türklertanrıcı ve alevi olarak geldiler anadolu'ya. alevîlik anadolu'daki türk devletlerinin resmî inançlarıyken tanrıcılık halkın önemli bir bölümünün inancıydı. bu durum yavuz sultan selimmısır'ı fethedip hilafeti almak için kahire'deki mollalarla anlaşana kadar sürdü. devamında öncesinde istanbul'u, sonrasında tüm imparatorluğu sünni mollalar ve padişahlara yaranmak için sünni olan devşirme paşalar yönetmeye başladılar. osmanlı'nın altın çağı tastamam bu sebepten son buldu. o devre kadar osmanlı dünyanın ekonomik, askerî, teknolojik ve kültürel anlamda lideriyken sonraki 1,5 yüzyılda avrupa'nın dalga konusu hâline geldi.
ancak zehra odabaşı gibi tüm hayatını selçuk medresesi'nde, sünnî-yobaz mollaların soyunun tedrisinde geçirmiş biri bu kadar gerçeklere gözlerini kapatıp dünyayı kendi dînîne göre bağnazca yorumlayan biri türkiye'de bilim ve teknolojinin geri kalmasını moğollar'a ve rûmî gibi* mistiklere atar suçu. oysa suç tastamam kendi yobaz dînî yorumundadır.
insanların sevgi motivasyonuyla yedikleri herzeleri hiç mi görmediniz, duymadınız? hiç mi bilmiyorsunuz? örneğin islamı çok seven cihadistleri hiç mi bilmezsiniz? ya almanlar'ı çok seven nazileri? ya rusya'yı çok seven vladimir putin'in yaptıklarını?
isterseniz özel hayatlardan örnek vereyim? sevdiği insanı elde etmek ya da elinde tutmak için her türlü yalana, dolana, hileye, desiseye başvuran kimseyle tanışmadınız mı? tanıştınız da aşkta ve savaşta her şey mübahtır mı dediniz? dediyseniz maşuk ile düşmana aynı muameleyi çektiğinizi de mi fark etmediniz?
ettiniz ettiniz! aslında hepiniz biliyorsunuz ne kadar aşağılıklaşabileceğinizi. hepiniz ne kadar onursuz, şerefsiz; haysiyet fukaraları olduğunuzu biliyorsunuz ama kabûllenemiyorsunuz. çünkü kabûllenmek için kendinizle yüzleşmeniz gerek. kendinizle yüzleştiğinizde karşılaşacağınız aynadaki aksinizin ne kadar zavallı olduğunu göreceksiniz. bunu yaptığınızda da ya ne kadar iğrenç olduğunuzu kabûllenecek ya da kâmil birey olmak için kırk fırın ekmek yemeniz gerekecek. e siz de tembelsiniz, uğraşamazsınız. en kolayı hiç bu işlere kalkışmamak. en rahatı hayatlarınıza olanca sefâletiyle devam etmek ve maskeli balonuzu sürdürmek.
insanların hayata bu kadar sığ bakacak kadar aptallığından, bunu uslamlayacak kadar ikiyüzlü olmalarından da gına geldi.
yunanları değil, yunan ordusu'nu denize dökmekle övünen zihniyettir. her canlı yurdunu savunacak kadar kişiliklidir. bir bu omurgasızlar işte, evrimde nasıl bir genetik mutasyon geçirdilerse...
eğri oturup doğru konuşalım almanlar artık tümüyle gösterişe, janjanlı ve alengirli bilgisayar sistemlerine yönelmiş durumdalar. hele hele kullanılan mâlzemenin kalitesi yerlerde sürünüyor. biimır'ın kaput altında kullandığı plastikler sıcaklık kaynaklı genleşmeden birkaç yıl içinde tuzla buz oluyor. merso'nun durumu daha da içler acısı. çoğu arabasının kabinde kullanılan parçaları 0'ken bile gacır gucur ediyor. audi zaten tümüyle çöp ve motor ön aksın önünde durduğu sürece öyle de kalmaya devam edecek. resmen at arabası gibi yol tutuş.
diğer yandan japonlar'a bakarsak:
toyota: sağlamlığın kitabını yazmış firma. honda: dünyanın en büyük motor üreticisi. sağlamlık konusunda motorda toyota'nın önünde, kalan her şeyde bir tık arkasında. mazda: 2008 krizinden sonra büyük atılım yaptılar. sağlamlık konusunda ilk ikiye yetişemez henüz ama hâlâ almanlar'ın eline verir. üstüne üstlük bunu fiyat ve sınıf anlamında en ferah ve konforlu iç mekânı sunarken yapıyor. subaru: motor ve şanzıman anlamında en sorunlu japon firması. sürekli 4x4 olduğundan çok seviliyor ama boxer motorları ve şanzımanları biraz netameli. turbo lag'ı da eklersek apaçi değilseniz diğer üçüne yetişemez. apaçiyseniz zaten sıkıntı yok, bildiğiniz subarı işte. nissan: renault'yla işbirliği ve bununla gelen carlos ghosn denen yavşaktan kurtuldular. eski, görkemli günlerine dönmeleri biraz zaman alacak. biraz beklemekte yarar var. mitsubishi: nissan'la birlikte renault'yla ortak olan ve carlos ghosn yavşağından büyük yara alan bir diğer şirket. geleceklerini nissan kadar parlak görmüyorum ama sonuç olarak japon'dur. her an mazda gibi atak yapabilir.
zamanında izmir'de de tramvay rayları üzerinde aynı boku yemişti bir başka provakatör. siyasal islamcıların ara ara kullandıkları bir yöntemdir böyle abuk sabuk yerlerde namaz kılmak, sanki memlekette 80 bin cami yokmuş gibi. insanların işlerine engel olacak, hayatlarını olumsuz etkileyecekler ki tepki alıp inancıma saygı diye zırıldayıp mağduriyet devşirmek olanağına sahip olsunlar.
lan oğlum, her bin vatandaşa bir cami düşen ülkeden bahsediyoruz. adresler bile camiyi geçince diye tarif ediliyor. hastane, sağlık ocağı, okul olmaz çoğu yerde ama ev olan her noktada cami olur. hatta çoğu yerde evden çok olur.
gidip ağzını burnunu kırmanız gerekiyor aslında ama amaçları da bu, bu yavşakların.
"din ahlâklı insanlara ahlâksız işler yaptırmanın aracıdır" gibi bir sözü vardı richard dawkins'in.
düşünsenize; 21. y.y'.da hâlâ el kadar bebelerin beden bütünlüklerine kast ediliyor* ve bu düğün dernek eşliğinde yapılıyor. insan hakları evrensel beyannamesi'ne göre bu bir suç ama din dendiği için kimse sesini çıkartmıyor.
bakın; gayet tartışmasız, kimsenin garipsemediği bir örnek verdim. yani öyle cihadistler, intihar bombacıları falan değil. haydi, çıkıp "gerçek islam bu değil" desenize.
ön not: şahsen kaldırabilir miyim? sanmıyorum. bunu aradan çıkartıp gavat yaftasını üzerimizden attığımıza göre...
oğlum size ne?! kadın kalkıp da "elime erkek eli" değmedi mi diyor? "senden başka bir kişi oldu, o da kandırdı" mı diyor? hâlâ mertliği, dürüstlüğü, sadakâti amda arıyorsunuz ya, işte bu riley reid'le evlenen adamın durumundan çok daha acıklı.
zerre miskâl cinsellik içermediği için taciz değil; olsa olsa basit darp olabilecek bir olay. saniye suç duyurusunda bulunmadığına göre de bir sik olmaz.
not: hâlâ anlamıyorsunuz ama celal şengör hoca'da büyük olasılıkla asperger sendromu var; bazı şeylere zerre kafası basmıyor.
duygusal tepkiler sonucu dinden çıkan kişi, yine duygusal nedenlerle dine dönüş yapar çünkü o aslında hiçbir zaman inanmayı bırakmamış, yalnızca inandığına güveni sarsılmıştır.
ha, bende böyle bir bok olmadı ve olmayacak çünkü duygusal nedenlerle falan ateist olmadım. zaten duygusal nedenlerle ateist olsam son 25 yılda kırk kere imana gelmem gerekirdi.