"üniversitede türban yasağının kalkması" kararının üzerine toplanan birçok üniversite rektörünün yaptığı "üniversitede türban hukuka aykırıdır" açıklaması üzerine başbakanın düzenlediği basın toplantısında sarfettiği cümle.
başbakanın konuşması, "rektörler önce kendi işlerine baksın, anayasa hazırlama görevi tbmm nindir." şeklinde devam etmiştir.
başbakanımızın, anayasanın bir toplumsal sözleşme olduğundan, uzlaşmacı bir yol izlenerek yapılması gerektiğinden haberi yok herhalde.
evladının selameti için doktordan kaçmasını engellemek isteyen annenin kurulmuş bir saat görevi görmesine neden olan durumdur. hasta yani evlat * için pek iç
açıcı bir durum olmamasına rağmen bir annenin yaptığı en fedakarca hadiselerden birisidir.
halbuki, annenin de burada atladığı bir durum vardır. muayenehanede bir ay sonrasına randevu almak kadar güzel bir şey yoktur. tedavi edilmiş, iş bitmiş kadar rahat çıkılır muayenehaneden. arkadaşlar aranır, randevulaşılır. daha önceden yapılmaya büzük yetmeyen aktiviteler bir anda karar verilip yapılır. öyle bir yaşanır ki, sanki son günleridir hastamızın.
ama, anne böyle değildir tabi ki. randevunun tüm unutulma, ertelenme, erteletme risklerine karşı tedbirler alır ve genellikle bu riskleri sıfıra indirmeyi de başarır. çünkü, mutfakta asılı duran takvime bile işaretlemiştir randevunun gününü, takvimin yanmasına * karşı da telefonuna bir hatırlatma eklemiştir. ne kadar eş dost akraba varsa hepsine söylemiştir.
bu alınan tedbirlerin risk oranını sıfıra indirmesi evlat için pek iç açıcı değildir tabi.
son haftaya girildiğinin farkında olmayan hasta, artık anne tarafıdan dürtülmeye başlanır. yemek sırasında hafif hatırlatmalar, hastalık muhabbetleri açmaya çalışmalar kendini belli eder. ama asıl darbe randevudan bir gün öncedir, alenen bu durum söylenir. "yarın doktora gidecez bak unutma, işin çıkmasın sakın" diyerek.
işte bütün günün ve ertesi sabahın mutluluğunu alıp götüren cümle. randevu sabahı
kalkıldığında ağızdaki acı tadın, huzursuzluğun, edilen kahvaltının tadsızlığının müsebbibi olmuştur artık anne, her ne kadar istemese de.
maddenin bütün hareketlerini, gök ve yeryüzü cisimlerinin bir yerden bir yere gitmesini inceleyen mekanik bilimiyle açıklamaya çalışan materyalizm çeşidi. en büyük temsilcilerinden birisi de ünlü fizikçi sir isaac newton dur.
daha sonraları kimyasal, termodinamik ve biyolojik buluşlar öne çıkınca maddenin hareketi farklı şekillerde ele alınmış ve farklı cevaplar bulunmuştur. 19. yüzyılda da diyalektik materyalizm görüşü öne atılınca, bu görüş kendine pek taraftar bulamamıştır.
bir kırtasiyeye konulabilecek en absürd isim. yıllar boyu at yarışı oynayıp kazanamayan bir öğretmenin emekli olduktan sonra açtığı kırtasiyenin ismi olabilir belki de. "lan bir gün kazanıcam", "bir gün paranın dibine vuracam" diyerek koyması ihtimaldir bu ismi.
hz. muhammed in yaptıkları eylemlerin hangisinin örnek alınacağına yanlış karar verilmesi ve o zamandan bu zamana kadar toplumlara liderlik yapmış kişilerin hala bu yanlışı devam ettirmeleri sonucunda ortaya çıkan sempati.
örnek alınan davranışların sadece kişilere değil, kişilerle beraber toplumlara da yarar sağlaması gerekir. bu yüzden, sünnet kavramının içine alınabilecek öğeler geniş bir başık açısıyla yorumlanmalıdır.
dikkat edilirse, hz. muhammed in yaptıllarının hepsini yapmak zorunda değiliz demiyorum. sadece ön plana çıkarılan davranışların farklı olması gerektiğinden bahsediyorum.
eğer konuyu biraz daha açacak olursam, hepimiz biliriz ki habeşistan da taşlanan hz. muhammed e, cebrail habeşistan ı cezalandırma teklifinde bulunmuş, fakat peygamber bunu kabul etmemiştir.
yine aynı şekilde, peygamberin amcasını öldüren vahşi müslüman olunca hz. muhammed tarafından affedilmiştir.
kısacası, sakal, bıyık bırakmak gibi davranışların örnek alınması yerine, yukarıda bahsettiğim o büyük erdemin davranışlara yansıtılması gerekir. yoksa, bugün iran da tecavüzden dolayı asılanlar gazetelerin birinci sayfalarında yer almaz, en azından "kendi insanlarına bile işkence ediyormuş" gibi lanse ettirilmeye çalışılan bir ülke olmazdı. ve en önemlisi "sistemlerin var ettiği" radikallere ön ayak olmamış olurdu.
üniversitelerin devlet konservatuvarlarına bağlı ilk öğretim ve liselerin, öğretim birliğini bozdukları gerekçesiyle kapatılmasını isteyen milli eğitim bakanımızın son beyanatı.
şöyle bir demeç vermiş,
"konservatuvarların ilköğretim ve lise bölümlerine yeni öğrenci alınmasın. eski öğrenciler okullarını bitirince, bu okulların kapatılması gerekir. devlet konservaturvarları sadece lisans düzeyinde eğitim yapmalıdırlar. milli eğitim bakanlığı nın kararlarına aykırı hareket edecek üniversitelerin rektör ve yöneticileri hakkında cumhuriyet savcılıklarına suç duyurusunda bulunacaktır."
ve ayrıca devlet konservatuvarlarının özel okul statüsüne dönüştürülebileceğini de belirtmiş. bünyesinde sanat eğitimi veren hacettepe, anadolu ve istanbul teknik üniversitesi gibi köklü kurumlarında özelleştirilmesi gündeme gelebilir.
yani, kısacası parası olmayan sanat eğitimi alamayacak.
diğer bir yandan, milli eğitim bakanımız sanat eğitiminin çok küçük yaşlardan itibaren verilmesi gerektiğini bilmiyor ve amerika hariç bütün dünya ülkelerinde sanat eğitiminin bu şekilde yapıldığını göz ardı ediyor.
"sanatsiz kalan bir milletin hayat damarlarindan biri kopmus demektir."
yaklaşık 80 sene evvel söylenmiş bu söz, şu an ki iktidarın niyetinin ne olduğunu anlamamıza yardım ediyor sanırım.
internetsiz öğrenci evlerinin vazgeçilmez eğlencesi olan batağın ve oyuna konsantre olmak için saatler boyunca dimdik üzerinde oturulan tahta sandalyenin vucuda etkileri aşikardır. Lobların uyuşması, omuriliğin eğri şeklini alması, oyuna konsantre olmak için mide ile bağırsak arasının masaya dayanması ve akabinde o bölgede oluşan kırmızı çizgi...
oyuna başlamadan önce, masaya oturan kişiler birbirlerine verdikleri gazla ve oyuna olan açlıklarıyla, oyunun ne kadar süreceğini tam olarak kestiremezler. Öyle bir koşul koyulur ki oyun bitişi için, afedersiniz göt uyuşmaya başlayınca, kartları tür tür dizecek derman kalmayınca ne halt yendiğinin farkına varılır.
Hatta, oyun sonuna doğru, oyuncularımızın birbirlerini batırma hırsları o kadar körelir ki, oyun bitişi için konulan sayıya yaklaşan kişiyi batırmak isteyenler, kırk yıllık arkadaşına koz üstüne koz çakan artisler bir anda yok olur, ortaya "koçero oyunu bitirsek mi", "yahu fark da bayağı açıldı zaten" diyen bir bezgin ya da bezginler çıkar.
E, pars kesilmiştin oyunun başında, 8 den aşağıya ihaleye girmeyen o yavşak surata ne oldu şimdi? Tüm mimikler aşağıya indi, oyun sırasını savdıktan sonra kafasını masaya koyan bir adam çıktı ortaya.
Hatta, genelde oyunun kuralını da bu herifler belirler. "abi yüzbirde bitsin oyun", "kolamız var dayı, sabaha kadar evelallah" diye diye diğer oyuncuları da gaza getirirler. Ama ilk pes eden, götünün uyuşukluğunu, bacaklarının kirecini çözmek için ilk ayağı kalkanlarda onlar olur.
Ama önde olan oyuncunun oyunu bu kadar erken bitirmeye tahammülü olmadığı için, ister istemez birazda ayıb olacağından korkarak bezmiş oyuncularımız ıhlaya tıslaya oyunlarına devam ederler, ta ki, son ele kadar. birinci oyuncunun yeneceği kesinleşmişse, bitirme teklifi yapılır, ya da oyuncu ihaleye girmişse elini birden açması istenir.
El açılır oyun biterse, göze ilk çarpan şey minderi kabarmış olan koltuk olur. Belini tuta tuta, sandalyeye küfrede küfrede kişi kendini koltuğa atar. Götünün yumuşak zemine iniş yapması, adeta ilaç gibi gelir ona. Hatta, yaktığı sigaranın bile yanına kola almak için dibindeki masaya uzanmak, angarya gibi gelir.
Ama biraz da haklıdır kişi. iyi bilen kişilerle oynanırsa bu meret, yüzbirde biten oyun en az 40 el demektir. El başı 5 dakikadan sayarsak da 200 dakika çivisi çıkmış tahta sandalyeyle temas eden göt sızlanmakta, "yumuşak zemine otur, oyununa bir sana iki" demekte haklıdır. Hatta haklı olan kişi değil, göttür.
statigin en temel konularından birisidir. ilk defa elemanlarla ilgili denge problemleriyle karşılaşılan konudur.
eğer tanımlayacak olursak, bir kafes sistemi düğüm noktalarında birleşen doğru eksenli çubuklardan ibarettir. bunu aklinizda canlandirmak icin bir abc üçgeni düşünebilir, a, b ve c noktalarını düğüm noktası olarak kabul edebilirsiniz.
yukarida tanımlanan kafes sistemi en basit kafes sistemi olarak geçer. bu üçgenin yanına ek kenarlar ekleyerek örneğin büyük bir çatı sistemi meydana getirebilirsiniz. ya da bir köprü kafes sistemi oluşturabilirsiniz. fakat bu köprü kafes sisteminin, yük taşımayan kafes sistemlerinden bazi farklari vardir,
çatı yapmak için oluşturduğunuz bir kafes sistemi sadece kendi ağırlığını taşır, mafsallara uyguladığı basınç ve çekme kuvvetleriyle muhakkak ki rijit bir sistem olmalidir. fakat, köprü kafes sistemi kendi ağırlığı haricinde üzerindeki yükleri de taşımakla görevlidir ve bunun için enleme ve boylama kirişleriyle desteklenir.