kimdin
oyunlar kurup şehre indin
istanbulda ateşten bir çadırda bekleşirken hayat
ben beklemeyendim ne unutan ne de hatırlayan
ruhumdaki yanıklardan izler taşıyordu dilim
sonra geldin tanrı şiddetle arandığında
bulaştı sana da tüm deliliğim
artık hiçbirşey düşünemiyorum iyiyim
ama sen ne taşıyorsun böyle
aşk dehşetini sundu sunacağı kadar dünyaya
ve geç kaldı insanlar sen hala yaşıyorsun
elbette gelirsin sevinci çatlatmaya
herşeye yeniden, herşeyi doya doya
elbette çıldıracağız
aşk geri aldığında yüreklerin gözyaşlarını
gülüşlerini çocukların
ve bu yüzden üşüdüğünde dünya
donduğunda bakışları güzel kızların
çıldıracağız
haydi gül tatlı kız
düşün ki dudaklarından hayatlar savrulurdu hep
oynardın acılarınla seni ilk böyle gördüm
ruhunu bıraktığın bir denizin oldu mu senin
iyilik derin bir uçurum artık tanrıya uzak
niçin söyle aşktan başka tanrı, tanrıdan başka aşk, niçin bu ölüm
ayrıyken uzakta büyük istasyonda seni düşündüm
günahlarımı, bulup bulup yitirdiğim tanrımı
düşünüp durdum büyük istasyonda yalnızdım belki acımasızdım
yüreğim kanamadı daha seni tam anlayamadım
ama yağdı yağmurlar günlerce ben günlerce sana sızdım
bazen belki alabildiğine inanmış
belki bazen tanrısızdım
ama sen ne taşıyorsun böyle
acı da sevinç te tanrıdan
artık şarkını söyle artık beni inandır
artık bütün dönüşler tanrıyadır
artık bütün suçlular yüreklerinden asılacak
artık çıldıracağız
kabaracak şehrin şehveti kahkahamız duyulmayacak
yaşayacağız o koku o yatak
artık çıldıracağız
haydi gül tatlı kız
toplumda kabul görmemiş ya da görmeyecek bir durumun yaygın ve sıradan olmasını sağlamaya çalışmak.
ülkemizde kabul görmeyecek bir çok tutum ve davranışın özellikle medya ve sanat camiasının katkılarıyla normal gösterilmeye çalışılması ve bazı noktalarda başarıya ulaşılması.
dünyada zulüm ve savaşı yayarak Kayıp imam'ın geri dönmesini sağlamaya çalıştığı söylenen ve iran'da faaliyet gösteren gizli bir örgüt.
ilk olarak Şeyh Mahmud Halebî tarafından Bahai misyonerlerinin faaliyetlerini önlemek amacıyla kurulan örgüt zamanla amaç değiştirmiş ve yukarıda belirtilen amaca yönelmiştir.
Hürriyet gazetesi yazarı Vahap Munyar'ın aktardığı ilginç olay...
işadamına havaalanında çeteden gözaltı; şakası
BiR sivil toplum örgütünün başkanı, yanına bazı yönetim kurulu üyelerini de alarak, bir başka kentteki toplantıya katılmak üzere yola koyuldu. Yönetim kurulu üyelerinden biri, başkana kafasındaki "hinliği" açtı:
Burada bizi ağırlayacak başkan arkadaşa bir oyun yapalım mı?
- Ne oyunu?
Buradaki savcıyı yakından tanıyorum. Rica edeyim, arkadaşımızı kısa süreliğine gözaltına alsalar. Bakalım tepkisi ne olacak?
Derken uçak inişe geçti. Başkan ve yardımcıları uçaktan indi. Havadayken, "Buradaki başkan arkadaşa bir gözaltı şakası yapsak mı" diye plan oluşturmaya çalışan işadamının yanına polisler yaklaştı:
Beyefendi, sizi burada bir süre alıkoymak durumundayız.
işadamı şaşırdı:
Neden?
- Sizin kentinizde önemli bir operasyon başladı. O çete operasyonu çerçevesinde sizi sorgulamamız gerekiyor.
işadamı, başkan ve ev sahibi işadamı arkadaşlarının şaşkın bakışları arasında havaalanında bir odaya alındı.
Aradan 15-20 dakika geçti, odadan çıkan yoktu. Sivil toplum örgütünün başkanı dayanamadı, yönetim kurulundaki arkadaşının durumunu öğrenmek için odanın kapısını açıp, içeri daldı. Sorgulanan işadamını ter basmış, rengi de atmıştı. Polisler uyardı:
Sorgu devam ediyor efendim. Lütfen dışarı çıkar mısınız?
- Ama arkadaşımızın tansiyonu yükselebilir, Allah korusun başına kötü bir şey gelmesin.
Merak etmeyin beyefendi.
Sivil toplum örgütü başkanı, kendilerini ağırlayan işadamına yöneldi:
Yahu arkadaş, bu iş şaka falansa lütfen bir son ver. Bizimki içerde fena terliyor. Başına bir iş gelirse hepimiz üzülürüz.
Ev sahibi işadamı önce renk vermemeye çalıştı:
Ben de bilmiyorum...
- Ben ciddi söylüyorum. Arkadaşımızın durumu hiç iyi görünmüyordu. Şakaysa lütfen son verelim.
Bunun üzerine ev sahibi işadamı işareti verdi, sorguya son verildi.
Sivil toplum örgütünün yönetim kurulu üyesi uçakta ev sahibi işadamına "gözaltı şakası" planlarken, aynı şaka kendisine yönelmişti.
Terini silerken, ev sahibi işadamına yüklendi:
Sen görürsün. Eğer bizim memlekete gelirsen, sağlam bir yanıt alırsın.
Hemen yaşadığı kentin emniyet müdürünü aradı, başına gelenleri aktardı. Emniyet müdürü ev sahibi işadamını telefona istedi:
Beyefendi, sizi sabırla kentimize bekliyoruz. Madem arkadaşımıza "gözaltı" şakası uygulatmışsınız, bizim de bazı sürprizlerimiz olabilir.
- Teşekkür ederim, gelmesem daha iyi olacak galiba.
Nitekim bir süre sonra "gözaltı şakası uygulatan" işadamı, söz konusu kentten davet aldı... Ancak, gitmemeyi yeğledi.
Bu olayı epey bir süre önce kahramanlarından dinlemiştim...
Ergenekon Operasyonu çerçevesinde Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün de tutuklanınca aklıma geldi... O şaka bugünlerde yapılsa, muhatap işadamının kalbi dayanır mıydı
------
üst taraf vahap munyarın yazısı benim notum: savcılar göreve devletin polisini oyuncak gibi kullanan bu kimselerin tespit edilmesini istiyorum. tabi oyundaki emniyet müdürü ve savcının da...
bülent akyürek'in çöldeki penguen adlı kitabında anlattığı arkadaşı gürsel ibiş'e ait olan söz. sözün özü şu an o kadar boktan bir durumdayız ki 12 eylül döneminde işkence görülen o günler bile güzeldi.
müslüman olan ve müslüman olduğunu söyleyen, siyasal ve toplumsal alanda islamı referans alan kesimlerde eleştirel düşünen insanların "kafir oldun lan sen" diye suçlanması.
bülent akyürekçöldeki penguen adlı kitabı için ad olara ilk olarak bunu düşünmüştür. ancak kitabın vadi yayınlarından çıkacak olması ile toplumda gereksiz bir polemiğe dönüşebilme ihtimali nedeniyle vazgeçilmiştir.
karşılıklı ayarlaşma çabası içinde olan yazarlardan birinin enrtysi önceki entrylere cevap niteliğinde olan entryler silinir nedeniyle silinmesi durumunda entrysi silinen yazarın modlara sitem etme hali.