Sivas Haberleri ile alakalı olarak gundemsivas.com un en zengin içeriklerini okuyorum. Sivas'la ilgili her türlü haber ve bilgiye kolayca erişebilir. Sivas Haberleri için (bkz: https://sivasgazetesi.com/) Sivas'ta yaşayan herkesin günlük yaşamında takip etmesi gereken bir kaynaktır.
Profesör doktor unvanını alan Oktay Sinanoğlu, Türkiye’de halk arasında Albert Einstein olarak bilinmekte idi. Onun yegane amacı Türkiye’de sürdüğü hayat boyunca hep faydalanılan bir şeyler yapmaktı. Adeta ömrünü bu uğurda harcayan Oktay Sinanoğlu, Türkçenin yozlaşmaması adına büyük mücadeleler vermiştir.
Sinanoğlu, Amerika’da kimya mühendisliğini kazanarak Amerika’nın yolunu tuttu. Sonunda bu okulu da birincilikle bitirmeyi başarmış ve 1957 yılında da yüksek kimya mühendisi olmuştur. Henüz daha 26 yaşlarındayken atom ve moleküller kuramı ile matematikte çözülmesi o zamana kadar mümkün olmamış bir kuramı çözerek profesör unvanı almıştır. Böylece dünyanın en genç profesörü olan Sinanoğlu, bu sayede de tarihe geçmiştir.
Danışman profesörlük kariyerine ise 1964 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde başlamıştır. Kariyerinde hızla yükselişlerine devam etmiş ve 1973 yılında Almanya’daki en büyük ödül olan “Aleksander Von Humboldt Bilim Ödülü”nü almayı başarmıştır. Uluslararası seçkin bilimci ödülünü ise 1975 yılında Japonya’da almıştır. Yine aynı yıl içerisinde çıkarılan özel bir kanun ile Türkiye Cumhuriyeti Profesörü ünvanı verilmiştir.
2015 yılında aramızdan ayrılan Oktay Sinanoglu’nun şu sözleri hafızlarımıza kazınmıştır.
” Ne sağ, ne sol ; Türkçe giderse bağımsızlık gider. ”
Anadolu medeniyetleri, mimari açıdan günümüze eşsiz eserler bırakmıştır. Bunlardan biri de Sivas’ta inşa edilmiş olan ve UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan Divriği Ulu Camii’dir. Burası yalnızca bir cami değil, döneminde hem bir hastane hem de bir medrese olması amacı ile inşa edilmiş bir külliyedir.
Sivas ve Divriği etrafına insanların yerleşmesi, Hititlere dek dayanmaktadır. O zamanlardan bu zamana dek Divriği’de birçok Anadolu medeniyeti hüküm sürmüştür. Ancak Divriği Ulu Camii gibi bir eseri inşa edecek olan Anadolu Selçukluları‘dır. 1228 yılında, Anadolu Selçuklu Devleti çatısında altında bulunan Mengücek Beyliği tarafından bu yapının inşasına başlanmıştır. Divriği Ulu Camii, Süleyman Şah’ın oğlu Ahmet Şah tarafından inşa ettirilmiştir. Darüşşifa, yani şifahane ise Ahmet Şah’ın eşi Melike Turan Melek tarafından inşa ettirilmiştir. Bu gizemli ve kompleks yapının mimari tasarımı ise Muğis oğlu Ahlatlı Hürrem Şah’a aittir.
1228 yılında inşası başlayan Divriği Ulu Camii, başlangıç tarihinden 15 sene sonra, 1243 yılında tamamlanmıştır. Türk – islam mimarisinin başyapıtı olarak anılan bu eserin kompleks bir yapı olarak bahsedilme sebebini açıklayalım. Bu yapıda türbe, cami ve hastane yer almaktadır. iki kubbeli türbesi olan bir cami ve buna bitişik olarak hastaneden oluşmaktadır. Darüşşifa, hem hastaların tedavi edilmesi hem de insanların hekimlik yönünde yetiştirilmesine yönünde hizmet vermektedir. Bu nedenlerle Divriği Ulu Camii medrese ve külliye nitelikleri taşımaktadır.
Yukarıda bahsedildiği gibi camiye bitişik olan Darüşşifa kısmı iki katlıdır ve bir avluya sahiptir. Yapının içerisinden su kanalları geçmektedir. Ayrıca bir havuz da bulunmaktadır. Muhteşem mimari ile yapının içerisinde su sesi yankılanmaktadır. O dönemlerde, ruh ve sinir hastalıklarının tedavisi bu şifahanenin içerisinde ney çalınarak müzik ile su sesinin harmanlanması ile tedavi edilmekteydi. Daha sonraları burası hekimler yetiştirmek adına medrese olarak uzun seneler boyunca hizmet vermiştir.
Camiyi yaptıran Ahmet Şah ve eşi Melike Turan Melek’in kabirleri, aileleri ile beraber darüşşifada bulunmaktadır. Aynı zamanda baş mimar Muğis oğlu Ahlatlı Hürrem Şah olmak üzere, yapının diğer mimarları da yine buraya defnedilmiştir.
Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, hem mimari açıdan hem de içerideki taş işlemeleri nedeniyle UNESCO Dünya Miras Listesi’ne adını yazdırmıştır. UNESCO Dünya Miras Listesi’ne Türkiye’den girebilen ilk eser, bu yapı olmuştur. Sahiden de, yapının plan şekli ve içerisindeki süsleme detayları görenleri kendine hayran bırakmaktadır. Bu yapının mimari açıdan barok tarzına yakın olduğunu söylemek mümkündür. Bu nedenle Türk – islam mimarisinde benzeri olmayan bir yapı olarak tarihe geçmiştir.
Genellikle Tiflisli ve Ahlatlı taş ustalarının elinden çıkmış olan taş oymaları, görülmeye değerdir. Yapının tüm taç kapılarında bu olağanüstü üç boyutlu taş oymalarını görmek mümkündür. Neredeyse heykele yakın bir yüksek kabartma tekniği kullanılmıştır. Yapı kompleksinde üç tane camide, bir tane de darüşşifada olmak üzere toplamda dört kapı bulunmaktadır. Her bir kapının tasarımı eşsizdir. Ancak caminin kapılardan biri olan ve “Cennet Kapısı” olarak adlandırılan kapı en görkemli olanıdır. Kapının üzeri cenneti simgeleyen motiflerle bezenmiştir.
Bir diğer kapı olan Taç Kapı ise, darüşşifanın giriş kapısıdır. Bu devasa kapı öyle bir mühendisliğe sahiptir ki taş olmasına rağmen dönebilmektedir. Ancak ne yazık ki 1939 senesindeki Erzincan depremi bile bu özelliği artık yok olmuştur.
Batı Kapısı’na gelecek olursak, burada bizleri büyük bir mühendislik sırrı beklemektedir. Mayıs ve Eylül ayları arasındaki süreçte, ikindi vaktinden 45 dakika evvel bu kapıda bir insan gölgesi belirmektedir. Öncelikle elinde Kuran-ı Kerim tutup onu okuyan insan şeklinde olan bu gölge, ezan vakti yaklaştıkça namaza duran bir insan şeklini almaktadır. 1200’lü senelerde olduğu düşünülürse, bu gerçekten harika bir mühendislik ve mimari başarısıdır. Maalesef bunu fark eden bizler değil, Japonlar olmuştur.
Divriği Ulu Camii’nde göze çarpan bir diğer mimari detay ise, caminin içerisindeki tahta minberdir. Bu minberin malzemesi, dünyanın en uzun ömürlü ağacı olan abanoz ağacıdır. Bu nedenle bu eşsiz minber, günümüzde halen orijinal halini korumaktadır. Bu parçanın yapımı, neredeyse caminin yapımı kadar uzun sürmüş ve yaklaşık 12 – 13 senede tamamlanmıştır. Minber, çok güzel detaylar içermektedir. Bu detaylardan en güzeli ise, parçanın bütünlüğünün bozulmaması adına tahta çivi kullanılmasıdır. Yalnızca minberi güçlendirmek adına demir çiviler kullanılmış, ancak bu çiviler dışarıdan görülmeyecek şekilde ustalıkla gizlenmiştir.
Divriği Ulu Camii’yi Evliya Çelebi şöyle anlatmıştır: ‘Methine diller kısır, kalem kırıktır”. Sahiden de, gidip görmeden bu camiiyi anlatma çabası beyhudedir. Öylesine ihtişamlı bir yapıdır.