bir zamanlar şehr-i hüzün albümlerini gece gündüz dinlediğim gruptur. son albümlerinde ise bir şeyleri eksik buldum ve hiçbir şarkıyı tam olarak benimseyemedim. ışıkları söndürseler bilediğerlerine nazaran daha dinlenebilir gerçi.
çok yakışıklı. görüntü açısından neredeyse kusursuz. kliplerde oynayabilir, mankenlik yapabilir * ama oyunculuk... yapmaması gereken bir şey varsa o da oyunculuk. zaten kendi sesini kullanamayan biri hiçbir zaman oyuncu olmayı hak etmemiştir bana göre. kaldı ki kendisinin sesini geçtim, gülmek dışında mimiklerini de kullanamıyor. dizide oynamıyor adeta her hareketinde poz veriyor. kendisi ve oynadığı ayaz karakteri hiç gerçekçi değil. ***
piyano ve keman. özellikle keman. hep violin battle videolarını izlerdim bir aralar. bir gün öğrenip saçı başı dağıta dağıta keman çalmak çok isterim gerçekten.
yaklaşık ilk elli sayfasını hiçbir şey beklemeden ve bir şey anlamadan okuduğum kitap. ancak bir yerden sonra olayların seyri değişiyor, baktım ki ardı ardına çeviriyorum sayfalarını.
bitirdiğimde ise özellikle mina urganın son sözü sayesinde birçok şeyin farkına vardım ve çok etkilendim.
mutlaka ama mutlaka okunması gerekiyor.
eş dost, akraba, arkadaş olarak çok etkilendiğimiz reklamdır. geçen arkadaşım yumurtayı o adam gibi kırmaya çalıştım başaramadım dedi. galiba ben ve etrafımdakiler bu reklamla kafayı bozduk.
son reklamını her izlediğimizde ailecek gerildiğimiz marka. annem adamdan hafif tırstığını itiraf etti.
ayrıca adamın yanardağda kırdığı yumurta annem ile anneannem arasındaki tansiyonu yükseltti. bir önceki reklama istinaden annem kartal yumurtası dedi tabii anneannem durur mu hemen: "olu mi oyle şey ordek yumurtasidu da o!" dedi ve ardından ekledi: "kartalun yuvasindan adam cesaret edu da yumurta çalabilu mi?" diye devam etti. şahsen anneannemin tezini mantıklı buldum. sizi bilemem.
hayatımın en karalık günlerinden biriydi. büyük bir rezillik yaşamamıştım ya da bir rezilliğe tanıklık etmemiştim hatta her şey yolunda gitmişti. komik bir arkadaş grubuna dahil olmuştum ilk günden. liseden sonra halen görüştüğüm en iyi arkadaşımla da o gün tanışmıştım üstelik. ama çok mutsuzdum o gün. bir an önce lise bitsin ne olacaksa olsun diye düşünmüştüm. nasıl geçecek bu dört sene diye kara kara düşünmüştüm. şimdi bakıyorum da o geçmez dediğim dört sene o kadar çabuk geçti ki dört senenin üstünden de seneler geçti. o kadar abartmışım ki bugün bile iliklerimde hissediyorum o düşünceleri ama bu sefer hiçbir şekilde anlamlandıramıyorum. ergenliğime veriyorum.
formula 1 ile uzaktan yakından alakam yok ama film izlemeyi severim, az buçuk da anlarım. bence olmuş filmdir. oscar adaylığı olmaması beni şaşırttı açıkcası. hele daniel brühl\'ün aday gösterilmemesi garip. çok çok farklı bir performans sergilememiş olabilir mesela kadın kılığına girmemiş olabilir ama gerçekte yaşamış bir insanı ve onun duygularını seyirciye gayet güzel aktarmıştır. zaten neden yardımcı oyuncu olarak gösterildiğini de anlamış değilim basbayağı baş roldü. olivia wilde'ı da filmde görmek güzel bir sürpriz oldu benim için. başarı ve başarısızlıklarla, kıskançlık ve rekabetle dolu güzel bir filmdi kısacası.
Üniversitedeki ilk dersime girmiş hocadır ki daha şanslı olamazdım herhalde. üniversitedeki hocalar gerçekten farklı oluyorlarmış diye düşünmüştüm onun sayesinde. sonra başka hocaların da derslerine girince tamam dedim herkesin kendince farklılıkları zaten var bu normal bir şey ama kimse abdullah hoca gibi olamaz.
o kadar güzel bir adam başkaları gibi düşünemez ki...
Didi'yi bulan hanım teyzenin aslında Rizeli olması gerektiğini düşündüğüm bir reklamı vardır. Sorarım size Lays'in reklamında ayşe teyze karadenizli olsa garip kaçmaz mıydı?